- 1164 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
22-BİR ZAMANLAR KÖYLERDEKİ İLETİŞİM
Artvin yöresindeki köylerimize 1950’li yıllarda ülke haberleri pek fazla zamanında ulaşmazdı. Halk olup bitenleri ilçelere giden muhtardan veya komşularından öğrenirlerdi. Gazetelerden, telefonlardan zaten habersizdik. Elektrik bile olmayan Ardanuç-Yolağzı köyümde pilli radyoyu ise ancak 1953 yılı yaz aylarında köyümüze göç eden öğretmen Şükrü Kaya hocanın evinde görmüştük. Annemle gündüz hoş geldiniz ziyaretine gittiğimizde; Şükrü hoca radyoyu dinlememiz için açmış, İstanbul radyosu hiç çıkmazken Ankara radyosu da çok parazitli olması nedeniyle anlamadığımız halde Rus ve Arapları dinlemiştik.
Seçim zamanında politikacıların art arda köye gelmeleri ile bazı yurt haberleri köye ulaşmaya başlamıştı. İlk defa 1950 yılının ilkbaharında CHP’den Fehmi Alparslan, DP’den de Hilmi Çeltikçioğlu’ köyümüzde Molla Ali Pehlevan büyük dedemizin konağına gelmişler ve köyün ileri gelenlerine siyasi düşüncelerini aktarmışlardı. Sonra da büyüklerimiz kendi aralarında bu fikirleri yorumlarken ülke sorunları da köyümüzde konuşulmaya başlanmış oluyordu. O sene DP ‘sinin iktidara gelmesiyle Yol ve Hayvan Vergilerinin kaldırılması köydeki taraftarı komşularımızın övünç konusu oluyor ve ezanın da tekrar Arapça okunması ile övünmeler zirve yapıyordu. Büyüklerimizin siyasi konuşmaları, ilkokula yeni başlayanları biz ufaklıkları da etkiler, bizler de sınıfta aramızda siyasi tartışmalar yapmaya başlamıştık.
O zamanlar önemli haberlerden birisi de, Rusya’nın Kars ve Artvin’i Gürcistan’a tekrar bağlama isteğiydi. Bu haber halkın büyük öfkesini çekmiş ve eski “Esaret Günlerine” geri mi dönüyoruz diye halkın ağzını bıçak açmaz olmuştu. İlçelere gidenler, hemen ziyaret edilir ve olumlu haberlerin duyulması beklenir, ancak olumlu bir haber alınmazdı. Hele bir gün muhtar Cemal Önür ağabeyin Kala’dan/Ardanuç’tan dönüşünde; köy çeşmesinde su doldurmakta olan annem ile İfaket Yüksel yengem ile konuşup bilgi vermesi üzerine İfaket yengenin dolu güğümlerini sinirli bir şekilde kapıp evine giderken:
-Celal Bahar,Celal Bahar..Sıçtı ortaluğa da bırahti!… Diye söylenerek hızla yürümesi hala gözlerimin önündedir. Her halde İfaket yengemiz, köyde DP’li olarak tanınan ve yeni Türkçe harflerle yazılı Kur’anı ile eski harflerle okuyanları yarışmaya davet eden eşi Veysel amcamızla bir an önce çekişmek için koşar adımlarla yürüyordu.
O sene okula başladığımız ilk aylarda eğitmenimiz Gülpaşa Özkan hocamız; sınıfımızda asılı büyük bir resmi indirip yerine Atatürk resmini asması biz öğrencilerinin ilgisini çekmiş, ancak nedenini soramamıştık. Okumayı öğrenince ilk işim, bitişikteki boş odaya konmuş olan bu resmin alt yazısını okumak olmuştu. Resmin altında “Milli Şefimiz İsmet İnönü” diye yazıyordu. Atatürk resmini ise ablamın kitaplarında çok gördüğüm için tanıyordum. Okulumuz 1941 yılında eğitmen nezaretinde açılmış üçer senelik eğitimden sonra dördüncü döneminde ben de sınıflı olanlardandım. Okul açıldı açılalı 1953 yılına kadar her cumartesi bayrak merasimi yapılırdı. Bayrağımızı göndere asarken gönder önünde çift sıra olarak sıralanır ve hazır ol vaziyetinde “Çırpınaydın Karadeniz Marşını”, yüksek sesle söylenirdi. Üçüncü sınıfta okuduğum o öğrenim yılın ilk cumartesi gününde de; okulumuza yeni tayin olunan öğretmenimiz Hasan Tekin’den bir “Aferin” almak için bu marşı çok güzel okuduk. Ancak merasim bitince yüzü iyice esmerleşmiş olarak merasimi yöneten eğitmenimizin yanına gelen öğretmenimiz ile aralarında bir şeyleri tartışmaya başladılar. Yanlarından geçerken eğitmenimizin:
-Kursta bize bu marşı öğrettiler. Ben de yıllardır bunu söyletirim, dediğini duymuştum. İkinci haftada da ise köyümüz yeni bir marşla, İstiklal Marşımızla inlemişti!…
O sene ilkbaharda tarlaları koşmak için yine babamın Rıdvan Pehlevan dayıları ile birliktelik /mogdam olmuştuk. Onların iki çift öküzü, bizim de bir çift öküzümüz vardı. Bir gün bizim Nasudev Tarlamızı koşuyorduk. Babam pulluğu tutuyor, oğlu Celal Pehlevan ağabey arkadaki öküzleri idare ederken babama da yardımcı oluyordu. Ben de ortada sıradaki bizim öküzlerin boyunduruğuna binerek öndeki öküzleri de yönlendiriyordum. Uzun müddet olaysız bir şekilde sürekli tarlayı koşarken pulluğun aniden bir kayaya çarpması üzerine öküzler durakladı ve ben de toprağı öptüm!. Celal ağabey duruma kahkaha ile gülerken:
-Ola Fevzi!..Toprağı avuçla,toprağı.Sarı saplı bıçak olur.Diye bağırıyordu.Ben düştüğüme utanırken bir taraftan da acı çekiyor ve ağabeyimin/dadamın dediğini de yapmıştım.Ancak toprağın bıçağa dönüşmediğini görünce, daha yüksek bir kahkaha da tekrarlanınca iyice utanmış ve sinirimden ağlamaya başlamıştım.Ama sarı saplı bir bıçağa sahip olmayı da kafama koymuştum.Yörenin geleneklerine uyarak arkadaşlarım ile Çatal Yoldan geçen düğün alaylarının/makarların yolunu keser,düğünün yöneticisinden /sağdıcından 5-10 kuruş para alırdık.Tarlalar ekilip çayırları temizledikten sonra boş bir günümüzde;babama:
-Biriktirdiğim paramla sarı saplı bir çakı alacam, kimin dükkânına gideyim diye sordum. O zamanlarda köyümüzün Demirciler/Demurçigil Mahallesinde 3-4 tane sıcak demirci atölyesi/dükkânı vardı. Aynı dedenin torunları olan bu aileler, çiftçiğin yanında ata sanatları sıcak demir işleri de yaparlardı. Ürettikleri çapa, kazma, maşa, saç ayak, hançer ve çakı gibi gereçleri dükkânlarında sattıkları gibi çevre köylere de götürürlerdi. Sarı saplı çakı olayını anımsadığını belli etmek istemeyen babam danışmam üzerine:
-Mirza Ustanın dükkânına get, paran yetar mi? Habuni da al da, boşa getma. Diyerek bir miktar para verdi. Ben de sevinç içinde Demirciler Mahallesinin yolunu tuttum. Atölyede Mirza amca, oğlu Necmettin ağabey ve bir de tanımadığım müşterileri vardı. Sarı saplı bir çakı almak istediğimi söyleyince Necmettin ağabey bir çekmecedeki çakıları gösterdi. İçlerinde sarı saplı olan yoktu. İsteğim üzerine hazır bir sarı sapa, başka bir çakının ağzını takmaya başladı. Bu arada Mirza amca yabancı müşterinin işini yaparken sohbet de ediyorlardı. Çakımın tamamlanmasını beklerken yanlarına yaklaştım. Mirza amca özetle:
-Geçenlerde hiç gitmediğim bir dağ köyünde Tanrı Misafiri oldum. Sabahleyin büyük bir gürültü ile uyanınca penceden dışarı baktım. Kadın, erkek çil çocuk bir bayrak peşinden yürüyüp “Padişahım çok yaşa” diye bağırıp köyün sokaklarını arşınlamıyorlar mı? Şaştım kaldım. O gün götürdüğüm araç gereçleri satmış ev sahibimle iyice ahbap olmuştum. Ancak sabahki gösteriyi çok merak ediyordum. Kendileri gün boyu bana söylemedikleri için veda ederken gösterinin nedenini dayanamadım, ev sahibime sordum. Ev sahibim de:
-Yıllar önce köyümüze senin gibi hiç tanımadığımız bir yabancı gelmiş. Köylüler kendisini güzelce ağırlamışlar. Ancak gittikten birkaç gün sonra köyü jandarma kuşatmış. Padişah efendimize bağlılığınızı niçin göstermiyorsunuz diyerek halkı köy meydanında falakaya çekmişler. Sizi de tanımadığımız için onlardan biri sandık. Onun için bağlılığımızı bildirdik, der. Mirza amca artık padişah yok, cumhurbaşkanı var. Diye söylese de adam pek inanmamış. Sözünü tamamlayan Mirza amca bana dönerek:
-Ola Fevzi!.Sen okula gidiyorsun,bilirsin.Hangisi başımızda;padişah mı? Cumhurbaşkanı mı? Diye sorunca:
-Elbetteki başımızdaki cumhurbaşkanı. İsmi de Celal Bayar. Seçimle gelir, padişahlar gibi babadan oğluna geçmez. Padişahlık kalkalı 30 yıl oldu. Deyince bir “aferin” ile sarı saplı çakımı alarak sevinçle karışık şaşkınlık içinde evimin yolunu tuttum.
Bu olaya çok şaşırmıştım. Çünkü geçen bunca zamana ve siyasi çalışmalara rağmen köylümüz, yönetim şeklimizden bile habersizdi. Günümüzde de birkaç gün önce, bir kamuoyu yoklaması yayımladı. Bu araştırmaya göre de halkımızın %20 si halen CHP tarafından yönetildiğimizi sanıyormuş. O zamanlarda şaştığım kadar günümüzdeki olaya şaşırmadım desem daha doğru olur.
Yakacık,20.03.2017
YORUMLAR
Yaşananlar bir tarihi olay o günkü toplum sosyolojisinin, psikolojisinin, neler yaşandığının özeti adeta... Şimdi bize bazı şeyler garip gelse de o zaman durum bundan ibaret imiş. Şimdiki zamanlarda köylerde pek insanda kalmadı... Anlamak lazım o yıllarda yaşananları, insanlarımıza yaşatılanları... Kutlarım yürekten Hocam...