- 645 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DÜNÜN ÇOCUĞU
Yıl 1959 ya da 60 olmalı… Nisanın ilk haftası, güzel bir baharı yaşıyoruz. Kadastro Hakimi, Tapu müdürü, dava vekili olan babam ve kucağında daktilosuyla bir katip keşif için bir köye gidecekler. Nasıl olduysa son anlık bir kararla, Tapu Müdürünün oğlu ile beni de cipe bindirdiler. Köyde bir ağacın altında bir süre yazıp çizdiler, ayran içtiler. Köyden dönerken, dava sahibi adam, ikimize de birer kuzu verdi. Hakim önde biz cipin arkasında kuzularla diz dize sıkışarak döndük ilçeye. Ertesi gün köyden tanıdık biri geldi. “Bu kuzuyu bana satar mısın?” dedi. Kırk liraya sattığım kuzuyu garaja kadar götürüp yeni sahibine teslim ettim, eve dönüyordum. Bir gün sonra Kurban Bayramı… Ben yolun solundan yürürken, caddenin sağındaki öğretmenler derneğinin önünde birkaç öğretmen, bahar güneşinin tadını çıkarıyorlardı. Onlara baka baka yürüyordum. Ansızın üç atlı, caddenin taşlarında şakır şakır eden nal sesleriyle ve hışımla beni geçtiler. Beş on metre ancak gitmişlerdi; atlıların birinden bir kağıt parçasının süzülerek düştüğünü gördüm. O güne dek hiç görmediğim bir paraydı düşen; üstünde 100 Türk Lirası yazılıydı. Eğilip aldım. Kuzuyu 40 liraya sattığıma göre, yaklaşık üç kuzu alabilecek bir paraydı bu… O yıl 10–11 yaşlarındayım. Dünyanın puşt yüzünden henüz haberim yok! Gördüğüm her şey anlamlı; bütün insanlar saygın, bütün bayramlar kutsal ve dünya güzeldi benim için. Yerde gökte cıvıldayan kuşların, dağların taşların, insanların velhasıl evrende gördüğüm her şeyin sevgisi dantel gibi işlenmiş yüreğime. Ya ilçemiz?.. Kılık kıyafetleriyle saygınlık uyandıran öğretmenler, güven veren insanlar, kirlenmemiş doğa, lekelenmemiş varlıklar!... suyu arı, ekmeği aşı helal, duygusu, düşüncesi, kültürü bozulmamış ilçemiz… Böyle bir dünyada, böyle insanlar ve varlıkların kucağında öyle mutluyum, öyle güvendeyim ki!...
Parayı düşüren atlılar, çarşının iki yanını süsleyen akasyaların arasında bir gölgeye girip bir güneşe çıkarak şakır şakır gidiyorlardı. Elimde yüz Türk lirası…
O gün, o an aklımdan geçenleri katıksız anlatıyorum size:
“Adamların köyden geldikleri belli... Yarın Kurban Bayramı… Bu parayla alışveriş yapacak, çocuklarına bayram elbisesi, şeker alacaklar. Parayı düşürdüklerine göre eli boş dönecekler köye ve çocukları üzülecek. O halde bu parayı vermeliyim…”
İlçemizin topu topu beş yüz metre olan taş döşenmiş caddesinde atlıların arkasından koştum. Köşkerler çarşısının yanından geçerlerken yetiştim onlara. Elimdeki parayı göstererek: “Bu para sizden düştü” dedim; üçü de hışımla attan indiler. Özellikle birisi, ceketinin iç ceplerini şöyle bir karıştırdıktan sonra, “Benim param, cebimden düşmüş,” dedi. Parayı aldıktan sonra babamın adın sordu; söyledim. Dava vekili olan babamı ilçede ve köylerde herkes tanırdı zaten. Bana kocaman bir “aferin,” çekip, “Helal süt emmiş,” dedikten sonra babama selam gönderdiler; bana da 2,5 lira harçlık verdiler. Bir cebimde 40 lira kuzu parası bir cebimde aldığım ödül, sevinerek eve döndüm.
***
Geçen gün, Kurban Bayramından iki günce, 11 - 12 yaşlarında bir çocuğa 10 Tl. para verdim ve fırından iki ekmek alıp getirmesini rica ettim. İçtenlikle söylüyorum ki 6 liraya üç ekmek alacak, geri kalan 4 lirayı çocuğa verecektim ama olmadı. Niçin mi? ne ekmek geldi, ne çocuk!... Yukarıda anlattığım çocukluk anımı anımsadım.
Nasıl oldu da o günün çocukları ve her gün biraza daha şeytanlaşan insanlar bu durumu geldi, getirildi?
Yukarıda anlattığım o saf, temiz, dürüst dünyamıza yeniden kavuşmamız için büyüklü küçüklü hepimize görevler düşmüyor mu?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.