- 845 Okunma
- 4 Yorum
- 4 Beğeni
Nehir olmazsan sel olursun
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Mürşidim bir yerde diyor ki: "Sıkıntı sefahetin muallimidir." Bu sıralar şu sözü düşünüyorum. Ne için? Yaralarımı iyileştirebilmek için. Alışkanlık haline gelmiş günahlarımı tedavi edebilmek için. Çünkü ben de aynen katılıyorum: Her günahımın ardında bir sefahetin/düşkünlüğün izi var. Her sefahetimin ardında ise bir sıkıntının mırıldanması. Canım sıkıldığı için işlemişim o günahı. Görüyorum. Ve şöyle bir noktaya varıyorum en nihayet: ’Sıkıntı’ dediğimiz şey aslında bir ’sonrasızlık’tan ibaret. Yani: Varabileceğimiz bir ’daha sonra’ kalmadığını düşündüğümüzde (düşündüğümüz zamanlarda, yerlerde, kişilerde, şeylerde) sıkılıyoruz biz. ’Bittiğini düşündüren’ bizi sıkıyor. Bitmese, sıkmayacak, sefahete sokmayacak. O halde şöyle de denilebilir mi: "Sonsuzluğa ulaşabilen ancak kendisini günahlardan alıkoyabilir."
Evet. Bu noktaya vardım. Çünkü kendimde hastalığı böyle teşhis ettim. Ben ’hayatın içindeki sonsuzluğu göremediğim için’ günaha giriyorum. Ne demek bu? Belki biraz şu demek: İnsan Allah’ını bilmek üzere yaratılmış. Sonsuz olanı sevmek üzere yaratılmış. Onun sonsuza kadar aynası olmak için yaratılmış. Bu yüzden içerisinde bir yerde ’hep daha fazlasını isteyen’ bir ses var. Neresidir burası? Tam bilmiyorum. Fakat varlığının hikmetini takdir edebiliyorum.
Evet. "Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur!" buyruğunun sahibi, elbette, ancak kendi sonsuzluğuyla dolabilecek kalplerle donattı bizi. Ancak onun marifetiyle, muhabbetiyle, kulluğuyla, duasıyla, meşguliyetiyle ve her yeni günü yeni sürprizlere gebe kılan ’kudretinin nihayetsizliğiyle’ mutlu olabiliriz biz. İçimizde bir karadelik var. Ve bu karadelik, ancak kudsî bir alanda ’daha fazlasına’ ulaşabilirse, bu dünyadaki azlıklara kanaat edebiliyor. Çocukken bile "Evde sana pasta yapacağım!" diyen annenin vaadiyle marketteki çikolatadan vazgeçiyor.
Tam burada başımız tekrar yazının evveline çevriliyor. Sakın sıkıntımızın kaynağı da aynı ses olmasın? Yani, Allah ile sonsuzluğa kapı bulamayan kalplerimiz, maddenin yüzeyine yayılmakla kendisine bir sonsuzluk arıyor olmasın? Öyle ya! Nihayetinde dışarısı dışarısıdır. Varlığın derinliğinde ’dışarısı’ bulmayı başaramayan varlığın yüzeyinde bir ’dışarısı’ aramaya başlar. Gözeneksiz toprakta su elbette yüzeye yayılır. Dağılır. İşgal eder. Belki, günahkârın günaha karşı duyduğu hırs da, varlığın dibine doğru inememekten kaynaklanmaktadır. Kendisine bahşedilen yağmuru, toprağı altındaki istidat tohumları için bereket kılamayan insan, o suyun taşkınlarıyla boğuşmaktadır. Öyle ya! Nehir olamayı başaramayan nihayetinde sel olur.
İnanın ben kendimde böyle gördüm. İnsanın içindeki ’daha fazla’ arzusunu tatmin edeceği bir mecraya ihtiyacı var. Bu mecra ’bilmesi, sevmesi, okuması, anlatması, anlaması, ibadeti, mucizesi, yaratışı, kudreti’ hiç bitmeyen bir Allah’a doğru olmayınca göğsünüzde bir sıkışma oluyor. Allah’ı bu şekilde bilmeyen daralıyor. Kalbi tatmin olmuyor. Bu tatminsizlik hissi "Aşağıya inemiyorum. Nasıl inilir çözemiyorum. Bari birikmeyeyim. Yüzeye yayılayım!" çözümünü (aslında çözümsüzlüğünü) doğuruyor. Helalin helalden bir dışarısı olduğu gibi haramdan da bir dışarısı vardır. Ve nefis bu iki ’dışarısını’ karıştırıyor. Helalde mümkün olan ziyadeleşmeyi pas geçip haramda yayılmaya başlıyor. Hatta diyebilirim ki: Her sapkınlığın ardında bu yayılma arzusunun izleri var.
Helalinden sohbetle ulaşabileceği derinliği/yenilenmeyi bilemeyenler yalana/gıybete yayılıyorlar. Helalinden bilgi öğrenmekle erişebilecekleri derinliği/yeniliği görmeyenler malaniyatla meşgul oluyorlar. Gözünü çevirebileceği helalinden bir ’daha fazlası’ bulamayanlar haramı seyrediyorlar. Bütün mesele gidip sanki burada düğümleniyor: Dünyada onu cennete çevirebilecek bir sonsuzluk var. Fakat derinliğine inebilmenin yollarını bulmak gerek. ("Hakiki hakâik-ı eşya esmâ-i İlâhiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakâikın gölgeleridir..." sırrınca, ben, Allah’ın isimleriyle fikren/zikren meşguliyetin böyle bir derinlik hissi yaşattığını düşünüyorum. Fakat bu başka yazının konusu olabilir. Olmalı.) Yolunu bulamayan yüzeye yayılıyor. Yüzeye yayılan da ’helal dairede’ kalamıyor. Harama taşıyor.
Sen de benim gibi alışkanlık haline gelmiş günahlarından şikayetçiysen ’hiç bitmeyen’ helal bir uğraş bul arkadaşım. O alışkanlığın yaslandığı sefaheti ve sıkıntıyı kurcala. Çöz. Kendi ’hiç bitmeyenini’ bulduğunda diğer fani alanlarda zaten güçten düşeceksin. Yoksa namaz kötülüklerden nasıl alıkoyar sanıyorsun? Namaz kötülükten en çok ’hiç bitmemesiyle’ alıkoyar.
YORUMLAR
"Namaz kötülükten en çok ’hiç bitmemesiyle’ alıkoyar."
Kesinlikle katılıyorum. Kapalı değilim hatta dekolte giymeyi severim tabii ki yerine göre. Cezasına razıyım uymadıklarımın ama namaz ve oruç benim ruhuma iyi gelen tek şey. Yakınımda olanlar bunu çok iyi bilirler bazen anlam veremeseler de veya uygun bulmasalarda diğer kurallara uymadığım için.
Güzel bir hatırlatma ve paylaşım
Tebrikler yürekten
Saygı ve sevgilerimle
belkibirharfimben
İpekyildiz
belkibirharfimben
Yaşını bilmiyorum ama sen, kıvranıyorsun kardeşim; hem de akıl ve ruh sancısı ile... Bedeni sancılara bin basacak bir fikir sancısı ile...
İnsanın kendini bulması cümle dünya gailelerinden el çekmesi ile mümkün gibi geliyor bana. En azından bu benim için böyle. Kendi içime doğru çıktığım ve bir türlü sonunu kestiremediğim bu yolculuk canımı yakıyor lakin ben bu acıdan gün geçtikçe zevk alıyorum desem...
Sırtlandığım gaileler, insanlar ve her türden eşya kıvrandırıyor beni. Dünyanın en güzel lafını etsem bile, illaki bir köşesinden tutup, onu yine bana acı çektirecek kıvama getiriyor.
Bu süreç en büyük düşmanım aklım. Dost gibi görünüp ikna ediyor beni, yemliyor ve sonra yine kıvrandırıyor.
Güzel yazı idi tebrik ederim.