- 382 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Herşeyin editörü...
Hayallerimize ulaşamamak canımızı acıtıyor. Fakat kader neden var? Kader herşeyimizin editörü değil mi? İçinde binlerce kitap yazılı şu kitap, her an şahit olduğumuz güzelliğini, ona borçlu sayılmaz mı? Birşey sırf hayal olarak kuruldu diye ’istemesi doğru olan’ veya ’gerçekleşmesi gerekli olan’ haline gelmez ki. Hayal bize verilmiş, ta ki, aklımızın elleri gayba uzansın. Kurgu alanlarda teori üretmeye imkan bulsun. Fakat bu ellerin masumiyeti garanti edilmemiş. İşte ben de hayallerimden gelen baskıları yüreğimde böyle kaldırırım: Birşey hayallenildi diye doğru olduğu anlamına gelmez. Hatta bize verilmeyen öyle hayallerimiz var ki, belki onlar için de, Hakîm-i Zülcelal’e tekrar be tekrar şükretmeliyiz.
Ben böyle şeyler söylediğim zaman çok ’dinsel’ bir alandan konuştuğum düşünülüyor. Doğrudur. Meselenin dinî bir yanı var. Fakat, dinden çok ayrı bir olay olarak görseniz bile, psikolojinize müsbet etkilerini inkâr edemezsiniz.
Evet. Kader birçok açıdan ’iç uzlaşısı’ sağlıyor. Hatta ’toplumsal uzlaşı’ dahi bir yönüyle kadere imana bakıyor. Ben buradan, hiç de gocunmadan, iddia ederim: Kadere imanı olmayan toplumların barış yapması zordur. Çünkü geçmiş dosyalarını kapatamazlar. Kan davalarını unutamazlar. Yaralarından (intikamsız) vazgeçemezler. Kadere iman etmeyenin barışa iman etmesi zordur. Çünkü geçmişindeki kötülükleri ’güzelleştirebilmesi’ zordur. Çünkü barışabilmek de ’anlamlandırabilmeye’ bakar. Anlamlandıramadığı neyle barışabilir ki insan? Kaderse, bu noktada, herşeyi büyük bir resmin/cümlenin parçası olmaya çağırıyor. Büyük resmin parçası olansa, elbette, o anlamdan bir hisse alır.
Sonsuz bir güzellik, rahmet, hikmet, adalet ve kudret sahibinin kontrolünden geçmeyen hiçbirşeyi yapamadınız. Ne mutlu size! Her ne zuhur ettiyle elinizde, evet elinizde, aslında onun ilmi, iradesi ve kudretiyle yaratıldı. Parça olarak kendi başınıza hareket ettiğiniz zamanlar oldu. Belki bütünün huzuruna kasteder hatalarınız da içlerinde bulundu. Fakat nihayetinde bütünün sahibi onları kontrol etti. Kimilerini, hikmeti iktiza etmedi, yaratmadı. Kimilerini, hikmeti iktiza etti, yarattı. Kötü de olsa bu kötülük sınırlı kaldı. Nasıl? Çünkü yalnız size bakan yüzünde çirkinlik vardı. Melekutuna indiğinizde ise her olanda hayır vardı. Hayır Allah’ın seçtiğindeydi. Şer görünenler bile hayır olabilirdi. En nihayet, şundan eminiz artık, hiçbirşey ’hikmetsiz’ olmadı.
Kur’an ve sünnet bize bunu böyle öğretirken aslında çok büyük bir hediye bağışlıyor. Elhamdülillah, biz, varlığın melekutuna sirayet edecek kadar büyük kötülükler işleyemeyiz. O kadar da zarar veremeyiz hiçbirşeye. Verdiğimiz zararlar mülk yönünde takılı kalırlar varlığın. (Ancak sûretine dokunur.) Ve bu yüzden bize ceza sebebi olurlar. Ancak, diğer taraftan, bütün onlarla barışabilmemizin de yolları açılır öylece. (Siretleri pâktır çünkü.) Büsbütün kötü olmadıklarına göre büsbütün boşa gitmemişlerdir.
İnsan yaralarından devalar devşirebilir. Furkan sûresinde buyrulduğu gibi, Cenab-ı Rahman u Rahim, onlardan edilen tevbeler ile, seyyiatları hasenatlara çevirebilir. Zaten melekût cihetleri güzel şeylerdir onlar. Mülk cihetlerini de tevbe değiştirir. Bal kavanozu düşse de yere, kapağı kırılsa, yalnız kapağını değiştirmek, balın ballığını korumasına vesile olmaz mı? (Bişr-i Hâfi Hazretleri çamura düşmüş lafzullahı kaldırıp temizlediğinde buna mı uyandı yoksa?) İşte ben de diyorum ki şimdi: Günahkâr bile, tevbe ile Allah’a sığındığında, Allah’ın bir delili olur. Çünkü Allah’a sığınan kaçışıyla Allah’a delil olur.
Kaçmak kötülüğün kötülüğünü tayindir. Hem kendi gözünde hem başka insanların gözünde bir ilandır. Tevbekâr olan bu ilancılığı yapar. Evet, tamam, tatmaktan koruyamamıştır kendini. Tuzaklara takılmıştır. Fakat onun varlığı da ’tatmışın şahitliği’ olur. Bir işe yarar. Öyle ya! Günahkârın kaçışı günahların kemliğine bir işarettir. Tevbe, işte tam da bu yönüyle, onun kaçtıklarını hasenata çevirebilir. Elini köze sürüp yakan, o közün yakışıyla inleyip ağlasa, başkaları o feryad u figan ile közü tutmaktan kaçsa, sabık yanışı bir tür iyiliğe dönüşebilir. Yanmıştır ama inlemesiyle nicelerini yanmalardan kurtarmıştır.
Bazen yazarken ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Farketmişsinizdir. Düştüğüm çukurlar var. Başka ayakları da onlara gider gibi görüyorum. Bağırıyorum! Acılarımı anıyorum. Yankılarını paylaşıyorum. Düşünce neler olduğunu kulaklarına sayıklıyorum. "En azından bu kadar faydam olsun" diyorum onlara. "En azından bu kadar işe yarayayım." Düşmemeyi beceremedim, o büyüklerin işi idi, bari arkamdan gelenleri engelleyeyim. Bişr-i Hâfi (k.s.) gibi, öyle tevbeler edeyim ki, feryadımın acısı ’başkalarının takvasına’ kuvvet versin. En azından buna muvaffak olayım, inşaallah.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.