- 1775 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ASLA BOZULMAYACAK OLAN YÜCE İSLAM DİNİNDE REFORM OLMAZ!!
Bugünlerde Sayın Devlet başkanı kadınlar gününde yaptığı konuşmayla bir anda gündemi değiştirdiler.Bunu eskiden Sayın Rahmetli Turgut Özal çok yapardı.Bir anda ağzı olan herkes konuşmaya eli kalem tutan herkes bir şeyler yazmaya başladı.
Türkiye’de reform - güncelleme yapılacaksa öncelikle askeri alanda,eğitim, adalet, ekonomi, gıda tarım,sağlık ,kadın ve gençlik politikalarında yapılmalıdır. Milletin siyasetten beklentisi budur..
Diyanet İşleri Başkanlığında İrancı bozuk şia mezhebi yanlılarının mesken tuttuğu söylenmekte bir şahsın her konuşmasından sonra Diyanette onun istediği doğrultuda işler proğramlanmakta olduğu doğru mudur?Diyanet İşleri Başkanlığı neden itikadı bozuk hocaların televizyonlarda arz-ı endam etmelerine seyirci kalmaktadır?
Ehl-i Sünnet bir cemaatı karalayan Dini Haberler adlı her yazısı düşmanlık fitne fesat dolu olan bir sapkın gruba neden musaade edilmektedir?Bunlar hala Diyanet camiasında yer bulabilmektedir?Yoksa Diyanet din düşmanı hoca müsveddeleri tarafından yeni Fetöler tarafından işgal edilmiştir de bizim haberimiz yoktur?
Osmanlı olsaydı bunları Malta’ya, sürer bir daha da insan içine karışmalarına müsaade etmezdi!!Hangi imamın arkasında namaza duracağız inanın ehl-i sünnet hoca kalmadı!!Camii camii ehl-i sünnet imam arar hale geldik!!!Şiası,mutezilesi,vehhabisi,kaderi inkar edeni ne ararsan var!!-
Otuz sene önceki Kur’an Kursu düşmanı imamları mumla arar hale geldik!!Diyanet İşleri Başkanlığı fitne, fesat şeytanlık üreten bir yer değil ümmeti birleştiren,dünya müslümanlarına kucak açan,Ehl-i sünneti müdafaa eden bir kurum olması gerekirken neden Vehhabi-Selefi -Şianın ve Kur’an Kursu düşmanlarının kol gezdiği bir yer olmakta ısrar etmektedir?
Bunları üzülerek yazmak zorunda kalıyorum.Kulağıma hoş kokular gelmiyor maalesef.Fetönün yerini Diyanetteki yeni Fetöler mi doldurdu yoksa Fetö kılık değiştirip Diyanette mesken tutmaya devam mı etmektedir diye kaygılanıyorum..
Kendisini güncellemesi gereken birileri bugün Yüce İslam dininin çağın şartlarına göre yeniden dizayn edilmesinden,dinin muhtevasının güncellenmesinden başka bir manada dinimizin reforme edilmesinden bahsediyorlar!!
Eskisi söylemleri neydi bu adamların bu Fetöcülerin hep dile getirdikleri "Dinler arası diyalog ’
O söylem tutmadı Fetö bu işi eline yüzüne bulaştırdı.Yeni reformistlein söylemleri, bu Fetö kalıntılarının söylemleri ne oldu? "İslamı güncelleme-İslamda reform..
Birileri bugün ’İslamın hükümlerinin güncellenmesi vardır.İslamı 14 asır,15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız diyorlar.’
Ahmet Cevdet Paşanın kaleme aldığı Mecelle’de geçen hüküm:
’Ezmanın tegayyürü ile ahkami ilahi tebeddül etmez.’
Yani:Zamanın değişmesi ile ilahi hükümler değişmez.
Bunlar ne diyor:
’Ezmanın tegayyürü ile ahkamı ilahi tebeddül eder.’
’Zamanın değişmesi ile ilahi hükümler güncellenip zamanın şartlarına uydurulur.’
Dünya işlerine ait hükümler değişir.Camide mikrofon olur,evde elektrik kullanılır.Televizyon,araba,internet iyi olmak şartıyla kullanılabilir.Resulullah Efendimiz İrandan getirilen lambayı alıp mescidde kullanmışlardır.Tesbih cübbe sarık fes ceket bu türden dünyevi güncellemelerdir.
Amma namaz beş vakittir değişmez,hac muayyen günlerde yapılır değişmez,kadınlar abdestsiz Kabeyi tavaf edemez.Banka faizi haramdır alınmaz.Faizin her türlüsü haramdır.
Birileri banka faizine kılıf için mut’a nikahına cevaz için,dayak,recim,başı açık gezmeye cevaz için dinde reformun başka bir türü olan İslamda güncelleme peşindeler.Yazıklar olsun İslam Protestanlığına soyunanlara..
’Kur’ân-ı Kerîm’de her şeyin hükmü vardır ammâ* bu, yâ sarihtir (açıktır) veyâ mücmeldir (kapalıdır). Mücmel olan hükümleri herkes bilip çıkaramaz, onu ancak müçtehitler çıkarır ve çıkarmıştır. Nass ile (âyet, hadîsle) sâbit olan hükümlerde, içtihâda yer yoktur.
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’de *(maddelenmiş İslâm hukûku-yasaları)* yer alan *’Ezmânın teğayyürü (zamanların değişmesi) ile Ahkâmın teğayyürü inkar olunamaz’* kâidesi *"Mevrîd-i nass’da içtihâda mesağ yoktur (âyet ve hadisle sâbit olan hükümlerde ictihâda yer yoktur)"* hükmüyle ifâde edilen umûmî kâideye bağlı bir husustur.
Nitekim Mecelle’yi *(maddelenmiş İslâm hukûkunu)* hazırlayan hey’etten Ali Haydar Efendi merhum bunu şöyle îzâh etmiştir: Zamanın değişmesiyle değişen ahkâm, örf ve âdet üzerine kurulan hükümlerdir. Nass ile sâbit olan hükümler değişmez. Zîrâ nass örften daha kuvvetlidir. Nass’ın bâtıl üzere olması aslâ muhtemel değil iken, örf bâtıl üzere olabilir.
Son devir dersiâmlarından ve Silsile-i Zeheb’in son halkası olan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Efendi Hazretleri bu mezkûr kâidenin îzâhı sadedinde: *"Ezmânın tebeddülü ile şer’î ahkam değil, dünyevî ahkâm ya’ni âdet ve ahvâl tebeddül eder.
Okka yerine kilo, dirhem yerine gram, arşın yerine metre kullanılıp cübbe yerine ceket giyildiği gibi. buyurmuşlardır.Ahkâm-ı ilâhî ise değişmez; o kıyâmete kadar sâbit ve bâkîdir."* buyurmuşlardır.’(Siyer-i Nebi, Muhtasar İslâm İlmihâli, Fazilet Neşriyat)
’Ezmanın değişmesiyle ahkamı ilahi de değişirmiş’
Benim öğrendiğim bunu diyenin dininin tehlikeye düşmesinden korkulurdu.
Böyle bir şey yok olamaz!!!
İslam her çağa her zamana hitap eder.İslam alimleri kıyamete kadar her suale yetecek cevabı yazdıkları eserlerde vermişlerdir.Açıp da okumayan zavallılar kendi kafalarına göre atıp tutmakta milletin kafasını zihnini bulandırmaktadır.
Bozulmayan dinde güncelleme reform olmaz!!!
***
ZAMANIN DEĞİŞMESİ İLE HÜKÜMLER DEĞİŞİRMİ-GÜNCELLENİRMİ..?
Kur’ân-ı Kerîm’de her şeyin hükmü vardır ammâ* bu, yâ sarihtir (açıktır) veyâ mücmeldir (kapalıdır). Mücmel olan hükümleri herkes bilip çıkaramaz, onu ancak müçtehitler çıkarır ve çıkarmıştır. Nass ile (âyet, hadîsle) sâbit olan hükümlerde, içtihâda yer yoktur.
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’de *(maddelenmiş İslâm hukûku-yasaları) yer alan Ezmânın teğayyürü (zamanların değişmesi) ile Ahkâmın teğayyürü inkar olunamaz’ kâidesi "Mevrîd-i nass’da içtihâda mesağ yoktur (âyet ve hadisle sâbit olan hükümlerde ictihâda yer yoktur)" hükmüyle ifâde edilen umûmî kâideye bağlı bir husustur.
Nitekim Mecelle’yi *(maddelenmiş İslâm hukûkunu) hazırlayan hey’etten Ali Haydar Efendi merhum bunu şöyle îzâh etmiştir: Zamanın değişmesiyle değişen ahkâm, örf ve âdet üzerine kurulan hükümlerdir. Nass ile sâbit olan hükümler değişmez. Zîrâ nass örften daha kuvvetlidir. Nass’ın bâtıl üzere olması aslâ muhtemel değil iken, örf bâtıl üzere olabilir.
Son devir dersiâmlarından ve Silsile-i Zeheb’in son halkası olan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Efendi Hazretleri bu mezkûr kâidenin îzâhı sadedinde: "Ezmânın tebeddülü ile şer’î ahkam değil, dünyevî ahkâm ya’ni âdet ve ahvâl tebeddül eder.
Okka yerine kilo, dirhem yerine gram, arşın yerine metre kullanılıp cübbe yerine ceket giyildiği gibi. Ahkâm-ı ilâhî ise değişmez; o kıyâmete kadar sâbit ve bâkîdir."* buyurmuşlardır.
(Siyer-i Nebi, Muhtasar İslâm İlmihâli, Fazilet Neşriyat)
***
"1923’te İsviçre’de Lozan müzakereleri sürerken, kapalı kapılar ardında, içlerinde hahambaşı Hayum Naum’un da bulunduğu bir heyetin:Türkiye’de Mümkünse İslamı kaldırmak, değilse reforme etmek, temelinden değiştirmek hususunda birtakım kararlar aldıkları, tavsiyelerde bulundukları, protokoller yaptıkları konusunda rivayetler vardır.
Son yıllarda ortaya atılan dinde reform, yenilikçi, tarihsellik, Light İslam hareketinin temelleri Lozan’ın gizli protokollerine dayanmaktadır.
Amerika, kendi idaresinde, kendisine tabi bir “Birleşmiş Ortadoğu” projesini gerçekleştirmek için çalışıyor. Bu maksatla oryantalistler, uzmanlar, araştırıcılar çalışıyor, çareler ve çözümler araştırıyor, stratejiler planlıyor.
Türkiye’de Light İslam, tarihsel İslam diye yeni bir din çıkartılacak, İslam dünyasına model olarak gösterilecek, her yola baş vurularak bu model benimsetilecek, kabul ettirilecek ve dünyada bir Pax Amerikana-Judiaca devri başlayacak…
Bu hayaller gerçekleşir mi?Böyle bir şey mümkün değildir. İslam dinini hükümleri kıyamete kadar değiştirilmeden baki kalacaktır. Kitabımız, Allah (Celle Celaluhu)’nün koruması altındadır.
Fakat ne yazık ki, son otuz-kırk yıl içerisinde Türkiyemizde; Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, fıkha aykırı bir takım bidat cereyanları ve fırkaları ortaya çıktı. Bunlardan en önemlisi mezhepsizlik cereyanıdır.
İyi bilinmelidir ki mezhebsizlik, dinsizliğe köprüdür. Fıkıh mezheplerinin yıkılması Ehli Sünnet Müslümanlığının yıkılması demektir. Bu sebeple mezhepsizliği sapıklık olarak göreceğiz.
Nitekim Zahid el-Kevseri: “Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür” buyurmuştur. Çağımızın büyük suni alimi Said Ramazan el-Buti: “İslam şeriatını tehdit eden en tehlikeli bidat mezhepsizliktir” adıyla bir kitap yazmıştır.
Bazı şahıslar. “Asr-ı saadette mezhep var mıydı? Yoktu… O halde mezhep bidattir..” diyorlar. Hiçbir Müslümanın bu gibi safsatalara kanmaması gerekir. Asr-ı Saadet’te Mushaf da yoktu, sonradan bir araya getirilip yazıldığı için, bu gün elimizde bulunan Kur’an nüshalarına da mı bid’at diyeceğiz. Haşa!
Mezhepler, ilk asırlarda Kur’andaki ve O’nun tefsirini yapan sünnetteki hükümlerin metodik bir şekilde bir araya getirilmesidir.
Mezhepsizlik son yıllarda ortaya çıkan büyük ve yıkıcı bir bid’attir. Birtakım hafif akıllılar, fıkıh olmazsa Şeraitin de olmayacağını, Şeriat elden gidince dinin sadece bir isim ve resimden ibaret kalacağını anlayıp idrak edemiyor.
Hukukta bir “Ceza hukuku”, bir de “Ceza Kanunu” vardır. Bir ülkede Ceza kanunu olmazsa orada Ceza Hukuku boşta, havada kalır. Cezaların tatbiki, suçluların cezalandırılması, hakların verilmesi, adaletin yerine getirilmesi, yargının icrası için cza kanunu şarttır. İslam dininin hükümlerinin bilinmesi ve hayata uygulanması için de mutlaka bir İslam fıkhının olması gerekir, işte mezhepsizler bunu anlayamıyor.
Mezhepsizler, “Niçin dört mezhep? Mezhepler kalksın ve birlik olsun” diyorlar. Mezhepler kalkınca birlik olmaz, korkunç bir anarşi olur. Dört mezheb yerine binlerce, hatta yüz binlerce mezheb çıkar.
Ümmet içinde birlik ve beraberlik kalmaz. Müslümanlar dini konularda çekişip tepişmeye başlar ve sonunda sıkıntıya düşer.
Bazı kimseler müctehid olmadıkları halde ictihada yelteniyorlar. Kur’an-‘ı tefsir etmek hususunda yeterli bilgiye, ilme, ehliyet ve icazete sahip olmadıkları halde müfessirlik yapıyorlar. Allah (Celle Celaluhu)’nün ayetlerine kendi heva, re’y ve hevesleriyle yanlış manalar veriyorlar.
Dini ilimleri okumamış, yeterli dini kültü olmayan cahil ve mukallid kimselere: “Kur’an’dan ve hadisden kendiniz hüküm çıkartınız” denilerek, dini sahada anarşiye yol açacak telkin ve teşviklerde bulunuyorlar.
Bu şahıslar dini tahsili olmayan, ehliyet ve icazeti bulunmayan bütün cahil ve yetersiz Müslümanların Kur’an’dan hüküm çıkartabileceklerini iddia ederek, dinde anarşi ve bozulma meydana getirmek istiyorlar. Allah (Celle Celaluhu) hidayet versin. Amin…Alıntı..
***
“Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” projesinin alt yapısını oluşturmak gayesiyle tertiplenen, “Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantıları” na geçmeden önce bir hatıramı anlatayım:
Cağaloğlu’da iken, “Mezhepler” konusunu tartışmak üzere ilahiyat talebesi bir genç ziyaretime gelmişti. Bu konuları konuşurken ikindi vakti geldi. Beraber Sultanahmed Camiine gittik. Şadırvanda abdest alıp, cemaate dahil olduk.
Namazdan sonra, caminin bahçesinde de bu konuları konuşmaya devam ettik.
Kendisine dedim ki, “Bak, sen hiçbir mezhebe bağlı olmadığını söylüyorsun fakat, dikkat ettim, abdestini tamamen Hanefi mezhebine göre aldın. Mesela, Maliki mezhebinde başın tamamı mesh edilir, sen Hanefi mezhebinin bildirdiği şekilde dörtte birini mesh ettin.
Yine namazda dikkat ettim, imamın arkasında Fatiha okumadın, diğer mezheplerde Fatiha okumak gerekir, Hanefide okunmaz... Bu nasıl iştir, hem Hanefi değilim diyorsun hem de ibadetlerini Hanefiye göre yapıyorsun.
Tabiri caiz ise sen, İmam-ı azam hazretlerinin arabasına binip yol alıyorsun fakat bunu inkar ediyorsun. Madem ki mezhepleri kabul etmiyorsun, otur kendine göre bir ibadet şekli koy ortaya. Buna lüzüm yok diyemezsin, çünkü Kur’an-ı kerimde, Hadis-i şeriflerde net olarak bunlar bildirilmemiştir.”
Bu anekdottan sonra, Diyanetin ““Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantıları” yani “Dinde reform” toplantısına gelmek istiyorum. Toplantıda alınan kararlara bakıldığında, mezheplerin tamamen devre dışı bırakıldığı, mezheplerin yok farzedildiği açık şekilde görülüyor. Halbuki, mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür. Şimdi bu toplantıya katılanlara yukarıdaki soruyu sormak istiyorum;
Siz namazınızı nasıl kılıyorsunuz, kendi tespitlerinize göre mi yoksa ana babanızdan öğrendiğiniz Hanefi mezhebine göre mi? Tabii ki bu sorum namaz kılanlar içindir. Pek çoğunun namaz kılmadığını biliyorum.
Alınan kararlar kendi içinde çelişiyor. Bir taraftan, Kur’an- sünnet ölçü alınmıştır, deniliyor, diğer taraftan beşinci maddede “ Doğrudan Kur’an’dan ve hadislerden çözüm üretilmesi de teorik ve pratik açıdan bazı olumsuzluklar taşıyacaktır” ifadesine yer veriliyor.
Kararların, hadislerin ve âyetlerin zorlama yorumlarıyla alındığı belli. Bilhassa, açık âyet-i kerimelere rağmen, kadın-erkek eşitliği; kadının şahidliği, mirasın bölünmesi, kadının özürlü iken ibadet edebileceği gibi hususlar zamana uydurulmaya çalışılmıştır. Açıkca ifade edilmese de bazı ayetlerin bugün geçerliliğini yitirdiği ima edilmektedir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Son birkaç yıldır, değişik kesimlerden çıkan çatlak seslere resmiyet, meşruiyet kazandırıldı. Mezheplerin yok farzedilmesiyle, dinsizliğe köprü kuruldu. Refom için mücadele edenlere gün doğdu.
Katılımcılardan Yaşar Nuri Öztürk, “Alınan kararlar devrim niteliğindendir” diye memnuniyetlerini bildirdi. Devrim bir şeyi yıkmak, yerine başka bir şey koymak demektir.
Bundan da anlaşılıyor ki, 1400 yıldır devam ede gelen, milyonlarca alimin, evliyanın, asıl kaynaktan; Resulullahtan, Eshabı kiramdan alarak bize ulaştırdıkları, İslamiyeti bir tarafa bırakıp, ortaya yeni bir inanış biçimi, “yeni bir din” ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
Aslında bu tür çalışmalar yeni değildir. Bugünkü reformcuların fikir babaları olan, her fırsatta övgülerle göklere çıkardıkları Kursevî, Ş. Mercani, Musa Carullah... gibi kimseler tarafından Türkistan’da da dinde reform hareketi başlatılmıştı.
1917’de Moskova’da yaptıkları toplantıda açıkca,“ Unutmayınız ki, Kur’anın bazı kuralları eskimiştir. Bunları tarihin malı saymak lazım...” denilmişti. ( Rusya’da Birinci Müslümanlar Kongresi Tutanakları- Kültür Bakanlığı yayınları sh.394)
Bizde de, 1928’de ilahiyatçıların öncülüğünde bugünkü gibi bir rapor hazırlanarak, Reform hareketi başlatılmıştı. Müslüman halkın tepkisi ile karşılaştığı için bu hareket tutunamamıştı. Osmanlı ilmi ve terbiyesi ile yetişmiş âlimlerin ve halkın olması sebebi ile reform hareketleri kabul görmedi.
Şuna inanıyorum ki, bugün de, halkımız 15 asırlık geçmişi, birikimi bir çırpıda çöpe atıp bu reform hareketine destek vermeyecektir. Reformcular kendileri çalıp kendileri oynayacaktır.
Dinlerarası Diyalog-Mehmet Oruç
***
1928 yılında İlahiyat Fakültesi hocaları tarafından hazırlanan İslamiyeti Islah Projesinden bazı alıntılar:Mabetlerimiz temiz, muntazam, ziyaret ve oturmaya uygun bir hale getirilmelidir. Mabetlerde sıralar, elbiselikler tesis edilmeli ve temiz ayakkabılarla mabetlere girilmesi tercih edilmelidir. Bu, dinî ıslâhatın ibadete ait olan sıhhî şartıdır.
İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Âyetlerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekilleri kullanılmalıdır.İbadetlerin son derece estetik ve heyecanlı bir şekilde yapılması temin edilmelidir. Bunun için usûl dairesinde teganniye müsait müezzinler, imamlar yetiştirmek lâzımdır.
Ayrıca mabetlere musiki âletlerinin kabulü dahi lâzım gelir. Mabetlerde ilâhi mahiyetinde asrî ve enstrümantal musikiye kat’î ihtiyaç vardır.
Hutbelerin basılmış şekilleri kâfi değildir. Hitabet, okumaktan ayrı bir şeydir. Hutbelerde mühim olan nitelik doğrudan doğruya ilmî, yahut iktisadî fikirler değil, doğrudan doğruya dinî olan kıymetler ve muakaledir.Bunu verebilecek olan insanlar, hitabeti güçlü olan din filozoflarıdır.
Bu üstünlükte hatiplerimiz İlahiyat Fakültesi’nde yeterince yetişinceye kadar dışarda mevcut din mütefekkirlerinden ve din filozoflarından istifade etmek lâzımdır.
Mühim olan şey ne Kur’ân-ı Kerim’in Türkçesi, ne de bu Türkçe’nin tasnif ve tensik edilmiş şeklidir, Mühim olan şey Kur’an’ın ve islâm dininin beşeri ve mutlak mahiyetini gösteren felsefî bir bakıştır..
Bütün ıslâhatın gerçekleşmesi için ilmî bir merkez tarafından vücuda getirilecek olan tatbikat projesinin hazırlanması lâzım gelir. Bu ilim merkezi ilahiyat Fakültesidir.
(Temellerin Duruşması, Ahmet Kabaklı..
O yıllardaki lise tarih kitabından bir misal vermek istiyorum!!!
“Görülüyor ki Muhammed, birdenbire, Allah’ın Resulüyüm diye ortaya çıkmamıştır. O Arapların pek fena ahlâk ve âdetlerini düzeltmek için tenha yerlere çekilerek düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra Vahy ve ilham fikri doğmuştur. Muhammed başlangıçla, irticalen dinî hitabette bulunan bir vaiz oldu.
Vaizlikten nebîliğe, nebîlikten de nihayet Allah Resulü haline geçti. O ölüp gittikten 14 asır sonra bile islâmiyet, hâlâ kalblerde derin titreşimler bırakmaktadır. Bununla beraber içtimaî hayat, Muhammed’in ilk telkinlerini, ağır bir tekâmül ile değiştirmekte ve genişletmektedir”
(Lise Tarih Kitabı, Cilt II, 1931)
**
İmam Hatip Okullan’nı, 1949’da yeniden açan devrin Millî Eğilim Bakanı Prof.Dr.Tahsin Banguoğlu, 25 yıl sonra bu yeniden açışı söyle yazmaktadır: “1946 seçim kampanyasından çoklukla seçilip gelen CHP milletvekilleri bozuktular.
Parti, ilk defa milletten bir zılgıt yemiş, sarsılmıştı. Uzun bir Tek Parti devrinin biriktirdiği hoşnutsuzluk yaygındı. Denilebilir ki halkın bir numaralı yakınması din hizmetleri ve din öğretimi bahsindeydi. Vatandaş: “Ölü yıkayacak adam bulamıyorum” diyordu.
İmam Hatip mektepleri kapatılmış, uzun yıllar din adamı yetişmez olmuştu. Beş âyet ezberleyen din adamı geçiniyor, onlara da ‘hademe-i hayrat’ adı veriliyordu. Nihayet, uzun yıllardan beri okullarımızda din öğretimi yoktu.
İşte bu bahiste, 1946 seçimlerinden sonra CHP Meclis Gurubu ürkmüş, âdeta paniklemiş görünüyordu. Mutlaka birşeyler yapılmalı idi. Yoksa millet rey vermeyecekti, ilk teşebbüs Meclis’teki eski adamlarından geldi. Başta Raif Hoca, Fatin Hoca, Rasih Hoca ve onlara katılan Hamdullah Suphi Bey ve arkadaşları bir kanun teklifi getirdiler.
Burada din eğitiminin iadesi ile birlikte medreselerin yeniden açılması yönünde hükümler vardı. Oysa bu hususta Cumhurbaşkanı İnönü suskundu. Recep Peker hükümeti ise zaten demokrasiye, dolayısiyle bu türlü tedbirlere taraftar değildi. Ancak, Gurup’ta rahatsızlık artıyordu. Çünkü Demokrat Parti, Meclis’te üzerine varmamakla beraber, halk arasında, bu konuda geniş tahrikler yapmakta idi. Gurup yeniden toplandı.
Geniş bir komisyon kurularak;İlkokulların son iki sınıfında din dersi okutulması,İmam Hatip okullarının açılması,Ankara’ya İlahiyat Fakültesi kurulması,Türk büyüklerine ait türbeleren ziyarete açılması, kararları alındı…
Kaynak:Temellerin Duruşması, Ahmet Kabaklı
***
"Bütün semavî dinler’ demek yanlıştır. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopesinde bile bu dilin kullanılması ne kadar acıdır.Çünkü üç ilahi din yoktur;tek din vardır adı İslamiyettir.
1- Üç ilahi/semavi din yoktur.
İlk insan ve ilk peygamber Adem aleyhisselamdan bu güne kadar gelen tek bir dindir ve bu din İslamiyettir. Adem a.s. da İslam peygamberi idi, peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) de İslam peygamberidir. Arada geçen bütün hak peygamberler de İslam dininin peygamberleridir ki toplam sayıları konusunda ihtilaf vardır. 124 bin ya da 224 bin hak peygamber geçmiştir. En doğru sayıyı Allah bilir.
Bütün peygamberler inanç esasları/öğretileri olarak aynı şeyleri öğrettiler ama amele-ibadete-hukuka dair olarak farklı şeyler öğrettiler. Yani aynı dinin farklı şeriatları, farklı muamele hukuku oldu. Bir peygamberin şeriatında heykel yasak iken diğerinde serbest oldu.
Bir peygamberin şeriatında sadece ibadethanelerde namaz kılınabilirken, bir diğerinde her yerde kılınmasına izin verildi. Bunun benzeri olarak farklı farklı fıkıh yani muamele hukuku oldu ama hepsinin inançları a’dan z’ye kadar aynıydı. Dolayısı ile farklı farklı inanç esasları olan farklı farklı dinler, ya da farklı farklı üç din yada "semavi dinler" hiçbir zaman olmadı.
2- Kutsal kitaplar ama hangi kutsal kitaplar...
Peygamberlere farklı şeriatlar verildiği gibi farklı ilahi kitaplar da indirildi. Dört kitabın dördü de hak. Biz müslümanlar dört kitaba da 100 suhufa da inanırız. Lakin günümüzdeki Tevrat, İncil ve Zebur’un bozulmuş olduklarına inanırız. Bunların bozulduğunu da toplamda yüzlerce ispat ile ispat edebiliriz.
Ayrıca bunlar bozulmamış olsa bile, ya da bir yerlerden bunların asılları bulunsa bile, bizim için bir önemi yok. Çünkü bizim elimizdeki hak kitap Kur’an-ı Kerim, son kitaptır ve kendisinden önceki hak kitap olan bozulmamış Zebur, Tevrat ve İncil’in hükümlerini ve dönemlerini bitirmiştir.
Yani bu daha önceki hak kitapların asıl halleri bulunsa da biz Kur’an ile amel etmeye devam edeceğiz. Birilerinin iddia ettiği gibi Hatay’dan Tevrat’ın aslı bulunsa ve bazı Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’i bırakıp bu hak olan Tevrat ile amel etse ve Kur’an-ı Kerim’in bu hak Tevrat’ın hükmünü sonlandırdığını kabul etmese, vallahi sapıtanlardan ve cehennemlik olanlardan olur.
Üç semavi din, üç ilahi din, dört kutsal kitap ve semavi dinler tabirleri ile oyun kuranların oyunlarına dikkat etmelisiniz.
***
Gelecekte ilm-i kelam alimleri yazacak, birkaç yıldan beri Türkiye’de "Hadis Ayıklama Fırkası" adını verebileceğimiz bozuk bir bid’at fırkası zuhur etmiştir.Bu fırkanın ABD ve AB tarafından desteklendiğini sanıyorum.
Gayeleri şudur:Resulullah’ın (salat ve selam olsun ona) on binlerce hadisini, yeni ölçülere ve kıstaslara (kriterlere) göre incelemek ve bunlardan istenilmeyenleri ayıklamak.
Bilindiği gibi Haçlı ve Siyonist dünya İslam’ın bazı inanç, hüküm ve değerlerinden son derece rahatsızdır ve bunların yürürlükten/tedavülden kaldırılmasını istemektedir.
Onlar neler istiyor:Zinanın suç sayılmamasını istiyor. Ailede mutlak şekilde kadın erkek eşitliği istiyor.Din ile dünyanın, ruhani ile dünyevinin ayrılmasını, dinin sadece bir vicdan işi olmasını istiyor.
Cihad fi sebilillah (Allah yolunda cihad) istemiyor.
Geleneksel gerçek ve otantik İslam’ın "Allah katında tek geçerli ve hak din İslam’dır" inancının kaldırılmasını, onun yerine "Üç ibrahimi din vardır. Yahudilik ve Hıristiyanlık da haktır ve onların bağlıları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet’tir" bozuk inancının koyulmasını istiyor.
İslam dünyasında dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim yapılmasını istiyor.
Kur’an, Sünnet ve Şeriat’taki binlerce hükmün tarihsel olduğunun ve bugün geçerli olmadıklarının kabulünü istiyor.Kur’an’ın yeniden AB kriterlerine göre yorumlanmasını istiyor.
Hadislerin gözden geçirilip ayıklanmasını istiyor.Ilımlı bir İslam istiyor.Sulandırılmış evcil bir İslam istiyor.Müslümanların din konusunda onlarca büyük, yüzlerce küçük fırkaya ayrılıp birbirleriyle amansızca tartışmalarını, çekişip tepişmelerini istiyor.
BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile İslam ülkelerinin parçalanmalarını ve Müslüman dünyasındaki balkanlaşmanın daha da ileriye götürülmesini istiyor.
İşte hadis ayıklamaları faaliyeti bu cümledendir.
Bu işi bedavaya, "Allah rızası" için mi yapılmaktadır?.. Duyduğuma göre bu konuda büyük paralar harcanmakta, birtakım ayıklayıcılara yüklü telif ücretleri ödenmekteymiş.
Peki, Allaha, Resulüne, Kur’ana, Sünnete, Şeriata bağlı ihlaslı, şuurlu, uyanık Müslümanlar bu ayıklama fırkası karşısında ne yapacaklardır?
Birinci olarak buna karşı çıkacaklardır.
Dinde reform, dinde değişim, dinde yenilik akımlarına muhalif olacaklardır.
ABD’nin, AB’nin, İsrail’in, Siyonizmin, Papalığın, Evangelistlerin ve diğer İslam karşıtı güçlerin, Müslümanların din işlerine burunlarını sokmamasını isteyecektir.
Bir soru: Hadis çalışmaları ve araştırmaları yapılmasın mı?
Böyle bir şey diyen yok... Yapılsın ama bu iş, İslam’ı bozmak, dinimizi tahrif etmek isteyenlerin şeytani destek ve teşvikleri ile yapılmasın.
Bendeniz bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat müslümanı olarak üniversite seviyesinde "Darü’l-Hadisler" bile açılmasını isterim. Lakin bunların başında ve kadrolarında gerçek icazetli ulema, fukaha ve muhaddisler olmasını da temel şart olarak ileri sürerim.
Nasıl ulema ve fukaha?
Merhum Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi...Merhum Düzceli Muhammed Zahid el-Kevseri...Merhum Yusuf İsmail en-Nebhani...Merhum Mekke Şafii Reisüluleması Ahmed Zeyni Dahlan...
Ve bunlar gibi saf İslam’ı bilen ve savunan icazetli gerçek ulema.
Hadislerin incelenmesi ve araştırılması mezhepsiz, reformcu, telfik-i mezahib isteyen ilahiyatçılara verilemez. Onlar hadis incelemesi ve araştırması yapmazlar, "ayıklaması" yaparlar.
Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum... İslamdaki bütün yenilik, değişim ve reform hareketlerine karşı çıkınız. Amerikalılar, Avrupalılar, oryantalistler din işlerimize burunlarını sokmasınlar. Sinsi planlar yapmasınlar.
Müslümanları şu konuda da uyarıyorum: Reformcuların, ayıklamacıların, mezhepsizlerin, Fazlurrahmancıların bazısı açık çalışıyor. Bir kısmı ise taqiyye yapıyor. Bu ikincilerden çok korkunuz ve sakınınız.
Dinimiz içten yıkılmak isteniyor.Emperyalistlere, sömürgecilere, Siyonistlere, Haçlılara zarar vermeyecek evcil bir İslam türetilmek isteniyor.
1924’te Hilafet-i Muazzama-i İslamiyeyi yıktılar ve o günden beri İslam dünyası başsız, otoritesiz, hiyerarşisiz kaldı.Mehmet Şevket Eygi-Milli Gazete
***
(Mehmet Şerafettin Yaltkaya (14.01.1942 – 23.04.1947)1879 İstanbul doğumludur. Davutpaşa Rüştiyesi ile Darü’l-Muallimîn’de tahsil görmüştür. 1909 yılında Arapça eğitimi yapan “Dar’ül-İlim ve Ta’lim” adlı okulda ders vermeye başlamıştır.
Bu tarihten sonra çeşitli okullarda dinî dersler okutmuştur. 1924 yılında Darü’l-Fünun’da İlahiyat fakültesinde Kelam Tarihi müderrisi olmuş, İslam Dini ve Felsefesi alanında ordinaryüs profesör unvanına erişmiştir.
Rıfat Börekçi’nin vefatından sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’na gelinceye kadar üniversitede hocalık yapmıştır. Dönemin dergilerinde yayınlanmış makalelerinin yanı sıra birçok telif ve tercüme eseri mevcuttur.)
Bu dine her zaman hucumlar olmuştur.Ehl-i Sünnet akidesine göre yetişen alimler hep bu hucumlara karşı durmuşlardır.Süleyman Hilmi Tunahan ksa.merhum Üstadım:Benim evlatlarım olduğu sürece din düşmanları ne yaparlarsa yapsınlar ,müslümanlar Türkiyede Ehl-i Sünnet akidesine sahip çıkacaklardır buyurmuşlardır.
Yıl 1935 ler CHF sının İnönü Başbakanlığında iktidarda olduğu yıllar.Hasan Ali Yücel Maarif Bakanı,Şerafettin Yaltkaya Diyanet İşleri Başkanı,İsmet İnönü de Başvekildir.Bu üçlü dinde reform yapmaya girişirler.
Camiler sırayla koltukla doldurulacak kiliseler gibi,varlıklı olanlar önlere oturacaklar,Kuran-ı Kerim manzum hale getirilecek ahkam ayetleri ayıklanacak oratoryo okur gibi ilahilerle ibadetler eda edilecek!!
Camiler ahıra çevrilmiş,bazıları gazino meyhane olmuş,Bulgarlara satılmış,millet açlığın pençesinde bir kuruşa muhtaç haldeler..
Şerafettin Yaltkaya Gazi Mustafa Kemalin cenazesini ezan Türkçe olduğu için Köşkte Türkçe olarak kıldırmıştır.Sağıma selam olsun soluma selam olsun demiştir muhtemelen de sonunda..Mantığım bunu emrediyor bana..Gazinin Kuran-ı Kerim meali çalışması farklıdır.
Dil değişmiş bir anda bütün alimler bir gecede cahil kalmışlardır.Bu millete lazım olan Kuranı Kerim’i bizim istediğimiz minvalde Türkçe olarak hazırlatıp ellerine vermez isek millet ayaklanır bize de kıyamete kadar beddua eder demiştir bu benim görüşüm...
Şerafettin Yaltkaya gırtlak kanserinden vefat eder her canlı gibi..İsmet Paşa Kur’anın yarıdan fazlasının Türkçeye manzum olarak çevrildiği bu Dinde Reform Projesinin yarım kalmasını istemezdi elbette..
İsmet Paşa Ahmet Hamdi Akseki merhumu çağırarak bu meseleyi açar.Yarım kalan işi sizin Diyanet Reisliğiniz zamanında bitirmek istiyoruz derler.
Ahmet Hamdi Aksekili merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi gibi uyanık bir alimdir Ehl-i Sünneti müdafaa yanlısı mütedeyyin bir Osmanlı Şeyhulislamıdır bana göre...
(Ahmet Hamdi Akseki (29.04.1947 - 09.01.1951)Antalya-Akseki’de 1886 yılında doğdu. Küçük yaşlarından itibaren Kur’an eğitimine başladı. İlk tahsilini babasından aldıktan sonra Ödemiş ve İstanbul’da tahsiline devam etti.
İstanbul’da doktorasını tamamladı. İstanbul medreselerinde müderrislik yaptı, Ankara’da 1921-23 yıllarında lise öğretmenliği yaptı. Şeriyye ve Evkaf Nezareti’nde görev aldı; medrese müfredatını ıslah etti.
Diyanet İşleri Başkanı oluncaya kadar bu kurum içerisinde çeşitli görevlerde bulundu. Diyanet İşleri başkanlığı görevini vefatına kadar sürdürdü. Resmi görevleriyle beraber ilmi çalışmalarına da devam eden Ahmet Hamdi Akseki, yetmiş kadar eser yazmıştır.)
Ahmet Hamdi Aksekili merhum İsmet Paşa ile Maarif Bakanı Hasan Ali Yücel’e(Şu mektepler olmasa Maarif Nezaretini ne güzel idare ederdim diyen zat..)-Benim bir Şura heyetim arkadaşlarım var.İstanbula gideyim onlarla bir istişare edeyim onlardan bir heyet oluşturup en kısa zamanda bu işe başlayalım diyerek işin içinden sıyrılır.
Hemen İstanbula gider ve arkadaşı Sebilir-reşat dergisinin sahibi baş yazarı Eşref Edip merhumla konuyu istişare ederler.Karar çıkar.Onbin nusha Kuran-ı Kerime büyük hakaret başlığı altında çıkan son baskı Anadoluya gönderilir.Anadoluda ayaklanmalar gösteriler başlatılır.Dinde reform yanlısı sapkınların bu meş-um hareketi de başlamadan nihayet bulur.
Son devirde dinde reform yanlısı bir alim müsveddesinin son halini hepiniz gördünüz değil mi?İslam Dininde Reform yapma yanlılarının akibetleri hep aynı olmuştur.Bu gözler nelere şahit olmuştur.Dine ihanet edenler hep kadın fitnesine düçar olmuş hem halkın insanların yanında rezil-ü rüsva olmuşlardır!!
Gavur Hoca lakabı takılan foterli Hocaları da gördüm,tavuktan horozdan kurban olur diyenleri de gördüm.Müslüm Gündüz ile Fadime Şahinin rezilliği de en son örneklerdir.Estetik ameliyat olmuşlardır herhalde.İnsan içine çıkacak yüzleri kalmamıştır bana göre...
***
’Ömer Nasuhi Bilmen (30.06.1960 - 06.04.1961)Ömer Nasuhi Bilmen 1882 Erzurum doğumludur. İlk tahsilini Ahmediye Medresesi müderrisi olan amcası Abdürrezzak İlmî Efendi’den almıştır. 1908’de İstanbul’a gelip tahsiline devam etti. Hukuk eğitimi aldı, Fatih Dersiamı oldu. 1926’da İstanbul Müftülüğü katipliğine, 1943’te de İstanbul Müftülüğü’ne getirildi.
Fatih Camii’nde, Sahn Medresesinde ve Darüşşafaka’da dersler verdi, İstanbul İmam-Hatip Okulu ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde usûl-i fıkıh ve ilm-i kelâm dersleri okuttu. Diyanet İşleri’nin başına geldikten kısa bir süre sonra emekliye ayrıldı. 1971’de İstanbul’da vefat etti. Yayınlanmış bir çok eseri mevcuttur.’
Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi ,1943’te İstanbul müftülüğüne atandı ve 1960 yılında da Diyanet İşleri başkanı olarak görev yaptı Bilmen. Fakat Diyanet İşleri başkanlığı 1 yıl bile sürmeyen Bilmen, görev başlangıcından 10 ay sonra kendisini kullanmak isteyen kurumlara karşın, ezanın Türkçe okunması ve dinde reform gibi hiç bir mantığı olmayan saçmalıklara göz yummamış ve en ağır tepkiyi istifasıyla vermişti.
Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi istifasını; “Bozulmayan dinde reform olmaz” diyerek verirken, böylelikle reform tartışmalarını da bitirmişti. İstifasından sonra, Darüşşafaka, İstanbul İHL ve Yüksek İslam Ensitütüsü’nde muallimlik görevi yapan hocaefendi, hayatının sonuna kadar ilmî çalışmalarını sürdürdü.
Emekli olduktan sonra evvela 8 ciltlik tefsiri olmak üzere birçok eseri kaleme aldı. Âlim, ârif, âbid ve mütevazı bir yaşam süren Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi 12 Ekim 1971’de 88 yaşında Rahmet-i Rahman’a kavuştu.
Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi ra.İstanbulda Müftü iken göreve getirilirken iktidar mensubu yetkili zevata Haydarpaşa Garında trene binmeden önce :Efendiler bu Yüce İslam dininin boğazı geçmişte çok sıkldı,ölüme mahkum edilmek istendi.Eğer bu dinin canını benim elimle aldıracaksanız önce benim şu cesedimi bu ternin altında parçalayın sonra dinin canını alın deme cesaretini göstermiştir.
Allah cc. rahmet eylesin mekanı cennet olsun...
13.03.2018//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.