- 376 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Halil Pehlivan
Kıraç ve kurak toprakların yetiştirdiği insanların hayata tutunuşu bir faklı oluyor.Kıt kanaat geçinme,elinde fazla olanı yarına saklama, dolayısıyla kıymetini fazlasıyla bilme duyguları artarken. bu durum kendini bilmezlerde ise cimrilik ve paylaşmazlık olarak üst seviyelere çıkar.Bizim köyde, böylesi insanların ortak yaşam alanı olarak nice olaylara şahit olmuştur.Yaşadığım o yılları ,yıllardır oturduğum tekerlekli sandalyemde hep hatırlarım.Bu hatıralarımda anam,babamdan sonra en çok Pehlivan Halil’i hatırlarım.
Seferberlik zamanı askerde komutanından güreş tutmasını öğrenmiş olan Pehlivan Halil, çevre köylerde tuttuğu güreşlerle namını iyice artırmıştı.Adı dillere pelesenk olmuştu.Her aldığı galibiyet sonrası, güleç yüz ve alçak gönüllülükle köye gelirdi. Aldığı hediyeleri köyün çocuklarına dağıtır,hediye olarak koç,dana falan verilmişse onu da köye ziyafet çekerdi.Cömert ve sevecendi.İri yarı ve kulakları kesik,elleri çok büyüktü.Komşumuz olması hasebiyle her zaman onu kendime örnek seçmiştim.Sabah namazında kalkar,koşar adımlarla camiye giderdi.Namazını kıldıktan sonra,diğerleri gibi eve gitmez,dağlara doğru koşar,değişik hareketler yapardı. Her defasında onu takip ederdim.
O gün de takipteydim. Namazdan çıktıktan sonra, ayakkabılarının bağlarını iyice sıkılaştırmak için eğilmişti. Cami’nin avlusunda bulunan ağacın arkasında her zaman ki gibi onu bekliyordum.Sonrasın da, o ne yaparsa onu yapıyor,durduğu yerde duruyor,koştuğu yerde koşuyordum.Bu sefer her zaman ki gittiği yola gitmedi.Hevenk yoluna saptı.Aramızda epey mesafe bırakıyordum.Yakalanırsam iyi olmazdı.Anama söylerse,bir daha "namaza gidiyorum." diye evden çıkamazdım. Hafifçe koşuyor,sağa sola doğru zıplıyor,yerden aldığı ağır taşları dağa doğru fırlatıyordu. Nedense birden durdu ve dağa doğru çok hızlı bir şekilde koştu.Gözden kaybolmuştu."Nereye gitti ki şimdi?" diye kendi kendime mırıldanırken.Birden kendimi kocaman ellerin arasında havada buldum.
"Bırak beni sen kimsin?" diye debelenmeye başladım.İri kolları ile iyice yukarı kaldırdı.Sanki gökyüzünde bir kuş gibiydim.Sağa sola döndürürken,
"Vay vay! Hem bizi takip eder, hem de bize kafa tutar şu bacaksıza bak!" dedikten sonra hafiçe yere bıraktı beni. Sonra, yolun kenarında bulunan yüksekçe bir taşın üzerine oturttu.
"Çok mu seviyorsun güreşi?" dedi. Utanmıştım. Şimdi, anama söylerse ben ne ederim.
"Evet!" dedim. Güleç yüzünden terler akıyordu. Kesik kulakları kıpkırmızı, boynunun damarları inip kalkıyordu. Nefesini toplamaya çalışırken sordu,
"Peki! Ne zamandan beridir takip ediyorsun?" Demek ki,epeydir farketmiş olayı...Köşeye sıkışmıştım. Kıvırmaya gerek yoktu.
"Bak Halil abi! Eğer anama söylemezsen cevap veririm.Yoksa..."
Sırtında taşıdığı kırba’dan suyunu kana kana içti. Bana doğru keskin gözlerle bakarken,birden fırladı.
"Beni yakalarsan söylemem,yoksa yandığının resmidir Ali !" dedi.
Neye uğradığımı şaşırmıştım. Çam kütüğü kalınlığında bacaklarıyla koşuyor,koşuyordu.Benimkiler ona göre kürdan gibiydi." Olsun, yine de denemekte yarar var." dedim kendi kendime... Önüm sıra koşuyor hem de bana emirler yağdırıyordu.
"Koş Ali Koş! Hadi biraz daha hızlı.Yoksa iyi güreşçi olamazsın"
Sözünü bitiri bitirmez durdum.
"Halil Abi, sen ne dedin biraz önce?"
"Ne dedim ki?"
"Yoksa iyi güreşçi olamazsın mı dedin?" Bıyık altı gülüyor,benimle dalgasını geçiyordu.
"Demedim!"
"Dedin,duydum kıvırma Halil Abi!" Koşusunu iyice arttırarak, konuşmasını muzipçe devam ettirdi;
"Dedimse dedim, koşsana adam gibi"
***
Neredeyse iki yıl olmuştu. Halil pehlivan, bildiği tüm oyunları bana öğretiyordu. "İyi bir güreşçi, çok iyi peşrev yapmalıdır " derdi her zaman. Şimdiye kadar nam salmış; Yaşar Doğu, Kel Aliço, Adalı Halil, Koca Yusuf gibi efsane pehlivanların hikayelerini arkası yarın tarzında anlatırdı. Bir çok oyunun sebebini ve yapılışını eze eze öğretiyordu."Elense, tırpan, boyunduruk, künde, dana bağı, kazık, çelme v.s " Bu süre içinde kendisi tüm güreşlere gidiyordu.Kendime gelip biraz bir şeyler yapmaya başlayınca beni de götürmeye başladı. Sonraları, girdiği yarışmaların Yıldızlar kategorisine yazdırmaya,farklı güreşlere hazırlamaya başladı. İlk zamanlar, derecelere giremiyordum. Bu ben de yılgınlık meydana getirdi.Üzerimde oluşan bu havayı dağıtmam için çok uğraştı ustam. Nasihat üstüne nasihat yapıyor.Tüm hayatımı disiplin altına alıyordu.Gereksiz yemek, içmek ve uyumak yasaktı. "Avare gezmek, hatta boş konuşmak bile performansını etkiler"derdi.
O yıl, Yusufeli’nde yapılan karakucak güreşlerinde,Halil Pehlivan Başa güreşmiş ve birinci olmuştu.Ben de gümüş madalya almıştım.Bu benim ilk madalyamdı.İki gün sevincimden uyuyamamıştım.
Bu yarışma sonrası, ilk defa Edirne’ de yapılan Kırkpınar yağlı güreşlerine katılacaktık.Yağlı güreş kolay değildi. "Karakucaktan farklıdır,yağ üstünde gezmeye benzer yiğidim!" derdi .
Köyden kağnı ile kasabaya gelmiştik.Kasaba’ya ait garajdan, kamyondan bozma bir otobüsle yola koyulduk. Araba biraz gidiyor ’tıs,tıs" sesler çıkarıyor ikide birde arızalanıyordu. İlk hedefimiz,şehir terminaline gitmek,oradan Edirne’ye varmaktı. Yüksekçe bir tepeden aşağı inerken, şoforün bağırtısına zıpladık,
"Herkes kendini sağlama alsınnn!!!...frenler patladı..gümmmmm !!!"
O gün, o kazada yedi kişi ölmüş,ayrıca geleceğe ait tüm dünyamız kararmıştı. Halil Pehlivan,kırık ayak ve patlak dalağına rağmen üç kişiyi aracın altından kurtarmış, kan kaybından öldüğü raporlarda yazılmıştı. O gün, anladım ki....dünya’ya meydan okuyacak çok önemli bir pehlivan ölmüş, geleceğe damga vuracak bir pehlivan da sakat kalmıştı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.