- 1105 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-DOĞU VE BATI ARASINDA İNSAN-
"Batının kültürü var bizim ise irfanımız. İrfan, insanoğlunun has bahçesi, ayırmaz, birleştirir. Bu bahçede kinler susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. İrfan kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak için ön yargıların köleliğinden kurtulmak gerekir. İrfan, nefis terbiyesi, olgunluğa açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Kültür, irfana göre katı ve fakir. İrfan insanı insan yapan vasıfların bütünü, yani hem ilim, hem iman ve hem de edep. Batı kültürün vatanı, doğu irfanın. Ne batıyı tanıyoruz ne doğuyu en az tanıdığımız ise kendimiz."-Cemil Meriç
Ülkemizin kıtalararası geçiş yeri olması bir yönden zenginliğimizi oluştururken diğer yönden de dezavantaj mı teşkil etmektedir? Öteden beri doğu-batı, gelenek-modern kavramları arasında sağlıklı ve dengeli ilişkiler tesis etmek noktasında müşkülle karşılaşabilmekteyiz. Dönemlere göre belirli bir ideolojik bağnazlık ağırlığını duyurmakta, sert rüzgârlar estirebilmektedir. Farklı olanın ötekileştirildiği görülmektedir. Elbette Jeopolitik konum üzerinden dış güçlerin her dönemde kumpas kurduğu vakıadır. Ülke ve dünya konjonktürü kutuplaşmalara mühimmat sağlamaktadır. Ne ki, bu klasik ve klişe söylemler artık sıkmaktadır da. “Türkiye Üzerine Oyunlar” bahsi kabul etmeliyiz ki, bir noktadan öteye temcit pilavı olmaktadır. Komplo teorisi Komplikasyon yapmaktadır. Bu denli tarihsel deneyim zenginliğinin hakkını verebilmeli, kemale ermeliyiz. Meşhur tabirle takkeyi önümüze koyup düşünmeliyiz.
Bu noktada doğu batı kavramlaştırmasını düşünüyorum. Kuşkusuz her iki dünyanında getirdiği birikimden söz edebiliriz. Düşünsel yapısı itibariyle doğu; insanın en müsait şartlarda bile doğaya hâkim olamayacağı anlayışı içerisinde acz vurgusu yapar. Dolayısıyla doğayla barışık yaşamayı şiar edinir. Batı ise tersi ilkeleri özümser. İnsanın maddeye, tabiata, evrene nüfuz edebileceği yönünde anlayış geliştirir. Özellikle Rönesans çağından bu yana rüzgârlar bu yönde esmektedir. Batı düşüncesinin elinde bilim ve teknik nirengi noktası olmaktadır. Doğu felsefesi daha ziyade ruhsal olgunlaşmaya önem vermekte, fiziksel ögeler kanalıyla güç elde etmenin ve bunu hasmane bir duruşla kullanmanın muvazenesizlik doğuracağı üzerinde durmaktadır. Batının meşhur düşünürlerinden Pascal; “Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.” derken çok yerinde bir tespit yapmaktadır. Şu kadar ki, batı Metodolojisi ve mentalitesinin dünya üzerinde meydana getirdiği dengesizlik ve tahribatlar doğu felsefesinin teyit sahasını beslemektedir.
Diğer yandan doğu bilgeliğinin değerini ve önemini mükemmel şekilde ortaya koyan örneklere modern çağda bile rastgelmek mümkündür. Meşhur Hintli lider Gandhi’nin düşünce ve tatbikatları İngiliz emperyalizmine karşı başarı sağlamadı mı?
Gandhi’nin yaşam öyküsünden verilebilecek ilginç örnekler bulunmaktadır. Gençliğinde Güney Afrika’da Avukatlık yapmaktadır. Bölgedeki Hint toplumunun lideridir de. Bir ara Hintli işçiler greve gider. Bu hadiseyle ilişkili olarak beyaz azınlık rejimi atlı birlikleri halkın üzerine sürecektir. Gandhi, topluluğa yatın! Nidasıyla haykırır. Hintli göstericiler boylu boyunca uzanırlar. Atlılar süvarilerin tüm çabalarına karşın şaha kalkarak direnirler ve yerlere uzanmış ahaliyi çiğnemezler. Sorulmaz mı, atın kimyasını halkının lehine düşmanlarının ise aleyhine bir enerji kontrolü ve kullanımına serinkanlılıkla dönüştürmek nasıl bir aklın göstergesi olmaktadır.
Yıllar sonra Gandhi Hindistan’a dönmüş ve artık ülkesinin bağımsızlığı için çalışmaktadır. İngiliz siyaseti ve teknolojik imkânlarını pasif direniş tedbirleri ile karşılamaktadır. Bir ara İngiltere’ye yaptığı bir seyahatte kral tarafından konuk edilir. İlerleyen günlerde bir araya geldiği bir dostu davete nasıl bir kıyafetle iştirak ettiğini sorar. Her zaman ki yöresel giysimle deyince berikinin aman ne yaptın, İngilizler zarafete, inceliğe değer verirler demesi üzerine merak etme kral ikimize yetecek kadar giyinmişti diyecektir.
Yine günün birinde bir rahip Gandhi’yi ziyaret eder. Çeşitli görüşmeler sonunda ülkesine dönen papaz efendiye muhatabını nasıl bulduğunun sorulmasıyla beraber rahibin; yüzyılımızda Hz. İsa’ya en çok benzeyen insanın bir Hristiyan olmadığını gördüm demesi manidardır. Farklı kültürden gelen bir insanı derinlemesine etkileyen iletişim faktörlerini düşünmek gerekmez mi acaba?
Diğer taraftan batı dünyasınında yaşadığı yıkıcı tecrübeler neticesinde doğu düşüncesine ilgi gösterdiği görülebilmektedir. Yahudi asıllı Alman düşünürü ve sosyal psikoloğu Erich Fromm totalitarizm’in her türlüsü ve tüketim toplumu üzerine yaptığı araştırmalar neticesinde doğu felsefesine yönelim göstermektedir. Açıktır ki, geleneksel bilgeliğin izdüşümlerine ve serinkanlı insanına ihtiyaç duyulmaktadır.
Peki, batı dünyasının düşünsel birikimi nedir? Dünyanın dört bir yanında etkinlik kazanmasının belirleyici ögeleri nelerdir? Elbette temel motif emperyalist tahakküm noktasında ele alınabilir. İktisadi tarihin Merkantilist döneminden bu yana dünyanın dört bir yanını talan ederek sağladığı ticari birikimi sanayi devrimine dönüştürebilmesi esas teşkil etmektedir. Bunu mümkün kılan düşünsel husus ise Hristiyanlığın yorumlanışı bağlamında insanı Tanrı olarak kavramlaştıran felsefi eğilim ve bu durumun psikolojik uzantısı diyebileceğimiz insanı doğanın efendisi ve sahibi gören Rönesans devri anlayışında saklıdır.
Batı dünyasının son yüzyıllarda bilim ve teknik alanda sağladığı muazzam gelişim felsefi yapılanmayla sarmallanmak suretiyle, teknolojinin insanın mutluluğunu temin eden bir vasıta olmaktan çıkıp gaye halini almasını doğurmaktadır. Araçla amaç yer değiştirmektedir. Teknoloji Frankenstein halini alırken, insan kendi ürettiği bir yapılanmanın tutsağı olmaktadır.
Peki tüm dünyada batı formasyonunu büyülü kılan nedir? Ziya Paşa’nın “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm, Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm” beytindeki algılama tüm toplumlar için psikolojik çıkarım yapmayı mümkün kılabilir mi?
Fıkra şöyledir: Adam ölür. Zebaniler sorarlar, cenneti mi yoksa cehennemi mi istersin? İkisini de görmek isterim der. Zebaniler peki der ve mevtaya önce cehennemi gösterirler. Bir de ne görülsün; Herkes yer, içer, eğlenir. Ardından cennet gösterilir. Bir bakılır ki; durağan bir ortam. İçerdekiler serilmiş yatıyor. Adamın cehennemi istiyorum demesiyle beraber kapılar açılır ki, içerisi alev dilimleriyle birlikte kızılca kıyamet. Beriki, aman Tanrım! Bu ne, demin burası böyle değildi diye feryadı figan eder. Zebaniler, iyi güzel de o reklamlardı demesin mi?
Şu kadar ki, bu argümanları vermek bilim ve teknik gelişime dirsek çevirmek anlamına hiç gelmez. Merhum şair ve yazarlarımızdan Attila İlhan’ın ülkemizdeki genel batılılaşmacı anlayışa ters düşen bir yaklaşımı gündeme getirdiği durumlarda kullandığı bir tabirle; tam da batılı bir mantıkla dillendirdiğini belirtmesi pek hoşuma gider. Evet, batılı mentalitenin rasyonel düşünme kapsamında doğulu algısından önemli bir ayrılma noktası vardır. Ancak bizde ki modernist söylemlerin öteden beri pekte sevdiği sığ şarklı kafası vurgusuna da çok durumda sıcak baktığımı söyleyemem. Bilakis batının doğuyu sömürme süreçlerinde geliştirdiği Oryantalist bir söyleyiş kolaylığı ile karşı karşıya kalabiliriz.
Arz ettiğim gibi batı dünyasının rasyonel düşünme tarzından bir izm haline getirmeksizin faydalanmak gerekmektedir. İzm parantezine mim koyun lütfen. Her izmde örtülü bir dinselleştirme eğilimi görürüm. Demem o ki, dinsel olanla dinsel kılınanı hassasiyetle ayırmalıyız. Ya da başka bir ifadeyle doğal hal ile suniyi ayırmak, gerçeklikle sanal olana dönük farkındalık sağlamak faydalı olacaktır. Sözgelimi üstte arz ettiğim Erich Fromm, temizlik yapmanın törensel bir eyleme dönüştüğü ölçüde dinselleştiğine değinir. İzm’leştirmeyi bu bağlamda karşıladığımı söylememe bilmem gerek var mı?
Pekâlâ, çözüm nedir? Aslında çözümü simgeleyen anahtar bir kavram belleklerimizde var. Tam üstüne bastığınız üzre, Avrasya. Her iki dünyanın da artılarını inkâra sapmadan, Rudyard Kipling’in “Doğu Doğu’dur Batı’da Batı ve bu ikisi hiçbir zaman birleşmeyecektir” önermesiyle iki dünyayı kendi sınırlarına, aşılmaz sınırlarına çekilmiş görmeden bakmalıyız. İşin ilginç yanı; Kipling, şiirinin devamında “dünyanın iki ucundan iki kuvvetli adam bir araya gelse bu ayrılık ortadan kalkar” demek suretiyle insanlığa umutta vâdetmektedir.
L.T.
YORUMLAR
Işık doğudan gelir, güneş doğudan doğmakta kuşkusuz
Ne ki, tekrar ve her gün bir kez daha doğması her defasında batmasına, batıdan batmasına bağlı
Dolayısıyla batmasının dahi bir işlevselliği elbet var
Açıktır ki, doğu ve batı birbirini tamamlamakta ve dahi süreç içerisinde birbirine dönüşmekte
Her mekân bir diğerine göre doğu ve batı, bir elmanın iki yarısı misali bütünlük arz etmekte
"Ortaçağda, Avrupa Doğu, Asya Batı'dır. İbn Haldun, Bergson'dan çok daha Batılı..." der Cemil Meriç
Demem o ki, gerek coğrafi gerek tarihi düzlemde izafi duruş sergilemekte doğu ve batı...