- 598 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kötülük kalbimize kibrimizden tutunur
Herkes kalbine müracaat ettiğinde samimiyetle hisseder: Kötülük ahlaka dönüşmeden önce bir fısıldanıştır. Bir vesvesedir. Nereden geldiği belli olmayan bir kem nasihattir. Her kötülüğün başlangıcı bir düşüncedir. Her eylemin öncesinde bir söylem vardır. Bir meşrulaştırma vardır. Bir ’yol yapma’ vardır.
Bu meşrulaştırmanın illa açığa vurulması gerekmez. Sessizlikte de saklanır. Arzularla da kamufle olur. Kıskançlıkta da yerleşecek yer bulur. Fakat şu kesindir: İnsan kötülüğün taşlarını önce içinde döşer. Önce içinde tartışır. Önce içinde savaşır. Bu yüzden kötülüğün kapısı da ancak bu eşikte yapılacak bir vurguyla kapanır. (Hem kapalı kalmaya da ancak bu vurgunun hatırda tutulmasıyla devam eder.) Ve ne manidardır ki, Kur’an-ı Hakîm, insanları kendisinden Nâs sûresiyle yolcu eder: "De ki: Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melikine, insanların İlâhına sığınırım."
Kısa bir meali şu şekilde olan sûrede nazarımıza en çok verilen nedir? Bana öyle geliyor ki, Nâs sûresinde insanın nazarına en çok verilen şey, günahın içsel boyutudur, manevî tarafıdır. Bedeninden önceki varlığıdır. Hatta günahın günah bile olmadan önceki başlangıcıdır. Siz onu sahiplenmeden size verilen haberidir.
Evet, biz, Nâs sûresini okurken en çok bunu hissederiz: Allahım, bende başlayacak olan bir kötülüğü, daha bana ulaşmadan engelle! Vesvese olup kalbime erişemesin. Çünkü eriştikten sonra o benim imtihanım olur. Birşeyin bilgisine eriştikten sonra irade onunla sınanmaya başlar. Ben, bu kadar dahi olsun, kendimde mukavemet göremiyorum. Ve her ’aczinin farkında tebâ’ gibi Melikime sığınıyorum. Veya her ’terbiyesinden emin olmayan çocuk’ gibi terbiye edicime/Rabbime koşuyorum. Veya her kulun yapması gerektiği gibi İlahıma yalvarıyorum. Bu kadar bile olsun kendime güvenmiyorum. Bu kadar bile olsun nefsime emniyetim yok. O yüzden mushafı kapatırken bu dua ile kapatıyorum.
Kur’an’da verilen dersin hâtimesi böyle olur. Orada kendisini ’aslında olduğu gibi’ bulan insan nihayetinde bu duayı için için etmekten de kendisini alıkoyamaz. Makam-ı Reşha’da ’ben’ ve ’benim’ olmak davasında kendisini sıfırlamış kişi, fitne kabilinden hiçbirşeye karşı, Rabb-i Rahiminden yardım istemeden dayanamaz. İçindeki marifet de bu duayı tetikler çünkü.
İşte, bana öyle geliyor ki, biraz da bu yüzden, Kur’an Nâs sûresiyle bitiyor. Nâs ne demek? İnsanlar demek. İşte asl-ı insanın hali de tıpkı Nâs sûresinde anlatıldığı gibidir. Kötülüğün fısıldanışına bile, onun yardımı olmadan, karşı koyamayacağını bilir. Ondan bile ürker. Ondan bile çekinir. Nefsiyle başbaşa kalmaktan da Allah’a sığınır. Tıpkı Yusuf aleyhisselamın Züleyha bahsinde dediği gibi der: “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir!" Veya günahlarla halinin Cenab-ı Hakkın aynı sûrede Yusuf aleyhisselam hakkında buyurduğu gibi olduğuna iman eder: "Andolsun, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı, Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı."
Evet, Kur’an Nâs sûresiyle kapanır, çünkü kötülük de ancak orada öğretilen dikkatin ıskalanmasıyla başlar. İnsan, vesveseye karşı dahi olsun, Allah’a sığınmaktan alıkoyacak bir istiğna görmeye başlarsa kendinde, hapı yuttuğunun resmidir, çünkü şeytanın sözleri de kalbimize ancak kibrimizden tutunur.