BU YAZIYI OKUMAYIN!
Rica ediyorum. Bu yazıyı okumayın.
Adamın biri, birisini küçücük bir çıkar uğruna, bozkırın ortasında boğazlamış. Öldüren ve ölenden başka kimsenin olmadığı zannedilen ıssız yerde, çakırdikenlerinin arasında ölmek üzere olan adam, katiline şöyle demiş;
“Şu çakırdikenleri, üzerine yattığım bu otlar benim şahidim olsun.”
Katil bu sözlere, yüzündeki pis ve buz gibi bir tebessümle, susarak cevap vermiş.
Aradan yıllar geçmiş. Katil evlenmiş. Çoluk çocuk sahibi olmuş. Bir gün evinin balkonunda otururken, bir rüzgâr çıkmış. Top haline gelmiş, dikenlerin ve otların evin önündeki sokaktan yuvarlanarak geçtiğini görmüş.
Kendi kendine söylenmiş.
“Adamı öldürdüğümde, çakırdikenleri ve otlar benim şahidim olsun demişti. Salak herif! Kuru otlardan, dikenlerden şahit mi olur?”
Olmasına olmaz da. Adam bir ayrıntıyı unutmuş, dalgınlıkla.
“Yan balkonda komşusunun oturduğunu, arkasında karısının dikildiğini.”
Kuru otların ve çakırdikenlerinden demek ki şahit oluyormuş.
**
Bir “Âlim”, öğrencilerinden birisini, diğer öğrencilerinden “daha farklı” seviyormuş.
O öğrencisi ile daha çok ilgileniyormuş. Diğer öğrenciler hocalarına kızıyorlar, arkadaşlarını da kıskanıyorlarmış.
Bir gün bir öğrenci durumu hocaya anlatmış. Hoca da öğrencilerine birer tavuk verip;
“Bu tavukları kimsenin görmediği yerlerde kesin getirin,” demiş.
Tavuğu alan gitmiş. Kesmiş getirmiş. Hoca tek tek hepsine sormuş.
“Nerde kestin?”
Her biri cevaplamış. Çalının arkasında. Bir mağarada. Çadırın içinde. Ambarın içinde. Bir çukurda, kuyunun içinde…
Biraz sonra, hocanın sevdiği öğrencisi canlı tavuk elinde, çıkmış gelmiş.
Diğer öğrenciler;
“Hoca’nın sevgili öğrencisi,”Bir tavuğu bile kesememiş” diye gülüşüp, alay etmeye başlamışlar.
Hoca sormuş;
“Tavuğu niye kesmedin?”
Öğrenci;
“Kimsenin görmediği yer bulamadım. Kesemedim. Kimsenin görmediği yer buldum zannettim. Allah’ın göremediği bir yer bulamadım. Kesemedim.”
Hoca’nın bütün öğrencileri, dut yemiş bülbüle dönmüş. Başları yerde...
Hoca;
“Gördünüz mü farkı?”
**
Efendim.
Normal ölü bir insan vücudunda 40 kilo su, 12 kilo yağ, 12 kilo protein, yarım kilo şeker ve onlarca mineral bulunurmuş. Yani insan vücudu, bir madde yığını. Bu maddeler doğada bol miktarda var. İnsanı insan yapan “madde” değil. İnsanı oluşturan, değerli kılan “aklı ve ruhudur”. “İnsan ruhunun ve aklının”, kaç kilo ettiğini bilen ve ölçebilen bir tartı aleti biliyor musunuz? Ben bilmiyorum. Bilen varsa söylesin.
“Adli Entomoloji” hiç delil bırakılmadan işlenen bir cinayeti çözebilecek araştırmaları yapan bir bilimsel çalışmanın adı.
Kısacası ölüleri “konuşturma” sanatı.
Artık günümüzde çözülmesi mümkün değil. “Kanıt yok” denilen bütün cinayetler çözülebiliyor.
Öldürülen veya ölen kişinin bulunduğu yerdeki, bütün sinekler, böcekler ”ben cinayeti gördüm” diye şahitlik yapabiliyor.
Sigara izmaritindeki tükürük, kan tahlili, saç teli, ter ve DNA artık çok basit kanıtlama teknikleri günümüzde.
Dünyada en büyük kabahat, ”bir insan öldürmekse”
“Bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir.” Deniliyorsa.
Hala cinayetler işleniyor, insanlar öldürülüyorsa.
“Gizli cinayet” diye bir şey kalmayacak.
Bütün katiller bilinecek artık.
Ya “ruhumuzda” işlediğimiz cinayetler ne olacak?
Bu cinayetleri çözecek, bir sistem var mı?
Var tabi ki; içimizde ki ”Vicdan mahkemeleri”
**
İnsanoğlu gafildir.
Her zaman kötülüğe doğru bir mayili vardır.
Şeytan yemin etmedi mi?
“Bütün insanları kötü yapacağım,” diye.
Biz insanlar bir doğru varken, kafamızda birçok doğrular oluşturuyoruz. Birçok doğrunun içinde çırpınırken bazen doğru diye yanlışları kabul ediyoruz. Yanlış yapıyoruz.
Yanlışı fark edip dönersek ne ala.
Fark edemezsek bu yanlışlarla yaşıyoruz. Bir adım yol alamadığımız zamanlar da bile, kendimizde değil, başka yerlerde ”suçlu” arıyoruz.
Anladım, “Yel Değirmeni’de”, suyu nereden geliyor gibi.
İçimizde ki ”Vicdan (Duyunç) mahkemelerini” yıkmamışsak.
Bizim kendi içimizde işlediğimiz cinayetler için,” “Adli Entomoloji”ye başvurmamıza hiç gerek yok.
Ruhla işlenen cinayetlerde, hapis süresi yok, idam yok.
Ölünceye kadar, gönlünüzdeki hücrede yatacaksınız.
Gardiyanı ve kilidi olmayan bir hücrede…
**
Bu yalan dünyada yaşayıp gidiyoruz.
Benim doğrum. Senin doğrun. Bizim doğrumuz. Sizin doğrunuz. Onun doğrusu…
Birisi bu benim doğrum, dediğinde. Sizin doğrunuz başka ise. “İki doğru” arasında bir
“ paradoks*” meselesi var demektir. Anlattığım kısa hikâyelerde ki çelişkiler ve de doğru zannedilen yanlışlar… Hem de bu “yalan dünya çıkarları” için…
Aslında, hiçbir şeyi gizlemek mümkün değil.
Hangisi doğru?
Hangisi yanlış?
Bir doğru var.
Unutmayın “Doğruyu” bilen “Birisi” var.
**
*paradoks ile ilgili örnekler verelim.
Bazı hayvan isimlerini övgü için birilerine şöyle söylerseniz;
“Aslanım benim! Koç gibi maşallah! Tilki gibisin abi! Kedi gibi çeviksin! Kuzu gibi maşallah! Şahin bakışlım!” Adamın hoşuna gider.
Peki şöyle söylerseniz ne olur? “Çok inek bir arkadaş! Ayı mıdır nedir? Öküz gibi bakma! Eşek herif! Maymun suratlı! tavuk gibi erkenden, Deve gibi yürüme! Leş kargası!”
Adam sizden kuvvetli ise sopayı sırtınızda kırar. (Sonuçta değişen ne var? Hayvan, hayvandır)
**
’Bütün Sofularlılar yalancıdır!’ demek bizi çelişkiye götürür. Şöyle ki:
Eğer gerçekten Sofularlılar yalancı ise kendisi de Sofularlı olduğuna göre o da yalancıdır. Yani söyledikleri yalandır (Yukarıda söylediği cümle doğru değildir.)
Bu cümle yalan olduğuna göre, yukarıdaki cümleye cevap olarak:
’Bütün Sofularlılar doğrucudur, doğru söyler.’ Dersek
O halde yukarıdaki sözü, bir Sofularlı söylediğine göre doğrudur. Yani ’bütün Sofularlılar yalancıdır”
(Ben Sofularlıyım. Bu bir örnektir. Köylülerim alınmasın.)
*
Bir ilan;
Okuma-yazma öğrenmek isteyenlere müjde! Hemen aşağıdaki adrese başvurun..."
Okuma-yazma bilmeyen bu ilanı nasıl okusun? Okuyorsa başvuru yapması gerekmez.
*
“Telefon arızalarınızı aşağıdaki verilen numaraya bildiriniz.”
Telefon bozuk zaten. Nasıl bildireceğiz?
*
Telefonda;
“Beni duyuyor musun?”
“Hayır. Sesin gelmiyor.” (Duymuyorsan niye cevap veriyorsun?)
*
Mehmet telefonla Ali’yi arıyor.
“Alo, Ali nasılsın?”
“Abi iyiyim. Nerdesin ya, hiç aramıyorsun?”
“Ali saçmalama, arayan kim? Seninle konuşan kim!?”
*
Not: Ben size “Bu yazıyı okumayın “dedim. Okuduysanız! İşte buda bir “paradoks.”
Şuayipodabasi…
10.02.2009/Çanakkale
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.