KADIN HAKKI-2
Bir süre cevap vermeden başı önünde düşündü. Sonra sakin ve yavaş hareketlerle elini kucağındaki el çantasına götürdü ve içinden bir defter çıkardı. Sayfaları çevirirken birbirinden güzel karakalem eskizlerin olduğu bir hazinesi olduğunu anladım. Aradığını bulmuş olmalıydı ki sayfaları çevirmeyi bıraktı. Bir süre gözleri o sayfadaki resimde asılı kaldı. Sonra yüzünde tebessümle acı arasında gidip gelen bir ifade hâkimken defteri bana uzattı.
- Söyle bakalım bu sayfada ne görüyorsun. Hemen cevap vermene gerek yok. Bir süre düşünmeni tavsiye ediyorum.
Bana uzatılan şeyin bir defterden fazlası olduğunu daha resme bakmadan hissetmiştim. O bana güvenmişti ve kendi kutsalını önüme sermişti. Sayfaya bakarken elimde tuttuğum şeyin pimi çekilmiş bir bomba olduğu hissine kapılmıştım. Önce bir başkasının mahremine dâhil olmanın gerginliği ile isteksizce göz gezdirdim resme. Bir kadın silueti ve kapkaranlık bir gökyüzü…
Odaklanmak ve kafamdaki önyargılardan kurtulmak için bir süre camdan bakındım. O sessizce hiç yüzüme bakmadan kitabını okuyordu. Gözlerimi tedirginlikle yeniden resme çevirdim. Bir göl ya da deniz kenarında bir taşın üzerinde sırtı bana dönük halde oturan uzun saçlı kadın silueti yeniden karşımdaydı. ‘’Bu deniz olamaz’’ dedim sessizce. ‘’Hiç dalga izi yok.’’ Karanlıkta göl kenarında tek başına bir taşın üzerinde oturan bir kadın. Ne bir çiçek, ne bir ağaç, ne bir dalga, ne bir rüzgâr, ne de yaşama dair başka bir iz yok. İri dikiş izleriyle teyellenmiş bir gökyüzü. Baklava dilimlerini andıran dikiş izleriyle sımsıkı bağlanmış gibi. Kapkara bir gök bu! İnsanın içini sıkan, boğan bir kasvet… ‘’Ne derdin var acaba senin kadın’’ dedim içimden. Alacakaranlıkta sıkışıp kalmış bir ruhla yolculuk yaptığımın farkına vardırmak ve beni de karanlığına çekmek için, kendini benimle paylaşıyordu sanki. Benim dipsiz kuyularım bana yetmezmiş gibi.
Tam defteri ona geri verecekken sol üst köşedeki beyazlık dikkatimi çekti. Daha özenli baktığımda oraya küçük bir sökük çizildiğini gördüm. O sökükten içeriye hücum etmek için bekleyen göz kamaştırıcı bir ışık var gibi resmedilmişti. İşte o anda baktığım resmin sorduğum sorunun cevabı olduğunu anladım. Ayrıca böyle bilge bir insanla yan yana oturuyor olmaktan büyük bir heyecan duydum.
- Şimdi sen diyorsun ki hayat mükemmel bir yer değil. Hatta bazıları için fazlasıyla acımasız. Ama bir umut her zaman vardır. Öyle mi?
- Resmimi ilk bakışta anlayan tek insansın. Ve hatta diyorum ki tüm dünyayı değiştirmek için kendi gökyüzümüzün teyellerini sökmeye başlamalıyız. Bizim ışığımızın hangi karanlığı aydınlatacağını başka türlü göremeyiz.
- Bilemiyorum… ben… Umut etmek için çok geçtir belki de..
- Asla geç değildir. Sen benim hikâyemi bilmiyorsun. Emin ol asla geç olmuyor.
Mola yerine vardığımızı otobüsün içindeki hareketlilikten anladık. Bir masaya geçip çaylarımızı ve sigaralarımızı içip sohbetimize devam ettik. Onun yıllarca eşinden şiddet gören bir kadın olduğunu birkaç cümlesinden çıkardım. Bu kadar güçlü görünen bir kadının bile erkek zulmünden nasibini almış olmasına nedense hiç şaşırmadım. Ne ben nede o kişisel tek bir soru bile sormuyorduk. Ama cümlelerimizin içine yerleştirdiğimiz mesajlarla kendi çığlıklarımızı duyurmak istiyor gibiydik. Tek bir soru ile tüm geçmişimi kusmaya hazır hale gelmiştim. Tıpkı onun gibi…
Bir ara defterinden yeni bir resim bulup masaya bıraktı. Resmi önüme çekip iyice inceledim. Bu sadece bir kadın yüzüydü. Dudakları patlamış, gözü morarmış, yanağında kesiklerle bakıyordu. Bakışları donuk ve cam gibiydi. Öyle etkileyici çizilmişti ki o gözler sanki dimdik gözlerimin içine bakıyordu. Ürperdim. Biraz daha dikkatle baktığımda ise bir gözünden akmış olan tek bir damla gözyaşını fark ettim. O damlanın bir fetüs şeklinde olduğunu anladığımda yaşaran gözlerimi saklamaya çalışarak başımı kaldırıp ona baktım. O ise sadece tebessüm etti. Öyle bir tebessümdü ki o eline bir silah alıp beni iki kaşımın ortasından vursa çok daha az acı çekerdim.
Artık bizi birbirimize ilk anda yakınlaştıran şeyin geçmişin gürültülü sessizliği olduğunu anlamıştım. ‘’Kırmızı pazartesi’’… Bu günün günlerden Pazartesi olması nasıl bir tesadüftü? Farklı bir boyutta ve zamanlarda farklı şekillerde aynı canavarın kurbanı olmuşluğun rengi ise kırmızıdan başka ne olabilirdi ki?
Yolculuğun kalan kısmında ikimizde yüklerimizi yüreklerimize daha çok yüklediğimizden epeyce yorgun düşmüştük. Konuşmaya ara verip uykuya daldık, Uyandığımızda bir diğer mola yerine vardığımızı gördük. İçtiğimiz çayların mesanemize yaptığı baskı nedeniyle soluğu tuvalette aldık. Tuvaletlerin olduğu bölüm oldukça karanlık ve izbeydi. Nedense ikimizden başka kadın yolcu oraya rağbet etmedi. Böyle berbat bir dinlenme tesisinde durduğumuz için ikimizde sürekli söyleniyorduk.
İşimizi bitirip tam kapıdan çıkacakken sarhoş iki adam yolumuzu kesti. Tipleri oldukça ürkütücüydü. Saçı, sakalı birbirine karışmış, gözleri kan çanağına dönmüş iki vahşi hayvana benziyorlardı. Kıyafetleri kirli ve darmadağınıktı. Sadece alkol değil aynı anda madde kullandıklarını anlamak hiç de zor değildi. Ellerim buz gibi olmuştu. Korkudan ve panikten başım dönmeye başlamıştı. Üzerimize doğru hamle yapıp kapıyı kapattılar. Önce yanımdaki kadın davrandı ve bağırıp çağırmaya başladı. Hem yardım istiyordu hem de onlara küfürler ediyordu. Ben donup kalmıştım.
Adamlardan bir tanesi ona doğru hamle yapıp bir tokat patlattı. Kadın sendeledi ve ayağı kaydı. Dengesini bulmaya çalışırken başını lavabolardan birine çarpıp yere düştü. Yerdeki beyaz fayansların üzerine kırmızı kanı yayılmaya başladı. İsmini bile bilmediğim kadına seslenemeden diğeri beni saçımdan yakaladı. Kadın yerde hareketsiz yatıyordu. İki adam ağzımı kapatıp üzerimdekileri parçalayarak çıkarmaya başladılar. Ben debelendikçe tokat atıyorlardı. İki güçlü adama karşı koymam mümkün olamadı. Beni yere yatırıp üzerime oturdular. Bir tanesi cebinden bir bıçak çıkarıp boğazıma dayadı. ‘’Şimdi elimi ağzından çekeceğim. Eğer bağıracak olursan gırtlağını keserim’’ dedi. Yalvaran gözlerle bakıyordum. Ağzımdaki eline aldırmadan bana acımaları için yalvarıyordum. Ama onların ne gözyaşlarım nede yalvarışım umurlarında değildi. Kıyafetlerimi parçaladıkları yerlerden gördükleri etime büyük bir iştahla bakıyorlardı. Üzerimde neredeyse hiçbir parça kalmayana dek beni soydular. Bunu yaparken dudaklarımı, memelerimi, kasıklarımı ve en son cinsel organımı ısırıyor, emiyor, öpüyorlardı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum yüzüm kan içinde kalmıştı. Canımın acısını hiç duymuyordum. Arada sırada çırpınmaya çalışsam da kollarıma oturup boğazıma bıçak dayamış olan adam küçük bir kesik atıp küfürlü sözler ediyordu. ‘’Kapa çeneni orospu. Ne kıymetli malın varmış. Kim bilir kimlere verdiğin şeyi bir kez de bize versen gebermezsin. ‘’ Buna benzer ve hatta daha aşağılık cümleler kurarak hem bedenimi hem ruhumu eziyorlardı. Bunu yaparken ağızlarından salyalar akıtarak gülüyorlardı. Bir tanesi yerinden doğrulup pantolonunun kemerini çözerken diğeri göğüslerimi avuçluyordu. Ayaklarımla son bir kez kurtulmayı denesem de yediğim tekmeler ve yumruklarla iyice sersemlemiştim. Bu tecavüzden kurtulmanın bir yolu yoktu. Yolun sonuna gelmiştim.
Üzerime abanıp en sert şekilde, canımı yakarak istediğini aldıktan sonra yer değiştirdiler. Şimdi bıçağı istediğini almış olan boğazıma dayamış durumdaydı. Bense artık orada değilmişim gibi hareketsiz şekilde duruyordum. Gözlerimi tavana dikmiştim. Tavanda teyellenmiş kapkara bir gökyüzü görüyordum. Ama hiç sökük yoktu. Sonra gökyüzü abimin yüzüne dönüştü. On ikinci yaş günümü bu izbe tuvaletin tavanında bir film izler gibi seyrediyordum. İğrenç hareketler ve küfürlerle üzerimde gidip gelen adamın sesi çok uzaklardan geliyor gibiydi. Artık kendi bedenimi hissetmiyordum.
Adamlar benimle işlerini bitirdikten sonra toparlanmaya başladılar. Bu sırada zaten alkollü olan adamlardan elinde bıçak olanın ıslak zeminden dolayı dengesi bozuldu. Yere düştüğünü gördüğümde içgüdüsel hareketlerle yerimden kalkıp elinden düşürdüğü bıçağı aldım. O anda ben orada değildim. Adamın yüzü abime dönüştü. Yine annemin evde olmadığı o gün mutfak masasında bana sahip olan abime elime geçirdiğim bıçakla yaptıklarımı yaşadığım andaydım. Önce yerde olanın gözüne sapladım. Fışkıran kan tüm tuvaletin fayans duvarlarını boyadı. Sol kaşımı tuttum. O gün olduğu gibi bıçakla kendimi yaralayıp yaralamadığıma baktım.
Diğeri arkasını dönünce göz göze geldik. Ama gördüğüm diğer adam değil abimdi. Ne olduğunu tam anlayamadan bıçağı karnına sokup çıkardım. O karnını tutup şaşkınlaşmışken ikinci darbeyi indirdim. Bıçağı soktuğum karnında aşağıya doğru derin bir yarık açıp çıkardım. Sendeleyip yere düşen adamın peşinden gidip üçüncü darbeyi bacak arasına sapladım. Tuvaletin her yeri kana boyanmıştı. Her şey mutfaktaki gibi olmuştu.
İki adamında artık hareketsiz kaldığından emin olunca kadına yöneldim. Elinden hiç düşürmediği çantasındakiler yere saçılmıştı. Cüzdanı açılmış kimliği yere düşmüştü. Yine bilinçsiz hareketlerle önce kimliğini elime alıp sonra yüzüne baktım. Gözleri açık tavana bakıyordu. Gökyüzünde hiç ışık olmadığını oda biliyordu. Onun öldüğünü anlayınca tuvaletin kapısını açıp yarı çıplak bir şekilde önündeki merdivenlere oturdum Kan damlayan bıçağı hiç bırakmadan diğer elimdeki kimliğe baktım. ‘’Adı Hakkı imiş’’ dedim ağlayarak.
Karşımda dehşete kapılmış halde duran muavinle göz göze geldiğimizde buz gibi bir ses tonuyla son sözlerimi söyledim. Bir daha kendi sesimi unutacak kadar uzun süreden beridir hiç konuşmadım.
- Bugün günlerden Kırmızı Pazartesi ve KADIN HAKKI bu günde katledildi.
Deniz...
YORUMLAR
Daha bu sabah içim parçalanarak izledim kocası olacak şerefsizin şiddetine maruz kalan bir kadının içimi sızlatan görüntülerini.
Sevgili Deniz o kadın ve diğer bütün mağdur kadınların sesi olmak, yaşanan vahşeti, haksızlıkları, çirkinlikleri deşifre etmek adına kalem oynatmak ve bunu yaparken de edebi bütün kurallara uymak herkesin harcı değildir.
Konu seçimin, öyküyü anlatış biçimin, olayları sahneleme yeteneğin, kişi ve yer tasvirlerin, şimdiki an ile geçmiş arasında yaptığın geçişler o kadar başarılı olmuş ki, capcanlıydı her şey. Güne seçilmemesi konusundaki sitemine de sonuna kadar katılıyorum. O gün hangi yazı güne geldi bilmiyorum ama bazen gerçekten öyle yerini yadırgayan yazılar taşınıyor ki güne bu iki bölümlük öykünün hiç olmazsa biri güne gelmeliydi. Kadın Hakkı'nın hakkı yenmiş.
Seni, duyarlı yüreğini tüm kalbimle destekliyor, tebrik ediyorum.
Seni ve yazdıklarını okumayı seviyorum.
Sevgilerle...
Değerli yorumlarıyla bu yazıya destek veren tüm arkadaşlara teşekkür ederim. İki bölümden oluşan öyküyü içeriği nedeniyle site yönetiminin desteklemesini, duyarlılık gösterip her gün şiddeti artan taciz,tecavüz,cinayet ,istismar olayları karşısında kadın çığlığını görmesini isterdim. En azından bu iğrençlikleri kanıksamadığımızı görmek isterdim. Günün yazısı seçimlerinde toplumsal sorumluluk taşımalıyız diye düşünüyorum.
Sevgilerimle...
Özlem Tarhan
Aynen senin gibi düşünüyorum; toplumsal duyarlılığı olan ve/veya toplumsal ya da kisisel iyileşmeyi amaç edinmiş ciddi söylemleri olan yazıların güne gelmesi gerekir.
Kutluyorum yüreğini ve kalemini...
Den(iz)
Bir kadın olarak çok kırıldım. Beni anlamana ve hatta benim gibi düşünmene çok sevindim. Teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
chaotica
Den(iz)
Teşekkür ederim Chao...
Özlem Tarhan
Elbette ki burası bir edebiyat sitesi; önce hakkıyla edebiyat yapılmalıdır. Şiirler için tamamen bu fikirdeyim; ama yazı deyince orada dururum bir; yazılarda her fikrin ortak paydası olması gereken toplumsal beklenti ve duyarlılıkların dile getirilmesi gerekir bence. Aksayan hatta dökülen çok yanımız var ve eli kalem tutanların bu duyarlılıklara daha çok sahip çıkması gerek diye düşünüyorum.
Sevgiler...
chaotica
Ortak duyarlılıklar noktasından hassasiyetle kaçındığım dikkatinden kaçmamıştır diye tahmin ediyorum. Öykü özelinde pedofili, tecavüz ve kadına şiddet ve cinayet üst başlıklarıyla bir araya getirebileceğimiz bir hikaye okuduk. Duyarlılık noktasında yazarla ortak bir paydam maalesef yok. Bir kadının, bir erkeğin aklından geçen cinsiyet odaklı suçları bilmesi mümkün olmadığı gibi erkeğin de kadının içinden geçen suçları okuyabilmesi mümkün değil. Eylemler noktasından küçük aklımız dahilinde adilane olduğuna inandığımız bir takım hükümler vermemizin kaçınılmaz olması detayından uzaklaşmamaya çalışıyorum fakat adaletin bilinemezlik ilkesi kefenin bir yanında ağır basıyor. Ayrıca, bir yazar, hiç inanmadığı karakterler yaratıp onlara kişilik yükler, karakterlerinin bu kişiliklerle neler yapabileceğini kestirmeye çalışarak, tutarsızlığa düşmeden onları ete kemiğe bürür; ki bu asla "yazar böyle düşünüyor" demek değildir. Bu noktada okurun ya da yazıyı değerlendiren kurulun bir üst basamakta durup, yazarla ya da yazarın hikayesiyle empati kurmak yerine öykünün tekniğiyle ilgilenmesini tercih ederim. Dini, milli ya da ortak gibi duran insani değerler kapsamında bir yazıyı ele alarak gündemde tutmak, bence diğer duyarlılıkları görmezden gelmek anlamına da gelir. Bundan kaçınmak, asgari öykü kurallarını baz almak, özgünlük gibi kriterlere sadık kalmak bence evla olandır.
Den(iz)
Ve eğer bazı kirlilikler tüm toplumu etkiliyor ve günden güne çığ gibi büyüyorsa konuşmalıyız. Konuşanları da desteklemeliyiz.
Ha elbette ki sadece konu olarak ele alamayız . Ancak eli yüzü düzgün, en azından ortanın üzerinde bir yazı da böyle görmezden gelinmemeli.
Derdim kurdela falan değil biliyorsun bunu. Ama o anasayfada bu mesajı görmek istiyordum.
chaotica
Den(iz)
Bundan daha samimi ve onore edecek bir hitap göremiyorum senden gelince.Bilemiyorum... Belki de bu konu benim objektif olmamı engelliyordur.
Ulna şu dünyada 100 tane Chao.. olsaydı ya ...
lacivertiğnedenlik
Den(iz)
Bu konu başkaydı. O yüzden kırıldım. Beni anladığını biliyorum.
Kadınların aşağılandığı, yok sayıldığı, dövüldüğü, tecavüz edildiği, öldürüldüğü (ki kadın cinayetleri diye bir kavram sadece bizim gibi 3.sınıf dünya ülkelerinde var) bir zaman ve dönemden hep şikayet ederiz ama bütün bunların olmasına izin veren sistemi yıkmak isteyenleri de hep öteleriz. Onları aşırı uç olarak görürüz. Bizim asıl sorunumuz işte budur.
Birbirinin devamı olan iki yazıyı da okudum ve Deniz'in anlatmak istediklerini okuyan herkesin doğru yerden anlayabildiğini düşünüyorum. Birbirimizi anladıktan sonra düşünmemiz gerekiyor. Neler yapabileceğimizi ve yazmanın eylemle olan bağlantısını sağlamak gerektiğini... Sokakta değilsek, her gün akşama kadar bilgisayarlarımızın karşısına geçip binlerce öykü, şiir yazsak ne çıkar ki?
Bizi gittikçe dibe gönderen, yok eden ve adaleti hiçe sayan bu sistem davulcularına karşı şikayeti olanın yeri hem hem yazmak hem okumak ve hem de eylemde birleşmektir.
Sevgiler...
-İsmim Şule, Jale, Selma, Berna ne fark eder ki?
-Berna benim kızımın ismiydi.
Behzat Ç.
Yanlış hatırlamıyorsam ikinci bölümde geçmiş olan diyalog böyleydi.
Diyeceğim o ki, Hakkı veya değil, ne fark eder? Eyleyen eylerken "herkes gibi" olmuyor mu? Eylemenin bir bedeli hep olur. Bazen pahalı, bazen ucuz...
Sevdim hikayeyi de, anlatılışı da...
chaotica tarafından 12/16/2017 4:20:47 PM zamanında düzenlenmiştir.