- 2280 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
HALKIN ŞAİRİ NAZIM HİKMET
Nazım Hikmet, işçi sınıfı değerleri adına yapılan mücadelede yerini erkenden aldı. Onu bu mücadeleye erkenden iten şey, Birinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye’nin işgale uğramış olmasıdır. Türkiye işgale uğramış olmasaydı, belki de Nazım Hikmet, Anadolu’ya geçmeyecek, yaşamın bütün yükünü omuzlamış olan yoksul insanların kötü yazgısını yakından görmeyecekti. Yalnız Nazım Hikmet değildi Anadolu’ya geçen. İngiliz baskısına dayanamayan birçok yurtsever İstanbul aydını bir yolunu bulup Anadoluya gidiyordu. İneboluya ulaşan Nazım Hikmet, orada yalnızca yoksul insanların kötü yazgısıyla değil, ama insan değerleri üzerine düşünen bir insan topluluğuyla da karşılaştı. Bu, insan topluluğunu Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da çalışmış ve orada spartakist olmuş türk işçileri oluşturuyordu. Nazım Hikmet toplumculuk üzerine ilk bilgilerini bu insanlardan , özellikle onların başı olan Sadık Ahi’den aldı. Bu insanlar ona Marx’ın görüşlerini anlattılar. İnebolu’da Ankara’ya günlerce süren yürüyüş, Nazım Hikmet’e yoksul insanların yaşamından manzaralar gösterdi. O zamanlar Nazım Hikmet bu manzaralarla yeni karşılaşmanın duygulu taşkınlığını yaşıyordu elbette. Bu duygulu taşkınlık yerini yavaş yavaş kaygılı düşünceliliğe bırakacaktır. Açlık, bıkkınlık, salgın hastalıklar içinde kıvranan, üstelik işgal altındaki yurdunu kurtarmak için canını dişine takmak zorunda olan bir halkla karşılaşmıştı şimdi.
Bu karşılaşmanın en önemli ürünlerinden birinde Yalnayak şiirinde acıklı görünümler çizer şair:
Kafamızda güneş
ateş
bir sarık.
Arık toprak
çıplak ayaklarımıza çarık.
İhtiyar katırından
daha ölü bir köylü
yanımızda,
yanımızda değil
yanan
kanımızda.
Omuz yamçısız
bilek kamçısız
atsız, arabasız
jandarmasız,
ayı ini köyler
balçık kasabalar
kel dağlar aştık,
İşte biz o diyarı böyle dolaştık!
Hasta öküzlerin
yaşlı gözlerinde
dinledik taşlı tarlaların sesini.
Gördük ki vermiyor
toprak altın başaklı nefesini
kara
sapanlara!
Rüyada gezer gibi gezmedik
Hayır,
bir çöplükten bir çöplüğe ulaştık.
İşte biz bu diyarı böyle dolaştık.
Biz
biliriz
o memleket
neye hasret çeker.
Bu hasret
bir materyalist kafası kadar
çizgileşmiştir,
bu hasrette
madde var
madde!
Basık
suratı asık
evler
köstebek yolu sokakların üstünde
vermiş kafa kafaya.
Cin gözlü
güvercin sözlü
abani sarıklılar
dükkânlara bağdaşmış
Yarık
tabanı çarıklılar
önlerinde.
Yarma
bir jandarma
tarlada zina eden
bir çifti sürür.
Kahvede
piri mugan dede
sulanırken çırağa
"Lâhavle ve lâ" çekip derin derin
bu geçenlerin
suratına tükürür.
İşte şu
ekşimiş uyku kokan çömlek gibi şehrin
kara sevdası değil öyle romantik,
onun
ruhunun
iki kıvrak kelimelik
hasreti var:
BUHAR
ELEKTRİK!
Kör değilseniz eğer
görürsünüz ki
şu toprak yüzlü rençper
Kafkastan arta kalan
kalbur göğüslü oğlu
kel başlarında mültezimin
tırnakları oyulu,
kızıyla
karısıyla
kağnısıyla
son karış toprağına sarılmak,
ölse de burda onlarla ölmek
burda
onlarla
gömülmek
istiyor.
Dağların tarlaların özlediği,
arzulu bir kadın gibi şehvetle gözlediği
her tırnağında 1000 manda kuvveti
demirleşen
ve su çalkalar gibi toprağı eşen
ruhu buhar
makinalar!
Ey cam karınları
sarı
nargileler gibi horuldayan,
ey üç atlı yaylısının içinden
sağır
burunsuz
kör
köylülere
Pierre Loti ahı çekip geçen
ağzı gemli
eli
kalemli
efendiler!
Tatlı maval dinlemekten gayrı usandık.
Artık
hepinizin kafasına
şu
daaaaaank
desin:
Köylünün toprağa hasreti var,
toprağın hasreti
makinalar!
Böylece Nazım Hikmet Anadolu insanının acılarını dile getiren yeni şiirleriyle toplumcu şiir çizgisine yerleşmiş, kendinden önceki insancı şairlerin, Tevfik Fikret’lerin, Mehmet Akif’lerin, Mehmet Emin’lerin yoluna girmiş oluyordu. Ama, onlardan ayrıldığı, onu toplumcu gerçekçi şiir çizgisine yerleştiren bir nokta vardı: onlar gibi halkın dışında yaşayıp halk şiiri yazma yolunu tutmuyor, halkı halkın içinde yaşayarak doğrudan doğruya gözlemliyor, böylece bütün bir toplumu gerçek yapısı içinde saptayıp değerlendirmeye yöneliyordu. Nazım Hikmet Yalnayak şiirinin sonunda yer alan şu dizelerle eleştirir kendinden önceki toplumcu şairleri:
Ey cam karınları
sarı
nargileler gibi horuldayan,
ey üç atlı yaylısının içinden
sağır
burunsuz
kör
köylülere
Pierre Loti ahı çekip geçen
ağzı gemli
eli
kalemli
efendiler!
Bu yeni şiirde halkın acılarını halkın içinden biri olarak saptamanın tutarlılığı kadar, halkın kurtuluşu için yeni çözümler önermenin tutarlılığı da vardır. Elbette ne Tevfik Fikret ne de öbürleri-hatta ne de Nazım Hikmet’ten sonraki birçok toplumcu gerçekçi şair-şiirlerinde toplumsal sorunlar için çözüm yolları aramamışlardır. Ayrıca, görüldüğü gibi, bu yeni şiirde, sınıf bilinci apaçık bir biçimde belirmeye başlamıştır.
Nazım Hikmet, Ankara’ya vardığında değer karmaşasıyla karşılaştı. O, Ankara’da resmi şair olabilirdi. Bu kapı açılmıştı ona. Ama övgü şiirleri yazan bir şair olmayı düşünmedi, halkın şairi olarak kalmak, bu yolda bir çok güçlüğü göze almak daha iyi, daha insancaydı .Nazım Hikmet’in tek amacı cepheye gitmekti. Cepheye gitmeyi beklerken, Bolu’ya öğretmen olarak gönderildi. Bolu’da uzun zaman kalmadı. Yeni amacı, işçi devriminin gerçekleştiği Rusya’ya gitmek, işçi sınıfı değerlerini yerinde tanımaktı.
Nazım Hikmet, Rusya’ya gitmek üzere Batum’a geçtiği sıra, ne Marx’çı öğretiyi derinden derine incelemiş bir toplumcu düşünürdü ne de toplumcu gerçekçiliği en yetkin anlatım yöntemi olarak şiirine getirebilmiş bir şairdi. Onun bu yönde kazandığı bilinç ve aşamalar Rusya’da Doğu Emekçileri Üniversitesi’ndeki çalışmalarının ve rus sanat çevreleriyle ilişkilerinin ürünüdür. Nazım Hikmet, devrimin en civcivli zamanında geçmişti Rusya’ya. Devrim yeni yeni oturuyordu. Batum’dan Moskova’ya giderken aç köylü kitleleriyle karşılaştı. Ona Açların gözbebekleri’ni yazdıran bu karmaşık açlık tablosu oldu:
Değil birkaç
değil beş on
otuz milyon
aç
bizim!
Onlar
bizim!
Biz
onların!
Dalgalar
denizin!
Deniz
dalgaların!
Değil birkaç
değil beş on
30.000.000
30.000.000!
Açlar dizilmiş açlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
sıska cılız
eğri büğrü dallarıyla
eğri büğrü ağaçlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
açlar dizilmiş açlar!
Bunlar!
Yürüyen parçaları
o kurak
toprakların!
Kimi
kemik
dizlerine vurarak
yuvarlak
bir karın
taşıyor!
Kimi
deri... deri!
Yalnız
yaşıyor
gözleri!
Uzaktan
simsiyah sivriliği
nokta nokta uzayıp damara batan
kocaman balı bir nalın çivisi gibi
deli gözbebekleri,
gözbebekleri!
Hele bunlar
hele bunlarda öyle bir ağrı var ki,
bunlar
öyle bakarlar ki!...
Ağrımız büyük!
büyük!
büyük!
Fakat
artık imanımıza inemez tokat!
Demirleşti bağrımız,
çünkü ağrımız
30.000.000
deli gözbebekleri!
Gözbebekleri!
Ey
beni
ağzı açık
dinleyen adam!
Belki arkamdan bana
bu kalbini
haykırana
"kaçık"
diyen adam!
Sen de eğer
ötekiler
gibi kazsan,
bir mana
koyamazsan
sözlerime
bak bari gözlerime;
bunlar:
Deli gözbebekleri!
Gözbebekleri!
Rusya’da gördüğü eğitim Nazım’ı Türkiye açısından oldukça bilinçsiz bir dönemin en bilinçli insanı olma durumuna getirdi. Ancak Türkiye’deki yaşamı epeyce acılı oldu. Türkiye’ye döndükten sonra bir çok engelle karşılaştı. Toplumculuğa merak saran aydınların kimi işi yarıda bırakıp kurulu düzenle uzlaşmış, kimi suya sabuna dokunmama ilkesine dayalı bir yaşam sürdürmeye koyulmuşken, Nazım Hilmet birçok aydının yanından bile geçemediği sorunları derinlemesine bilen ve bu sorunları çözümlemeye çalışan bir usta düşünür düzeyine ulaşmıştı. Kurulu düzenle uzlaşanlar ve suya sabuna dokunmayanlar Nazım Hikmet’e karşı tutum alırken, kurulu düzenin adamları onu etkisiz kılmanın yollarını aradılar. Düşünceyi etkisiz kılmak için tek yöntem vardır:baskı yöntemi. Nazım Hikmet’e de bu yöntem uygulandı, acımasızca.
Nazım Hikmet’in şiirinin temelinde uçsuz bucaksız bir insan sevgisi yatar. Bu, dünyanın bütün insanlarını, bütün iyi ve dürüst insanlarını kucaklamak isteyen tükenmez bir sevgidir. Nazım Hikmet’in sevgisi Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya kadar bütün yoksul, acılı, ezilmiş, namuslu insanlara yönelen bir sevgidir. Onların acılarıyla acılanır, onların sevinçleriyle coşar bu sevgi. Onların yazgısını paylaşır. Bir çağdaşımız, sevmek demek her şeyi onun gözüyle görmek demektir, der. Nazım Hikmet’ de her şeyi dünya halkının gözüyle görüyordu. Böyle bir sevgi siyasal engelleri aşmak, siyasal engellemelerle çatışmak ve varıyla yoğuyla insana adanmak anlamını taşır.
Sayın halkları bütün ırkların
Endonezyalısı, Almanı, Eskimosu
Sudanlısı, Çinlisi, Türkü, Ermenisi
Yahudisi, Arabı, Lehlisi, Rusu
Meksikalısı, Norveçlisi, Kırgızı
Abhazyalısı, Hintlisi, Kürdü, Fransızı
Farsı, Liberyalısı, İngilizi
Amerikalısı
ak, kara, kırmızı
tükenir mi saymakla
ve adını duymadıklarım
hepinizi, hepinizi
yerlere kadar eğilerek selamlarım
saygıyla, şefkatle, bahtiyar severim sizi
Ne birbirinden üstün
ne birbirinizden aşağı
gönlümün tahtında yan yana oturursunuz
Bizi bütün insana böylesine yürekten açan, bizi evrenle böylesine özdeşleştiren şey biraz da çağımızın kanlı bir çağ oluşudur. Evet, yüzyılımız bir savaş yüzyılı oldu. İnsanları topluca alıp götüren büyük savaşlar yüzyılı. Yüzyılımızda kitle ölümleri olağan sayılmaktadır. Savaşanlar değil yalnızca, ama savaşmayanlar da, kadınlar, çocuklar, yaşlılar da öldürülmektedir dizi dizi. Ölmeyenler kitle halinde açtır. Savaşları büyük toklar kışkırtırlar. Suçsuz insanlar savaşa sürülür. Yüzyılımız, aynı zamanda, kutsal savaşların, kurtuluş savaşlarının da yüzyılıdır Savaş teması Nazım Hikmet’in şiirlerinde büyük yer tutar.
sayılar bebelerin kundakları
sayılar tabutları şehirlerin
öldürülmüş
öldürülebilecek olan
sayılar yaklaşan bir şeyleri bildirir
sayılar bildirir uzaklaşan bir şeyleri
nedir yaklaşan bize
bizden uzaklaşan nedir
dünya savaşı: I
dünya savaşı: II
14’ten 18’e 39’dan 45’e 10 yıl 54 milyon ölü
49 milyon sakat
ölülerle sakatların memleketi
103 milyon nüfuslu bir memleket
ve ayrıca öksüzleri delileri yanık taşlarıyla
ve gidenlerden biri evimizdendi
gitti dönmedi bir daha
19’unda mıydı 40’ında mıydı aklımda kalmamış
döndü iki gözü kör
gök gözlü müydü kara gözlü müydü aklımda kalmamış
döndü dizkapağından kesik sol bacağı
döndü ve kapısını bulamadı evinin
14’ten 18’e 39’dan 45’e 10 yıl 54 milyon ölü
49 milyon sakat
yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız
% 80’imiz aç
dişlerimiz dökülüyor
dişetlerimiz yara içinde
ölü derilerimiz çatlak
hele çocuklarımız
sallanan koca kafaları
kırış kırış yüzlerinde kederli iri gözleriyle
ve eğri büğrü incecik bacakları üstünde karınları
davul gibi
yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız
% 80’imiz aç
yıl 1962
62 yılında 2 avcı uçağını sofraya koysak
çevirsek ete ekmeğe şaraba salataya
40 milyon insan doyasıya yer içer
40 milyon kediye de artar ekmekten etten
kediler salata yemez şarap içmez
kedileri ben kattım ziyafete
balistik füzeleri filimlerde seyrettim
2 balistik füze yakıp kül eder 150 kitaplığı daha
kurulmadan onlar
belki benim kitabım da vardır içinde
62 yılında bombardıman uçaklarını gördünüz mü
son modellerini
2 bombardıman uçağı 4 sağlık evini yükler yanına
bombalarının
temeli daha atılmamış 4 sağlık evini koskoca
pırıl pırıl
ve yatakları röntgenleri umutlarıyla
62’de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 12 milyar
dolar yılda
10 yılda 120 bin milyar
yıldızların sayısına yakın mı bilmem
120 bin milyar
yahut 150 milyon yapılmamış ev
yapılabilecek ama yapılmamış ev
150 milyon ev hayaleti
5 odalı akarsulu elektrikli banyolu
kapıları merdivenleri pencereleri 150 milyon evin
güneş doğarken camları
gölgeleri akşamüstü
balkonları ayışığında
ayının ini var
sümüklü böceğin kabuğu
bizimse bu işte halimiz ortada
bir adam tanırım
iki elli iki ayaklı
kaytan kara bıyıklı
otuzuna bastı bu yıl
iki oğlundan biri yedisinde öbürü altı aylık
anası karısı kaynatası
ve bir fotoğraf askerlikte çekilmiş ya kendisinin ya
rahmetli babasının
ya kaynatasının
ve bir leğen
ve bir göz oda
150 milyon ev
bu evlerden bir teki
odaları kapıları akarsuyu ve yemek masası bu evin
62’de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 120 milyar
dolar yılda
10 yılda 120 bin milyar dolar
yahut 150 milyon yapılmamış ev
yapılabilecek ama yapılamamış
tanıdığım adamınki de içinde
balkonunda ayışığı
62’de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 120 milyar
dolar yılda
yahut yuvarlak hesap 1 milyar ölü adayı
ve ölüme hazır en azdan yarısı bütün toprakların
yarısı bütün ağaçların balıkların bütün yağmurların
ve ana rahmine düşenlerin en azdan yarısı ölüme
hazır
tepeden tırnağa silahsızlansak
63’de mi olur 65’te mi artık
atomlu atomsuz silahsızlansak bütün iklimlerde
ve insanca işlesek yeryüzü nimetlerini
çoğaltsak onları ¼
kazırdık açlığın kökünü üç ayda
dişlerimiz dökülmez olur
kanamaz dişetlerimiz
hele çocuklarımız
keder silinir gözlerinden
eğri büğrü bacakları doğrulur
iner şiş karınları
neyi bildirir sayılar
neyi bildirmeli
yaklaşan nedir size
uzaklaşan nedir bizden.
Gerçekte, bütün bu acılı görünüm, dünyamızın doğal kısırlığından, kaynaklarımızın verimsizliğinden gelmez; tersine, insanın bu verimli dünyayı kötü kullanmasından, bencillikle kullanmasından gelir. İnsan bir yanda dünyayı değiştirmek için en büyük olanakları kullanırken, teknikler yaratırken, bir yandan da kendini yok etmek için usuller ve makinalar geliştirir.
işler atom reaktörleri işler
yapma aylar doğar güneş doğarken
ve güneş doğarken çöp kamyonları
ölüleri toplar kaldırımlardan
işsiz ölüleri aç ölüleri
işler atom reaktörleri işler
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken köylü aile
erkek kadın eşek ve karasaban
saban koşulu eşekle kadın
toprağı sürerler toprak bir avuç
işler atom reaktörleri işler
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken ölür bir çocuk
ölür bir japon çocuğu hiroşima`da
on iki yaşında ve numaralı
ve ne boğmacadan ne menenjitten
ölür bin dokuzyüz elli sekiz de
ölür bir japon çocuğu hiroşima`da
dokuzyüz kırkbeş te doğduğu için
işler atom reaktörleri işler
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken tombul bir adam
yatağından çıkar dalgın giyinir
`bugün kimi kime gammazlamalı,
amirin gözüne nasıl girmeli`
işler atom reaktörleri işler
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken zenci şoförü
ağaca asarlar yol kıyısında
gazyağına bulayarak yakarlar
sonra kimi kahve içmeye gider
kimi saç tıraşı olur berberde
kimi dükkanını açar erkenden
kimi genç kızını öper alnından
işler atom reaktörleri işler
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken mahpus kadını
kolları masaya bağlı sırtüstü
çıplak memeleri al kan içinde
sorguya çekilir bir bodrumda
sorguya çekenler cigara içer
biri yirmisinde altmışlık biri
gömlekleri terli kollar sıvalı
ve kum torbaları elektrodlar
işler atom reaktörleri işler
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneşdoğarken gülyaprağına
uçak alanından sessiz pilotlar
`H` bombası yükler tepkililere
ve güneş doğarken güneş doğarken
otomatik silahlarla biçilir üniversitelilerle işçiler
akasya ağaçları bulvarın
pencereler balkondaki saksılar
ve güneş doğarken devlet adamı
konağına döner bir ziyafetten
ve güneş doğarken kuşlar ötüşür
ve güneş doğarken güneş doğarken
genç bir ana bebesini emzirir
işler atom reaktörleri işler
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken ben bir geceyi
bir uzun geceyi gene uykusuz
ağrılar içinde geçirmişimdir
düşünmüşümdür hasretliği ölümü
seni memleketi düşünmüşümdür
seni memleketi dünyamızı.
işler atom reaktörleri işler
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken hiç umut yokmu
umut umut umut……….. umut insanda.
Sonunda, tarihte eşi görülmemiş savaş görünümleri çizilir. En acısı belki de Hiroşima. Amerika’nın Japonları durdurmak için Hiroşima’ya attığı bomba kitle ölümlerinin en çirkinini getirmiştir dünyamıza.Kavrularak ölen yığınlar, sakat kalan yığınlar...Hiroşima olayı Nazım Hikmet’in şiir yaşamında önemli bir yer tutar:
Analardır adam eden adamı
Aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
Uçurtması geçiyor ağaçlardan,
Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Gelinler aynada saçını tarar,
Aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar.
Gelinlere kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
İhtiyarlıkta aklına insanın,
Tatlı anıları gelmeli yalnız.
Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
Efendiler, siz de ihtiyarsınız.
Bulutlar adam öldürmesin.
Ancak, savaş ne tür yıkımlar getirirse getirsin, ne tür yıkımlar getirmiş olursa olsun, insanlar bu yıkımların altından kalkacaktır. Savaşlardan çıkan insanlar kararlı insanlardır, onlar daha güzel bir dünya yaratmanın kararlılığı içindedirler.
İnsan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri
rüzgâr-
-larla.
Dolaşmak tehlikeli hâlâ
geceleyin açık denizleri...
Altı yıldır sürülmedi bu tarla,
duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.
Tank paletlerinin izleri
kapanır bu kış karla.
Ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
yine yalan söylüyor antenler :
alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
Fakat Ezrailin sofrasından dönenler
döndüler verilmiş kararlarla...
Bütün bunlar karşısında şair ne yaşadığı yüzyılı aşağılamayı ne de onu her şeyiyle savunmayı düşünmektedir. Olan olur, biten biter, her çağ gibi bu çağ da kendini ayıklar. Yapılacak şey bu yıkımlar karşısında çağını yadsımak değil, çağına sahip çıkarak onu anlamaya, onu yüceltmeye, arındırmaya çalışmaktır.
- Uyumak şimdi,
uyanmak yüzyıl sonra, sevgilim...
- Hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük
ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum,
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...
- Yüz yıl sonra, sevgilim...
- Hayır, her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem)
senin gözlerin gibi, Hatçem,
güneşli olacaktır.
Nazım Hikmet işte böyle bir şairdi. En güç, en belalı koşulları bile soğukkanlılıkla karşılayacak kadar, yalnızca ve yalnızca insanlığın geleceği, gelecekteki mutluluğu için çalışırken önüne çıkan engelleri umursamayacak kadar büyük bir şair, büyük bir yaratıcı. Çabasını inancıyla, inancını onuruyla, eylemini bilgisiyle pekiştirmiş bir insan. Daha ilerisini, daha ötesini bir sezişli müzik biçiminde yüreğinin orkestrasına koyan bir deha. Ahlak bunalımı içinde kıvranan Atina için Sokrates neyse, ahlak bunalımı içinde kıvranan Türkiye için Nazım Hikmet oydu. Sokrates’i gençlerin ahlakını bozmakla suçlayarak ölüme hahkum etmişti yurttaşlar. Nazım Hikmet’i de gençleri ayaklandırmaya kışkırtmakla suçlayarak toplum dışına itmeye çalıştılar. Oysa, ne iyi, bazı insanların ölümü ya da mahpusluğu etkin bir toplum olayıdır, dönüştürücü bir güçtür. Bir dönüşüm, gerçekleşecekse, önüne geçen bütün engelleri yıkarak gerçekleşecektir.
YORUMLAR
Ben Nazım'a şiirin pir'i diyorum.
Çünkü yaşadığı ve hissettiği her olayı akıcı,özgün ve şiirsel bir dille kaleme alan mükemmel bir şair.
Kutlarım yüreğinizin ve kaleminizin emeğini..
Selam ve saygılarımla
Dilek USTA tarafından 11/12/2017 10:42:02 AM zamanında düzenlenmiştir.