- 1519 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
528 - AFRODİT
Onur BİLGE
“Afrodit’im,
Benim ikonum da Afrodit’im de sensin. Yunan mitolojisindeki aşkları aşk, tanrıları tanrı, tanrıçaları tanrıça olarak kabul etmiyorum! Çünkü artık aşkın ne olduğunu, nasıl olduğunu gayet iyi biliyorum ve sana “Afrodit’im!..” diyorum.
Madem ki “Afroz” “Köpük”, “Dita’ da “Doğan” demek, madem ki adın “Köpükten Doğan” anlamına geliyor, o zaman, Aşkdeniz’in köpüğündensin sen! Hani seni ilk gördüğüm gün ıpıslaktın ya… Sanki büyük bir midye Aşkdeniz sahilinde karaya vurmuştu da içinden olanca güzelliğinle sen çıkıvermiştin! İşte o halde denizden çıkmış gibi ıpıslak gelmiştin yanıma. Ne eşsiz bir gündü! Kapkara ve küçücük, çukuruna kaçmış gözlerim şahane bir güzellik gördü!
O Afrodit denilen, kendisini desiseyle Güzellik Tanrıçası seçtiren kadının, heykellerinde göründüğü gibi güzellikle falan uzaktan yakından alakası yok! Her şeyden önce orantısız bir beden yapısına sahip… Göğüs kısmı dar, kalçası geniş… Üstelik göbekli de… Seninse göz kamaştırıcı güzelliğinin yanı sıra manken gibi bir vücudun var.
O hilebaz kadın, jüri başkanı olan Paris’e devrin en güzel kadınını rüşvet olarak vaat ederek o unvanı elde etmiş. Kızıl saçlı, balıketinde, dolgun dudaklı, hokka burunlu, sıradan biri… Mitolojiye göre çağın en güzeli, Paris tarafından kaçırılarak Truva Savaşının çıkmasına sebep olan Helena…
Kaptan, beni sana tapmakla suçladı ya… Haksız da sayılmaz yani… Ben de meraklandım. Atladım bisiklete, doğru Tekelioğlu İl Halk Kütüphanesine… İkonlar mikonlar bir tarafa da “Şu benim Afrodit’im kimmiş, neymiş, neyin nesiymiş, aslını bir öğrenivereyim!” dedim. Kütüphane memuruna öyle demedim tabi! Yanına yaklaştım, duyulur duyulmaz bir sesle:
“Afrodit hakkında bilgi edinmek istiyorum.” dedim.
Bazı kaynaklar tavsiye etti. Parmaklarımın ucuna basarak hayalet gibi işaret ettiği tarafa gittim, rafları taramaya başladım. Eski püskü kitaplar, tozlu raflar… Masalarda oturan, derin bir sessizlik içinde önlerindeki kitaplara dalmış insanlar… Yetişkinler ruh gibi, öğrenciler put gibi… Çevre nasıl da etkiliyor insanı! Göz ucuyla baktım baktım da gülümsemekten kendimi alamadım. Neden mi?
Bu insanlar dışarıya çıkar çıkmaz ortama uyum yapacaklar. Hareket kazanacaklar, ses çıkarmaya başlayacaklar. Belki yanlarındakilerle şakalaşacaklar, gülüşecekler, belki de önlerine çıkan bir nesneye tekme atarak rahatlayacaklar.
Kütüphane bana kabir âlemini düşündürdü. Sakin sessiz insanlar bir arada, hepsi kendi iç dünyasında kendisiyle baş başa… Dış dünyadan soyutlanmış… Hareket yok ses yok… Huşu ve hudu içinde tapınır gibi… Kabir hayatı eğer böyle olacaksa, daha güzel bir yer yok! Fakat Kaptan’ın dediğine bakılırsa orada herkesin başı dertte… Kimileri şiddetli azap görmekte, kimileri de onların feryatlarından figanlarından rahatsız olmakta… Ne rahat var ne huzur… Ne uyku var ne tünek!.. Kıyamete kadar çek de çek!..
Nihayet, avuçlarımın içini pudralı gibi hissettiren kitapların arasından üç tanesini alıp, bir sandalyeye oturdum ve onları yavaş yavaş karıştırmaya başladım. Yapraklar ses çıkaracak da herkes rahatsız olacak, başlarını kaldırmadan kaşlarının altından bana ters ters bakacaklar diye ödüm kopuyordu!
Cebimden not defterimle kalemimi çıkardım ve kısa kısa notlar aldım. Çok teferruatlı olmasa da bana yetecek kadar malumat toplamış oldum.
Mitolojiye göre, Uranos, çirkin oldukları için çocuklarını yerin altında saklıyor, aydınlıktan mahrum bırakıyormuş. Onun için Kronis, babasını annesi Gaia’nın verdiği çift bıçaklı çelik tırpanla öldürmüş. O sırada üreme organı Akdenize düşmüş ve sular kaynamaya, köpürmeye başlamış. Sonra iri bir midye kabuğu dışarıya çıkmış. İçinde, ayakta durmakta olan şahane, çıplak ve ıslak bir kadın varmış. Deniz perileri o muhteşem güzelliği Kıbrıs kıyılarına çıkarmışlar.
Önce Kythera’ya yerleşmiş. Daha sonra Ares ile Aphrodite Zeus’un önünde, Pompeii’ye çıkmışlar.
Denizden geldiği ve köpükler arasından çıktığı için ona denizköpüğü anlamına gelmekte olan Afrodit adı verilmiş. O kadar güzelmiş ki ayak bastığı her yer yemyeşil olur, çimenlerin aralarında rengârenk çiçekler açarmış. Böylece Kıbrıs, onun üzerinde gezinmesiyle güzelleşmeye başlamış.
Aphrodite için altın sıfatı kullanılırmış. İşveli, cilveli, gönül alıcı olup, güzelliği, sevgiyi, sevişmeyi simgeliyormuş. Hemen hemen her yerde Aşk Tanrısı olarak kabul edilen oğlu Eros’la bir arada görünmekteymiş.
Afrodit’in, giyen her kadını dünya güzeli haline getiren sihirli bir giysisi varmış. Hatta Hera onu giyerek, Truva Savaşını izleyen Zeus’u etkileyip kandırmaya çalışmış.
O bir afet tanrıçasıymış ve dilediği her şeyi yaparmış. Ölümlülerle de diğerleriyle de beraber olmuş ama istemeye istemeye çirkin ve topal Ateş Tanrısı Hephaistos ile evlenmiş. Fakat evliliğinin başından beri onu Ares ile aldatmış. Bu yasak aşktan Korku Tanrısı Phobos, Dehşet Tanrısı Deimos ve Uyum Tanrısı Harmonia doğmuş. Bir sevgilisi daha varmış ki o da Tanrı Hermes’miş. Ondan da Hermaphroditos’i doğurmuş. Yetmemiş, Adonis ve Ankhises ile ilişki kurmuş. Ankhises’le, Frigya prensesi hüviyetine bürünerek beraber olmuş ve ondan Aeneas’i dünyaya getirmiş. Erosen de diğer bir tanrı çocuğuymuş.
Yunan mitolojisinde Tanrılar Kralı Zeus’un kızı olan Afrodit, aşk ve güzellik tanrıçası olarak geçiyor. Önceleri ona, denizleri durgunlaştırarak rahat yolculuklar yapılmasını sağlayan, bağların ve bahçelerin, gül ve mersin türünden olan nazenin bitkilerin tanrıçası olarak tapılırmış. Daha sonra aşk ve güzellik tanrıçası olarak kabul edilmeye başlanmış. Sevdiği insanların arzularını yerine getirir, kendisini hafife aldıkları için nefret ettiklerini ise acımasızca cezalandırırmış. Özellikle erkeklerin üzerinde yıkıcı bir gücü varmış.
Kıbrıs’taki Koukla kasabasının sahiline çıktığı için anavatanı Kıbrıs varsayılırmış. Diğer tanrılarla birlikte Olimpos’ta yaşarmış. Güvercinlerle, kuğularla, deniz kabuklarıyla ilişkilendirilirmiş.
Güzellik kraliçesi seçilerek altın elma ödülüne sahip olmak için jüri başkanı olan Paris’e dünyanın en güzel kadını olan Helen’i verdiği gibi Troya Savaşında da ona yardım etmiş. Ayrıca Ares’in de Troyalılar’ın yanında savaşmasını sağlamış.
Kendine tapmayan Limnili’leri cezalandırmak için kocalarını eşlerinden tiksindirmiş. Kadınlara, adadaki bütün erkekleri öldürtmek suretiyle hepsinden intikamını almış.
Oğlu Eros’a biteviye âşık olma cezası vermiş. Onu, sevgilisi Psykhe’den ayırmaya çalışmış. Kendisine dilediği kadar tapınmayan Suriye Prensesi Myrrha’yı lanetlemiş, babasına âşık etmiş ve o çarpık ilişkiden, ölümlülerin en güzeli olan Adonis doğmuş.
Yurdumuzdaki Afrodit Tapınağı, Aydın’da, Karacasu İlçesinin Geyre Köyündeymiş. En eski tapınakları ise Çuha Adası ve Kıbrıs’taymış.
Söyle güzeller güzeli! Senin tapınağını nereye inşa ettirmemi istersin? Bana kalırsa onun için en uygun yer benim gönlümdür. Ne dersin?
Yalnız senden bir dileğim var. Topuğumdan sakatlanarak hafif aksak yürüdüğüm, yaşlı ve çirkin olduğum için sakın bana ihanet etme e mi!..
Hephaistos”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 528