- 947 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
526 – EN ŞANSLI ADAM
Onur BİLGE
“Kıymetli’m,
Sevgi istenir mi? Doğallığında ortaya çıkar ya da çıkmaz. Kimse sevmeye zorlanır mı? Vermedi Mabut, ne yapsın Mahmut?
Ben seviyorum diye sen de mecbur musun sevmeye! Senin sevgin yetiyor bana. Ruhum daha da güzelleşiyor, gönlüm daha da parlıyor. Işık saçıyor gözlerim.
Ruhumla ruhunu karıştırmışım, iki sigaranın dumanı gibi… Hangisi senin hangisi benim, belli değil. Ayırmak, sınır çizmek imkânsız… Bu taraftan olay böyle görünüyor. Oradan nasıl, bilemem.
Aşkın, gönlümün içinde kalay gibi, sır gibi… Gönlüm tertemiz, pırıl pırıl bir ayna… Çepeçevre, her yönde hem de… Bir kez düşmüş hayalin ilk gördüğüm açıdan, çoğalmış da çoğalmış, sayamıyorum.
“Seni seviyorum” gibiyiz. Tek başına anlamsız, birlikte gençlik aşışı, hayat iksiri… Aynı kişiye ait gözler, eller, ayaklar gibiyiz. Bana kalırsa yani… Sen nasıl hissediyorsun kendini, kiminle bütünleşiyorsun, bilemem.
Demem o ki burada ne varsa seninle anlamlı, sensiz yarım, eksik, tatsız tuzsuz, yavan… Şimdi düşünüyorum da bu zamana kadarki sevgi dediğim, aşk dediğim duygular da yavan… Böyle bir aşkın tadını bilen için onlar sıradan sevgiler, geçici ilgiler…
Karmen’in simsiyah saçlarından bahsettim bir önceki mektubumda… Dalga dalga, gür, şelale gibi omuzlarından aşağıya akan, kalçalarına varan… Senin saçların da öyle… O kadar canlı, iri dalgalı, gür… Bir Romen’in saçları kadar özgür…
Ne yazık ki sen özgür değilsin, biricik! Saçların da ellerin de esaret altında… Şampuanının, parfümünün, teninin kokusu da öyle… O üç kokunun dönüşümlü ikili karışımlarının nasıl olduğunu benden başka kimse bilemez. Çünkü kimse seni benden daha çok algılayamaz, daha fazla hissedemez!
Ruhum, ruhunla daha yoğun, kalbim hasretinden yorgun, bütün benliğim varlığına vurgun. Bende benden çok varsın, gönlümün sekiz yönündeki karşılıklı aynalara yansımaların kadarsın…
Hem her ânımdasın hem değer verdiğim her anımda… Bugünümde de dünümde de varsın. Geleceğimde de sonsuza kadar olacaksın. Ben yok olsam da sen kalacaksın.
“Alışma bana!” derken biliyor muydun bunun böyle olacağını? Sensiz ne hale geleceğimi düşündüğün ve bana kıyamadığın için mi demiştin öyle? Biliyor muydun ruhumda fırtınalar koparacağını? Her dağında çoban ateşleri yanacağını, zamanla orman yangınına döneceğini ve dolana dolana dünyamı saracağını?
Hasret bir taraftan, tutku bir taraftan, kıskançlık öte yandan… Bir de işkencelere maruz kalışın… Mahsur oluşun… Ulaşamayışın, ulaşamayışım… Sen orada ben burada elleri kolları bağlı kalışımız… Gel de çık işin içinden!
Arkadaştan dosttan başka hiçbir şey değildik ama her şeydik biz. Keyfimizi kaçıran kimse yoktu, mutluyduk olabildiğimiz kadar. Güçlüydük bir arada… Hiçbir problemimiz yoktu, yoksulluktan başka. Yoksunluktan büyük mesele var mı acaba? Varlığınla var olmayı tattıktan sonra kim teselli edebilir beni? Kim önemsizleştirebilir bütün bu negatiflikleri?
Telefonla falan halledilecek gibi bir iş değil bu! Her gün defalarca aradığın, saatlerce konuştuğumuz, o kadar anlattığın, o kadar taktik verdiğim halde bir fayda sağlayamadık, bir arpa boyu ilerleme kaydedemedik. Ne senin esaretin eksildi, ne de benim hasretim, zerre kadar… Cesaretin var mı bu işe artık son vermeye? Bu zamana kadar ne buldun ki o cenderede, daha ne bulacağını sanıyorsun da oyalanıyorsun? O evden dört kolluyla çıkmayı mı bekliyorsun?
Ne kadar önemsizleştirdin kendini! Benim sana verdiğim değerin binde biri kadar önemsemiş olsaydın o muhteşem varlığını, bu zamana kadar çoktan kararını vermiş: “Gel, kurtar beni bu canavarın elinden!..” demiştin!
Akdeniz’e gözlerinin rengi aksetmeyeli aylar oldu. Bakışlarını çevirdiğinden beri gündüzleri solgun, geceleri zifir zindan… Yüzünü Ege’ye döndürdüğünden beri Bey Dağları melül mahzun bakıyor, Yedi Arıklar boz bulanık akıyor, Düden Şelalesi ağıt yakıyor.
Hiçbir sonbahar bu kadar yas tutmamıştır. Hiçbir kış felçli gibi yatmamıştır. Hiçbir bahar bunca buruk başlamamıştır. Bu çimenler, ayaklarına değen mesut çimenler değil. Bu papatyalar yüzünü gören mutlu papatyalar değil. Bu ağaçlarda yeşeren yapraklar varlığınla gönenmeyi ne bilsin! Bu kuşlar o kuşlar kadar cıvıldayamaz, şakıyamaz. Bir kez olsun sesini işitmiş değiller ki! Gülüşünden bihaber, cümle çiçekler, sükûtundan habersiz kelebekler. Kaleiçi’nin karmaşık, dar, yamuk yumuk sokakları, düzenli ayak seslerini bekler, parklar bahçeler şen kahkahalarını…
“Sen Varsın!..” yazdığım taşlar varlığına hasret, var diye bilinen ne varsa bakışına, gülüşüne, caddeler sokaklar kaldırımlar yürüyüşüne… Antalya Antalya olalı, senin kadar güzel bir kız görmedi! Üçkapılar inşa edildi edileli içinden ne kadınlar kızlar, ne kraliçeler prensesler geçti, senin gibisi geçmedi!
Benden başka kimse bilemedi senin kıymetini. Ne anan baban, ne de o sapsalak kocan… Benden başka hiç kimse o muhteşem güzelliğini yudum yudum içmedi!
“Afrodit Afrodit…” dedikleri de kim ki! Acaba seni görselerdi onun heykelini dikerler miydi!..
Ne şanslı bir adamım ki seni tanıdım ben!
En Şanslı Adam”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 526