- 924 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
AÇIK PENCEREDEN ESİNTİLER/ OYUN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Biz insanlar dev bir bozyap oyununun minyatür parçaları gibiyiz. Ucu bucağı olmayan bir masanın üzerine savrulmuş, hayat o denen küstah çocuğun, bizi bir resme yerleştirmeyi bekliyoruz. O bizi alıyor, kendi seçtiği parçalara ekleyip, absürt ve mutsuz resimler yapıyor. Eziliyor, bükülüyoruz. Sonra bakıyor olmamış, o resimden oyup, tekrar masanın üzerine fırlatıyor. Bizler gibi ezilmiş, milyarlarca parçanın içine. İşte tam orada, aslında ait olduğumuz diğer parça var. O da ezik, o da kırık. Girdiği her resimde biraz daha yıpranmış. Artık o iki parçanın birleşmesi, hayatın oyun anlayışına kalmış...
Şanslı bir gününüz olmalı. Hayatın iyi bir saatine denk gelmelisiniz. Hele ki günlerden Pazar’sa, mucizeler imkansızlaşıyor iyice. Yaşam, Pazar günleri kılıfına çekiliyor. Bir ağacın altına çökün hayat sustuğunda. Yağmur, rüzgar, güneş engel olmasın size. Hayat oynamıyorsa siz oynayın. Üç taş, beş taş, elim elinin üstünde. Boş durmayın, bizi o boşluklar tüketiyor, oynayın işte. Bağıra çağıra şarkılar söyleyin, etrafınızdaki gölgeleri silip kendinizle dans edin. Sevdiklerinizi aklınızdan geçirin örneğin. Acıtsalar da, güldürseler de... Onları düşünmemek çözüm değil, aklımızdan geçmeseler de, ömrümüzden geçiyorlar. Ölmediğimiz sürece bu akışa engel olamayacağımıza göre, akıntıya karşı koymadan yüzün onlarla. Dalgalar çarptıkça bedeninize, bırakın kendinizi. Karşı koyamazsınız zaten. Teslim olduğunuzda, sizi sakin bir koya bırakacaklardır emin olun.
Bir kahve yapın kendinize ruhunuz çöktüğünde. Öyle son model, afili, bademli, karamelli falan değil, bildiğiniz sade kahve işte. Kahvenin büyülü kokusu beyninize ulaşsın. Ben bir kaç sigara da yakarım yanına ama siz bana uymayın. İçimde dolaşan duman, ciğerlerimdeki sisi alıp götürür üflediğimde.
Sahile de inmeli arada bir. Sahil bizim oralılar için bulunmaz nimettir. Hele güneş geceyi yırtmadan denize girebilme olanağınız varsa, ölmeden cennete düşmüşsünüzdür. Bir de öncesinde dost sohbetiyle sayısını hatırlamadığınız kadar rakı içebilirseniz, emin olun siz hiç ölmezsiniz.
Ölümsüzlük çözüm değil elbet, belki de daha büyük dert. Sonsuz yaşayan biriyle hiç tanışmadığım için bu konuda yorumsuz kalmayı tercih edeceğim.
Yine de açık söylemek gerekirse, ne yaparsanız yapın örseleneceksiniz, acıyacaksınız. Hiçbir heyecanlı oyun, düşüp kalkmadan oynanmaz. Kanadığınız zaman, yanınızda bir avuç tuz taşıma alışkanlığınız yoksa, oyundan çıkıp, yaranızın kapanmasını bekleyeceksiniz. Kiminiz tekrar hareketli bir oyunun orta yerine atlayacak, canına kıyamayanlarsa satranç oynayacak. Akıllılık mutluluk mudur bilemiyorum. En mutlu anlarımı, aklımı sandığa kapattığımda yaşadım ben. En büyük yaralarımı da öyle zamanlarda aldım. Yaralar kapanıyor, yara izleri gibi estetik bir kaygınız yoksa, bu durumdan endişe etmeyin. Bu arada, mazoşist olduğumu düşündürecek bir izlenim yarattıysam, canımın oldukça tatlı olduğunu belirtmeliyim. Hassas ve kırılgan olmam aynı zamanda korkak olmamı gerektirmiyor. Hiç düşmediyseniz, ayaklanmanın keyfini bilemezsiniz ki...
Yenileceğinizi bilerek bir oyuna girdiyseniz eğer, yalnızca oyunun tadını çıkarın. Ebelenecek, sobeleneceksiniz diye bir köşeye sığınmayın. Her oyun biter ve her zaman kazanan tektir. Kazanma dürtüsü ile girdiğiniz her oyun, zevkten ziyade savaştır. Savaşmayın! Zafer dediğiniz şey aslında cinayettir ve hiçbir katilin vicdanı beyaz değildir.
Aslında beyazlık bu renkli dünyada o kadar da büyük bir önem taşımıyor. Renginizce yer kaplıyor, ışığınızca aydınlatıyorsunuz çevrenizi. Tek başına, mutsuz bir sokak lambasının verdiği güveni düşünün. Aydınlığına üşüşen pervaneleri. Sokak lambası bile sizden kalabalıksa eğer, kendinizi düşünün. Karanlık ürkütür. Pırıldamak ise enerji gerektirir. Yalın ayak çimenlere basın. Güneşe bakın. Yüreğinizi tutun ve sevdiğinizi öpün. Çuval kadar değersiz teniniz aşkla dolunca, başka bir teni de kıymetli kılacaktır. Tenlerinizi yamayın birbirine. İşte o zaman hayatın oyunu bozulacaktır. Size biçileni de değil, üzerinize yakışanı giyin. O masada, o puzzle parçalarının içinde, o şımarık elde bir piyon, bir parça, bir araç değil, kendi dünyanızda bütünün kalbi olun. Hayat siz olmadan bir oyun kuramasın ve bozamasın. Hükmedilen değil, karar veren olun. Siz izin vermedikçe oyun bitmesin. Bitkin düşerseniz, ki bu çok insani, güzel bir rüya ısmarlamadan uyumayın. Kâbuslar aldatır. Korku büyük bir tuzaktır. Korkunuzu kan akıtmadan öldürün, eksik parçanıza giden yolda cinayet belki mübahtır.
Ve yine de sizi tamamlayacak parçayı bulamadıysanız, düşün masadan, düşlemek yaşamaktan daha kolaydır.
YORUMLAR
"Dalgalar çarptıkça bedeninize, bırakın kendinizi. Karşı koyamazsınız zaten. Teslim olduğunuzda, sizi sakin bir koya bırakacaklardır emin olun."
Bu gibi durumlarda çoğunlukla sakin bir koya vuran sadece bir cesettir.
Benim bütün karamsarlığıma ragmen "belki de mümkündür" dedirtebilen, zeynep suberk pozitifliğinde bir çalışma. Kaçırmadığıma sevindim.
Sevgilerimle.
Zeynep Süberk
Kutluyorum efendim.
Güne eşlik eden nadide bir sunum yazarın yüreğinden Eylül rüzgarına karışan.
Saygılar, selamlar...
Zeynep Süberk
Kimyasal yaşamın verdiği tüm zararları sıfırlayan organik bir bahçeye düşürdü beni yazınız.
Her zaman söylerim önce kendimizi şımartıp en baba payı yine kendimize sunmalıyız. Birilerinin enkazı olup başka birileri tarafından avutulmayı beklemektense, kendimiz düşüp kendimiz kalkabiliriz ve bunu yapmak o kadar da zor değil. Kimsenin dart tahtası olunmayacak kadar değerlidir yaşamak, Bir güneş batımında izlerken hüzünleri, akşamın kızıllığıyla bir bardak bergamot kokan çay yudumuna yükleyip sonsuzluğa uğurlamalıyız...
Kaleminize sağlık efendim, dediğim gibi şifa dolu bir yazıydı kutlarım. Ama siz yine de sigarayı azaltın:)
Zeynep Süberk
Teşekkürler:)