- 569 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
505 – SEVİNÇ
Onur BİLGE
“Sevincim,
Aşkın derinliklerini mekân tutmuş bir por taşım. Serapa kireç bağlamışım, yosun tutmuşum. Öyle bir bürünmüşüm ki fark edilmez olmuşum. Zamanın azizliğine uğramışım, gençliğimden eser kalmamış, derdimden oyuk oyuğum. Her tarafım delik deşik, yara bere… İçim oyuk dışım kovuk… Kovuk kovuğum.
Ne güzel bir gün bahşetmiş Rabbim bana! Bugünü de yaşamak varmış kaderde. Nihayet telefonun geldi, sesini duyabildim ya! Güzelliklere hasret kalan ruhum için bundan büyük mutluluk olabilir miydi bugünlerde! Dünyalar benim oldu desem az gelir! Kâinat benim oldu!
Ben böyle sözler etmezdim. Kaptan Mustafa’nın tesiri… Körle yatan şaşı kalkarmış ya… Kır atın yanında duran, ya huyundan ya suyundan… Üzüm üzüme baka baka kararırmış. Arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim! Kazan kazana kara demiş, tencere kalkmış oynamış! Yok! Bu olmadı. Alakasız… Ben kalktım telefonun başından, oynadım. Hem de şıkır şıkır!.. Bir oynamalık olmadı mı yani? Bunca beklemeden, onca çileden sonra… Çile bülbülüm çile!..
Bundan sonra her türlü çile buyursun gelsin! Ordusunu alsın da gelsin!.. Hepsiyle mücadele edecek gücüm var artık! Kendimi Süpermen gibi hissediyorum! Bir ses… Kilometrelerce uzaktan bir ses bir anda nasıl da değiştiriveriyor atmosferi! Nasıl bir doping tesiri yapıyor, hayretler içindeyim!..
Keşke o anda zaman dursaydı! Bitivermeseydi o eşsiz dakikalar! Hayatımın en değerli anlarıydı! Zaman bir nur gibiydi. Sesin billur gibiydi! Gülüşünü ne çok özlemişim! Ne kadar isterdim kahkahalarını işitmeyi!
Sesin ıslaktı. Genizden geliyordu. Ağlamaklı bir sesle konuşuyordun. Ya ağlıyordun ya da gözyaşlarını içine akıtıyordun. Arzu ettiğim gibi değil, tahmin ettiğim gibiydin. Sesin haraptı, ruhun harap… Yüzün gözün de öyleydi belki de ağlamaktan şişti… Sağlığın da bozuktu mutlaka. Uykusuzluk, kahır ve düşünceler… Buna rağmen nihayet günlerdir beklediğim telefon geldi ya… İrtibat kurabildik ya… Adresini verdin: “Gelebilirsen gel!..” dedin ya… Dünyalar benim oldu!..
Nasıl gelmem! Sen çağırırsında nasıl gelmem! İlk arabayla ordayım! Seni tekrar dünya gözüyle görebileceğim ya! İsterse o anda Allah canımı alsın!..
Bundan sonrası seninle bana kalmış. Bir yerde oturup uzun uzun konuşacağız. Doluya boşa koyacağız, hangisi uygunsa onu yapacağız. Sen karar vereceksin! Kalacak mısın, dönecek misin, sen bilirsin! Sen ne dersen o!.. Ben sadece uyaracağım, göremediklerini göstermeye çalışacağım, o kadar!
Karı kocanın arasına şeytan bile girmezmiş! Yuva yıkmak kadar büyük günah yokmuş. Onun için önce mümkün mertebe arabulmaya, münasebeti onarmaya bakmalıyız. Neler yapmamız gerekiyor, yuvayı nasıl kurtarabiliriz, onu düşünmeliyiz. Bakarız, deneriz, her şeye rağmen olmuyorsa, olmayacak demektir. O zaman daha fazla zarar görmeden bitirmelisin o işi!
Ağlamaklı da olsa sesini duydum ya… Bir anda mutlulukla doldu içim! Uzaklardan da olsa derman oldun derdime. Tekrar dünyaya gelmiş gibi oldum! Yaşamak ne güzelmiş! Nefes almak ne güzel!
Sanki şehir dışına çıkmışım, kırlara açılmışım. Dağlar, taşlar, akarsular… Sesin sanki bir dere… Şırıl şırıl akmakta, kulaklarımda hâlâ… Nefesin, hafif bir rüzgâr, efil efil esmekte… İçim dışım bahar olmuş, ağaçlar yapraklanmış ruhumda, çiçekler açmış. Çimenler yemyeşil yayılmış gönlüme... Yüreğim çiğdem çiçek… Kalbimde düğün bayram, bir neşe bir neşe… Bir tebessüm yerleşmiş dudaklarıma, aylardan sonra… Işıl ışıl güneş, yeryüzü rengârenk… Şebnemlerle bezenmiş bağlardaki bahçelerdeki bitkiler. Bir kat daha güzelleşmişler.
Her şey seninle güzel! Gözümüm gördüğü görmediği her şey… Sanki günlerden Cuma! Nur kaplamış yeryüzünü! O günün diğer günlerden farkını bilmezdim daha düne kadar. Kaptan sağ olsun! Bir Cuma günü onun farkını fark ettirdi bana. Hissettirdi ve şöyle dedi:
“O gün, hava kapalıyken bile aydınlık… Nur iner her yere! O gün sükûn ve huzur dolu… O gün gönle ferahlık, ruha şifa… Dalga dalga sala, avaz avaz ezan… Sanki cümle melekler yere inmiş! Bölük bölük ayrılmışlar, dizi dizi dizilmişler, sıra sıra saf tutmuşlar.. Kimileri kıyamda el bağlamışlar, kimileri rükûda, kimileri küutta, kimileri de secdede… Huşu ve hudu içinde yükümlü oldukları ibadetleri yapmaktalar. Her an çağıl çağıl zikretmekteler… Bir an vazgeçseler, yaşayamazlar! Onlar adeta ibadetle nefes alır, gıdalanırlar! Ancak ibadet ettikleri zaman yaşamlarını sürdürebilirler. Durdukları anda yok olurlar!”
“Hamdolsun!” demeyi de Kaptan’dan öğrendim. Hamdolsun!.. Bugün en çok sevdiğim beni aramış! Bugün de yiyecek ekmeğim yemeğim, cebimde kendime yetecek kadar param var. Kimseye muhtaç değilim. Defalarca Hamdolsun! Ne mutlu! Bugün de içecek suyum varmış ki sağ salim uyanmış, uyanabilmişim. “Allah, yarattığını aç açıkta bırakmaz! “Allah!..” diyen mahrum kalmaz! Kimseye muhtaç olmaz!” diyor, ağabeyim, arkadaşım, sırdaşım.
Ne güzel bir günmüş bu gün! Ne güzel bir gün olacakmış! Sabaha karşı sedirin kenarına büzülüp, sızıp kalırken böyle bir sürprizle karşılaşmak üzere uyanacağımı nereden bilebilirdim ki! Bilseydim, eğer bilseydim, kolay kolay teslim olur muydum acaba uykuya!..
Bu sabah da her zamanki gibi kuşluk vakti miskim miskin uyanmışım. Zorla doğrulup sakat topuğuma yamuk yamuk basa basa lavaboya gitmişim, ayaklarımı sürüye sürüye… Elimi yüzümü yıkayıp yarısı kalan saçlarıma biraz su sürüp yine aynı şekilde dönüp gelmişim. Sabaha kadar yemekten içmekten açlık hissi diye bir şey yok ama bir fincan kahve istemiş canım, her sabahki gibi, her şeyden önce… Mutfağı kahve kokusu sarmış, peşime takılıp gelmiş odama kadar.
“Kahve kaça?” diye sormuş adamın biri kahveci çırağına. “Höpürtüsü beş kuruş!” diye cevaplamış çocuk. “Madem öyle, bari tek höpürtüyle içeyim, beş kuruşla kurtulayım!” demiş adam ve fincandaki ateşten yeni inen kaynar kahveyi bir dikişte içmiş! İçmiş ama ne ağzı ne dili damağı, ne de yemek borusu kalmış yanmadık! Mide ne âlemde, Allah bilir! Öyle bir fırlamış ki yerinden! Bir: “Ah!..” demiş, derinden! “Ah!..” Meğer orada bir içimlik kahve için kullanılan bir değimmiş o! Bir fincan kahve için söylenirmiş. Kaç höpürtüyle içersen iç!
Her kahve içişimde aklıma gelir, höpürtü meselesi… Höpürtüsüz de içilmez ki mübarek! Şöyle sıcak sıcak, höpür höpür… Başka türlü çıkmaz ki tadı! Şayet bilseydim, çok geçmeden arayacağını, tadına tat eklenirdi kahvemin! Höpürtüsü ta İzmir’den duyulurdu! Eğer bu mektup müsveddelerini okuyacak olsaydın, sen de duyacaktın zaten. İyi ki kimse okumayacak bu yazdıklarımı! Aksi takdirde her birine bir fincan köpüklü kahve borçlu olacaktım! Çünkü kahvenin kokusunu duyacaklardı, ağızları sulanacaktı!
Bir kahve daha yapayım şimdi! Şöyle tadını çıkara çıkara içeyim! Sefam olsun! En kötü günüm böyle olsun! Keşke sen de yanımda olsaydın da eskisi gibi birlikte içseydik! Hatırlıyor musun, dükkânda baş başayken karşılıklı içtiğimiz kahvelerin tadını? Ya Karaloğlu Parkındaki her zamanki yerimizde? Badem ağacının altındaki tahta masayı hatırlıyor musun? Karşılıklı hasır iskemlelere oturup göz göze yudumladığımız kahveleri… Aşkdeniz’e karşı yudumladığımız eşsiz zamanları hatırlıyor musun?
Haydi, şimdi bana bir kahve yapımlık ve içimlik müsaade… Hızımı alamadım! Hepsi hepsi bu kadar değil! Olur mu hiç! Bu harika günü yazacağım yine.
Niye mi? Seni çok ama çok seviyorum diye!
Çok ama çok seviyorum diye!..
Bayram Çocuğu”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 505
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.