- 412 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sınıf Atlama -I-
Köyümüzün en yaşlı ve saygıdeğer komşularından Molla Ali dede hasta yatağında ömrünün son günlerini yaşamaktadır. Yaşı doksanlara dayanmış, yemekten içmekten kesilmiş, konuşacak gücü kalmamıştır. Durumunu duyan dost akraba ve komşular ziyaretine gelip helallik almaktadırlar.
Ali Dede sevimli, dini bütün koca bir çınardır. Sözü sohbeti dinlenen, kul hakkına sonuna kadar önem veren bir dedemizdi. Ramazan aylarında Kars köylerine gidip imamı olmayan köylerde teravih hocalığı yapar, kış mevsiminde de mahallesindeki ilkokulu bitirmiş çocuklara Kuran okutur, onların hatmetmesini sağlardı.Asıl geçim kaynağı her köylü gibi hayvancılık ve çiftçilikti. Dünya malına tamah etmez. Çoluk çocuğunun geçimini sağlayacak ölçüde çalışırdı.
Karakteri, kendisinin tam zıttı olan kardeşi Kasım Ağa da ağabeyinden helallik almak için hasta ağabeyinin yanına yaklaştı. Kasım Ağa ta genç yaşından itibaren kafasına zengin olmayı koymuş güçlü kuvvetli birisidir. Amacına ulaşmak için hak hukuk dinlemez, komşularıyla girdiği anlaşmazlıkların altından kurnazca sivrilmesini becerir; nalıncı keseri gibi sürekli kendisine yontardı. Arazi ve diğer ortak menkullerin paylaşımında ağabeyi Ali dedeyi hep faka bastırmış taban arazileri kendi almıştı.
Kasım Ağa yaptığı haksızlıkların az da olsa ezikliği altında ağabeyinin hasta yatağına yaklaştı. Üzgünce, hayli konuştuktan sonra ağabeysinin ellerine sarılarak helallik istemeye başladı:
“Ağabey, ölümlü dünyada yaşıyoruz. Kimin ne zaman öleceğini sadece Allah bilir. Yaşlı insanların helalleşmesi dinimizce esastır. Verin elinizi öpeyim. Birbirimize nice hakkımız geçmiştir. Hakkınızı helal edin…”
Hafızası yerinde olmasına karşı Ali dedenin konuşabilecek gücü kalmamıştı. Kardeşinin ömür boyu kendisine çektirdiklerinden canı çok yanmıştı. Kendisi Habil, kardeşi Kabil rolü oynamıştı hayat denen dünya üzerindeki sahnede. Kardeşini affetmek istemiyordu. O, yalvardıkça sağ kolunu hafifçe kaldırarak hayır anlamında sallıyordu.
Kasım ağa amacına eremeden yüz hatlarını buruşturarak evinin yolunu tuttu. İçinden söyleniyordu: “Ben zenginleştiysem kendi çabamla, geceyi gündüze katarak çalışmamla zengin oldum…” Birkaç sonra Ali dede kardeşine hakkını helal etmeden dünyasını değişti.
Allah dağına göre rüzgâr verir derler. Kasım Ağaya da kendisine uygun bir güçlü kuvvetli, hamarat bir eşle evlenmek kısmet olmuştu. Babadan intikal eden arazileri köy koşullarına göre yeterliydi. Arazi paylaşımında her türlü hileye başvurarak zaten taban arazileri kendi üzerine geçirmişti. Kafasına koymuştu: Köyün en zengin adamı olmak… Bunun için her yol mubahtı. Önce arazilerini çevresindeki fundalık ve ormanların aleyhine genişletti. Su kanalları açtı.
Karısı Sultan Hanım kendisinin en büyük yardımcısıydı. Sultan hanım zengin bir aile kızıydı. Ne demişler; evleneceksen zengin bir ailenin kızını al. Kocasının yoksul halinden gocunmuyor her işte onun yanında yer alıyordu. Kasım Ağa ile birbirlerini tamamlıyorlardı. El ele vererek çalışmak, sürekli bire on katma çabası içinde olarak günler geçiyordu. Emekleri de boşa gitmiyordu. Yıl yıl birikimleri arttı.
Köy yerinde zengin olmak için bir kere çok ve akıllıca çalışmak gerekir. Varlıklı olmak için sadece arazilerin geniş olması da yeterli değil. Önemli olan eldeki arazileri iyi işlemek... Tarla ve çayırları gübrelemek, sulamak, sıra ile ekim yapmak iyi bir çiftçinin yapması gereken işlerin başında gelir. Kasım Ağa çayırlar için sulama kanalları yaptı. Her yıl tarla ve çayırları beslediği koyun ve sığırların gübreleriyle gübreledi. Köyde iki adet sığır besleyen; çalışmaktan itina eden, yıl on iki ay sadece sığırlarının geliriyle geçinen komşuları gibi yapmadı.
Sultan hanımla kalbur alıp yüce dağları eleyip önlerindeki güçlükleri aşacak düzeyde çalışma azmi ve hırsları vardı. Hiçbir gün üzerlerine güneş doğmuyordu. Köy imamı Hüsrev Hoca sabah ezanı okurken onlar akşam yatmadan önce planladıkları işlere bir an önce ulaşmak gayesinde ayaklanırlardı.
Üç kız bir erkek evlat sahibi oldular. Çocukları sağlıklı ve gürbüz birer fidan olup büyüdüler. Zamanla ailenin geçimine katkı sağlamaya başladılar. Kızlar yapılacak iş, erkek işidir, aşırı güç gerektirir diye üşenmeden her işe canla başla sarıldılar. Çalışma azimleri anne-babalarının durumlarından farksızdı. Erkek evlat Hasan ise çayır biçme, ürün devşirme… gibi daha nice işlerde Allah ne güç verdiyse o gücü sonuna kadar harcar, yorulma, usanma nedir bilmezdi.
Kasım Ağa, her hangi bir günün yapılacak işleri tamamlandıktan sonra ailece mola verilip bir ağacın altında oturulduğunda konuşmaya başlardı. Atalarından, dedelerinden öğrendiği köylerde çalışma ve yaşama ilkelerini çocuklarına aktarmaya çalışırdı. Doğaçlama anlatırdı aklına ne gelirse:
“ Çocuklar, bugünde çok verimli çalıştık. Bakın gökyüzünü bulutlar sardı. Eli kulağında yağmur yağdı yağacak. Çiselemeye başladı. Sabahleyin erken işbaşı yapmanın faydasını görüyorsunuz. Koskoca çayırın biçilmiş otlarını kurutup, ıslatmadan toparladık. Eğer bir saat işe geç başlasaydık kurumuş otlar ıslanırdı. Yağmur yemiş ot beş para etmez… Allah yattığı yerde utandırmasın; rahmetli dedem anlatırdı: ‘Sabahleyin işe erken başlayanın Allah işini rast getirir. İş sabahın işidir. Köylünün bir saati bir güne, bir günü bir haftaya bedeldir. Eğer işe geç kalınırsa işler o derece aksar, geri vurur. Hava bozar, yerdeki ottur, ekindir ıslanır…” derdi.”
Kasım Ağanın ağılındaki koyun, ahırındaki sığır sayısı giderek artıyordu. En çok koyun besliyordu. Koyunculuk büyük baş hayvandan daha çok kârlı oluyordu. Koyunun etinden, sütünden, yapağısından, gübresinden yararlanılır. Sığır beslemek fazla verimli değildi. Bir sığır normalde, kışın on koyunun otunu yer, getirisi on koyun kadar olmaz.
Kasım ağa, köyde koyunculuktan iyi anlayanlarla bol bol sohbet eder bu konudaki bilinmesi gerekenleri sorup öğrenmekten adeta zevk alırdı. Onbaşıgillerin Ali Ağa köyde işin kıdemlisiydi. Damızlık koç nasıl olmalı, koyunlara yıl içinde kaç kez ve ne zaman ilaç verileceğini bilirdi. Koyunların hastalığından deneyimli bir baytar kadar anlardı.Bildiklerini komşularıyla paylaşmaktan itina etmezdi.
Kışın çuvalın boş olmasına önem vermeyip yazın gölgenin hoşluğuyla içinde sıcak yaz günlerinde yan gelip yatarak ağustos böceği örneği saz çalanlar durumdan hiç hoşnut değillerdi. Köy kahvesindeki sohbetlerinde köyde kalabalık koyun besleyenlere duydukları hasetle vere yansın ediyorlardı:
“Biz iki sığır besleyelim, on tane koyun besleyelim, adamlar yüzlerce koyun beslesinler! Onların sürülerinden hayvanlarımıza yetesiye otlak kalmıyor!...”
“Köyde ve yaylalarda bizim hayvanlarımız taşlı, çamurlu yolları kat ederek kapımıza geliyor. Koyun sahipleri ise otlakların en göbek yerinde kamp kurup hayvanlarını çamura, toza sokmuyorlar!..”
Kasım Ağa ve diğer kalabalık koyun sahiplerinin kendilerini kıskanan komşularına elbette cevabı oluyordu:
“İki sığır besleyen ağalar geceleri yumuşak yatakta karılarına sarılıp yatarken bizler yağmur, soğuk demeden taşı yastık yapıp kamp ateşinin karşısında sabahlıyoruz…”
Zenginin malı fakirin çenesini yorar örneği bu tip tartışmalar yıllarca sürüp gidiyordu. Kasım Ağa ve diğer koyun besleyenler kendileri hakkında ileri geri konuşanları fazla ipledikleri yoktu. Şu bir gerçekti. Köyde yoksulluk çemberini yırtmanın yolu öncelikle geceyi gündüze katarak acı bir biçimde çalışmakla mümkün olabilir. Bunun için de aile bireylerinin çalışmaktan gocunmamaları gerekir.
Kasım Ağagilin aile bireylerinin zor koşullarda çalışmaktan kaçındıkları yoktu. Ailede örnek bir dayanışma sergilenirdi. Kasım Ağa sürekli işlerin başında olur oğlunu, kızlarını işe motive etmesini becerirdi. Yoksullukla girdiği amansız mücadelede liyakat sahibi bir ordu komutanıydı adeta. Etkili ve sonuç alıcı emirler verirdi. Kırıcı olmadan konuşurdu:
“Çocuklar, hamt olsun işlerimiz yolunda gidiyor. Bir insan yaptığı işi severse, önündeki iş dağlar kadar büyük olsa bile üstesinden gelinebilinir. Yeter ki, çalışmaya severek başlayalım. Yaptığımız işten zevk alalım. Gerisi çorap söküğü gibi gelir. Hamt olsun! Allah bana hamarat bir eş ve sizler gibi çalışkan çocuklar bahşetti. Hepinizden çok çok memnunum. Birlikte çalışıp kimseye muhtaç olmadan geçinip gidiyoruz. Kardeşlerimden ayrılıp yeni yuva kurduğum zaman bir inekle, sekiz on adet koyunumuz vardı! Bu hale gelmemizde hepimizin katkısı var. Ailede söz birliğini devam ettirir, işlerimize seve seve sarılmaya devam edersek evimizden fakirlik kokusunu bir daha hiç uğramaz…”
Kasım Ağanın Ehlinaz, Selfinaz ve Hürmüz adındaki kızları gün geldi evlenip yuvadan uçtular. Gelin gittikleri evlerde de çalışkanlık ve maharetleriyle fark yarattılar. Bu arada erkek evlat Hasan’da baba oldu. Kasım Ağa, oğlundan gürbüz iki erkek üç kız torun sahibi oldu. Torunlar da tıpkı baba ve halaları gibi hiç şaşmadan aile düzenine uyum sağladılar. Dedelerinin altın değerindeki yaşam hakkındaki öğütlerini canı kulağıyla dinleyip yaşamlarına katıyorlardı.
Torunlar, kız erkek ayırımı yapmadan çobanlıktır, tarladır, bahçedir hiç ayırt etmeden işin bir tarafından tutuyorlardı. Ailenin iyice kalabalıklaşan koyun sürüleri, sığırları köyün en sağmal ve semiz hayvanının başında geliyordu.
Kasım Ağanın askerlik dönüşü evlenerek hayata atıldığı yoksulluk günleri artık çok gerilerde kalmıştı. Aile köyün en varsıl ailelerinden bir haline gelip, aile bireyleri köy koşullarına göre sınıf atlamıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.