- 716 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİLİNCİN ALT ÇEKMECESİ...
Bilincin ırak olduğu satırlarla muhatapsan bir de öykündüğün çocukluğunda sırra kadem basan dosyalar varsa.
Çocuktan al haberi, izleminde ya da kayıtsızlığında, yetişkin bildirgelerini naif bir anlatıma uzanırken kalem, bir de dokunaklı bir çocukluk geçirmişsen. Nereden mi vardım bu kanıya?
Sanırım Hemingway’in bir söylemi gerçi tam olarak hatırlamıyorum ama:’’Kötü bir çocukluk geçirmişsen… büyük ihtimalle yaratıcı bir yazar olma yolundasın.’’
Şans eseri yaşanan yıllar mı yoksa ekseninde kayıtsızlık örülü iken ve sen soluk almak adına paye veriyorsan çevrendekilere her ne kadar varlığın pek de şanlı bir aktarım olmasa da onların nazarında.
Onlar?
Ya sen?
Belki de onların olmadığı ya da sensizliğin bireysel yükümlülüğü.
Soyut kavramlara tünemek istiyorum an itibariyle ve soyut zekâdan ibaret bir dünyayı kutsarken çağımız insanı, bir o kadar irdelenmek de istiyor: kâh akıllı cihazların insan elinden çıkmış olma gerçeğini görmezden geldiği kâh biz insanların topraktan geldiği kuramına ihanet eden hangi münafık zihniyet ise.
Düş eğrileri belli ki düşeysel yordamların yatay ekseni tıpkı; x ve y eksenlerinin uzamında sabitlenmiş sayısız para/metre gelin görün ki; insanoğlu, yaşadığımız çağı geçin ta bilmem kaç yılında hangi doğruyu yanlış bellememiş ki ve nihayetinde metrelerce uzunluğunda para destelerini sahiplenmek arzusuyla, babasını bile satma zahmetine girmişken.
İşin esprisi gerçi yine de tutarlı bir zaman aralığına denk düşmek asla olası değil hele ki konunun gizemi ve boyutları insandan insana değişirken.
Çocukluğuna inen kim ise ya da çocukluktan öteye geçiş yapmaktan aciz ve öngörüsü hep; içindeki çocuğun bitimsiz vızıltıları ise.
Makber sancılarında büyüyen bir nesil mi yoksa? Hani; bir ayağı çukurda hangi ebeveyn ise yine genç neslin sahip çıkmaktan aciz kaldığı sonra da yaşanan o çatışma hali: Kuşak farkı.
Kara yazgının asla paye vermediği yine kaderci geçinenlerin, nice sunumu karşısında hayat denen bilinmezin, bir daldan diğerine konmaktan başka hiçbir baltaya sap olma imkânını yaşayamamış.
Giriş bölümünde atıfta bulunduğum o çağ yangını: Öyle ya, zamanın genel kabul görmüş kurallarını nasıl ki sahiplenemiyorsa yaşlı nesil-gerçi yaşın ya da zamanın işlemediği insanlar da var hele ki mevcut düzende zıt karakterlerin bile bağdaşabildiği gerçeğine atıfta bulunduğumuz seçeneğini de göz ardı edemezken.
Zaman nasıl ki insandan muzdarip, insanlardan da birbirinden bu yüzden mutluluğun katsayısı yaş ilerledikçe, o ters orantı sayesinde inanılmaz ivme kaybetmekte.
Şairlerin mutluluğu ıskaladığı ama şiirlerde kayıtlı duygularını da merkez bilip yine tüm sükûneti son noktaya kadar saklarken.
Korunaklı dünyalarımızın varlığı su götürmez bir gerçek ne var ki; zamanın yangınından kurtarabildiğimiz hangi öznel varlık kaldı da elimizde, biz hala mahremiyet odaklı kaygılarımızdan muzdaripiz?
Sona saran kasetler gerçi miadını doldurmuş bir kavram ama: hele ki ilk gençlik yıllarımızın profilinde asla da mübalağa unsuru olmayan.
Zarflarını sakladığımız mektuplar belki de aklın ve ruhun unutulmuş dehlizlerinde yaşanan o soykırımdan kurtarılmayı bekleyen ve ne yazık ki; beyhude bir kovuşturma, biz hala değil mektup zarfın bile ne ile eşleştiğinden bihaber iken.
Zaman aralıklı ne çok vazgeçiş.
Ne çok yergi; ne çok yargı ve ne çok yenilgi ve hala peşinde koştuğumuz ama çoktan kaçırdığımızı bilsek de dile getirmekten imtina ettiğimiz.
Gözlerden ırak aşkların nasıl oluyor da gönülden ırak olmadığı gerçeğini sizce kabullenmek bu kadar mı zor ya da kenetlendiğimiz döngünün izdüşümünde bizler sadece nümerik fısıltılar mıyız da, çiplerin eşliğinde ne çok varsayım üretilmekte belli ki prototip bir nüfus ile iştigal edilmek haricinde kaygısı olmayan o genel kabul görmüşlük: gel de çıkar sesini ve kaç kaçabiliyorsan ve ellerinde tutanak kim ise mavi yakalı yine bihaber beyaz yakalıların kaçındığına teğet geçmenin de ötesinin olmadığı.
Kayıtlı-kayıtsız düşlerimiz hele ki bilincin alt çekmecesine yığmışken onca düş birikintisini ve siz gerçeklerle boğuşurken, zarif nidalar püskürten alt bilinç belki de kaba saba adamların/kadınların eşliğinde tünediğiniz geçmişiniz asla yakanızdan düşmek istemiyorsa. Ya siz düşmek istiyor musunuz hele ki zaman ve mekân uzamında sadece kayıtlı fiş örneklerinden ibaret olduğunuz gerçeğini görmezden gelip?
Mutluluğun frekansı yön değiştirdikçe ve mutluluğun basireti bağlanmışken bir de kehanetler türemişse hayatın hoyrat sayfalarında ve sizler parmak izinizden ibaret olduğunuzu bilmezden gelseniz de.
Bu yüzden alabildiğine sahip çıkın gerçeklerinize hatta hayallerinizi gerçekleştirme ihtimalinizi bile sahiplenin. Çok değil inanın ki üstelik peyder pey sonlandırdığımız hangi sağanak tufanı ise bilfiil yağmur damlalarına denk düştüğümüz ve asla da açmayın şemsiyenizi bırakın yıkansın tüm özürleriniz hem belli mi olur; belki parmak iziniz de silinir ve siz ebediyetin mutlak gizeminde kayıt dışı bir mutluluğa rast gelirsiniz. Yeter ki hayalleriniz ile yoğurun gerçekleri ve kaybetmeyin de; ne dününüzü örün yarının beklentisiyle ne de an’ın az sonra anıya dönüşecek ikramını geri çevirmeyin evrenin üstelik evrence istila edilmiş olsanız da…
YORUMLAR
Yeni tanıştığım bir yazarın yüreğine yaptığım bir yolculuk esnasında yolumun kesiştiği duygulardı yine çocukluğumun izdüşümü...
Mutlu muydum peki?
Çok hem de.
Ya, şimdi?
Daha da mutluyum ve canımı yakan her şeye ve herkese minnettarım yoksa kendimi asla bulamazdım.
Sizleri seviyorum.
Sevgilerimle gönül bahçenize...