- 580 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
471 - RİYA
Onur BİLGE
"Kuş Akıllı Sevgili,
Orta halli bir aileydiniz. Çoğumuz gibi cebiniz delik… Kıt kanaat geçiniyordunuz. Annenin eline bakıyordunuz hepiniz. Anneler, hep feragat ederler, her güzel şeyi yavruları için isterler. Adamın zaten ondan hevesi geçmişti. Sana göz koymuştu bir kere, eş olarak seni seçmişti. Başladı etrafında dolanmaya… İşinin ustasıydı. Annene nasıl yaklaştıysa şiirlerle şarkılarla, sana da öyle yaklaştı.
Sen saf temiz, sen tecrübesiz, sen hevesler içinde… Ne yaldızlı yıldızlı sözler etti, neler vaat etti! Sonunda seni de o iki kadını da razı etti. Güzel bir arabası vardı bir kere. Cüzdanı şişkindi. Kendi de pişkindi, benim gibi değil… Benden üç beş yaş küçüktü, çok değil. Sen öyle deniştin. Belki de iki yıl geç kaydedilmişti nüfusa. Bilinmez ki gerçek yaşı! Ben evlatlıktım. Günü gününe yazılmıştım. Çok da yakışıklıydı değildi, gördüm ya düğünde! Üstelik gözü de şaşı.
Yaşı başı ne olursa olsundu, ne çıkardı! Zengin olsundu da… Paran varsa cümle âlem kulun, paran yoksa tımarhane yolun… Böyle de derler benim gibiler. Davet edildikleri eve bir kere giderler, bir daha gidemezler!
Düşünsene bir kere! Annene talipken sana dönen bir adam! Ne beklenir ki ondan! Nasıl inandın jelatinli yalanlarına? Vaatlerine nasıl kandın? Nasıl boyadı gözlerini? Nasıl aldandın komplimanlarına? Annene de aynı şeyleri demişti, öyle değil mi?
Ne farkı vardı onun benden? Para tabii… Parası vardı. Para her şey demekti öyle ya… Sevmiş sevmemiş önemli değildi! El üstünde tutacakmış, tutmayacakmış ne gam! O ne fırıldak bir adam! Düşündükçe aklım çıkacak başımdan!
Nasıl ikna oldunuz, nasıl gittin sen ona! Siz İstanbul asıllı, o İzmirli biri… Gidip gördünüz mü yerini yurdunu? Sorup soruşturdunuz mu nasıl bir adam olduğunu?
Şimdi perişanmışsın, köpekler gibi pişmanmışsın, öyle mi? Bugün öğleüstü geldi, öyle dedi Nagehan. Ona kart atmışsın. Önde kordon boyu, meşhur saat kulesi, arkada yârimin çilesi varmış. Doldurmuşsun kartın arkasını! Nasıl da yakınmışsın!..
O sana benden daha mı yakındı? Neden ona yazdın da bana iki satır bile yazmaya elin varmadı? Yazmaya yüzün mü yoktu? O gevezenin bana demeyeceğini mi sandın? Ağzında bakla ıslanır mı onun! Bir kere daha yanlış yaptın! Yine aldandın! Bana yazmış olsaydın, sırrın bende kalırdı. Ona yazdın, öyle mi? Şimdi Ege kıyılarından dinle Toroslardan yankısını, bin bir ağızdan!.. Dükkân tıklım tıklım doluydu! Reklamcılık onun huyuydu. Şama şark etti seni! Onu dost sandın, ona yazdın, değil mi? Yaz yaz! Daha da yaz! Ne olupbittiyse yaz gazetecinin avucuna! İlk baskıya yetiştirsin, sağır sultana bile duyursun, diye!
Nagehan! Daha önce de kaç kere riyakârlık etmemiş miydi sana? Ne çabuk unuttun, yaptıklarını? Sana gelir senden olur, ona gider ondan olur! “Ümmetin en şerlilerinden…” dediği Peygamberimizin… Kâfirden beter riyakâr!
Hani bana anlatıyordun ne kadar ispiyoncu olduğunu, yana yakıla! Şimdi nasıl güvendin de ailevi sırlarını bile vermeye başladın ona? Üç günlük gelin! Sarımsağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış! Daha dün bir bugün iki! Ne acelen vardı ki!
Yanında hanım bir kız vardı, akıllı başlı. O da oradaydı. Ona dedim, usulca, sana ulaşmasını. Daha fazla sır verip durmaman için o ikiyüzlüye! Reklâm olmaman için millete, daha fazla… İnşallah dediğimi yapar da ağzını kapar! “Bir derdi varsa bana yazsın! Telefonumu biliyor, arasın, anlatsın! Nagehan çözüm mü bulacak! Bari yol gösterim. Birlikte bir şeyler yapmaya, halletmeye çalışırız, iyilik güzellik adına.” dedim. Bilmem ne yaptı… Henüz bir haber alamadım.
Nasıl kandın ona, nasıl!.. Haydi, diyelim ki sen çok gençtin, toydun! Ya o iki kadın? Annen, anneannen… Onlar da mı toydu!.. Neden koydu onlar seni kumar masasına? Nasıl öne sürdüler de: “Rölans!..” dediler!
Paraydı değil mi hepsi hepsi? Paraydı! Gönülcüğünü ateşleyen çıraydı! Köşktü, saraydı… O paranın bir yüzü yazı, bir yüzü turaydı! Bir tarafı ak, diğer tarafı karaydı! Sonradan sonraya duyulan, acı bir naraydı!.. Şuramda, sol yanımda sızlayan, durmaksızın kanayan yaraydı! Susarak gizlemeye çalıştım. Sükûtla sarmaya… Gözyaşlarımın tuzunu bastım üstüne, derman olur diye!..
O adamın bal bıçağı gibi ikiyüzlü olduğunu söylemedim mi ben sana! Hem nalına vuruyordu hem de mıhına! “İnanma ona! Aldanma sakın! Riyakâr herifin biri o! Münafık!..” demedim mi! Niye aldandın? Niye gittin kuzu kuzu? Niye?
Para, her kapıyı açan altın anahtardı, değil mi? Hiçbir şeye kanmayan, ona kanardı. Kanardı kananın açtığı yara, yıllarca kapanmazdı, kanar kanardı… Anardı anardı da her an sabah kuşunu, ıslak martısını… Islak Martı’sı pılısını pırtısını toplar giderdi acımasızca, ellere! Ta İzmirlere! Yaban ellere…
Deli cesareti miydi, acemi cesareti miydi neydi? Mavi gözlü martının gözü karaydı! Paraydı Alaaddin’in cininin adı! Tersten okunuşuydu paranın… Arap’tı. Bir dudağı yerde bir dudağı gökte, dev bir Arap… Yani para… Çok para… Haraptı geride kalanın hali. Yüreciği yara… Çok yara…
Arap çıkıyordu okşanan lambadan. Bir dudağı yerde bir dudağı gökte, koskoca bir devdi! “Emret sahip!” diyordu, her şeyi anında yapıyordu! Yiyecekti, içecekti, mal mülktü, paraydı puldu, evdi… Lambaya sahip olan her şeyi buldu. Arap, yani para her şeyi yapıyordu. Adamın adı… Demeyeceğim! Anmayacağım! Adı batasıca!.. Alaaddin değildi şüphesiz ama cini Arap, namı diğer paraydı. Padişahın kızını bile alır getirirdi. Göz açıp kapayıncaya kadar bir saray inşa eder, bitirirdi. Öyle maharetliydi ki! Elinden her iş gelirdi!
Arap, tersinden okunduğunda para oluyordu. Aşk dokunduğunda yürek yara oluyordu. Eninde sonunda ara oluyordu. Sıtma oluyordu, sara oluyordu! Nöbetler oluyordu, dayanılamıyordu!.. O kadar yanılıyordu ki daha da yanılamıyordu!
Öyle bir ıstıraptı ki dayanılamıyordu!..
Serseri Âşık"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 471
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.