KİVREM ÇİÇEK GİBİSİN, SİCİLİME KANAT TAKSAN UÇAR
DENEMELER...
ölmüş biri için mahalle çocuklarının ölü ölmüş demelerinden bilirdik ki yine bir cenaze var.
ilk ölünün ayakları ve çenesi nasıl bağlanır o zaman görmüştüm.
duyup ta erkenden taziyeye gelenler hep yaşlılar olurlardı saladan duyduk derlerdi.
anlamlaştırmaya çabalardım.
ölü
bağlanan çene, ayak
ve sala
ölünün evinin önüne konulmuş sandalyelerde, okunacak kuranı dinlemek isteyen oturanlar arasında nedense gençler yok.
neden ölüleri erken gömmek isterler biliyor musun?
kalınca fazla pis kokarda ondan diyor rahmi ağbinin arkadaşı sarı sabit.
zamanı kimse durduramıyormuş meğer
büyümek
bayramda yeni alınan bir elbise gibi, gıcır gıcır
sene 78 de tanışmıştım rakıyla sonra sarhoşluğun adı konulan kusmasıyla
askere yolcu ediyorduk bizden yaşça büyük bir arkadaşı, tekel sigara fabrikasında çalışan babası masalar kurmuştu.
üstünde şarap bira rakı. rakıydı tercihim
herif içkisi
babası gençleri baş başa bırakıp evin bir odasına çekilirken
peygamber ocağı diyordu
oğlunu yolcu edeceği yer için
teypte hep arabesk şarkılar çalıyordu davul zurnacı dinlenmek için ara verdiği zaman.
teşrifatçı izzette içimizdeydi
kışlık konak sinemasında çalışırdı
bir gün sinemaya "oya aydoğan" gelmişti perdenin önüne çıkarken düşme tehlikesi yaşamıştı
izzet tutmuştu onu kıskanmıştık hergeleyi
oya yı kucakladı ya
arkadaşımızdan mektup gelmişti.
gizli çekildiği belli olan siyah beyaz bir fotoğraf
saçlar kesik teybin önüne de yavuklusunu siyah önlüklü resmi
hasret kokuyor bakışları
lisedeyken birazda çekinirdik polisten
bir kız arkadaşla konuşurken görülüpte
lümpen damgası yemekten
duvar gazetesine seni seviyorum yazmaktan.
erkekler tuvaletinde seni seviyorum yazılarının yerini
tek yol devrim alırken
sakıncalı bulunurduk okul disiplin kuruluna giderken.
okula kitap defter götürmemekten geçiyordu solculuğumuz
sonra öğretmenlere diklenmekten, sıraya girmemek için bahaneler bulmaktan geçiyordu.
bir gün edebiyat öğretmenimiz sormuştu çocuklar okulun kapısının girişinde
atatürk büstünün altında ne yazıyor
bütün sınıf bilememişti
bu nasıl işti!
işte demişti bakmakla görmek arasındaki fark
okul kantininde dürüm satılırdı.
kebapçı, dürüm isteyen kız öğrencilere sorardı
soğanda koyum mu
parlak mustafa atılırdı
bana koyma
senin ne demek istediğini anladık der gibi başımızla tasdik ederdik
aynen
taş köprüden atlayıp intihar eden genç bir kızın
çantasından çıkan yazıyı yazıyordu gazeteler
kirvem çiçek gibisin
kaçak içilen sigara dumanının rengini alırken tuvaletteki yazılar
arkadaşlarımızdan biri içeri düşmüştü.
ne zaman çıkar
ondan dinlemek isterdik içeride geçirdiği süreyi
içimizden gizlice
keşke bende düşsem
adanayı anlatıyordum askerde samimi olduğum tertipime
oda bana arhaviyi
ben turuncudan, beyazdan bahsederken o da bana anlatıyordu yeşili ve maviyi.
ufaktan kızmıştım kendime neden karpuzun kırmızısını anlatmadım diye.
rasim geliyor aklıma ah salak rasim
hıyar
ne âlemi vardı seni teşhis etmeye çalışan kadına
küfür edip
beni nasıl tanıyabilirsin bi kere o anda benim yüzümde kar maskesi vardı demenin
her şey lehineyken soyulan kuyumcu bile seni tanıyamazken
ben kimsenin günahına giremem soyguncunun yüzü maskeliydi derken
komiser bile seni korumaya çalışırken
iyi bak kızım bumuydu
bak yanlış bir teşhisin çok şeylere mal olur
kim açlıktan ölmüş be ne âlemi vardı dayanamayıp kuyumcu soymanın
salak rasim
çık şimdi çıkabilirsen genç olarak içerden.
eyvah hafızamda bana tavır aldı. unutkanlık başladı kayıt yok.
kaçıyor arap atı gibi sallayarak başını
titreyen ellerime bakıyorum hohlanıyorum.
zamanı durduramıyorum gürül gürül akmakta
asmalarda üzüm olmamış koruklar ekşi ekşi üzüm olmayı bekler
oramızı bile terleten sıcak çabuk git beeee
gölge bir yerde oturuyorum üşümenin zamanı daha var
ama özlemiyor da değilim hani
yok, ağa kış bize göre değil diyenler aklıma geliyor
terliyorum ensem yapış yapış
buz gibi şeyler istiyor canım, soğuk şişeyi dikiyorum ağzıma
içim de bir cooz sesi.
sabahın ilk ışıkları çin ordusu gibi üstüme geliyor
küçük saat, büyük saat, mestan hamamı, taşköprü.
gelebicin kokuyor seyhan nehri.
her içtiğinde
bu gece sarhoşluğun adı konulacak diyordu rahmi ağbi.
etraftan berduş diyorlardı ona koltuğunda sinekli şarap.
bedeni kırılacak eski bir pencerede cam parçası gibi
düğünlerin baş halaycısı.
nerden geldiği belli olmayan bir arabesk şarkı insanı hüzünlendiriyor.
kebapçıda soğan kokusu.
gölgem sanki beni elliyor
terbiyesiz
asker yolcu ediliyor
en büyük asker bizim asker
kentin en işlek yerinde pamuğun kozasını çatlatan bir sıcak.
biraz hızlı yürüyor amele recep
bir iş bulabilirsem diyor bir çay söyleyip içerken
göz gezdiriyor iş ilanlarına esnaflar kahvesinde.
adamın biri oturuyor yan masada
oğlum
diye sesleniyor garsona
bir çay daha getir deminki gibi olmasın haa
dönüyor bakıyor recep ne diyor lan bu ölgün bakışlarıyla
anlatıyor kendini dinleyen birine göt göbek yerinde
ne diyordum haa efendime söyleyim
pahallılık diyorlar zam istiyorlar
lan ne doyumsuz bunlar dağı versen yine doymaz bunlar
öksürürken çıkardığı balgamı yere tükürüyor
ayakkabısının tabanıyla güya siliyor.
yan masada arkadaşına kısık bir sesle söyleneni kulağım duyuyor
topa bak biz ne derdindeyiz o ne derdinde dönüyor konuşuyor
sat lan diyor belli porno kasetten bahis
sat lan avratmı satıyorsun
ilk günlerce siftah yapamayan esnaftan geliyordu şikâyet.
biri bile getirip vermiyor ki borcunu
öte tarafta göz okşayan vitrini olan lüks mağazada elit müşteriler
ee gardaş diyordu tornacı ünal
nasılsın
sana dediydim
dinlemedin ki
5. kattan atılan çöp poşeti önüme düşmüşken sahibini ara ki bulasın
ne satıyorsun diyor bitpazarındaki esnafa bir alıcı,
dünya malı diyor esnaf
dünya malı dünyada kalır
bana ver ben bırakırım
giderken
diyor esnafa
ama esnaf vermiyor
KENAN CAN YOLDAŞLAR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.