- 508 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
can bağımı bana bırak
Giderek bir mahalleye dönüşen site ve gökdelenlerde, kırk daireli beş katlı apartmanlarda yaşayanların bırakın birbirlerini az çok tanıyor olmalarını asansörlerde karşılaşmaları bile mümkün olamıyor artık.
Şimdi kalkıp birbirlerine akrabadan çok daha yakın olan o eski mahalle komşuluklarından söz edecek değilim. Biliyorum ki hemen herkesin o günlere dair unutamadıkları sımsıcak pek çok anıları vardır.
Ev alma komşu al.
Komşu komşunun külüne muhtaç.
Hatta olası can sıkıcı bir komşunun varlığında bile bir hayır bir yarar olduğunu ifade eden sözü hepimiz biliriz.
Kötü komşu insanı mal sahibi yapar.
Şimdilerde ise bu harika güzelliklerin yerini insanların gündüzleri ellerinden geceleri yatağının başucundan eksik etmediği ‘cep telefonları’ aldı.
Görgüsüzlüğün bencilliğin zirveye ulaştığı toplumumuzda,telefonuna dalıp kendini kaybedenlerin arasında, çocuğunu otobüste unutan anne mi ararsınız, selfie çekmek isterken denize düşeni mi, trafiğin en yoğun olduğu ana yolda aheste aheste yürüyenini mi, uzun yolculuklarda özel yaşamında olan biten her şeyi yüksek sesle otobüste yayınlayanı mı…
İnsanlar arasındaki bütün bağlar koptu. Aile akraba ilişkileri can çekişir hale geldi. Bu koşullar altında Kan Bağından öte ‘Can Bağı’ ile bağlandığınız insanlar varsa hayatınızda eğer ne mutlu sizlere.
Bir insan başka birine ne verir?
Kendisinden verir; sahip olduğu en değerli şeyden, “yaşamından” verir.
Bu, o kişinin yaşamını diğer insan için feda ettiği anlamına gelmez aksine kendi içinde yaşattıklarından veriyordur;
Sevinçlerinden, ilgi duyduğu şeylerden, anlayışından, bilgisinden, mizahından, üzüntüsünden- içinde canlı olan her şeyden.
Ve bazen bir şeyler vermek için bir bakış bile yetebilir.
Bayram sabahının oldukça erken saatiydi.
Üç kişiydiler mezarın başında. Kadın elindeki dua kitabını okuyordu küçük sesle. Bir erkekle 8-10 yaşlarında gibi görünen bir çocuk da kadının arkasında durmuşlardı yan yana.
Sessiz adımlarla aynı kabre doğru ilerledim. Kendi aile kabristanımızla birlikte onu da ziyaret edecektim çünkü.
Kadın başını kitaptan kaldırmadan göz ucuyla baktı. Adam başını hafifçe eğerek selamladı. Çocuk içtenlikle gülümsedi.
Okuma bittiğinde üçü de kadınla birlikte ellerini açıp dualarını ettiler içlerinden.
“Merhaba. Ben rahmetlinin uzaktan bir akrabasıyım. Sizler..?” dedim bir an duraksayarak ve sürdürdüm konuşmamı ardından. “Oldukça geniş bir akraba topluluğumuz var ama ne yazık ki ilişkilerimiz yok denecek kadar zayıf. Hiç görüşemez olduk.” derken yüzümü ince bir keder dalgasının yalayıp geçtiğini hissettim. Aynı anda onların yüzlerine düşen hüzün gölgelerini de fark ettim.
“Öyle ki yıllardır hiç karşılaşmadığım, karşılaşsam da birbirimizi tanıyamayacağımızı düşündüğüm yakınlarım var. Sizler de belki...”
“Yok. Biz rahmetliyle akraba değiliz” dedi kadın sıcak bir tebessümle.
“Akraba değiliz ama akrabadan da öteyiz. Kan bağımız yok belki ama can bağımız var onunla bizim. Can bağımız!”
Bunları söylerken kutsal bir hazineyi kutsarcasına okşuyordu kabrin toprağını adam.
“Bizi o evlendirdi. Daha nicelerine babalık etti.
O Yetiştirme Yurdunun yalnız müdürü değil gerçek babasıydı. Hepimiz onu baba bilirdik.
Evlendikten sonra bir zaman İstanbul’da kaldık. Daha sonra beyime İzmir’de iyi bir iş imkanı çıktı. Oraya taşındık. Bizi hiç unutmadı. Aradı sordu her zaman. Benim burada kimsem yok. Beyimin de birkaç akrabası var o kadar” dedi kadın kocasının sözlerinin ardından.
“İstanbul’a geldikçe önce buraya uğrarız. Bu sefer sırf onu ziyaret için geldik. Bugün onun ölüm yıldönümü. Kabristan ne kadar kalabalıklaşmış böyle. İç içe geçmiş mezarlar. Bulmakta güçlük çektik.” dedi adam.
“Oldukça erken indik otobüsten. Neyse ki yollar kalabalık değildi” dedi kadın iyimser bir tavırla.
“Buradan doğruca bize gideriz. Evim buraya çok yakın. Hem biraz dinlenirsiniz hem oturur konuşuruz” dedim büyük sevinç ve içtenlikle.
“Ne iyi olurdu sizinle onu konuşmak. Ama bu akşam yolcuyuz. Bir günlüğüne izin alabildi işinden” dedi kadın kocasına sevgiyle bakarak.
“Bir iki akraba ziyareti yapacağız hazır gelmişken. Bahçelievler’de oturuyorlar. Bu trafikte ancak kapıdan uğrayabileceğiz gibime geliyor.” dedi adam kolundaki saate bakarak.
“Hiç olmazsa bir sabah kahvaltısı yapalım birlikte. Hem bu küçük bey de biraz uyur, dinlenir. Öyle değil mi canikom” dedim bu sevimli güleç yüzlü çocuğun başını okşarken. Gülümsedi çocuk biraz mahcup. Başını salladı heyecanla.
“Sağ olun var olun. Ama akrabaların haberi var. Onlar da bekliyorlardır şimdi.” dedi adam.
“Söz. Bir daha ki gelişimizde doğrudan doğruya size ineriz” dedi kadın sevgi dolu gözleriyle gözlerimin içine bakarak.
Ev adresimi ve telefon numaramı verdm. Onlar da bana. Birlikte çıktık Karacaahmet Kabristanı’ ndan.
Çıkışta ayrı yönlere doğru ilerledik ayrı ayrı.
Uzun konuşamamıştık fakat farklı yönlere de gidilse aynı güzellikleri duyguları insani değerleri paylaşan insanların bir gün mutlaka bir yerlerde yollarının yeniden kesişeceğine inanıyordum.
Ne demişti adam?
Can bağı! Kan bağı değil!
Evet dedim kendi kendine konuşur gibi. Nice kan bağından olanlar var ki can düşmanı gibidirler. Nice can bağından olanlar var ki canını vermek istersen bir nefeslik de olsa fazla yaşasın diye.
Bazen yakınlar nasıl da yabancı yabancılar nasıl da yakın oluyorlardı birbirlerine ansızın.
(Bu bayramı can bağıyla bağlı olduğum manevi kızım Firdevs ’le geçirdim. Onunla çocuklaştım yaşımı ve yaşadığım hüzünleri içime gömüp.)