GEÇMİŞ OLSUN
(NEREDEN NEREYE GELDİK, NE KAZANDIK NE KAYBETTİK)
Anadolu’da lakaplar isimden önce verilirdi, çocuğun marifetine göre. Osmanlıdan da öte Türklerin göçebe hayatından kalma bir gelenek olsa gerek. Muhtemelen tarlada tapanda çalışan halk en uygun ismi verme anını gözlüyordu. Çoğu analar çocuğunun ne zaman emeklemeye başladığını bile fark etmeden çocukları ayaklanıveriyordu. O sanıyordu ki; bebek beşiğinde, höllüğün içinde, mışıl mışıl uyuyor. Oysa aslan parçasının adı çoktan konmuş nerdeyse toyu vuruluyor… Bir müjdedir; verilmek üzere anaya, ona ulaşmadan daha dağ taş ahali duyuyor;
_ Fadimeana! Fadimeana! Senin oğlan KÜLCÜ olmuş.
Ne ummuyor, ana yüreği ne buluyor. Şaşkın şaşkın bakakalıyor müjdeciye. Gerçek adı konulana kadar bu adla kalacak öyle mi? Hatta gerçek adla anılmayıp bu ad bir de üzerine yapışıverirse ömrü billah gerçek addan önce gelecek. Susuyor soramıyor. Sormaya fırsat vermemiş müjdeci, açıklama yapıyor nefes nefese kalmış haliyle; nerden buluyorsa o kadar nefesi? Makinalı tüfeği atar gibi tar tar tar tar bir çırpıda bitiveriyor anlatılacaklar…
Öyle ya köyde kirazı kulaklarına taka taka yiyen çocuğun adı KÜPELİ, Bağıra bağıra konuşanın BOR BOR, cüce, çelimsiz olanın ÇÖRDÜK, çok yiyenin lakabı DOYMAZ Hasan değil mi? Küle bulananın da adı KÜLCÜ olacak elbet şaşılacak ne var?
İçten içe kendine soruyor; bu çocuk ne zaman büyüdü de emeklemeye başladı ki küllüğe gitsin, evde gören ilk büyük( baba, amca, dayı, nine) de bu adı versin.? Allah Allah! Olacak şey değil, diyor ama bereket yanmamış diye teselli buluyor ana yüreğinde…
Şimdi ismimiz konuyor hemen… Moda neyse ona uyuluyor, revaçta ne varsa ona tapılıyor adeta. Konulan ismi idrak etmeden yaşayıp gidiyoruz. Gerek duymuyoruz sorular sormaya! Nedendir? Niçindir? Ne demektir? Nasıldır? Umurumuzda değil! Başımızı kaldırmadan geçiştirici cevaplar buluyoruz ayağımıza kadar hizmet getiren anamıza bile.. Şimdinin modası bu! Öyle ya çok meşgulüz! Teknoloji ilerlemiş, başından ayrılamıyoruz...
Dün tarlada çalışanların hayaliydi okuyup adam olmak! Köyün sefilliğinden, toprağa köleliğinden kurtulmaktı en büyük dertleri. Kölelikler boyut değiştirdi, zaman ve mekân değiştirdi. Üstelikte çoğalarak, hızla yayılarak ne yazık ki! Adı hep aynı kaldı KÖLELİK! Kimse farkında değil.
Hayalleri vardı Fadimeana’nın..Hiç tasalanmadı bile, canı sağ olsun yeter dedi, bir bir sıraladı hayallerini ( eşinin, dostunun, tüm köylünün de hayalleri bunlardı adı gibi emin) içten içe…
_ Ne olurdu sanki? Bir makina çıksa da şu karabasandan kurtulsak,
_ Ne olurdu sanki? Nohut oda bakla sofa da olsa, kendi evim olsa, çocuğumun başında dursam, emeklediğine, yürüdüğüne, ilk ‘’ANNE’’, ‘’BABA’’ deyişine şahit olsam,
_Ne olurdu sanki? Şu yollar yapılsa da her gün şehire insem; ( Dağ tepelerinin ardında yurt yuva kuranlar, kışın kar bastırınca yılın ilk altı ayı hasret kalır şehir bildikleri küçük ilçenin her bir şeyine, özellikle de fırından çıkmış puf puf somun ekmeğine)
_Ne olurdu sanki? Elektrik oluverse evlerinde. Şehirlilerin evlerini süsleyen yıldızlar gibi ne hoş parlıyor o ışık da kör olmayası en zfiri gecede bile…( Ortanca kızı Işık’ın adını sırf bu yüzden zor bela ikna ede ede büyüklerini koymadı mı zaten.. Bir tek ona geçti hükmü diğerleri lakaplı bu değil çok şükür )
_ Ne olurdu; su için sırtında tıkırı, elinde bakracı ile yarım saat gidişi, yarım saat gelişi, sıra beklemesi de en az bir saat süren köy çeşmesine gitmesi olmayıverse… Düğmeyi çevirince akıveren o sular bizim evlerimize de geliverse,
_ Ne olurdu geceleri ilk akşamdan yatacağımıza(Köylü insanın gün doğmadan kalkmasının sırrı gün iyice battıktan hemen sonra yatmasındadır, lüküs lambası, gazı olan nadir köylü evlerinde geç yatılır, o da çok nadir…misafirden, misafire…hizmet bitip tükenmez köylü evinde misafire hürmet, yedirmek içirmek nam saldırır, her yaptığı şerefine şanına…) çekirdek ailesiyle çekirdek çıtlayarak aylak aylak dolansa, kah o kanepeye kah bu kanepeye uzansa, televizyon karşısında kaygısız, kasavetsiz uyuyakalsa;
Tek hayali çocuklarının geleceği olsa, tek derdi ise ölüm, onlarda olsun varsın nasılsa herkesin başına gelecekse denmez ki buna zulüm.
Ne olurdu… Ne olurdu… Ne olurdu…
O ki ALLAH, her şeye gücü yetendir, işitendir, kime ne murat ederse onu verendir.
1_ Önce Patoz geldi sonra döver biçer:
Düven, karasaban tarihe karıştı bir at bir eşek yeter oldu bir de sağılı iki inek her eve..’’Öküz öldü mertlik bozuldu’’ İnsana da hayvana da ihtiyaç kalmadı. Nicedir kalplerini şehir sevdası sarmış olanlar vardı, onlara da fırsat doğdu böylece…
Köyden bıkanı şehir aldı…
Hayretler içerisindeyim oysa şimdi. Dünkü özlemlerim geleceğimi zehirledi. Etrafımdaki herkes kaybettiklerinin peşinde… Organik yaşam ve organik gıda adına tüm kaybettiklerimizi ilk bulduğumuz yere doğru yolcuyuz her ne hikmetse… Ne Allah’ın tokadına karşı durulur ne de O’nun hikmetinden hesap sorulur, bu böyle biline… Somundan bıkıp mis gibi doğal karabuğday unlu yufkaya bile hasret kaldıysan, zamanında kim bilir ne dedin hatırla da vur diline…
Şehirde her şey hazırdı. Git pazara al, git markete al. Kartın varsa hiç hesap etme… Yavaş yavaş ipin çekilir fark edemezsin, ama öyle ama böyle nasıl olsa ödersin bir şekilde her yol açık! Kampanyalar, reklamlar, hep senin için var ya zaten bulursun bir yolunu nasılsa. Şehirde imkân çooook, köylük yer gibi kıtlık yooook… Hem köyde reçberlikte çalışan insan şehirde aç kalır mı? Tırnağıyla toprağı kazıya kazıya gelmiş bu yaşa, ne iş olsa yapar nasılsa.
Yüklendikçe yüklenir; şehirli, paralı kodamanlar, köylü adamın omuzlarına… Köylü gocunmaz… Babasının emir uşağı olmaktan yeğdir, elin emir uşağı olmak güya! Şehrin ne çilesi varsa göğüsleyecek, kendi okumadıysa çocuklarını okutacaktır hayal bu ya…
Diğer yandan dişini tırnağına takar, saçını süpürge eder çocukları için evde analar da… Tek emir veren kocasıdır, o çoktan razı buna gönülden… Onu hayallerine kavuşturan eri ne der ise emir telakki eder yapmaya koyulur aniden.( Anadolu terbiyesi almış analarımızdı onlar, şimdi eser yok o itaatten, ekonomik gücü geliştikçe çığırdan çıkmış gibi herkes görerek birbirinden)Emir de emir olsa hiç yüksünmez ki o zaten… Okuyan çocuğa köle olmaktan, hele de çocuk kendi çocuğu ise o gönüllü zaten böyle köleliğe dünden… Ne demişti eşi sahiden;
_ onlar okuyacak, gerekirse sen evde, ben dışarda onların kölesi olacağız hanım.
Anaların evlatlarına köleliği; ergenlikte, üniversitede, evlenirken ve hatta evlendikten sonra da devam eder.(ergenlikte okuyor diye, üniversitede hem okuyor hem gurbette diye, evlendiğinde maddi destek gerek diye, evlendikten sonra torun bakarak _başka kimseye güvenemem anne_ dedi diye)
Bilgisayar başındaki çocuğun önüne yemek getirir anne… Dışarda kötü arkadaş edineceğine gözümün önünde dursun, bir zarar gelmesin yeter ki ona, tek yanımda olsun ben onun seve seve kölesi olurum… Asıl her an her saat her saniye kul olmamız gereken ‘’O’’ iken, üstelikte hiç bitip tükenmeyen, gelip geçmeyen, yegâne güç O’nda iken, dün de bugün de yarında ezelden beri ebede kadar yanımızda olan VAR iken gelip- geçiciye, gidip- gelmeyene, silip- sevmeyene, hiçbir şeye gücü yetmeyene bu kadar tamah neden?
Çamaşır makinasının bile yeni yeni çıktığı, genelde zengin evlerini süsleyen bir zamanda koskoca üniversiteli kızına ‘’çamaşırlarını sen yıkama getir ben yıkarım’’ diyen anneler, çocuklarını bilgisayara mahkum yetiştiren annelere bıraktı yerini…ayaklarına yemek götürüyor, çocuğun o bilgisayardan başını kaldırıp da bir ‘’ sağ ol anne ‘’ demeyeceğini bile bile..
Ekonomisi düzeldi, tarlaya tapana, düvene sabana kul olmaktan kurtuldu, çocuklarına kul oldu anneler…
ASIL KUL OLMAMIZ GEREKENİ UNUTARAK KÜL OLDUK AYAKLARININ ALTINA KUL OLDUKLARIMIZIN. HÜRRİYETİ KAYBETTİK! GEÇMİŞ OLSUN.
2- Okuduk adam olduk sandık, ekonomimiz düzelir düzelmez önce yuvaları ayırdık, anadan babadan. Bir zamanlar nohut oda bakla sofa ev idi hayalimiz, şimdi kirlenmesin diye kapılar kilitli odalar dolu evlerimiz… Gelseler bir dert, gelmeseler bin dert. Çocuklara her birine tahsis edilen odalara yerleşseler torunlar homurdanır, salonlara yerleşseler kocalar ve ya kadınlar homurdanır ‘’başka misafir alamaz olduk’’ diye…Sığamazlar bir türlü hiçbir yere..ondan daha da önemlisi gün boyunca okuldan gelmesi beklenen torunlar eve gelir gelmez çekilir köşelerine(odalarına)…odaları doluysa da uzanıp ta şöyle boylu boyunca kanepeye izleyemezler televizyonlarını doyunca…anne mutfakta öğün telaşındayken, damat gazeteyi kapatmış yüzüne gömülmüş çoktan maç skorları dahil taziye ilanlarına varana kadar ki yazı dizisine…Kültürlü adam öyle ya! Kendini geliştirmesi lazım.. İşine karışılmaz… Aşına karışılmaz… Şekeri, tansiyonu olan yaşlılar çok umurunda değildir onun yemeğinin tadı tuzu yerinde olmalıdır... Yüzümüze baka baka hasret yaşarlar büyüklerimiz aynı evin içinde bizlere…Kendilerini fazlalık hissederler ziyadesiyle…Memleket özlemi çekerler daha ilk geldikleri günden itibaren.. Sırça köşklerimize sığmaz olur ebeveynlerimiz… Bayramdan bayrama bile zül gelir ziyaretlerimiz. Teselli babında, hep telefonun diğer ucundan ulaşıyor onlara seslerimiz…’’Canın sağ olsun diyorlar sadece, canınız sağ olsun’’
ANAYI, BABAYI, ATAYI KAYBETTİK! GEÇMİŞ OLSUN.
3-Yollar yapıldı köylerimize sonra, şehire daha sık gittik, şehirliye özentimiz arttı. …Köyün adetini, geleneğini, töresini bir bir unuttuk.. Ne de çabuk haşir neşir olduk, şehirli akbaba tüccar dostlarımızla.. İlk zamanlar atlarla olan yolculuğumuz traktöre bıraktı yerini. Her traktörün arkasında patoz aleti olmazsa olmazımız haline geldi… Devir öyle bir devir oldu ki parayı verenin düdüğü çaldığı, vermeyenin karasabanı omuzlayıp, züğürt kaldığı devirlerden geçtik. Para kazandık böylece… Köylü köylünün kanını emercesine… Yoksa parası ürüne ortak olduk, kendimizden geçercesine… Öyle ya fazla mal göz çıkarmaz; yeteri kadarını eve bırakır, kalanını şehirdeki pazara götürürüm, üçü, beş yapar kâr ederim derdine düştük. Ekonomimiz düzeldikçe, para parayı çeker muhabbetine koyulduk kahvehane köşelerinde akbaba dostlarımızla… Fakir masaların iştahını kabarttık, onları daha da hırslandırdık paraya pula karşı… Kazara yanı başımızdan geçse bir fakir köylümüz başımızı çevirip görmezlikten geldik… Borcu bile bize geri verebilecek adamı seçtik te verdik!
Komşu açken biz nasıl tok yatarız demedik, her gün eve somun getirirken gururlandık zenginlik belirtisi dedik!!!…Sabah evimizden çıkarken eşiğimize bıraktığımız çöpü bile atmak ar geldi, sırça köşk dediğimiz bol odalı evlerimizi beğenmedik, Akıllı binaları olan havuzlu, konforlu, kapıcılı, bahçıvanlı sitelere yerleştik…Doymadık gene de, rezidans hayalleri kurduk….Hep bence, bencelikler sardı dilimizi, öncelikler kendimize, incelikler kendimize olsun istedik Şehirlinin yaşam tarzını örnek aldık.’’Birlikten kuvvet doğar’’ atasözünü tarihe gömdük köy hayatında
İMECEYİ KAYBETTİK, VİCDANIMIZI KAHVEHANE KÖŞELERİNDE BIRAKIRKEN,
AHLAKIMIZI KAYBETTİK, VİLLALARA SIĞMAYIP REZİDANSLARA YERLEŞİRKEN.
GEÇMİŞ OLSUN.
4-Gökteki yıldızlar gibi parlıyor köyde kalanların ev ışıkları şimdi zifiri karanlıkta. Hâlâ onlar şehirli insanların görebileceği en uzak dağlarda… Şehirli oturduğu yerden gözlerini dikmiş bakıyor dağlara, anlaşılan planları var o dağların yamaçlarında… Ekonomisi gittikçe gürbüzleşen kodaman şehirli, güya özlem duyuyor o dağlara… Cılız cılız yanıp sönen, ışık mı değil mi belli olmayan her bir hane ile hesapları var oysa… Bir taraftan avuçlarını kaşıyor diğer taraftan pis pis sırıtıyor;
-Nasıl olsa bir zamanlar kendi gördüğü gibi parlak köylerdeki saflar için de şehrin ışıkları hâlâ..
Kendi üzerlerine kurulan plandan habersiz köylüm, evine giren teknolojinin nimetlerinden faydalanıyor güya; bir elinde çekirdeği, diğer elinde çayı maç izliyor cam ekrandaki sahalarda. Anaların sesi çıkmıyor gece, fırsat bulursa gündüz izler, birkaç eğlence, biraz Brezilya, biraz Hint, biraz da Türk dizisi, biraz magazin, biraz stil, birazda evlilik programı kendince… O da mutluluğa erecek, onun da gözyaşı dinecek, Hanife evlenince!!!
Okul yapılamayan köylere elektrik gelince, televizyon eğitti yurdum insanını mektepten, muallimden önce! Bu alışkanlık hâlâ devam ediyor üstelik dizginlenemiyor ne hikmetse!
Oysa şehirli kodaman çok geçmeyecek alacak damlarını ellerinden onların. Ekonomisi iyileşecek güya şehre hasret zavallıların. Tepelerine yıkılırken damları avuçları, cepleri dolacak banknotlarla. Oda dalacak şehirli kodaman olma sevdasına…
Ekonomik ranta kurban giden yemyeşil dağlarıma lüksün de lüksü dev villalar dikilecek uydudan görülesiye… Bir de; yolunu yapacak, lüks villaların lüks cipleri rahat rahat evine geçsin diye onlarca orman kel kalacak…
KENDİMİZİ KAYBETTİK GEÇMİŞ OLSUN.
5-‘’ Su geldi yaşasın! Şimdiye kadar erkeklerin yükünü kaldırdı devlet hep, şimdi sıra bizde. Oh be!’’ diyor köylü kadınlar…
Su rahatlık,
su bolluk,
su en büyük eziyetten kurtuluş,
su hayat,
su rahmet.
Susuzluk çocukken sırtın kamburlaşmasına sebep olan illet.
Çevirdi düğmeyi anam;
_ ohhh! Çok şükür Rabbime. Büyük bir kamburdan kurtulduk, dedi.
En çok buna sevindim bende, ama kıymetini bilemedik gene de. Har vurup harman savurduk çoğu zaman. Su; su gibi akıp gitti boşu boşuna çoğu zaman. Hiç susuz kalmamış gibi kullandık. Susuz kalan memleketleri unuttuk, kamburlarımızı unuttuğumuz gibi.
BÜYÜK RAHMETİ KAYBETTİK, GEÇMİŞ OLSUN.
6- Yaz boyu karıncalar gibi çalışıp, ambara bakliyat koymaktan, tereyağı, yumurta, kavurma eti ahşap tavandan sallandırılan bakraçlarda saklamaktan kurtulduk, evlerimize buzdolabı gireli. Hatta babalarımızı, analarımızı sığdıramadığımız evlerimizin bir odasını kiler yaptık. O da yetmedi mutfağa bir buzdolabı daha aldık. Adı: NO FROST! Bakın dilimiz bile değişti. Derin Dondurucuymuş anlamı! İlginç! Bu da her an el altında olmalı, tıka basa doldurulmalı. Derinden hissettirmeden dolmalı! Kurbandan kurbana yetirdik etleri, Öyle ya ne kadar zengin olsak da ekonomi yapmalı! Konu komşunun, öksüz yetimin, fakirin fukaranın, payını azalttık, bazen onlara bile kalmadı. Ekonomik hayatımız iyileştikçe kalbimiz hastalandı, zihnimiz bulandı. Alım gücümüz arttı ahlâkımız çöktü.
Bir zamanlar kurtulmak için dua ettiğimiz köy hayatına şimdi kavuşmak için çaba sarf ediyoruz. Gırtlağımıza kadar GDO ile dolduk, kanserle savaşıyoruz. Tüm kazandıklarımızı artık sağlığımıza harcıyoruz. Üstelik yanı başımızda parayla tuttuğumuz bir hemşire… Evlat Amerika’da, İngiltere’de mastır yapıyor!
Şimdi ise ölmeden bir dikili ağacım olsun derdindeyiz, villalarımızı yaparken kestiğimiz ağaçlardan özür dilercesine…’’Bir fidan bir insan’’ kampanyalarına katılıyoruz, elimizde pankartlarla… Her fırsatta yollara düşecek bahaneler arıyoruz... En etkili bahane ormanlarımız diyoruz, bir tek ağaç kesilmesine dahi müsaade etmiyoruz güya… Gençlerimizi oyuna getirenlerle bir olup beraber yürüyoruz! Hesap sormuyoruz! Neden? Niçin? Diyemiyoruz… Donuyoruz.
Derin dondurucudaki kışlık erzakla beraber donduruyoruz kalplerimizi.
MİLLİ ŞUURU KAYBETTİK GEÇMİŞ OLSUN
Şimdi kaybettiklerimizi ilk bulduğumuz yerlere yolculuk telaşı içerisindeyiz.
NE UMMUŞTUK, NE BULDUK! DONDUK VESSELAM GEÇMİŞ OLSUN.
Alım gücü arttıkça, dondu kalpteki iman,
Zekât, sadaka, fitre, beyinde fikir ziyan.
ÜLKÜ KARA
10 HAZİRAN 2017
BURSA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.