- 373 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Müzmin Bekâr Almancı Tahir Emmi
Tahir emmi Almanya’dan emekli olmuş ve bizim muhite taşınmıştı. Kısa sürede muhitimizin hemen her berberi, kahvesi ve bilumum bakkal ve manavlarının tanıdığı bir sima olmuştu. Tanıdık dedikse her gittiği esnaftan sevabına kendisini baş göz edecek münasip bir hatun bulmaları isteği herkesin dilindeydi.
’Yok mu şöyle etrafınızda eli yüzü düzgün, helal süt emmiş bir hatun everin beni’ diyerekten Gözlükçü Ender’e musallat olmuştu. Tahir emmi köşeden her gözükmesinde Ender’i hafakanlar basıyor, suratı düşüyordu. ’Geldi yine gavat, başıma bela olacak’ diyordu.
Tahir emmi, 60 yaşlarında olmasına rağmen gayet dinç görünüyordu. Akranı emeklilere göre gayet bakımlı ve üstü başı temiz fiyakalı tipik bir Almancı emeklisi. Kim bu? Diye sorduğumda Ender anlatmaya başladı.
Söylediklerine göre başından beş evlilik geçmiş. Hanımlarının beşi de her ne hikmetse vefat edince yeniden münasip birini bulup evlenmiş. Beşinci hatun da tahtalıköye, pardon ahrete intikal edince bizimkisi yeniden ’şık’ kıyafetlerini giyip ortaya düşmüş. Ortaya düşmüş düşmesine de nereden bulacak altıncı şanslı(!) talibi. Herkes biliyor ki bunla evlenen çok geçmeden geçmişine kavuşuyor ağız tadıyla bir on yıl bile sefa süremiyor.
Kim demişse demiş ’git Ender’in yanına onu tanıdıkları çok, seni everir...’ demişler. Şerefsizlerin derdi benimle dalga geçip ihtiyarı başlarından atmak.
Neyse abi çıktı geldi bir gün. Selam verip oturdu dükkâna. Bende müşteri sanıp hoş beş ederken garson içeri girdi. Amca çay içer misin? Dedim. Demez olaydım. O oldu, o gün bugün dükkânın müdavimi. Sabahtan akşama kafamı s..kip ütüler. Yok, nasıl Almanya’ya gitmiş, nasıl para biriktirmiş, el gibi har vurup harman savurmadan evdi, dükkândı derken emekli de olunca gelmişmiş memlekete. Memlekete gelince en son hanımı da ölünce yapayalnız bir başına kaldığından tutun da eline bir tas su verecek kimsesi olmamasından yakınıp durarak ’münasip biri yok mu etrafınızda evleneyim. Şöyle son günlerimi bir başıma yaşamaktansa bir çift söz edecek bir sırdaşım olur evlat. Sen de hayır dua alırsın. Kimsesi olmayan ihtiyaç sahibi birisi olursa da daha iyi olur. Varım yoğum onun olur. Evi de üstüne yaparım...’ diye bana gardaş oldu. Gardaş olmadı musallat oldu gavat! Yine aklıma gelince asabım bozuldu. Afedersin abi.
- Ee, sonra nasıl kurtuldun bu gav..t..n, pardon musibetten?
- Tatlıcı Hulusi sayesinde...
- O nasıl oldu?
Tatlıcı Hulusi’yi tanırsın. Fırlamanın önde gideni... Buradaki esnafları parmağına takıp oynatır. Üçkâğıtçılıkta üstüne yok biliyorsun. Ogünlerde de tatlıcının köyde bir su işi olduğunu biliyorum. Köyü de epeyce uzak. Tezgâhı bırakacak bir adam bulabilse hemen köye gidecek. Konuyu bir ona açayım dedim. Aklımı seveyim iyi ki de söylemişim.
’Ohoo! O işten kolay ne var, ben hallederim’ deyince ben de aman gözünü seveyim ne yap ne et beni kurtar. Ondan sonra benden ne istersen iste dedim.
- Dur ben muhtara bir telefon edeyim, köyde ise Tahir emmiyi taksiye atar bizim köye götürürüz.
- Oğlum elin adamını köye götürüp dövdürmeyesin, senin işin belli olmaz.
’Yok, yok sen orasını bana bırak’ dedi. Bu sırada muhtarla telefonda konuşuyor.
- Yav muhtarım duydum ki çeşidin kırıkmış. Yavan yaşık yemekten telef oluyor muşsun.
- Sorma hısım, meteliğe kurşun atıyorum. Bu ara boğazımı da ıslatamadım. Aslan sütünü geçtim arpa suyuna bile hasretim...
- Vay muhtarım ya, sen bu hallere düşecek adam mıydın?... Dinle sana ne diyeceğim.
- ...
- Bizim şu Ender yok mu? Buna bir herif dadanmış, sabah akşam dükkandan çıkmıyor.
- Neyi varmış herifin?
- Düz duvara tırmanıyor, abazanlık tavan yapmış. Para gani. Almancı işte...
- Tam bizlik yani?
- Yav he,he!
- Desene itimiz uludu, getir ben onu bir güzel ağırlayayım. Ev müsait, yengen babası gile gitti. Beraber boğazımızın pasını açarız. Yalnız dolap tam takır, ona göre hazırlıklı gel...
- Yav orasını sen dert etme, kışlık zahireni de aldırmazsam adam değilim...
- Lan oğlum, sen harbi bir şerefsizsin...
- Aman estağfurullah muhtarım sen benden de şerefsizsin... Ben ihtiyarı kafalıyayım, yarın köydeyiz.
- Tamam, bende bizim Bremen mızıkacılarına söyleyeyim onlarda sevabına nasiplensin...
- Elbette canım lafı mı olur, Tahir ağa sağ olsun. İstersen köyün hepsini çağır mevlit okuturuz...
- Tamam, o zaman ben hazırlıklara başlayayım...
Sonra ben, Tahir amca! Dedim. ’Şu karşıdaki tatlıcı var ya, hah işte onların köyde tam senin aradığın özellikte bir kız varmış. Otuz yaşından büyükmüş. Hem de hiç evlenmemiş. Eğer tatlıcıyı ikna edebilirsek senin bu işin olur...’
’De haydi Ender, ne duruyorsun o zaman. Çağır tanışalım...’ deyince Hulusi’ye seslenip ’Reyiz gel çay hazır’ diyerek yanıma çağırdım. Dedim ’bak Hulusi, şu kadar yıllık komşuyuz, sen beni tanırsın ben seni. Şimdiye kadar bir birimize bir yanlışımız olmadı. Aha bu da komşum Tahir amca... Tahir amca Almanya’dan emekli olup mahallemize yerleşti. Hamdolsun epey de varlıklı. Evi, dükkânı, kayısı bahçesi filan var. Tek eksiği var onun da ilacı sende’ dedim.
- Neymiş eksiği, bu kadar varlıklı olan adamın eksiği mi olurmuş...
- Yav anla işte, Tahir amca müzmin bekâr. Şöyle huyu huyuna, boyu boyuna olmasa da helal süt emmiş birisini arayıp durur. Benim de aklıma sen geldin. Bu işi yapsan, yapsan sen yaparsın...
- Yav bu işler hemen he demekle olmaz. Hem ayaküstü konuşulacak şeyler değil. Bizim de kendimize göre bir itibarımız var. Tahir emmi nedir ne değildir. Yol yordam bilir mi, var yemez mi... sonra Hem ben ne desem boş. Kızın babası var, abisi var. Önce onlarla konuşmak lazım usulünce... Birde beni bilirsin, durumum malum. Ha demeyinen kalkıp köye gidemem. Şuradan şura değil ki, git gel bir günlük yol.
- Sen orasını dert etme. Tahir emmi taksici İsmail dayıyı kiralar, bir gün beraberce gider gelirsin...
- Beraber hemen olur mu Ender! Çocuk oyuncağı mı bu... Önce gidip bir yoklama yapmak lazım. Bakalım ailenin rızası olacak mı, tanımadıkları elin adamı...
- O zaman önce sen bir git, konuyu aç. Durumu bir anlat, baktın ki bir sorup soruşturalım veya görelim derlerse Tahir amcayla birlikte o zaman gidersin...
- (Tahir amca) Yeğen haklı Ender. Önce bir gidip konuyu anlatsın. Benden yana kayıtsız ol. Masariflerini ben karşılarım. Paradan yana kaygın olmasın. Taksiciye parayı ben veririm. Hediyelerini de alırım. Eli boş gitmek olmaz...
- Bak gördün mü işi bilen adamı. Sen adamın hasısın Tahir emmi. Bende bu âlemde tatlıcı Hulusi’ysem seni evermeden ölmem anam avradım olsun...
Neyse, tanıştık konuştuk Hulusi’yi köye göndereceğiz. Hulusi Tahir emmiye bir liste verdi. Sen bu erzakları al gel ben de vakit kaybetmeden yola çıkayım dedi. Tahir emmi markete gidince taksici İsmail’i çağırdık. Onun zaten mevzudan haberi var. Hulusi İsmail’le de ayrıca pazarlık yaptı. Tahir emmiden 150 alacaksın yarısı sana yarısı bana diyerek işi sağlama aldı. Taksinin o günkü şartlarda yakacağı 20 lira ya var, ya yok. 75 lira da iyi para, akşama kadar durakta sıra gelecek te iki işe gidecek. İsmail’in canına minnet... Hulusi de zaten köyde işi var, bu iş olmasa cepten gidecek köye.
Az sonra Tahir emmi telefon etti, marketin önüne gelin diye. Hulusi ben şunu getireyim diye markete gidip az sonra ikisi birlikte iki Pazar arabası ağzına kadar dolu erzakla çıkıp geldiler. Malzemeleri taksinin bagaja yerleştirince Hulusi dedi ki ’şimdi bizim oralarda sebze meyve de bulunmaz. Biraz da manavdan bir şeyler almak lazım. Hem damat adayının bonkörlüğünü görsünler ki kafalarında kuşku(!) kalmaya’ diyerek bir eşek yükü de sebze meyve aldırdı Almancıya.
Tahir emminin yüzü gülüyor. Sanki bu iş dünden olup bitmiş gibi. Çıkardı 150 lira da taksi parasını uzattı. Hulusi parayı alıp cebine indirdi elini tekrar Tahir emmiye uzattı.
- 150 kâğıt değil miydi taksi?
- 150...
- Ee
- Yav Tahir emmi sen benimle eyleniyor musun? Ben işi gücü bırakıp gideceğim de, beni kim s..ti, tezgahı kapayacağım. Yevmiyem ne olacak, hem ben muhtara eli boş nasıl gideyim. O gavat aslan sütü olmazsa dünyada kılını kıpırdatmaz. Rüşvetçi pezev.gin teki...
Neyse abime diyeyim. Tahir emmi bir yüzlükte Hulusi için verdi. İsmail dayı ile Hulusi yola düştü. Köye gidince önce kendiişlerini bitiren tatlıcı sonra da muhtarın eve gider bir güzel yiyip içerler. Muhtarın tabiriyle Bremen Mızıkacıları da gelir. Tüm ahbaplar Tahir emminin sponsorluğunda kafaları demledikten sonra tekrar Malatya’ya dönerler.
Ertesi gün daha dükkânı yeni açmıştım ki Almancı damladı. Yana yakıla Hulusi’yi arıyor. Sabah edememiş ellam. Dedim ki ’Tahir emmi bu ne hız sabahın köründe, garga pohunu yemeden yollara düşmüşsün...’
- Sorma Ender, uyku tutmadı. Hulusi ne yaptı acep?
- Gelir, gelir. Köyleri çok uzak, yol yorgunudur belki...
- Allah verede işimiz olsa bari o kadar masarif ettik...
- Sen orasını merak etme. Ben tatlıcıyı tanırım Bir işe el attıysa yapmadan gelmez.
- Haydi inşallah!
Neyse biz Almancıyla çay sohbet derken tatlıcı da karşıdan göründü. Yalnız suratı sirke satıyor. ’Ne oldu Reyis, dün keyifle gidiyordun. Bu ne hal böyle’ dedim.
Yav gidip geldik amma bir neticeye varamadık. Bizim yengeyi yolladım, anasıyla konuşmuş. Kızın abisiyle filan bir görüşelim size döneriz dediler
Haklılar tabi, sorup sual edecekler. Bu işler böyle...
Tahir amca lafa girer;
Abisiyle sen konuşmadın mı?
Ben hemen damdan düşer gibi ne diyeyim abisine. Sanki benim kırk yıllık ahbabım. Uzaktan akraba sadece, bayramdan bayrama görüştüğüm birisi. Tanımadan etmeden bacını Almancıya ver mi diyeyim. Allah, alla...
He canım, öyle denmez tabi... N’olacak pekiyi?
Olacağı şu, biraz zaman geçince tekrar gidip ağızlarını ararım.
Hulusi yeğen, aman gurban olam, bu iş fazla uzamasın. Sen ne zaman hazır olursan söyle ben seni yollarım.
Ender;
Tahir emmi doğru diyor. Fazla uzamasın, sen hafta sonu bir daha git.
Sizin hatırınıza gideceğiz elbette. Madem bu işe niyet ettik, sonuçlanana kadar devam...
Bu minvalde epey bir müddet konuştuktan sonra Almancı da ufaktan yol aldı. Ben yine uğrarım deyip gitti. Bizde Hulusi’yle çaylarımızı söyleyip sohbete koyulduk.
- Hulusi sen harbiden sandığımdan daha tehlikelisin. Lan oğlum daha ilk seferde Almancının evini yıktın. Herif sabahaca uyuyamamış. O ne kadar malzeme aldın oğlum. Suriyeli kampına gider gibi...
- Benim sen aklıma girdin oğlum. Bir gaz getirdin bende sevabına yoluyorum işte.
- Muhtar sevinmiştir. Anlat bakalım nasıl ettiniz...
- Sevinmez olur mu? Boynuma kulağıma sarıldı, adamın mutfağı tam takır. Fareler bile komşuya gitmiş.
- Niye farelerin aslan sütü mü bitmiş?
- Bitmiş ne kelime, buzdolabını kemirmişler açlıktan. Şükür dolabı doldurduk, bir ay yokluk çekmez garipler...
- İsmail’e de yaradı.
- Yaramaz mı, o da sayemizde piyizlendi...
- Bu sefer o kadar masraf ettirme ihtiyara, tez huylanmasın. Az aldır bu sefer...
- Doğru diyorsun. Bu sefer benim yevmiye ve birde çoluk çocuğa hediyelik elbise filan aldırayım. Gelin hanıma da bir bluz, etek...
- He, gelin hanıma iyi bak. Bedenini biliyor musun pekiyi.
- Lan oğlum dalga geçme, ne gelini puşt. Muhtarın hanıma göre alacağım. Sanki ortada gelin var.
- Yav neyse. Bu işi eline yüzüne bulaştırmadan Almancıdan kurtul da...
- Sen kurtulacaksın oğlum. Bana göre hava hoş.
Böylece birkaç kez daha köye gitti Hulusi. Bir gitti annesi razı olmuş abisi olmaz diyormuş. Bir defasında abisi ’hırlı mı hırsız mı, nereden bilelim. Bir iyice sorup soruşturalım’ filan diyormuş mazeretleri derken en sonunda gittikleri bir vakit Hulusi çıkıp geldi. Her gitmesi en 500 liradan hesapla işte beş altı böyle gidip geldiler.
- Selamünaleyküm.
- Aleykümselam
- İhtiyar haydi gözün aydın, senin iş tamam gibi
Tahir amca keyiflenerek ayağa kalktı.
- De anlat o zaman. Ne dediler. Tamam dediler mi?
- Yok. Tamam demediler amma yok da demediler.
- Nasıl yani?
- Nasılı şu; kızın annesi zaten dünden razı. Kız desen anası ne derse aynı şekilde düşünüyor...
- Başka?
- İşte kızın abisi, delinin teki. La diyor lo demiyor. İlla gelsin ben damat adayını göreyim diyor.
Ender lafa girerek;
- Yav yok, Almancıyı köye götürüp de bu sefer delinin işi belli olmaz. Döver möver...
- Yok, oğlum, biz neciyiz orada. Götürdüğümüz adamı dövdürür müyüz?
- Ne olacak sanki. Muhtarın evine misafir oluruz. Kızın abisini oraya çağırtıp tanıştırırız. Ölçüp, biçip bir cevap verirler.
Derken Cuma günü akşama köye gitmeye karar verdiler. O gece köyde kalacaklar ertesi gün döneceklerdi. Tahir emmiyi bir güzel giydirdik. Damat tıraşını filan yapıp kolonya sürdük. Goca bıçkın bir damat adayı oldu. Bu sefer öncekilerden de fazla bir masrafla taksinin bagajını yeniden tıka basa doldurduk.
Neyse muhtarın evde bizimkiler misafir olur. Gelen ağır misafir ve elleri de boş gelmediğinden muhtar Allah ne verdiyse sofrayı bir güzel donatır. Yenilip içildikten sonra önce muhtar ayağa kalkar ’ben bir varıp geleyim, bakalım müsaitler mi’ diyerek ayağa kalkıp evden çıkar. Arkasından tatlıcı ’bunlar nerede kaldı, hele gidip bir bakayım’ der o da çıkar. Muhtarın evde taksici İsmail’le Tahir amca kalıp beklemeye dururlar.
Muhtarla tatlıcı birlikte kahveye gidip okeye otururlar. Oyun sonu muhtar önde tatlıcı arkada eve gelirler. Muhtar neşesiz bir şekilde oflaya poflaya çekilip bir köşeye oturur. Tatlıcı da aynı şekilde... Bizimkilerin ağızlarını bıçak açmıyor. Taksici İsmail;
- Muhtarım ne oldu? Bir yaramazlık mı var?
Sorma, der muhtar ’ bunlar benim siyasi geleceğimle oynuyorlar. Elimden bir kaza çıkacak’
Ne oldu hele bir anlat dediklerinde;
Zar zor abisin gönlünü ettik tam alıp buraya gelecektik ki bu sefer de kızın inadı tuttu. Ben köyden gitmem diyor. Babamın evinden başka ev köyümden başka köy görmedim. Elini töresini bilmediğim bir yere ben gelin gitmem diyormuş diye konuya sözüm ona açıklık getirince Tahir emmi ayağa fırlamış.
- Elini de köyünü de s..rim. Bu yaştan sonra iç güveyi mi olacağım. Allah’ın s..ktir ettiği dağının başına gelip...
Bizimkiler Tahir emmiyi zar zor sakinleştirip taksiye bindirip gerisin geri Malatya’ya dönerler.
Yani anlayacağın ağabey, o gün bugündür bizim kart zampara Almancı kayıp. Bir daha buralara uğramadı. Arada tatlıcıya gelip takılıyorum. Tahir emmi kararını değiştirmiş köye yerleşecekmiş diye...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.