- 920 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TEKRAR
Yaşlılar haftası mı vardı?
Yaşlılar günü mü?
Yaslılar günü var mı peki?
Bazı insanlar hiç büyümezler. Okula giderler, diploma sahibi olurlar lakin yine de cehaletin pencelerinden sıyrılıp çıkamazlar.
Çünkü at gözlükleri ile bakarlar hayata. Bir türlü doğru yolu bulamazlar.
Kendilerini yaktıkları gibi bir çok insanın da hayatlarına dokunurlar. Bu dokunuş bir de küçük bir çocuğun hayatı ise o çocuk ömrü boyunca etkisinden kurtulamaz.
Bir çocuğun güncesi;
Bu benim suçum değildi ama cezası bana reva görülmüştü.
Doğmakla başlayan geçmişim; geleceğimin üzerine pus gibi çökmüştü.
Hayat çoktan önce annemi daha sonra da beni mahkum etmişti bile.
İlk zamanlar ben de annemi suçlardım. Onun beni suçlaması gibi. Babam annemi, annem beni, ben annemi suçladık durduk senelerce...
Benim suçum doğmak, annemin suçu doğurmaktı. Bir zaman sonra babama acır halde buldum kendimi. Zavallı adamcağız bizim yüzümüzden mutsuzdu.
Bana bakarken daha çok hissediyordum içinin acıdığını. Babamın bir kez olsun bana gülümsediğini görmemiştim. İnsan bilmez mi içten bir gülümseme nasıl olur.
Sahte bir gülümseme nasıl olur çok iyi biliyordum. Annem öyle gülümsediğinden belki de.
O zamanlar küçüktüm ve cahildim. Büyüdüğüm zaman gördüm ki cahillik yaşta değilmiş.
Bir çok yetişkinin zır cahil olduğunu öğrendiğimde adeta beynim dumura uğradı. İnsan bu kadar mı at gözlüğüyle bakardı hayata!..
Annem suçlu değildi; ben de öyle...
Babamın sözleri kulaklarımda çınlarken artık ona hiç acımıyordum.
’Ömrümü yediniz. Allah sizi bana ceza olarak mı verdi?’
Çocukken gizli gizli ağlar; Allah’a için için kinlenirdim.
Bir yandan da babama acırdım. Çünkü ben ve annem olmasak çok mutlu olabilirdi.
Okur yazar olmak ta yetmiyordu. Babam lise mezunu, annemse köyde büyümüş küçük yaşta zorla kocaya verilmiş cahil bir kadındı.
Büyüdüğümde babamın cahil olduğunu öğrenmem hem şaşkına çevirdi beni hem de omuzlarımdan koca bir dağ kalkmış gibi hafifledim. Babamı kâle almıyordum artık.
Babam annemi ve beni hep küçümserdi. Anneme beyinsiz bir yaratık gibi davranırdı.
’ Senin aklın sarmaz. Sen cahilsin. Sen bilmezsin. Sen sus.
Sen sus!..
Sen karışma!..
Saçı uzun aklı kısa bir kadındı. Babam hep öyle derdi. Ben de öyle olduğuna inanırdım. Gerçekten de annemin saçları çok uzundu.
Babamın onca hakaretlerine mazur kalan olan annem hep ağlardı. Ben yanına gider teselli etmek isterdim.
’Çekil git başımdan. Zaten hep senin yüzünden işitiyorum bu lafları!..
Bir gün makası elime alıp saçlarımı kökünden kestim. Sapsarı ve örgülü saçımı elime alıp saatlerce ağladım.
Akşam olduğunda şebek gibi halimi gören annemden de bir ton dayak yedim...
Kirpi gibi dik dik duran saçlarımı gören babam tek cümle söylemişti.
’Anası gibi!..
Keşke babam da dövseydi. Annem gibi olmak istemiyordum. Benim saçlarım uzun değildi ki!..
O zamanlar aklın kısalığı ne demek pek de bilmiyordum aslında. Babamın gözlerinde ki nefretten bunun çok kötü bir şey olduğuna kanaat getirmiştim sadece.
’Bir erkek evlat veremedin!..
En son bu sözle büyük bir deprem daha yaşamıştım minicik yüreğimde. Evet bulmaca çözer gibi geçen çocukluğuma yeni bir darbe daha vurulmuştu...
’Neden babam beni sevmiyor?
’Neden annem bana düşmanıymışım gibi bakıyor?
Binlerce sorunun koşuşturduğu kısa olan aklım; en sonunda asıl meselenin kız olarak doğmam olduğunu bir zahmet anlamıştı.
Anneme haksızlık etmek istemiyordum. Annemin komşuya söylediği cümleyi duyduğumda annemin masum olduğunu anlamıştım.
’Fadime Abla Allah vermeyince ben ne yapabilirim ki!..
Allah’a isyan etmeye o cümleyle başladım. Babamın da annemin de hiç suçu yoktu.
Tek suçlu bendim. Ben kendimi suçlamaya devam edebilirdim. Öyle de yaptım
’Neden beni kız olarak yarattın? Sorusunu defalarca sordum durdum. Lanetli bir varlık gibi hissettim yıllar boyunca.
Allah’a isyan etmeyi insanların ne kadar cahil ve zalim olduklarını gördüğümde bıraktım. Bir tek suçlu vardı o da cehalet.
Annemi affedebildim. Nitekim o cahil bir kadındı. Okur yazarlığı bile yoktu. Kocasının yumruğu sürekli başında olan; sindirilmiş zavallı bir kukla gibiydi.
’Mürekkep yalamış’ olan babam diplomalı cahillerden olduğu için bana ’ Akıl yaşta değil baştadır’ sözününün de ne kadar doğru olduğunu öğretmişti.
Kısacası büyüdüğümde, bazı büyüklerin aslında hiç büyümediklerini acı tecrübelerle öğrenmiş oldum. Babam hiç büyümemişti.
Annemi ben okuttum. Birlikte büyüdük annemle. Kurslara gönderdim. Kendini her türlü geliştirdi. Öğrenmeye o kadar hevesliydi ki aç susuz kalmış biri gibi iştahla sarıldı kitaplara. Kitap kurdu oldu çıktı seneler sonra.
Seneler sonra benden utanarak özür diledi.
Küçükken anneme, büyüdükten sonra aklım başıma geldiğinde ise babama acır duruma geldim. Asıl acınacak halde olan babamdı.
Gözlerinde "At gözlüğü" olan insanların diploma sahibi olmalarının hiç bir işe yaramadığını babam ve babam gibi diplomalı cahillerden öğrendiğimde çok geç kalmıştım.
İçimde ki çocuk hayata küsmüştü. O küçük kız bir türlü kendine gelemiyordu. Hayata bir sıfır yenik başlamıştım...
Kız olarak doğmak hiç kimsenin suçu değildi. Hatta suç bile değildi.
Ama içimde ki basma entarili kız çocuğu yüreğine takılan kelepçe izini bir yara gibi taşımaya mahkumdu artık...
Affetmek büyüklüktür diyerek bir gün babamı da affettim.
Sessiz olun!..
Bundan içimdeki kız çocuğunun haberi yok. Sakın söylemeyin...
TEKRAR
-uzak dur benden. Ne işin var senin sokakta? İyice zıvanadan çıktınız. Bir tane de bizde var senin modelinden. Zor tutuyoruz evde. Gebersenizde siz de kurtulsanız biz de! Deyiverdi, nefret saçan bakışlarıyla beni dövercesine...
Mırıldanarak söylediği son cümle adeta kanımı dondurmuştu.
Bir haftadır evden çıkmamıştım. Ama sosyal medya aracılığla yaşlı insanlara yönelik hakaret vari paylaşımlardan, hikaye, fıkra, karikatür ve benzeri yazılıp çizilenler yüzünden çok fazla üzülmüş ve olumsuz bir şekilde etkilenmiştim.
Ama işin bu boyuta ulaştığından bi haber olduğum için adeta donup kalmıştım. Genç kadın elini sallayarak öfkeden kudurmuş bir halde eczacıya seslendi.
-Kardeşim kalsın benim ilaçlar. Ben buradan gidiyorum. Ateşi de varmış baksana. Canımı yolda bulmadım ben!..
Demiş ve çıkıp gitmişti. Bir gün içinde on yaş, hatta yirmi yaş daha ihtiyarlamıştım.
Yazıklar olsun!.. Bu nasıl gençlik, bu nasıl bir ahlaki çöküş böyle?
Bizim değerlerimiz, anadan babadan aldığımız terbiyemiz, kültürümüz, ahlak anlayışımız ve inancımızın gerektirdiği sağ duyumuz, merhametimiz, saygımız, sevgimiz ne ara paçavra gibi yerlere atılmıştı.
En ufak bir rüzgarda dağılıvermiş adeta paramparça oluvermişti insanlığımız...Diye düşünürken gözlerimden yaşlar süzülüvermişti.
Çok kırılmış çok incinmiştim. Ellerim titreyerek uzanıp aldım ateş ölçeri. Para verirken de dikkatle bıraktım masanın üzerine ve " üstü kalsın evladım" diyebildim sesim boğularak.
Kocaman bir yumru oturmuştu sanki kalbimin tam ortasına. Yutkunmakta zorluk çekiyordum.
Adeta nefesim kesilecekti. Zorlukla yutkundum ve eczaneden çıkarken kendimi "yaşayan ölü" gibi hissediyordum.
Beni virüs değil gençlerimizin acımasızca bakış açıları, kırıcı söz ve davranışları öldürmüştü...
adı gibi naif
duygusal bir kadındı
yasemen
kereste odun ve türevleri
bir kocası vardı
elin de değil
dilindeydi kızılcık sopası
her öğün söverdi kocası
bir gün misafir geldi
yetmişlik nine
sevgili kocasının
muhterem halası
nazlı bir çiçekti
yasemen
yeğeni ise koca kafalı
bir böcekti
yasemen
soluyordu
gün be gün
kocası hor gördükçe
hemen hemen hergün
saklıyordu ağlayan kalbini
içine pusmuştu küsen yüregi
başı kalkmıyordu yerden
hala hissediyordu
kadın küserse nasıl ağlar
çok iyi biliyordu
hatırladıkça eski günleri
gözleri doluyordu
bir gün zil çaldı
yeğeni işten gelmisti
yasemeni bir korku sardı
gül yüzü sarardı
fırladı yerinden
kapıyı açtı
kendisi içeri kaçtı
beklerse kapıda iki dakika
homurdanarak küfrü basardı
ağzından salyası akardı
ana ata kalaylar
ayı gibi içeri dalardı
hala düşündü bir şeyler yapmalıydı
ya da
gözlerini kapatmalıydı
böyle bir davranış
halaya geliyordu
ters
vermeliydi yeğenine iyi bir ders
bana ne
diyemezdi
karışmadan edemezdi
mal gibi bakıyorsun
kapıyı neden açmıyorsun
ağaç ettin lan garı
bir de içeri kaçıyorsun
bas bas bağırıyordu
ağzından köpükler saçıyordu
yasemen birden bastı çığlığı
eli yanağında
halanın yanında aldı soluğu
yüzü alev gibi yanıyordu
acı içinde kıvranıyordu
ellerin kırılsın vurdun mu
eşek sıpası
yok diye mi elinde sopası
tokadı basıyorsun
hay kafası kopası
artık çizmeyi aşıyorsun
evin içinde eli yüzünde
feryat figan ağlıyordu
yasemen
belli ki canı çok acıyordu
vurmadım ben
hala sen ne diyorsun
yasemen söyle vurdum mu
sana
asla da vurmam biliyorsun
şaşkın şaşkın bakıyordu karısına
yasemen bir buluttu sanki
gözlerinden
sular seller gibi
yaşlar akıyordu
aldı masadan bardağı
fırlattı duvara
hayretle bakakaldı kocası
paramparça olmuş
bardağa
vurmadan kırılmaz mı sandın
yüreğimi ettin paramparça
yetmedi
mi
kalbimi kararttığın
yetmez
mi
benzimi
sararttığın
vurmuyorsun
evet
morartmıyorsun diye yüzümü
kendine pay mı
çıkarıyorsun
yüzler kalbin aynasıdır
diye
boşa mı söylenmiş
sanıyorsun
her kalbimi incittiğinde
yüzüm acır
ve
morarır
yasemen elini çekip yüzünden
ağlayarak terketti
odayı
"İki iyilikten birini versin; ve ekleriz.
"Allah kurtarsın. "
Acı çeken, aylarca yatağa mahkum, hastaları olan insanlar çok iyi bilirler bu duyguyu.
Öyle bi gün gelir sevdiklerinin artık ölmelerini temenni etmeye başlarlar. Suçluluk duyarak vicdanları sızlayarak.
Yatak yaraları iltihaplanıp artık kokmaya başlar. Evde bakım mümkün değildir artık. Hastanede ise yaralar pansuman yapılır iltihap tedavisi uygulanır ve serumla bir kaç gün beslenir. sonra hasta taburcu edilir.
Böyle bir kısır döngü yaşanır. Böyle bir kaç sene sürer bu içler acısı durum.
O çok sevdiğimiz insanın ölüp kurtulmasını isteriz. Ve bunu kendimize bile itiraf edemeyiz. Ama isteriz. Daha fazla yüreğimiz kaldırmaz çünkü...
Peki onlar ne düşünür? Acaba ölmek isterler mi? Empati yapmak istemeyiz. Böyle yaşamak istenmez diye düşünürüz. Kalem kırılmıştır. Karar verilmiştir...
...........
" Ölmek istemiyorum" Dedi yaşlı kadın...
Büyük evinin, büyük yatak odasında, konforlu yatağında, tek başına ve hasta bir halde ağlıyordu bu sözleri mırıldanırken...
Zorlukla oturdu yatağın içinde. Uzandı komidinin üzerindeki günlüğünü aldı. Gözlerinin altı morumsu bir renkteydi, ince çizgilerle yılların yorgunluğunu görebilirdi yüzüne bakan. Aniden
hırçınlaştı.
Elleri zangır zangır tiriyordu. Öfkeyle yırtmaya başladı. Eskimiş yıpranmış buruşuk elleriyle parça parça yaptı
defteri...
Eskimişti evet.
Çekiştirdi saçlarını. Avuçlarına baktı. Yolmuş olduğu gümüşi renkte saçları adeta kahkaha atıyordu. " Eskidim evet eskidim"...
Nefesi daraldı. Öksürdü, boğulurcasına öksürdü.
İki büklüm oldu yatakta. Hareketsiz kaldı öylece. İçinden " Allah’ım kurtar beni" diye geçirdi...
Lakin dili dönmedi... Uzandı yorganı çekti
üzerine. Yine içinde patladı kelimeler...
Dudaklarını ısırdı:
"" Lanet olsun. Çok geç kaldım. Boşa geçti koskoca bir ömür.
Çok acizdi, şu an konuşmaya bile gücü yetmez bir durumdaydı. Ama o kadar çok yapmak istediği şey vardı ki... Ah bir genç olsaydı. Ah bir sağlıklı olsaydı. Ve ah bir yılları geri alabilseydi...
Çok geç kalmıştı çok! Ömür bir su gibi akıp geçmişti, bir çırpıda sanki... Ve yıllar sellere kapılıp alıp başını gitmişti adeta.
Bir şans daha verilseydi...
" Allah’ım yeniden doğmak istiyorum., lütfen bir şans ver!
Demeye yüzü yoktu ki... Koskoca bir ömre yazık etmişti.
Bir kez bile, "Allah’ım sensin benim yaradanım!"
Dememişti şöyle içten samimi...Bir kez bile başını secdeye koymamıştı başını.
"Daha erken "
Daha erken; diye oyalanıp dururken gencecikti. Koskoca bir ömür tası tarağı toplamış gitme hazırlıklarına başlamıstı bile.
Maalesef ne gençlik kalmıştı elde ne de sağlık. Kalkıp bir abdest almaya gücü yoktu şimdi.
Bakıcı kadının cenazesi vardı ve iki gündür izinliydi.
İçler acısı bir durumdaydı ve dua etmeye bile utanıyordu işin açıkcası...
Açamadı bile ağzını. Yine içinde depremlere neden oldu cümleler...
Korkuyla irkildi yaşlı kadın. Daldığı düşünce harbinden bir an sıyrıldı, duyduğu sese kulak verdi:
" Dile benden ne dilersen!
Hemen cevap verdi, solgun ve kanı çekilmiş yüzü iyice bir bembeyaz renk almıştı şimdi. Nefes nefese konuştu:
" Ölmek istemiyorum!
" Geç bunu...
" Tamam anladım, gençliğimi geri ver ne olur!
" Yapamam maalesef... Başka bir şey, başka bir şey iste.
" Sağlığımı geri ver o zaman lütfen!
" Üzgünüm... Böyle şeyler değil, para iste, altın iste, elmas, yakut, mesela pırlanta iste...
" Ne yapayım ben onları! Diye bağırdı yaşlı kadın. Sesi çok gür çıkmıştı.
" Yat iste kat iste. Tarla, bağ, bahçe ne istersen. Mal mülk hepsi gani gani ben de...
" Yeteerr!" diye haykırdı.
"Yeter! "
" Zaten o dediklerin yüzünden heba oldu ömrüm. Ben ölüm döşeğindeyim ne işime yarar bu saydıkların. Sus kes sesini artık!
" Daha önce bunlardan başka derdin tasan yoktu, ölümlü olduğunu bilmiyor muydun?
" Sus defol git, sus dedim sana!
Yaşlı kadın yorganı başına çekti... Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu...
" Ölmek istemiyorum! Henüz çok erken!