- 397 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UMUT
UMUT
Sabahleyin iki arkadaş yine dereye diklemesine inen, ancak dibi görünmeyen kayanın başına vardılar. Yanlarında götürdükleri sepetlerin yanında , görünüşte bohçayı andıran keten çuvalların içi uzun ve kalın iplerle, bıçak, çekiç çivi gibi bir sürü malzemeyle doluydu.
Hızlı hızlı kayanın ucuna çıktılar. Uzun boylu olanı , diğerine devamlı emirler veriyor, sözünü dinletiyordu. Çuvallardan birinden, sığırları bağlamak için kullanılan kazıklardan birini kayanın en uçtaki yere giren kısmına çakmaya başladı. Bir diğerini de daha ucuna. Bu haliyle otuz yaşlarındaki bu iki genç adamı görenler onları dağcı zannederdi. Kendilerini bu ormanlık yerde kimse görmüyordu, yahut onlar öyle zannediyorlardı…
Saffet’le Hulusi’nin arkadaşlıkları tarihi eser merakına dayanıyordu. Daha doğrusu, Saffet, Hulusi’ye alıştırmıştı. Hulusi, pek bir şey anlamıyor, ancak asker arkadaşına duyduğu sevgi ve hayranlıktan onunla bu işe koyulmuştu. Üç ay önce ta başka şehirden misafirliğe gelen Saffet’e komşu köyde kuş uçmaz kervan geçmez bir kayanın yüzlerce metre altında, altın bir halka olduğunu söyleyivermişti. Bu, genç misafir için bulunmaz bir nimetti. Çünkü tarih ve tarihi eser merakı onda çok derin bir tutkuydu. Bir çok eser bulmuş, ama başına bir sürü felaket gelmiş, defalarca içeri girmiş çıkmıştı. O yüzden arkadaşına “şöyle bir görelim” deyince, “Şimdi mi? Boş ver ya!” sözünü dinlememiş, akşam vakti birlikte dağa çıkmaya onu ikna etmişti.
Buradan yüzlerce metre aşağıya dik bir uçurum uzanır. Bununla da bitmez, uçurumun bittiği sanılan ve yerden seksen metre kadar yüksekten birden bire yere doğru inildikçe üçgenin hipotenüsü gibi toprağa doğru bir girinti vardır ve bu girinti yere kadar devam eder. Girintinin ortasında çengele geçmiş bir metal halka vardır. Oraya ulaşmak çok zor bir iş olduğundan, her bir insan burayı göremez. Bilen de çok azdır, yahut bir söylenti olarak duyulmuştur.Çünkü ulaşılması çok zor bir iştir.
Saffet, bir çiftçi çocuğu olmasına rağmen , bu tarihi eser işini çok seviyordu. Bu konuda o kadar ileri gitmişti ki okuduğu kitaplardan dolayı bir Eski Çağ profesörü gibiydi. En çok sitem ettiği de devletin kendisi gibi adamların elinden tutmamasıydı.
O gün dağı keşfe gittiler. Saffet’in aklı, oltasına balık vuran avcı gibi başından gitti. Bir dahaki geldiklerinde işe hazırlıklı gelmeliydiler. Bu iş için yüzlerce metrelik ipler lazımdı. Ertesi gün şehre inip sikke, ip, çekiç ve bir çok gerekli malzemeyi satın aldılar. Doğru denilen yere varıp hemen Hulusi’yi bekletip kendisi iple aşağıya indi. Bahsedilen halka yüzlerce metre aşağıdan görülüyor, ancak toprak istikametindeki girintiden dolayı ulaşmak mümkün olmuyordu. Karşıdan baktı, Hulusi’nin anlatmasıyla bir masal değerinde olan halka şimdi karşısında duruyordu. Ancak yıllarca yaptığı bu işte ilk defa bu kadar acze düşmüştü. Çünkü indiği yer bir çok dik tümseğin bulunduğu garip bir alandı.Bir şeyler yapmalıydı. Arkadaşından kendisini çekmesini işaret etti. Tabii ki çıkması inmesinden zordu.Yarım saatten fazla süren bir mücadeleden sonra yukarı çıkabildi. Uzaktan bir çoban görünüyordu. Ancak o ters istikamete doğru gidiyordu…
- Umduğumdan çok zor bir yerde, dedi. Bu halkayı dağın altı boyunca gidip alabilecek adamlar bulmalıyız. Yoksa mümkün değil diye söylendi, Saffet. Hulüsi:
-Nasıl yapacağız o zaman?
-Dur, dedi bizim ilçede askerliğini komando olarak yapan birkaç tanıdığım var. Buralı birisi olmasın, sıkıntı olur. Biraz para vermek lazım yalnız, çok parayı bile gözden çıkardım, dedi. Aşağısı hep taş, hep kaya,hep girinti. Kimsenin uğraşmadığı kadar varmış, diyerek hayretle yüzünü buruşturdu.
………………..
On günden fazla bir zamandan sonra parayla tuttukları adamlar da bu işi başaramamış, pes etmişlerdi. Yine Hulusiler ’in evine döndüler. Babası olaydan hayli rahatsızdı. Kaçak kazı yakmaktan gençlerin başına bir bela gelmesiyle , kendi başının ağrıyacağının farkındaydı. Misafiri kovsa kendince çok ayıp olacaktı. ”Oğlum, bak başınıza bir iş gelir; bu işler sakattır. Onun için yol yarıdayken bırakın Orası ben bildim bileli az insanın indiği, gördüğü bir yer. Altın altın, derken başınız derde girecek, yahut canınıza bir kötülük gelecek!” diye defalarca tembih etmişti.
-Yarın gideceğim Durmuş Amca, dedi. Bizim yapacağımız iş değilmiş.
-Bak, işte gördün mü, olacağı bu işte. O dediğiniz şeyi almak için devlet gücü lâzım oğlum, dedi.
……………………………….
Yemeğin ardından iki arkadaş, salonda oturup kahvelerini içiyorlardı. Saffet’te yenilginin ağır bir ezikliği vardı. Canının sıkıntısından Durmuş Amca’nın duvardaki çiviye astığı, bir iple oynuyordu. İp ortasından bir çiviye bağlanmış, boşta kalan kısmına bir tükenmez kalem tutuşturulmuştu. İpin ikinci ucu boştu. Saffet, canının sıkıntısından, ipin diğer ucunu da bir tükenmez kalem tutuşturmuştu. İpin bir ucundaki tükenmez kalemi boşlukta diğer kaleme vurdurarak oynamaya başladı. Kaçıncı denemeden sonra kendi bağladığı kalem, Durmuş Amca’nın bağladığı kalemi önce yerinden oynatmış, sonra düşürmüştü.Saffet, bir dakikalık derin düşüncenin ardından ayağa kalktı. Hulusi’nin omzundan tuttu:
-Gördün mü ya, dedi. Nasıl buldum , diye tepinmeye başladı.
-Neyi buldun? Dedi Hulusi.
-İşimiz bitmedi, dedi Saffet. Yarın sana ne olacağını göstereceğim.
Yine aynı yerde, bu sefer ikindiye doğru kazıkları çaktılar. Saffet iple aşağıya indi. Halkanın karşısına denk gelen bir yere demir kazıkları sabitledi .Mağaranın tavanından elli metre kadar aşağıya inerek kancanın birisinden ipi geçirip taşla beraber ipi sallamaya başladı. Defalarca bunu denemesine rağmen, taş metal halkaya çok az değiyordu. Sonunda kıyamet koptu. Bir çengele geçirilmiş olan metal halka, küçük bir şıngırtıyla mağaranın dibine düştü. Genç adam ipi yavaş yavaş boşa bırakarak mağaranın dibine inmeye başladı. Heyecandan kalbi duracak gibi çarpıyordu.Bu iki tarafı da güneş gören mağaranın dibi ne de olsa korkutucuydu.Taş, çamur ve ıslak bir zemin kokusu insanın genzini yakıyordu.
Metal halkayı eline aldı, sonra koynuna sokup iplere sarıldı. Yavaş yavaş ipi göğüsleyip tekrar demir kazıklarla bir müddet uçurumu yarıladı. Hulusi’ye bağırarak ipi çekmesini söyledi. Bir zaman sonra yukarıdaydı. Saffet, köşeleri yuvarlak dikdörtgen biçimindeki o metal halkayı koynundan çıkardı.
-Pirinç, dedi hiçbir işe yaramaz. Hulusi, hiç sesini çıkarmadan, arkadaşı gibi hayal kırıklıklarını belli etmemeye çalışarak.
-Canın sağ olsun, kardeşim, dedi arkadaşı. Ekmeğimiz buna bağlı değil ya, oluversin, dedi. İkisi de oldukları yere çöküverdiler. Etrafı seyrediyorlardı. Baharın güzelliğinin farkına vardılar.Çalılar bile ne güzel yeşermişti, yüksek tepelerdeki çam ağaçlarının muhteşem görünüşü insanı büyülüyordu. “Keşke böyle bir şey için değil de gezmek için buralara gelseydim” diye içinden geçirdi Saffet. O sırada yanlarına çobanla sürüsünün yaklaştığını fark ettiler. Bu onların sık sık gördükleri ama kendi yaptıklarını hiç görmeyen çobandı. Artık tedirgin olmalarına hiç gerek yoktu. Çünkü ellerinde ne değerli bir şeyleri, ne de yapmayı düşündükleri bir plânları vardı. Adam üstünde kepeneği ve elinde, içinde erzak bulunan çuval torba ile yaklaştı. Saç ve sakalının renginden altmışı geçtiği anlaşılıyordu.
-Nasıl, aradığınızı bulabildiniz mi? Dedi sakin sakin.
-Neyi bulacağız? Diye soruya soruyla cevap verdi Hulusi. Biz bu misafirlen hem etrafı seyrediyoz hem de Dağcılık sporu talim ediyoz Emmi! Dedi Hulusi. Bu cevap üstüne ihtiyar çoban başındaki yünden şapkayı çıkarıp içini onlara gösterdi:
-Siz, o dediklerinizi buna anlatın, belki o analar dedi gülerek. Yahu bir aydır sizinen beraber ben de belki beş kilo vermişimdir. Siz ne deli adamsınız arkadaş! Yahu sizin gibi cesur adam görmedim. Tövbelerim olsun maç seyreder gibi sizi seyrettim. En sonundu düşürdünüz mü halkayı? Nasıl değerli bi şey mi? Onu kaç sefer görmeye gelseler de kimse korkudan almaya yeltenmedi. Ama kanundan, ama millet birbirinden korktu. Düşürdüyseniz, helal olsun size!.. Saffet, halkayı çıkarıp ortaya attı.
-Düşürdük amma hiçbir değeri olmayan bir şey bu, bak, dedi.
-Deme be Yiğidim, dedi ihtiyar çoban. Peki, siz anlayamadınız mıydı bunun değersiz bir şey olduğunu?
-Nerden bileceksin karşıdan bakınca kavun değil ki koklayasın, altın sandık…
-Neyse sıkmayın canınızı, dedi çoban. Benim bile her yıl bir sürü kuzum telef oluyor. Siz de ondan sayın bunu gayrı. En iyisi size biraz peynir vereyim de hiç değilse karnınızı doyurursunuz, diyerek torbayı çözmeye başladı.
Ünver PAZARLI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.