- 247 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kalpazanlık Yapmadan İçeri Giren Kalpazan
Epeyden beri tanırdım onu. Feleğin çemberinden defalarca geçmiş, nerede ise gezmediği Islah evi, girip çıkmadığı hapishane kalmamıştı. Suç da sabit, hep aynı suç, sahte para basmak ve o paralar ile alışveriş yapmak, milleti dolandırmak. Mizah yazarı Aziz Nesin’in de bu hikayeye benzer bir öyküsü vardı ’’Kalpazanlık Bile Yapılmıyor’’ diye. Neyse biz yine konumuza kalpazanlık yapmadan içeri giren kalpazana dönelim. Öyle ya herkesin başına milyarda bir gelebilecek bir hikaye bu.
Rasim çok zamandır ortalarda görünmüyordu. Ne mahallede, ne de sık sık takıldığı kahvede epeydir gözüme ilişmemişti. ’’Başına bir şey gelmiş olmasın.’’ diye de zaman zaman aklımdan geçirmiyor değildim. Her ne kadar yemin billâh bu işlere tövbe ettiğini çok sık söylüyorsa da, yine de bu işler belli olmaz, iblis adamı şaşırtmaya, ayağını kaydırmaya görsün. ’’Bir yandan içeri girmiş midir ?’’ diyorken, bir yandan da ’’ Yok canım bu kadar aptal olamaz, içerinin ne kadar kötü bir yer olduğunu biliyordur hayta.’’ diyordum hem içimden hem de dışımdan bir yerlerden...
Yedi sekiz ay kadardır görmediğimden meraklanmaya başlamıştım. Akşam saat dokuz sıraları kahvedeki okey ve tavla mesaimi bitirip de eve doğru giderken, karşı kaldırımda bir karartı gördüm. Uzaktan bizim Rasim’e de benziyor ama hele bir yanaşayım yanına da demeye kalmadı, gayet mahcup bir şekilde başını öne eğip selamladı ’’Merhaba İsmail ağabey nasılsın?’’ şaşırmıştım. Bir an şaşkınlığımı üzerimden atınca döndüm Rasim’e biraz da sert ve babacan bir tavırla ’’Neredesin oğlum sen, şâkülün kaymış yoksa bir yaramazlık yapıp yine içeri mi düştün, eski hırsızları kapkaççıları mı özledin.’’ Biraz oflayıp pufladıktan sonra ’’Sorma ağabey sorma, benim gibi bu işten tövbe etmiş bir adama yapılır mı bu Allah aşkına sen söyle, nerede ise kafayı yiyeceğim.’’ dedi. İyice meraklanmaya ve heyecanlanmaya başlamıştım. ’’Bu yine bir haltlar işlemiş haklıymışım.’’ diye düşünürken. ’’Sen de kahveden yeni çıktın ama ben ısmarlayayım çayları da hele anlatacaklarımı bir dinle sonra beni istersen yerden yere vur.’’
Beş dakika önce çıktığım kahveye Rasim ile beraber geri döndük. Kahveci Aytekin ağabeye elim ile iki çay işareti yaptım. O da peştamal omuzunda başı ile onayladı. Döndüm Rasim’e ’’Anlat bakalım biz dert babasıyız bu sıralar.’’ Başladı anlatmaya ’’ Ağabey, sen beni biliyorsun , geçmişimiz pek de parlak değil, sabıkalıyız senin anlayacağın, ben bu kalpazanlık işinden en az beş altı kere içeri girdim, sayı ver desen veremem, şu mahallenin rekortmeni sayılırım ama kötü bir rekor benimki, üç yıldır dışarıda idim biliyorsun ve tövbe de etmiştim bu işlere.’’ ben de can kulağı ile dinliyorum Rasim’i sonu nereye varacak diye anlattıklarının. O devam ediyor. ’’Geçen yıl nisan ayının başları mahallemizden bakkalı Hurşit Ağabeyin kızı Rukiyeyi gelin ediyorlarmış. Ne güzel diye geçiriyorum kalbimden, Rukiye elimize doğmuş bir kızdır. Bizde adettir arabanın önünü keseriz damat beyden ya da gelin hanımdan ne koparırsak kâr deriz ve o parayı da o gece salaş bir meyhanede boğarız, ertesi güne dımdızlak çıkarız, bir sonra ki düğün için tekrar pusuya yatarız.’’ O anlatıyor bende de merak tavana doğru yükseliyordu.
Hurşit ağabeyin evinin bahçesinde bir güzel düğün oldu o gün, evlere şenlik, epeydir kurtlarımızı dökmemiş idik bizlerde arkadaşlarla, bayağı kurt birikmiş üstümüzde, düğünde hem stresimizi hem kurtlarımızı atıverdik. Gündüz kır düğünü işte, damat bey alıp kaçacak iki üç saat sonra bizim mahallemizin kızını. Ama yağma yoook, öyle kolay kolay bırakmayız damat beyi, bir yüzlük toka edecek, mahallenin delikanlıları bizlere. ’’Ben yine antenler açık vaziyette kaydediyorum konuşulanları. ’’Neyse düğün bitip de gelin ile damat arabaya binince biz çocukluk arkadaşlarım Ali ve Necati ile arabanın önüne ya Allah ya Bismillah deyip yattık. Allah var damat cömert çocukmuş, hepimize zarf içinde iki yüzer lira toka etti. Önce gözlerimize inanamadık. Bizim mahallenin düğün geçmişinde böyle bir şeyi tarih kitapları, hatta coğrafya kitapları bile yazmadı. Bizde bir sevinç ayaklarımız yere dahi basmıyor.’’ Döndüm arkadaşlara ’’Oğlum en kral yerde içeriz bu gün bendensiniz.’’ dedim. O akşam bir eğlendik bir eğlendik, keyfimiz gıcır yani anlayacağınız. Akşam eve dönerken bizim emekli polis şimdilerde de bakkallık yapan Şakir ağabeyin dükkânından eve ne nevale lazım ise aldım. Şakir ağabeye iki yüzlük banknotu uzattım üstünü de bolca aldım. Annem beni kapıda eli dolu dolu görünce bir sevindi bir sevindi, bir dualar etti ’’Allah senden razı olsun benim hakikatli oğlum’’ deyince, koltuklarım bayağı kabardıydı. Benim merak aldı başını gidiyor ki tutabilene aşk ve de meşk olsun. O yine anlatıyor ’’Ertesi gün kapıda Şakir ağabey ile iki tane sivil bir tane resmi polisi görünce bayağı şaşırmıştım. Bilirsin Rasim ağabey emekli baş komiser hem de Mali Şube’den, benim verdiğim iki yüz lira meğersem sahteymiş, ben bu kalpazanlığı yıllar önce bıraktığım halde, Şakir ağabey ve diğer polisler o parayı benim bastığımı ve piyasaya sürdüğümü zannetmişler durum bu abicim.’’
Sonunda durum aydınlanmaya başlamıştı azar azar. Rasim tekrar anlatmaya devam etti kaldığı yerden. ’’Ben onlara orada dert anlatamadım, ama bir düşüneyim hele o gün galiba bir nisandı arkadaş, damat bey bize herhalde bir nisan şakası yapmıştı, ama çok acı bir, 1 Nisan şakası oldu İsmail ağabey.’’
Üzülmüştüm bayağı Rasim’in başına gelenlere. Atalar ne demiş ’’Her şer de bir hayır vardır.’’ Omzuna hafifçe dokundum ’’Ama sonunda suçsuzluğun belli olmuştur.’’ dedim. O döndü bana ’’Belli olmasına oldu da suçsuzluğum anlaşılıncaya kadar altı ay geçti, altı ay İsmail ağabey, bir daha oralara dönmem tövbe ettim diyordum ama bir nisan ve de şakası bize altı aya mal oldu yine yarı açık bir ceza evinde, işte böyle durum.’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.