- 427 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YÜZELLİ YIL YAŞAMAK İSTİYORUM
“Eğer 150 yıl yaşamak istiyorsan ilk yapman gereken şey 150 yıl yaşamayı kafana takmamandır.”
Yanlış hatırlamıyorsam bu bir hint atasözü. Bu atasözünü son günlerde sıkça hatırlamamın sebebi, 150 yıl yaşamayı veya herhangi bir şekilde uzun veya kısa yaşamayı dert etmem değil. Asıl sebep; son zamanlarda tüm televizyon kanallarının sabah kuşağındaki programlarında, hatta zaman zaman prime-time’daki haber bültenlerinde sağlıklı yaşam ve doğal beslenme ile ilgili program ve haberlerin artık makul sınırı aşmış olduğunu fark etmemdir.
Bu yazının alternatif diğer başlığının da “doktorlar bizi hasta ediyor” olmasının asıl sebebi de bu programlardır. Televizyon programlarında bir doğal beslenme ve sağlıklı yaşam çılgınlığıdır almış başını gidiyor. Çalışma saatlerim gereği bu programların yayınlandığı saatlerde televizyon izleyemiyor olmama rağmen bu tür haberler ve programlar bir şekilde her yerde karşıma çıkıyor. Sanırım üç beş yıl öncesinde bu tarz programlar pek yoktu. Şimdi ise olmayan televizyon kanalı kalmadı. Hatta televizyon kanallarının spiker ve sunucular gibi kadrolu doktorları olduğunu düşünüyorum!
Şimdi sağlıklı yaşam ve doğal beslenme konulu herhangi bir programın nasıl bir zararı olur ki insana ve insan neden bu tarz programlardan rahatsız olur diye düşünülebilir. Başlarda ben de öyle düşünüyordum. Ama artık öyle düşünmüyorum hatta şu an sağlıklı yaşam ve doğal beslenme programlarının bizi hasta eden asıl sebep olduğunu düşünüyorum. Niye mi? Şöyle ki;
Esasa girmeden önce, şekil yönünden yani program formatı ve bu programlara arzı yaratan faktörler açısından konuya giriş yapmak istiyorum. Biraz araştırdığımızda görüyoruz ki televizyon veya gösteri dünyasında arz’ı endam eyleyen bir çok program gibi bu programların formatları da Amerikan menşeili. Tabi ki itiraz ettiğim Amerikan menşeili oluşu değil. Ona kalırsa cebimdeki akıllı telefon da Amerikan yapımı, bunda sorun yok. Hatta geçmiş zamanlarda eski bir siyasimizin söylediği rivayet edilen “Türkiye küçük Amerika olacaktır” sözüne de bir diyeceğim yok. Ama bu tarz programlar özelinde baktığımızda Amerika’da belki son yirmi yıldır bu programların var olduğunu görüyoruz ve bu kadar rağbet görmesinin asıl sebepleri; Amerikan toplumunun kapitalizmin ve tüketim toplumunun bir gereği olarak kitlesel üretime ve endüstriyel tarıma uzun yıllar önce geçmiş olması, bunun sonucunda da obezite vs. gibi sorunların artık çok ciddi sınırları aşmış olmasıdır. Bundan kaynaklanan sağlık problemlerine çare arayan endişeli halk yığınının, bu tarz programlara bu yüzden ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. İnsanların beslenmesinde endüstriyel tarım ürünlerinin daha fazla yer almaya başlaması, artan refah seviyesi gereği sınırsız ve kontrolsüz tüketim toplumunun gittikçe başta hareketsiz yaşamdan kaynaklanan obezite olmak üzere modern ve konforlu hayat hastalıklarının yaygınlaşmasına yol açtı. Bu durum bu tarz programları yapan tüccarlara büyük bir potansiyel yarattı. Hatta en popüler programlardan birinin en meşhur doktoru Türk asıllı, zaman zaman ülkemizdeki programlarda da boy gösteren televizyon yıldızı, afedersiniz kalp doktoru Mehmet Öz.
Yani Amerika’da arz ve talep gereği bu programlar var ve varoluş sebepleri de oldukça gerçekci.
Tabi ki buradan konuyu Amerikan toplumu sağlıksız, bizim toplumumuz sağlıklı onun için böyle programlara ihtiyaç olduğu sonucuna bağlayacak değilim. Ama en azından bu tarz programları bu kadar yaygınlaştıracak kadar ciddi toplumsal bir sorun yaşadığımızı düşünmüyorum. Çünkü her ne kadar biz de hızla, endüstriyel tarım ve hareketsiz yaşam koşullarına biteviye koşuyor olsakta, bireysel ve küçük ölçekli üretimi tamamen yok etmiş, sıfırlamış değiliz; mesela büyük metropoller dahil hepimizin semtinde haftanın belirli günlerinde hala halk pazarları kuruluyor ve o pazarlarda hala köylü amcalardan teyzelerden süt, yoğurt, tereyağ, yumurta vs. gibi endüstriyel üretim sürecine girmeden soframıza gelebilen ürünlere ulaşabiliyoruz. Tabi ki, doğal beslenme ve sağlığımız hakkında ufacık bir bilincimiz ve özenimiz varsa! Bu neyin göstergesidir; biz hala geri dönülmez sınırı geçmiş değiliz. Bu tarz programlar ve oradaki doktorlar “kanser oldun ölmemek için şunu şunu yap” diye bizi korkutuyorlar. Tamam Amerika’lılar kanser safhasına gelmiş olabilir ama bizim soğuk algınlığımıza neden kanser muamelesi yapılıyor veya biz neden yapılmasına müsaade ediyoruz ki.
İşin ikinci ve asıl itiraz ettiğim kısmına gelince; bu tarz program ve haberlerin bizi gerçekten daha sağlıklı veya bu konularda bilinçli birer insan mı yaptığı yoksa korku, stres, kaygı, yediği her şeyden şüphelenen ve endişe duyan gergin ve iç huzurunu kaybetmiş bireyler haline mi getirdiği. İşte bu noktada ben tam tersini düşünüyorum. Bu konuların bu kadar çok konuşulması, irdelenmesi, araştırılması, analiz edilmesi bizi daha çok bilgilendirmek yerine bu konularda kaygı ve endişemizi artırıp stres sebebi olarak ruhsal durumumuzu bozuyor ve daha fazla hastalığa açık hale gelmemize sebebiyet veriyor. Bunu böyle düşünmemi sağlayan ve belki de modern tıbbın da reddetmediği ve İbn’i Sina’nın yüzyıllar önce vurguladığı bir gerçek olan “çoğu hastalıkların asıl sebebi ruhsaldır” sözüdür. Yani, şunu yeme bunu ye, şöyle yeme böyle ye, şu kadar yeme bu kadar ye vs. devamlı bir kontrol ve denetim olsun istiyorlar hayatımızda. Ağız tadıyla kana kana su bile içemiyoruz artık. Su, mutlaka günde belli saatlerde bilmem ne kadar tüketilmeliymiş! O zaman ne yapalım, bu konuda bilinçli olalım, yanımızda şu kadar su taşıyalım, şu kadar içelim falan filan.. işte kabus başlıyor.. alt tarafı bir su içmek yahu.. beden zaten sana doğal olarak alarm verecektir, canın su içmek isteyecektir, sen de azıcık kendi bedenini tanıyor ve bedenine duyarlıysan oturur kana kana suyunu içersin, bunun üzerinde kafa yormazsın , düşünmezsin. Su içmeyi bile bir formata şekle sokup stres kaynağı haline getirmezsin. Ama yok şöyle iç, şu kadar iç, şundan iç, bir sürü gereksiz ayrıntı ve formaliteyle en basit bir beslenme pratiğini bile bizi zihnen manipüle edecek bir sorun haline getiriyorlar. Su tüketimi buna en basit örnek; yediğimiz içtiğimiz hemen hemen her şeyle ilgili bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ekmektir , ettir, süttür, yağdır neredeyse tükettiğimiz her şeyle ilgili doğru ve yanlış bir format var. Ne, ne kadar, nasıl, ne zaman, neyle soruları tüm yediklerimize uygulanarak karmaşık formüllerle ağzımızın tadı kaçırılıyor. Çayı yemekten önce içersen şöyle, yemekten sonra içersen böyle, protein ağırlıklı beslenmeden önce içersen şöyle, karbonhidrat ağırlıklı beslenmeden sonra içersen böyle..vs. vs. -ya bir durun ya.. bırakın adam ağız tadıyla keyifle çayını içsin yahu.. elma şöyle olsun böyle olsun, şöyle temizleyin böyle temizleyin, yok kabuklu yiyin yok suyunu sıkın vs. -ya bırakın da çatır çutur düşünmeden keyifle şu elmamı yiyeyim yahu.. o elmanın nasıl bilinçli sağlıklı tüketileceği ile ilgili bilgileri bana anlatırken bende yarattığın bilinçaltımdaki “eyvah doğru beslenemiyorum” kaygısı, elmayı en sağlıksız şekilde tükettiğim an’da oluşacak zararlardan çok daha zararlı eminim.
Babam 70 annem 60’lı yaşlarındalar. Memlekete gittiğimde görüyorum ki televizyon doktorları onları bile ele geçirmiş. Oğlum şunu ye bunu ye, şu çok faydalıymış bu çok faydalıymış, soğan şuna iyiymiş, sarımsak bunu önlermiş, maydanoz kürü detoks yaparmış, limonlu su kanı şöyle yaparmış...ya bir durun! Biz zaten bunları normal olarak, farkında olmadan doğal dengesinde tüketmiyor muyuz? Annem babam köyde yaşamıyorlar fakat bir şekilde bireysel üretim yapan köylülerden, akrabalarımızdan süt, yoğurt, çökelek, ısırgan, karalahana gibi yöresel ürünleri temin edip sofralarında büyük bir yer teşkil edecek şekilde bulunduruyorlar. Biz yeni nesiller gibi market ürünleriyle yapılan yemeklerden ziyade alışkanlıkları gereği eski usül tencere yemekleri beslenmelerinin ana menüsünü teşkil ettiği halde onlar bile yediklerinden ve içtiklerinden korkar hale getirilmişler. Dediğim gibi burada asıl olay; şu yiyeceğin faydalı bu yiyeceğin zararlı olması değil, bu konulara çok fazla kafa yorulması, yoğunlaşılması, yediğimiz içtiğimiz her şeyin bu minvalde bir değerlendirmeye tabi tutularak, kategorize edilmesi, kaygı ,endişe veyahutta büyük bir fayda umularak gereksiz abartılı bir iştiyakla yenilmesi.
Tek bir ölçümüz olması gekertiğini düşünüyorum; kişisel doğal dengemiz. Kendi kişiliğimizin, bedenimizin, metabolizmamızın, yaşadığımız coğrafyanın ve sosyo-ekonomik şartlarımızın gerektirdiği doğal dengemiz neyse o. Ve bunu bu konularda devamlı izleyerek, okuyarak bilgilenerek sağlayamayız. Sadece hayatımızı doğal akışından ayırmama konusunda göstereceğimiz birazcık hassasiyet bize doğru yolu gösterecektir. Hayatta bir çok konuda olduğu gibi beslenme ve tüketim alışkanlıklarımız konusunda da aşırı uçlardan kaçınıp itidal yolunu seçersek ve bu seçimi bir gerginlik , stres kaynağı haline getirmezsek hayat şartlarımızın ve bedenimizin doğal dengesini daha kolay bulur ve fark etmeksizin sağlıklı beslenmeyi sağlamış oluruz.
Elbette işin şu kısmını da vurgulamadan geçmemek lazım. Biz bu dünyaya yemek içmek semirmek ve sonsuza dek yaşamak üzere gelmedik. Eskilerin deyimiyle hiçbirimiz bu dünyaya kazık çakacak değiliz. Efendim biz uzun yaşamaktan değil sağlık yaşamak ve sağlıklı yaşlanmaktan bahsediyoruz denilir bu sözlerin hemen ardından. Tamam doğru güzel de ben de işte tam bundan bahsediyorum; sağlıklı yaşamayı ve sağlıklı yaşlanmayı istiyorsan, sağlıklı yaşamayı ve yaşlanmayı kafaya takmayacaksın…
Ve sözlerimi; ironik olacak ama; televizyonda izlediğimiz şu çok meşhur tonton yaşlı doktor teyzeye atfedilen ve sosyal medyada çok rağbet gören şu sözlerle bitirmek istiyorum ” haram yeme de, istersen zıkkımın kökünü ye”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.