- 1985 Okunma
- 12 Yorum
- 3 Beğeni
Bay Bartholo’nun tercihleri..
Dilsiz sağır ve bir vurdumduymaz gibi herkesten uzaklaşma dürtüm ağır basmıştı. Sanki Oblomov’un yeşil hırkasını üstüme geçirmiştim. Bir tembellik aynı zamanda yazma isteği de aldı yürüdü bende. Belki de tembel değildim. Bir tercih meselesiydi. Herkesi başımdan savıp kendi yaratıcılık öykülerimi yazmak istiyordum. Evet bunu bilinçli yapıyordum. Çevremdekiler durmadan çatır çatır konuşup yalancı bir dünya yaratmak istiyorlardı. Aslında korkaktılar. Korkak bir dünyada yaşamamı istiyorlardı. Uçan kuşlardan, sokak şarkıcılarından, protest gösterilerden nem kapıyorlardı. O halde neyi dinleyecektim. Bir porselen süslemesinden biliyordum Renoir’in ellerini. Zincire bağlanıp resmediyorken gri havayı kimseyi duymak istemiyordum. Bir sese ihtiyacım yoktu. Sadece uyuyup uyanıp transa geçmek istiyordum. Tıpkı gri havada yalnız avlanan kurtlar gibiydim. İçimdeki her şeyi yazıp rahat etmek istiyordum.
Bunun için. Yani yazma dürtüm için işimi ve çevremdeki her şeyi geride bırakıp evime kapanmıştım. Kimseyle görüşmek ve muhatap olmak istemiyordum. Biliyordum ki beni bencilin teki olarak yorumlayacaklar. Öyle olsun, ellerimi açıp ‘’ aman efendim hoş geldiniz, buyrun şu koltuğa geçip ayaklarınızı uzatın ve bolca kahkaha atarak her şeylerin doğru olduğunu dillendirin. Osurun, sıçın, ateşli söyleşiler yapın ve onursuz yaşayın. Bense süslerinden arınmış bir sokak fahişesini sizlerden çok daha onurlu bulayım. Yapışkan bir sinek gibi benim neden kendimi dışladığımı kurcalayıp durun..Beni tekelinize almak cüretini nasıl gösterirsiniz..Buna izin vereceğimi sanan budalalarsınız. Ancak kendim bir ahşap heykel gibi kendi odamın içinde durup kendimi yakabilirim. Çıngıraklı dillerinizden nefret ediyorum artık. Sizi görmektense Kolhas’ın köpeğini görmeyi tercih ederim. Bu da bir tercih meselesi değil midir? Ne aptal ve budalanın tekiymişim ki yıllarca sizlerin peşinden sürüklenip kendi sanatımdan vazgeçtim. Ben bir körüm..Ah ne düşüncesizlik. Acıyorum size..Ne korkunç ki gözümün önünde hayvan kümeslerine girer gibisiniz. Ah aptal kafam, siz kimsiniz? En iyi arkadaşım kalın duvarlar olacak. Tozlu daktilomun ve sıtmalı bir odanın içinde kendi kendime sallanacağım..
…..
Odanın içinde günlerce dolanıp durdum. Katip Bartleby gibi duvarların arkasına saklanmıştım. İstediğimi yapma ve yapmama özgürlüğüne sahiptim artık. Birinin kafamda dikilip şunu yap bunu yapma demesini sindiremiyorum. Günler böyle birbirini kovaladı. Kar fena yağıyordu. Perdenin arkasından havada uçuşan kar tanelerini izledim. Çevredeki binaların kirleri yok oluyordu. Her taraf sessizliğe bürünmüştü. İnsanlar sokaklara çıkmıyordu. Bahçedeki ağaç dallarındaki kar kümeleri gri kristaller halinde sallanıp yere düştü. Kilisedeki peder için mutluluk dua demekti. İnsanların kiliseye gelip dua etmelerini dilediğinden emindim ama kar kıyamet bir günde kimse kiliseye gitmiyordu. Perdeyi yavaşça kenara çektim. Oda karanlıkta kalıyordu. Hava kasvetli ve griydi. Yazacak bir şeyler bulmalıydım.
‘’ Kar güzel yağıyor’’ dedim.. ‘’ Evet, güzel yağıyor’’ dedi bir başka ses. Tam dönüp arkamdaki duvara bakacakken karaltının içinde birinin eve doğru yaklaştığını gördüm. Bayan Marta beni ziyarete geliyordu.
Şu benim ev sahibem Marta için üç kısa öykü yazabilirim. Aç gözlü, doymak bilmeyen bir domuz tiplemesi, saçlarını ağzı çiçekli adamlara savurmasını ve mahalle tüccarlarıyla şarap tokuşturan bir yosma benzetmesi yazabilirim. Yapabilirim bu işi. Bir kilise rahibesi gibi de, her gece perde arkasına mum koyup dua edişini açıklayabilirim. Bir domuz göğsü ve kilise arasında sıkışmış alçaklığını anlatabilirim size üş kısacık öykü ile. Ama anlatmayacağım. Oturup yazacağım. Hırçın ve sinirli ağırlık merkezine bir bomba koymayı düşünüyorum. Ha haaa haa ha.. İvan İlyiç’in karısı olarak da düşünebilirim Marta’yı. Zavallı İlyiç, her gece ve gündüz içinde bir korkuyla yaşayacaktı. Huzursuzluk ve domuz kokusu… Perdenin arkasında yanan mumların ev sahibemin yüzünü nasıl aydınlattığını görür gibiydim sanki. Bir fırtına uğultusu, masaya yumruğunu vurur gibi gözlerini gözlerime dikip,
‘’ Bugün Pazartesi, saat üç gibi ödemeniz gereken kirayı saat beş olduğu halde ödemediniz. Neden..’’
Ben de ona pişkince cevap verecektim.
‘’ Bayan Marta, saat üç ve beş arası iki saatlik bir dilimde sıçıyordum. İshal olmuştum ve size uğrayamadım. Dışarıya çıksam gazete kâğıdına sıçacaktım. Belki de kapı önünüze. Bunu ister miydiniz?.’’
‘’ Ah evet, bravooo… bravooo, bunu düşünmemiştim Bay Bartholüüü…’’
‘’ Bartholo’’ dedim.. Adımı lütfen inceltmeyin…’’
‘’ Hadi şimdi getir kiramı kaba adam..’’’
Kirayı eline sayarken durup öyle kadının yüzüne bakacaktım. İşeme sıkıntısı çekiyormuş gibi, yüzünde bir tiksinti, kurnazlık, şeytanın bir bacağı gibi şekilden şekile giren ablak bir yüz görecektim. Çok çirkin ama, yine de benim için enfes bir sahne diyebilirdim. Üç kısa öykü yazmam için iki saatlik bir arayı iki güne çıkarmaya karar verdim.
Bayan Marta avuçlarındaki paraya bakarak sanki senyörlerin karşısında selama geçer gibi bir reveransla merdivenlerden kayboldu.. Kapıyı arkasından kapatmadan önce nedense aklıma bir salyangozun evinin yanışı geldi.
Kapıyı kapatıp kanepeye oturdum. Missirildi susuyordu. Misirildi kim mi? Tabi ki benim güzel duvarlarım. İnsan duvarlarıyla konuşabilir arada değil mi? Duvarlar, çatlayıncaya kadar konuşursunuz. En çok duvar yıkılır sırtınıza. Bayan Marta’nın yüzünü görmektense, duvarı kendi iç sesim ile yıkıp bu evi ateşe vermeyi düşündüm. Ben hayalperest değilim. Gerçekçiyim. Biri karşımda tutkulu konuşuyorsa hemen Sicilyalı kılığına girmek istiyorum. Uygun zamanı bekle politikası ve hemen üstüne atla. Çünkü benim gibi birinin ruhundan anlamıyorlar. Sanki Venedik soyluları, vajinismus akıntılar ve gondollarıyla dolanırken kimsenin ruhundan anlamıyorlar…
Bir ölünün kafatasına mürver ağacı dikip, altına da Bayan Marta’yı gömmek istiyorum. Bunda ne kötülük var. Sadece gaz lambasının verdiği huzuru istiyorum hepsi bu..
…..
Valeria her gece gizlice sevgilisini evine alıyordu. Bundan bana ne. Kimsenin hayatına karışmayı düşünmüyorum ama duvarlar ince, kulaklarım her şeyi alıyor içine. Tiz bir bağırtı ve inleme sesinden hep rahatsız olmuşumdur. Algı meselesi. Normal olarak Valeria’nın ruhu beslendiğinde bu kadar bağırmaması gerekirken, her gece ‘’ üstüme işe, üstüme işe’’ diye bağırması bana Pavlov’un köpeğini hatırlattı. Şartlanmış bir sevişme sahnesi. Adam üstüne işemezse bütün orgazm psikolojisi bozulacak gibiydi. Durmadan bağırıyordu. Benimse sinir uçlarım yerinden oynuyordu. Bunalım geçirir gibi kaskatı kalıyordum. Adam bir işese de sinir uçlarım gevşese diye bekliyordum. Gevşeme saatim bir türlü gelmiyordu. Oysa terliklerimi giyip evin içinde rahatça dolanmak ve film izlemek istiyordum.
‘’ Yalvarırım işeyin artık, ne olur işeyin’’ diye bağırasım geliyordu. Derin derin nefes almak istediysem de soğuk hava daha çok bunalıma girmemi sağladı. Pencereyi hemen kapattım. Sinirli çene kaslarımın arasından kendimce mırıldandım.
‘’ Bu akşam bu işi bitireceğim…’’
Çünkü bir türlü kafamdaki üç kısa öyküyü yazamıyordum. Kararlı bir biçimde kapıyı açıp merdivenlerden üst kata çıktım. Valeria’nın kapısında durdum ve bekledim. Elim birkaç defa zile gidip geldi. Kadın içerde uğulduyordu. Bunun aptalca olduğunu düşündüm. Duyduğum ve hissettiğim tuhaf sezgi bana tercih yapma şansı veriyordu. Zorla kimseyi yemeğe çıkarmıyordum. Kasılan çene sinirlerimi açma seansı yapıyordum. İki kişinin birbirlerine söyledikleri güzel sözler olsa hiç yerimden ayrılmayacaktım. Ama durmadan bu bağırtılar ‘’ üstüme işe’’ nakaratları beni hasta ediyordu. Çarem kalmamıştı. Üstelik kadın işe dedikçe ben de Pavlov’un köpeği gibi gidip klozete işiyordum. Koltuk ve klozet arasında gidip gelirken vücudum bir epilepsi hastası gibi geriliyordu. Elim bir kere daha zile gitti. Ya adam bir vuruşta boynumu kırarsa düşüncesi durmama neden oldu. Bunu göze alamazdım. Bir sis kapladı parmak uçlarımı, elim korkaklık ve cesurluk arasında bir aile ilişkisine müdahale edecekti. Elimi zilden geri çektim. Hayır, bunu yapamazdım. Bir türlü tercih yapamadım. Kapı eşiğine işeyip gerisin geriye evime döndüm. Bidu Sayao’nun bachiana no 5 cantilena şarkısını sonuna kadar açıp işeme isteği sesini bastırdım.
Tam kafamı dinleyip, sonrasında daktilomun başına oturup üç öyküye başlayacakken kapının büyük bir gürültüyle yumruklandığını duydum. Kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. Kim olabilirdi. Uzun zamandır herkesten kendimi soyutlamıştım. Dengesiz iş arkadaşlarım, akrabalarım, veya çevremden biri olamazdı. Onlara net bir şekilde işten ayrıldığımı, görüşmek istemediğimi söylemiştim. Kapı kırılacak gibiydi. Sessiz adımlarla dış kapıya yönelip kapı büyütecinden baktım. Valeria’nın çam yarması sevgilisiydi. Göğüs ağrım neredeyse iki katına çıkmıştı. Kalbim hızlı hızlı çarpıyordu. Ellerim ve avuçlarım terlemişti. Nefes almakta zorlanıyordum. Sanki boğulur gibi oluyordum. Soluğum öyle kesilmişti ki bayılma hissi, baş dönmesiyle beraber bir serseme dönüşmüştüm. Arada üşüme ve yanma hissiyle çıldıracak gibi oluyordum. Sanırım bu çam yarması bende ölüm korkusunu tetiklemişti. Yine de sürünerek kapıyı açmaya karar verdim. Kapı kırılırsa Bayan Marta’nın yüzünü görecektim. Bana dünya kadar laf sayıp gitse bunu göze alabilirdim ama işin ucunda bir sürü masraf vardı.
Bir koşu bu panik nöbetimi kontrol etmek için, santral sinir sistemime iyi gelen ilaçları ve B12 vitaminimi bir solukta ağzıma atıp kapıyı açtım. Karşımda iri cüssesiyle çam yarması İtalyan bozuntusu adam duruyordu. Konuşmama fırsat vermeden yüzümün ortasına kafasını geçirdi. Yüzüme kafa yemiştim. Her taraf karanlıktı ve yıldızlar gözümün önünden uçuştu durdu. Adamın belli belirtisiz sesi uzaktan geliyordu.
‘’ Bir daha kapıma işersen seni bok çuvalı gibi pencereden atarım. ‘’
Kendimi birden tuhaf ve değişmiş hissettim. Sanki sakinleşiyordum. Adam bir psikopattı. Sevme yeteneğinden yoksun ve bir suç işlemişti. Elimi yüzüme götürdüm. Elime kan bulaşmıştı. Bir dişim yerinde yoktu. Gözlerim şiş ve mosmordu. Bir böcek gibi yerlerde sürünüp ağzımdan fırlayan dişimi aradım ama yoktu. Psikopat dişimi Valeria’ya götürmüştü. Olduğum yerde oturdum. Duvarım biraz daha çatlamıştı. Çişim içime kaçmış gibiydi. Tercihler bazen siyah ve beyaz kadar net olmayabilir. Delilerle uğraşacak zamanım yoktu. Zihnimin karmaşıklığına daha fazla izin veremezdim. Sakinleşmiştim. Lavaboya gidip yüzümü yıkadım. Gözlerimi parmaklarımla aralayıp aynaya baktım. Dudaklarım şişmiş ve acıyordu. Yine de dudaklarımı açıp kapadım. Tek dişim yoktu. Bunu tam ayna karşısında yirmi kez tekrarladım. Sanırım ikili ve çoklu ilişkilerde başarılı değildim. Veya başarısız olanlar karşımdakilerdi.
Siyah bir ışığı kesiyor Caravaggio’nun elleri. Ve ben tek dişimin olamayışına yavaş yavaş alışıyorum. Muhteşem olan benim. Onlarsa bir böcek gibi çevremde dolanıyorlar. Onları umursamamayı bir kez daha kabul ediyorum.
Çünkü ben yaratıcı biriyim. İlham ve fikirlerim beklenmedik zamanlarda birden bire zihnimi ele geçiriyordu. Her ne kadar karmaşık ve çelişkili davranışlarım karşımdakileri rahatsız ediyorsa da yaratıcı karakterime güveniyordum. Sadece bunu biliyor ve kendimi anlamaya çalışmıyordum.
Dünya yaratıcı bir kişinin istiridyesidir. Sonuçta bir öykü yazacağım. Kişiler olaylar ve zıtlıklar. İlhamın gelmesini bekliyorum ama gelenler hep başkaları. Yazma isteği için eve kapanmıştım. Yalnız kalma korkusu bende hiçbir zaman oluşmamıştı. Özgür kalmak ve kendi zihnimde dolanmak istiyordum.
İçimdeki sesi dışa vurabilmek için bütün gürültülerden uzak durmalıydım. Ama bir türlü duramıyordum. Bela gelip beni buluyordu. Buna deneyim diyordum. Ev sahibi, üst komşu, arkadaşlarım deneysel varlıklardı. Ben bunları istemiyordum. Sessizce yazacağım üç öykü tiplemesi sadece daktilomun gürültüsünde yazmak istiyordum. Hepsi bu. Bunlardı istediklerim. Belki hiç yazamayacağım ve başarısız olacağım. İnsan doğasının tutkulu izleyicilerinden biri değilim. Bir masa, daktilom ve duvarlarım yeterliydi..
Aradan günler geçti. Üst komşum Valeria’nın sesini duymuyorum artık. Zavallı Valeria çam yarmasının parmakları arasında can vermişti. Gerçek tutku onun sonu olmuştu.
Zavallı Valeria.
İlerde sana üç öykümü anlatacağım. Gölgem bir türlü odadan ayrılmıyor. Gölgemin odadan ayrıldığı gün benim için uzun bir sonsuzluk olacak sana doğru. Cehennemse cehenneminde beraber yanacağız..
Zavallı Valeria…
YORUMLAR
Hayatın güldeki anlamı
Kırmızı ve mavi gül, aşkı iki kişiliktir, BEDEN VE NEFS, oh hayat ne güzel (işemek dahil)
Sarı gül solmaktır, HİÇLİK, FENAFİLLAH, OLMAK YADA OLMAMAK, NİRVANA, aşk yokmuş gibi görünür
Beyaz gül ebedi diriliştir, RUH, ruh var diyenler yaşadı
Siyah gül aşktır, GÖNÜL, aşk var diyenler vuslata erdi,
lacivertiğnedenlik
Den(iz)
Bana da Ezgi bey didiler bacım...pehhhh ...
Valeria her gece gizlice sevgilisini evine alıyordu. Bundan bana ne. Kimsenin hayatına karışmayı düşünmüyorum ama duvarlar ince, kulaklarım her şeyi alıyor içine. Tiz bir bağırtı ve inleme sesinden hep rahatsız olmuşumdur. Algı meselesi. Normal olarak Valeria’nın ruhu beslendiğinde bu kadar bağırmaması gerekirken, her gece ‘’ üstüme işe, üstüme işe’’ diye bağırması bana Pavlov’un köpeğini hatırlattı. Şartlanmış bir sevişme sahnesi. Adam üstüne işemezse bütün orgazm psikolojisi bozulacak gibiydi. Durmadan bağırıyordu. Benimse sinir uçlarım yerinden oynuyordu. Bunalım geçirir gibi kaskatı kalıyordum. Adam bir işese de sinir uçlarım gevşese diye bekliyordum. Gevşeme saatim bir türlü gelmiyordu. Oysa terliklerimi giyip evin içinde rahatça dolanmak ve film izlemek istiyordum.
‘’ Yalvarırım işeyin artık, ne olur işeyin’’ diye bağırasım geliyordu. Derin derin nefes almak istediysem de soğuk hava daha çok bunalıma girmemi sağladı. Pencereyi hemen kapattım. Sinirli çene kaslarımın arasından kendimce mırıldandım.
‘’ Bu akşam bu işi bitireceğim…’’
larci valeria nın bu hikayesini yazmak için onun duvarıyla senin duvarın bitişik miydi...hem işemek ne demek o kadar güçlü imgelerle bezemişsin ki... tıpta bunu adı nedir enjeksiyon muydu :) vallahi kutlarım seni erkekliğin kitabı böyle yazılır...oku yabancı romanları öykü içinden öykü çıkar sür pırına altı üstü pişsin ...işte gergin insanlar böylesine hayalist ve saldırgan oluyor :) ver gazı damarlarına askerlik anıları com .tr.ye dönüşsün..
çok beğendim...sanat adına siz bir dahisiniz..Teyfik Fikret sizinle yaşasaydı çok gurur duyardı !
selam ve muhabbetle
lacivertiğnedenlik
Gül ESEN
yavaş gel geri geri ki ardını topla biraz !..sen şimdi hangi katagoride yazarsın söyle bakalım çocuk !.. insan çok iyi bir gözlemciyse kalemi yazar ve çizer; kısaca ya hayatı yaşar, yazar; ya okuduğun kitaplardan hayal dünyanı geliştirir yazarsın..çok kitap kurdu değilseniz bu öyküyü sıralayamazsınız demek istedim ve siz tarih yazarı mısınız ki kaynak göstereyim size :) altı üstü iç dünyanı imgelerle besleyen bir insansınız !...Yazı dünyanız gerçek değil , hayali..
gerçek olmayan hiç bir dünyayı ben kabul etmem...söylediğimiz budur.. hem ben senin gibi hayalist değil gerçekçiyimdir...şeref meselesine takılmam insan kendisinde ki değer yargılarını bildiğinden başkalarının gürleme rüzgarından etkilenmez
lacivertiğnedenlik
Gül ESEN
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
Bartholo karakteri bazı yönleriyle bizim müdüre ne kadar da benziyor. Ama Tanrı onu korumasın. Bartholo'yu ise nasıl biliyorsa öyle yapsın. Sanırım yapmış da.
seviyorum seni okumayı. Şiirde de öyküde de. Sevgiler toprağım.
lacivertiğnedenlik
Aynur Engindeniz
Kaç kalem tükettiğini inanın bilmiyorum, kaç kağıt karalayıp kaçını yaktığını tahmin edemiyorum. Lakin onu düşünmeden önce kaç sözcüğe ağlayabileceğini, kaçını saklayacağını ve kaçından kendini kurtaracağına bir yorum getirebilirim. Aramızda hiçbir şey olmadı. Aramızda ne bir söz düellosu ne bir söz savaşı olmuştu. Birimiz konuşurken birimiz susuyordu. Birimiz yazarken birimiz gülüyordu. Ama o ağlarken ben hep kaçıyordum ondan. En son onu bulduğumda yatağımın dibinde iki kolu yana açılmış hareketsiz bir haldeydi. Ama ne ambulans çağırmıştım ne de onu aradan hemen kaldırıp almıştım. Bir süre onu düşünmüş ve ...
O zaman bilmediğimiz bir şeyi biliyormuş gibi yaşamak, nasıl bir şeydi?
En güzel yalanlarımız içinde yaşıyoruz romanlarda ,hikayelerde, masallarda.... Birkaç tercih daha.... Bitmemiş masalların içinden geçiyor gözlerim ve bitmiş hayatların ucuna takılıyor gövdem ...
Kocaman teşekkürler ...Günümün yazısı için...
sevgiler sevgiler sevgiler...
Çok cesur bir öykü. Özellikle kadınların cesurca yazmaları umut ve dirençle dolduruyor içimi; hele ki icinden gectiğimiz şu günlerde!
Devamını bekliyorum...
Sevgiler Laci...