- 1157 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MAVERAUNNEHİR'DEN BİR MALUMAT TAŞKINIDIR FARUK UYSAL’IN TAŞKENT DEFTERİ
Bazen sükûtun sözden, defterin kitaptan daha içkin bir anlam barındırdığı hissine kapılırım. Geçen birkaç hafta önce de yine aynısı oldu. Bu konuda bana ‘sen haklısın’ der gibiydi sanki Faruk Uysal’ın Ekim 2016’da yayınlanan Taşkent Defteri… Ankara Beştepe’de sakin bir restoranın köşesine oturduk, konuştuk… Üzerinde kitapların yemeklerden daha uzun durduğu bir masanın iki tarafına kurulduk, Taşkent Defteri’ni önümüze koyduk, üç saate yakın hoşbeş ettik kendisiyle…
Henüz yeni basılmıştı Faruk Uysal’ın Taşkent Defteri… Deyim yerinde ise fırından yeni çıkmış bir ekmek kadar tütsülü, taze ve sıcaktı. Güzel bir isim olmuş sözünü söyledikten sonra niçin Taşkent Defteri diyecektim ki o bana sordu “ismi anlamlı olmuş değil mi” diye… Evet, çok anlamlı, sanki “amel defteri”ni çağrıştırıyor deyince de “Doğru… Bu kitap, bir nevi benim Özbekistan’da geçirdiğim iki yılın amel defteri… Burada hem sevaplarım hem hatalarım var benim” şeklinde bir ifade kullandı.
İki elimle iyice kavrayıp sıkıca tuttuktan sonra masanın üzerine dik koyuyorum önce Taşkent Defterini… Belki de kapak resminin Buhara topraklarından göğe ihtişam püskürten Kökeldaş Medresesi’ne ait bir görüntüyle süslenmiş olmasından, bir kitabın ilk defa bana bir gökdelen kadar heybetli ve vakur göründüğünü fark ediyorum… Ardından gönül dolusu tebriklerimi sunuyorum muharrir dostuma… Gurur ve sürurla karışık gıptamsı bir his beliriyor içimde… Şöyle 472 sayfalık kapı gibi bir şaheser yazmak isterdim ben de diyorum, mahcubiyetle mutluluk arasında gelgit yapan bir dizi gülücük eşliğinde…
Faruk Uysal, sadece Özbekistan’da geçirdiği günlerin klasik, kuru ve ardışık anlatımlı bir yaşantısını yansıtmıyor Taşkent Defteri adlı eserinde. Yerden gökten, âlimden mutasavvıftan, ilimden irfandan, sanattan edebiyattan, dahası bugün yeryüzünü aydınlatan uygarlığın önde gelen çıkış havzalarından birinden de bahsetmiş oluyor. Eseri okudukça Buhara’dan Semerkant’a, Şam’dan Bağdat’a uzanan, oradan da Endülüs’e doğru bir hilal çizen, nihayet Avrupa ve Amerika ile dünyaya mâl olan bir ilmî uyanışın kilometre taşlarıyla da karşılaşmış oluyorsunuz. Deyim yerinde ise Maveraunnehir boyunca uzanan köklü bir uygarlığın göz kamaştıran kalıntılarıyla tanışıyor, ilim ve irfan nüveleriyle göveren bir mümbit coğrafyanın dünya kültür mirasına ne büyük kıymetler bahşettiğine tanık oluyorsunuz.
Taşkent Defteri’ni okudukça, Faruk Uysal’ın; anlatımı duru ve akıcı, malumatı geniş ve serpintili, yaklaşımı yer yer objektif ve duygulu bir günlük kaleme aldığını görüyorsunuz. Yeri geliyor kendince günün önemli bir olayını anlatıyor, yeri geliyor Harizm şivesinin Anadolu Türkçesine en yakın konuşma olduğu saptamasında bulunuyor; yeri geliyor âlimlerden, muhaddislerden ve şairlerden bahsediyor… Hâsılı bu eserle baş başa kaldığınızda; yolunuzun düşmediği illere, kulağınızın duymadığı seslere, gözlerinizin görmediği yerlere doğru bir seyahate çıktığınız sanısına kapılıyorsunuz sanki… Bundan böyle Taşkent Defteri’ni okurken gün oluyor Fergana Vadisi’nin çekik gözlü, can gönüllü çocuklarıyla tanışıyor; gün oluyor Registan Meydanı’nda mazinin dipdiri görkemi içerisinde kayboluyor, gün oluyor insanlık ve İslamlık tarihinin yıldız simalarıyla karşı karşıya geliyorsunuz…
Kimler yok ki bu yıldız simalar galerisinin içerisinde… Ahmed el-Biruni, Ali Şir Nevai, Alaaddin-i Attar, Bahaeddin Nakşibendi, Hüseyin Baykara, İmam Buhari, Mirza Muhammed Uluğbey, Muhammed Harizmi, İmam Maturidi, Kaşgarlı Mahmud, Ali Kuşçu, Mahmud Zemahşeri, Babür Şah, Emir Timur ve daha niceleri… Bu şahsiyetleri kısa birer biyografi şeklinde tanıtma yoluna pek gitmiyor müellifimiz. Zaten böylesi bir tarzın günlük yazımı için uygun olmadığı malumdur. Bu nedenle daha çok günlük ve hatırat türü için kullanılan tespit, teşbih ve betimlemelerle bezenmiş zengin bir üslubu tercih ediyor. Başka bir deyişle öznellikten çok nesnelliği, hayalden çok gerçeği, duygudan çok yaşamayı önceliyor. Bir gün Semerkant’a gidiyor mesela… Orada büyük düşünür ve kelamcı İmam Maturidi’nin türbesini ziyaret ediyor. Bir gün de Hive seyahati sırasında bir iç kaleye rastlıyor… Bu kalenin çıkışında da cebir ilminin babası Muhammed Harizmi’nin heykeli ile karşılaştığını söylüyor.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri içerisinde Özbekistan’a daha farklı bir önem atfediyor Faruk Uysal. Özbekistan’ın Orta Asya’nın özü olduğu, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri içerisinde yüz şaheser varsa bunun doksan tanesinin Özbekistan’da bulunduğu tespitini yapıyor. Asya’nın ortasında eski bir atlas sayfası gibi duran bu ülkenin tekrar Müslümanlar tarafından keşfedilip bilinmesi ve yeniden okunması gereği üzerinde duruyor. İslam sonrası bilimsel düşüncenin bu topraklarda başladığını, bilim ışığının dünyaya buradan yayıldığını söylüyor. Bizim de bilimsel uyanışımızın burada başladığını, ancak bunun en büyük göstergesi olan rasathane geleneğinin Fatih’in vefatıyla sona erdiğini, dolayısıyla bizim ilmî düşünceyi Fatih’ten sonra Orta Asya’da bıraktığımızı vurguluyor.
Taşkent Defteri’nde öne çıkan diğer bir özellik, eserin müellifi Faruk Uysal’ın geçtiğimiz yıllarda Beyaz Yürüyüş (1998) ve Kayıp Konuşmacı (2000) adlı iki şiir kitabı yayınlanan bir şair olmasıdır. Dolayısıyla kaleme aldığı günlükte Özbekistanlı bazı şair ve yazarların üzerinde önemle durması, zaman zaman onların şiir ve yazılarıyla ilgili edebî eleştirilerde bulunması, ülkemiz şair ve yazarlarını bu edebiyat insanlarıyla mukayese etmesidir. Nitekim yazar bir gün Taşkent’te bulunan Ali Şir Nevai Müzesini ziyarete gidiyor ve bizi bu müzede adları kayıtlı olan bazı büyük Özbek şair ve yazarlarla tanıştırıyor: Abdullah Kadrî, Abdülhamid Çolpan, Abdurauf Fıtrat, Özbekistan Millî Marşının şairi Abdulla Aripov, şair Rauf Parfî, romancı Nurali Kabul, Yunus Recebî, Seyyid Ahmet, İbrahim Rahim…
Sözün özü; Taşkent Defteri ile Özbekistan’da yaşadığı günleri ilmek ilmek, nakış nakış sayfalara taşımış Faruk Uysal… Gitmiş görmüş, aramış bulmuş, sormuş soruşturmuş, çalışmış didinmiş, seyahat etmiş, vadileri geçmiş, dağları aşmış, şehirleri gezmiş… Dahası bu kardeş ülkenin derdiyle ağlamış, sevinciyle gülmüş... Sonuç itibariyle, hemen her günün derin bir şuurla yaşandığı ve kayıt altına alındığı böylesi muhtevalı bir günlük ortaya çıkmış. Çok sevmiş bu ata yurdunun can evlatlarını Faruk Uysal. Ülkemizi temsilen TİKA koordinatörü olarak görev yaptığı bu ecdat diyarında iki yıl boyunca hizmet etmiş. Neredeyse saatinin tiktaklarını dahi boşa geçirmemeye çalışmış; şanlı dedelerin, papatya simalı aksakalların yaşadığı fen ve irfan kokan topraklarda...
Mesut ÖZÜNLÜ
Not: Bu makale ilk defa 04.12.2016 tarihinde "Özbekistan Orta Asya’nın Özüdür" başlığı altında Dünya Bizim elektronik kültür sitesinde yayınlanmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.