- 458 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SİMİTÇİ
SİMİTÇİ
Sıkıcı bir akşam, kalabalıklar bir o tarafa, bir bu tarafa akıyor. Gökyüzünü rengi döndü karanlığa. Ortalık bunaltıcı havaya teslim oldu. Otobüs durağındaki yolcuların gözleri ise gelecek otobüsteydi.
Duraktaki simitçi her zamanki gibi simidini satma telaşında. “Simit simit akşam simitiiiiiiii! Gevrek gevrek ağzınıza layık. Haydi, vatandaş!” diyen bu davetkâr ses kasvetli havayı dağıtıyor. Simitçinin sesi henüz karşıya ulaşmamıştı ki bir grubun bulunduğu yere doğru geldiğini gördü.
“Ucuz yolculuk yapmak istiyoruz. Artık ulaşım zamları istemiyoruz. İnsanca yaşamak haktır. Zamma zulme hayır” diye bağırıyordular. İnsanlar alanda biriktikçe sesler daha da artıyordu. Birdenbire ortalık mahşeri bir kalabalığa döndü. Ortalık son derece renklenmişti. Flamasını kapan oradaydı. Ellerinde pankartlarla, bir başka grubun daha meydana doğru slogan atarak yol aldığını gördü.
Göstericiler durağın arkasındaki küçük meydan istikametine döndüklerinde oradaki diğer eylemcilerle az sonra birleştiler. Ve protestolarına devam ettiler. Daha sonra kamuoyunun duyarlılığını artırma adına durakta bekleyen diğer yolcuları da eylemin içine katacak şekilde eylemlerini bitirerek dağıldılar. Otobüs durağı tam anlamıyla panayır havasına dönmüştü. Otobüs bekleyen yolculardan bazıları ilk şaşkınlıklarını üzerlerinden attıktan sonra ya alkışlıyor ya pankartları merak edip okumaya çalışıyor ya da memnun olmadıklarını el, kol, yüz hareketleriyle belli ediyorlardı. İşe giden, evine dönen insanlarla birlikte hayli kalabalık bir eylemci kitlesi oluşmuştu.
Dağılma esnasında bazıları ellerindeki bildirileri, flamaları ellerine tutuşturuyor böylelikle bu insanları da eylemin coşkusuna dâhil etiklerini düşünüyorlardı. Ve bunlardan biri de elindeki bildiri tomarını simitçinin camekânının üzerine bıraktı. Simitçi, birkaç tanesini camekânın üzerinde bırakarak kalan bildirileri simitlerini sarma düşüncesiyle tablasının altına koydu. Öte yandan ne olduğunu anlamak için de bildiriyi eline aldı ancak okumakta hayli zorlandı.
“İşçiler, emekçiler! Hayat her geçen gün çekilmez hale geliyor. Zamların yapılmadığı bir gün yok. Her geçen gün daha da fakirleşiyoruz. Hayat pahalılığı altında insanlarımız inim inim inliyor. Çocuklarımıza bir şişe süt bile alamayacak duruma geldik.” diye okumaya devam ederken başını kaldırdığında, kalabalığın iyice dağıldığını gördü.
…
Göstericiler ellerindeki dövizlerle pankartları bırakıp gitmiştiler. Ortalıkta sadece evine gitmeye çalışanlar vardı. Az sonra da zaten polis sirenleriyle alanda bir panik havası oluştu. Araçlarından inen sivil resmi polisler herkese kimlik soruyordular. Şüphe, insanların giydikleri kılık kıyafetleri ve yüzlerdeki saç sakal durumlarına göre değişiyordu.
Polisler meydanın az ilerisinde reklam direklerinin arasındaki bir pankarta yöneldiler birden. Önce sağını solunu kolaçan ettiler; pankart yalın hâldeydi. Kenarında köşesinde de herhangi bir eklenti ya da başka bir şey yoktu. Simitçi, pankartı bu kadar incelemelerine anlam veremedi. Beş metre kare bir kumaşı ne çok inceliyorlardı. Biraz sonra pankartı apar topar yerinden alıp polis otosunun arkasına attılar. Sivil giyimli kaytan bıyıklı bir sivil simitçinin yanına kadar geldi.
Simitçi, “Abi gevrek simit, akşam simidi!” dedi.
Sivilin gözü camekânın üzerindeki bildirilere ilişti, eline aldı. Simitçiyi tepeden tırnağa süzdü. Simitçi yirmi beş yaşlarında potansiyel bir teröristti gözünde. Üstüne üstlük “işyerinde” üçten fazla bildiri bulunduruyordu. Gözüyle diğer polislere “alın bunu.” işareti yaptı.
Simitçi “Abi ne oldu yaa simit satmakta mı yasak?” diyebildi.
Polis, “Ne simidi lan! Sizleri iyi biliriz, simit satma bahanesiyle teröristlere lojistik destek sağlıyorsunuz.”
Simitçi, “Ne lojisi anlamadım abim.”
Polis, “Siktir lan git beni uğraştırma, derdini şubede anlatırsın.”
“Oğlum camekânın altına bakın, başka şeyler de var mı?”
Genç polis, bir tomar bildiriyle geldi. “Amirim camekânın altında buldum.”
“Tamam, tamam simitçiyi hemen alın, bütün belge ve delilleriyle. Adamlar gözümüzün önünde, biz nerelerde arıyoruz.”
Simitçiyi yaka paça arabaya bindirdiler. Olanları anlatmaya çalıştı ama nafile. Polislerde elebaşını yakalamanın, sevincinin telaşı vardı. Camekânda bulunan bildiriler suç unsurunu oluşturan emareler delil olarak almışlardı.
Simitçinin rengi gitti. “Beni niye aldınız ki? Sokakta simit satmak ne zaman suç oldu. Oysa her sabah polis abilere parasız simit verdim.”
İri kıyım polis, “Tabii almazsın, bir tür strateji güdüyorsun. Böylece burada rahat gözlemde bulunuyorsun.”
Simitçi, “Ne tejisi ne gözlemi” dedi ama dediği ile kaldı.
“Bak saf numaraları haaa. Suçlular hep aynı numarayı yaparlar. Analarından doğdukları gibi saftırlar. Onları sonradan sistem bozar. Anadan üryan pürü paktırlar.” Dedi ve kafasına bir şaplak patlattı.
Simitçi suçsuzluğunu ifade etmeye çalıştı. “Ne numarası ne şuyu, buyu? Biz ekmeğimizin peşindeyiz.” Dedi kedi gibi tırstı köşesinde gözlerini yere dikti.
Polis, sesini biraz yükseltti. “İki de bir abi falan deme. Devlet memuruna böyle hitap edilmez. Polis bey diyeceksin ya da susacaksın. Ne çok konuşuyorsun… Sözlerini şubeye sakla. Orada bol bol zamanın olacak ve konuşma sırası hep sende olacak.” dedi.
“Polis efendi iyi de nereye götürüyorsunuz?”
“Eşek cennetine!”
“Eşek cennetinde ne işim var? Akşam çocuğum, eşim bekler. Gitmeden yemek yemezler.”
“He öyledir, ne tesadüf beni de beklerler. Vesselam örgütlü ailesiniz. Bunun ilk şartı disiplin. Anlıyorum seni ama bu anlatılanları şubede doğru ifade edilecek mi onu bilmiyorum.” dedi ve sırıttı.
“Çünkü akşam yolumu gözlerler ekmek götürürüm. Aşsız bırakmak istemem.”
“Hastirr lan... Emek ve ekmek arasında bağlantı kurarak zavallı insanları örgütlüyorsunuz terörist faaliyetlerinize katıyorsunuz. Tabii insanların karnına hitap etmek gerek. Halkayı iyi yakalamışsınız.” dedi.
Simitçi, polisin söylediklerinden bir şey anlamadı. Önde oturan amir başladı:
“Lan simitçi ne kadar safsın. Her şeyi üzerine bırakarak kaçtılar. Örgüt senin gibi safları bulup kullanıp atar. Kısaca seni sattı. Oğlum uyanık olun, uyanık! Bu olaydan kaç yıl yiyeceksin bir düşün. Yıllar sonra dışarı çıktığında karın, çocuğun ortada olmayacak. “Bu pezevenkler çocuğuna bakacaklar mı bakalım?”
Simitçi, “Polis Efendi, buraya nasıl geldik anlamadım. Çocuk, suç ve ceza.”
“Bak hele bak! Örgütü ailesinden görüyor. Bir de saf dersin. Polis teşkilatı olarak bir biz aile olamadık. Elin teröristleri aile olmuş, takdir etmek gerek.” dedi.
Şubeye geldiler. Suçlu simitçi, suç unsuru pankart ve bildiriler. “Oturtun lan şunu.”
“Otur simitçi otur. Yoksa bir oturtursam görürsün Hanya’yı Konya’yı. Adın soyadın, örgütte kimler vardı? Korsan gösteriye kimler katıldı.”
“Şakir Şen, Sivaslıyım. İlkokul terkim. Hee bağıranları mı diyorsunuz. Hayli kalabalıktılar. Saymadım. Bağırdılar, çığırdılar, gittiler.” dedi.
Polis, “Bak hele, olay bu kadar basit mi?”
“O kalabalık dağıldıktan sonra birisi geldi.”
“Hee ne dedi? Burada kal halkın tepkisini gör sonra bize bildirirsin mi?” diyerek dalgasını geçti.
“Yooo simit aldı. Sonra “Abi bak! Kâğıtlar zayi olmasın, simitleri sararsın.” dedi.
“Hayret! Müthiş propaganda çalışması. Düşünsenize simidi kim yer işçiler, öğrenciler ve simit artı bildiri. Yeni strateji bu olmalı. Evet, evet dinliyorum. Arkadaşlar gözünüzü dört açın teröristler her aracı kullanıyorlar. Bunu not alınız.”
Herkes pürdikkat olup bitenleri anlamaya çalıştı. Komiserin başarılı konuşmasına hayran baktılar.
“Hadi, hadi anlat! Başka ne var ne yok?”
Simitçi tir tir titremektedir. Şaşkın ördek gibi etrafına baktı. İçerde iyi polis, kötü polis arasında gözlerini dolaştırdı.
Jön dedikleri polis geldi. Simitçiye baktı. Arkadaşlarına döndü, “Çocuklar bu kadar insafsız olmayın, bırakın yaaa adamı. Nefes alsın.”
Simitçiye döndü “Çay içer misin?” dedi.
Jön, simitçiye sıcak geldi. Birkaç soru da o sordu.
“Hadi bir an önce konuş, çok pis adamlardır, canını yakarlar. Konuş gitsin bir şey olmaz.”
“Abi ne konuşayım ki beş yıldır aynı durakta simitçilik yapıyorum. Evliyim bir çocuk babasıyım. Bunun dışında bildiğim yoktur.”
Jön polis “Oğlum bırak numaraları, bunlar yemez... Bak sana bir şey yapamam.”
“Abi ne dememi istersin ki? Bildiklerim ve kısa yaşamım bu.”
“Bu örgütte kimler var. Sizi buralara sürükleyen birkaç isim ver yeter. Sonra seni bırakırlar...” dedi.
“Ne örgütü ne ismi. Bu şehirde beş, altı kişiden fazla tanımam ki.”
“Ooo illegaliteye bak. Hayret! Desene örgütü çözmek zor olacak. Beş kişiyi verir misin?”
“Tabii ki Çolakların Nuri, Gülsevim Ananın Bahri, Takoz Veli’nin Çiroz Ali.”
Biraz durakladı ve yutkundu.
Jön polis, “Bir bardak su ister misin?”
Hergele Memo “Arkadaşa lütfen su.” dedi.
Diğer polisler birbirine baktı. Bravo jöne nasıl konuşturuyor. Memo suyu masaya bıraktı.
Simitçi, hergeleye baktı, bir de suya. İçi titredi.
“Evet, diğeri kim?”
“Tirit Remzi. Ama tirit sık sık memlekete gider gelir. He, unutuyordum diğeri de Kilit Tarık bu kadar. Karılarını bile tanımam.”
Jön, “Ne güzel bir de polis dayak atar işkence yapar diyorlar. Bak ne güzel konuştun. Bir şey yaptık mı?” dedi.
“Enteresan kod isimler. Takoz Nuri zannedersem örgütün soygun ekibinden, Kilit Tarık ise banka soygunlarını örgütleyen olmalı. Çolak Nuri ise bombacıdır. Çiroz Ali örgütte pratik adam. Beyin takımı Bahri’dir. Rusların ‘Ana’ adlı romanında esas karakterlerden birisi “Ana”dır. Onun içindir ki örgütsel işleyişlerde kadınlara bu kod adını verirler.” dedi çayıra çıkacak pehlivanlar gibi iki elini birbirine çarptı. İşti bu kadar der gibiydi.
Simitçi ise polisin peşreve çıkıyor gibi tavrı gülümsetti ama işin içinde örgüt, şema derken ne demek istiyorlardı.
Jön, “Oğlum, size diyorum; tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır. Tutmuşsunuz şiddet, şiddet, şiddet. Her şey bununla çözülmez.” dedi.
Simitçi, polislerin sevinç nidalarından bir şey anlamamaktadır.
Jön, “Nerede kalmıştık. Çay içer misin? Rahat ol, kendini evinde gibi hisset. Biz de insanınız, seni yemek için getirmedik. Şimdiye kadar güzel gitti. Bu söylediğin insanların nerede kaldığını biliyor musun? En azından toplantı yapmışınızdır. İşimizi yokuşa sürme, adresleri ver yeter.”
Simitçi, ev toplantısı sözlerinden anladığı. “İlk defa Tirit Remzi’nin yemekli mevlidine gittim.” dedi.
Jön, “Canımı sıkma buraya kadar iyi geldik. Bize illegalite takılma.”
“Vallah billah abi bilmiyorum.”
“Başlarım abine...” Masaya eliyle sert şekilde vurdu.
“Hâlen aynı şeyi dolapçı beygiri gibi söyleyip duruyorsun, başımızı döndürdün.”
Simitçiyi koğuşa attılar. Arkasından bir de öğrenci getirdiler. Simitçi öğrenciye dönerek “Neden getirdiler ki?” dedi.
Öğrenci, “Bilmiyorum elime bir kâğıt tutuşturmuşlardı bakmadım. Okumak üzere çantama attım. Meğer bildiriymiş. O nedenle aldılar. Sağcıların mı, solcuların mı, onu dahi bile bilmiyorum.”
“Haa işte aynı bildiri. Beni de o nedenle aldılar.”
“Nasıl yani. Dağıtırken mi?
“Yok, anam babam yok. Simit camekânın üstüne bırakmışlardı, bildiri olduğunu bilmiyordum. Simitleri sararım diye aldım. Niye aldıysam. Şimdi anamın tabiriyle ‘eşek cennetine’ geldik.”
“Ne yazıyordu ki bildiriyi okudun mu?”
Ağlamaklı bir sesle; “Daha ilk paragrafını bitirmeme fırsat vermeden aldılar. Camekânımı da aldılar. Simit fırınına ne diyeceğim. Geçende de zabıtalar almıştılar. Kırdılar. Dağıttılar. Şimdi de polisler. Vallah billâh bu dünyada gün yüzü görmeyeceğim.” dedi.
…
İlk önce simitçinin evine baskın yaptılar. Aramalar sonucunda örgütsel doküman bulamadan ofise geri döndüler. Amirleri sonucu sorduğunda “Amirim illegaliteyi istismar etmemişler, evleri temizdi. Hatta günlük renkli bir gazete bile bulamadık.”
Amir, “Evin durumu nasıldı?”
“Alt gelir grubu üyelerine ait. Bir kadın ve on yaşında çocuk. Unutuyordum bir ayrıntı ama duvarda sakallı bir adamın fotoğrafı vardı.”
“Nasıl bir ayrıntı oluyor, onu anlamadım.”
“Teröristlerin sakallı bir adamı var ya Kral Marks mı ne ona çok benziyordu.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.