- 1189 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK NASIL ANLATILIR
AŞK NASIL ANLATILIR
Çok soğuk olur Ankara’da kış ayları .Hele 1972 nin Muhtıralı yılı, bir acayip soğuk ve işkence ile karşılamıştı, zalimce. Mamak sırtlarından soba bacalarının, kömür kaloriferlerinin isli havasıyla boğulurken Başkent , kaldırımlar daki beyaz örtünün üzerinde siyah benekler halinde çöken ,kurum ve is üstüne bir de burun deliklerinizden ciğerlerinin en derin kıvrımlarına kadar akan buz gibi rüzgarla hem soluk almayı, hem de yaşam ümidini yok ediyordu.
Galgın len goministler ,gurlar çurbayı hüpletti de eytime vacek neydeysen .Öff.. ne zordu sabahın 06:00 da kalkmak. Denizlili baş gardiyan aslında iyi bir askerdi. Mahkumları korur, onların haklarını savunur ama elinden fazlası da gelmezdi .Orta okulu bitirmişti. Denizli’nin Çal kazasında . Okumuş bunca siyasi mahkuma nedenini çözemediği bir saygı vardı iç dünyasında .Onu Çavuş olduğu için solcuların bölümünde baş gardiyan yapmışlardı. Ama birde cezaevinin bütün gardiyanlarının bağlı olduğu Barut Başçavuş vardı ki, işte o dağlara taşlara derler ya , ondan dı. Hiç hata affetmez ,hiç şikayet dinlemezdi. Koğuş aramalarının da bir el yapımı, karyola şeridinden bozma bıçak bulmuştu da, koğuşun Kırk iki kişilik mevcudunu kazma sapıyla öyle bir dövmüştü ki; o gittikten sonra bir ağlama krizine tutulmuşlar , Denizli’li çavuşun ,len gardaşım garı kimin zırlaman len . Ben demeyon mu siz bene, teskereyi yaktıracanız , uslu olun deyi , demesiyle ağlayanlar gülmeye başlamışlardı .
O sabah dolabında ki , bin dokuz yüz yetmiş iki yılını gösteren küçük takvime bir çizik daha atarak başlamıştı güne .Ailesi orta halli insanlardı .Onun eczane açıp kendileri ile ilgilenmesini çok istiyorlardı. Bir kere Ankara’ya geldiklerin de, Gül ile tanıştırmıştı onları . Çok sevmişlerdi gelin adayını .Tam dört ay olmuştu. Bu kalorifersiz, sobasız, küçücük camları naylon kaplı yere tıkılalı . Başlangıçtaki
günler çok zor geçmişti. Her gün ve her gece dayak ,küfür, elektrik ve soğuk su ile ıslatılmakla. Denizli’li Duran Çavuş’un onların gülümseten sesi ile biraz toparlamışlardı. Hadee leen , goministle ! Havalandırma ya len . Kip giyinen olum . Allah’ıma buz kesmiş Mamak . Gırıtıp duma len İstanbol’lu . Biz senin kimin genel vali deyilik . İstanbul’lu Kamil mülkiye mektebinin son sınıfındaydı . Ona genel vali diye takılırdı Duran Çavuş . O sene Ankara eczacılık fakültesinin dördüncü sınıfını okuyacaktı Ömer . Antalya’lı Ömer’i suçüstü yakalamışlardı, Tandoğan Meydanında duvara yazı yazarken . Ellerinde ki dosyada Amerikan Donanmasının İstanbul’a gelişini protesto etmek , bildiri dağıtmak gibi suçları da vardı. Ama asıl önemli suçu, bıçakla iki öğrenci gurubu arasındaki kavgaya katılmak ve adam yaralamakta geçiyordu. Ben kimseyi yaralamadım . Benim bıçağım bile yok ,diye çok yalvarmıştı sorguculara .Kes lan , seni görmüşler , şahit var. Abicim o kız karşı guruptan ve benim eski kız arkadaşım ,onu bırakıp Gül ile çıktığım için bana kin duyuyor. Yaralı çocuk bile, benim yaptığımdan emin değil . Sus lan . mına koyduğumun komünisti . Kızı kandırıp sonrada ortada bırakmışsın. Birde utanmadan kız yalan söylüyor diyorsun .Ne diyebilirdi ki; DAL 1 ifadeyi kendi işlerine geldiği gibi yazıp, bir de yanık sigarayı burnunun içinde çevirerek attırmıştı imzayı .
Küçük hapishane avlusu tamamen kar ile kaplıydı . Köşede duran tenekelerin içine beton konularak yapılmış halterlere , mekik çekilen yatık tahtaya dalmıştı gözleri . Gül gelmişti aklına . Onu ne çok özlemişti . Karlı bir kış gecesi Ulus’ta ,Akman Bozacısında tanışmışlardı. O da aynı fakültenin üçüncü sınıfına gidiyordu. Belki birbirlerini okul bahçesinde görüp beğeniyorlar ama konuşmaya ,tanışmaya cesaret edemiyorlardı. Ekose mini eteğinin altında beyaz soket çorapları, beyaz gömleği ve ipek saçları ile hatırlamıştı onu . On dakika sonra uygun adımlarla ,marş söyleyerek yürüyeceklerdi bu
avluda . Dön babam dön . Sırtına gelen hafif bir kar topu ile koptu hayallerinden . Geriye döndüğün de Duran Çavuşu gördü . Başı ile gel diyordu ona . Yanına doğru yürüdü .İçinde kötü hislerle korkarak . Bir sarı zarf vardı elinde .Açılmıştı zarf .Yüzünde bir hüzün vardı Duran Çavuş’un, sol elinin parmaklarıyla dört işareti yapıyordu. Sen üzülme bu da geçer. Bak on beş ,yirmi sene alanlar var , der gibiydi . Ona belki de sadece Duran Çavuş inanıyordu. Avlunun öbür ucunda Barut Baş Çavuş’un gözleri onların üzerindeydi. Duran Çavuş eliyle içeri gir ,bu eziyete bari bu gün katlanma der gibiydi. Yatağının üzerine kıvrılarak uzandı . Yeni bir sobayı kurmaya çalışan üç asker vardı kovuşta . Demek artık ısına bileceklerdi . Sen niye geldin koğuşa,eğitim yok mu ? Duran Çavuş izin verdi de . Elindeki sarı zarfı görmüşlerdi. Kaç yıl yedin lan ? Dört yıl komutanım . Lan oğlum sana ne komünistlikten , momünistlikten . Herif şapkayı senden önce asarsa vestiyere , kaptırı verin karıyı . Bak gencecik adamsın. Dört sene yatılır mı be ? Allah kurtarsın . Yatılırdı belki ama Gül’den ayrı dört yıl nasıl geçerdi işte onu bilemezdi.
Mektuplar hızlanmıştı Gül ile aralarında. Ama açılan, okunan, damgalanan bir mektuba ,en fazla ne yazıla birdi ki? Üstelik Duran Çavuş terhis olup gitmişti .Yerine hiç insafı olmayan, keyif için adam döven bir çavuş vermişlerdi. En kibar sözü ,lan koydurtmayın g.tünüze ile başlıyordu. Gül’ün haberlerini onları tanıştıran halasının, annesine anlattıklarından alıyordu. Gül evleniyordu haa. İyi ama neden ? Oysa yazdığı mektuplarda bundan hiç bahsetmiyordu .Belki de onu üzmemek adına yazmıyordu. Çok özlediği anasının kalkıp gitmesini ,kaderi ile yalnız kalmayı istiyordu. Annesi açık görüşten gittikten sonra, tuvalete koşup için de ne varsa kusmuştu. Sonra bir ağlama krizi tuttu. Yüzünü yıkayıp koğuşa döndüğünde ilk iş olarak bir mektup yazarak Gül ‘e kendisini artık aramamasını, ayrılmak istediğini
yazdı. Mektuba damlayan göz yaşların kazağının eteğiyle silse de kurutamadan zarflayıp postayı toplayan ere teslim etti. Sonra tekrar tuvalet ve bir ağlama daha.
Seneler, azmakları besleyen bahar dereleri gibi, önüne gelen haftaları, günleri, saatleri sürükleyerek akarken, geçmez denilen dört yıl geçip gitmişti .Ocak ayının ilk haftası tahliye olacaktı. Emekli babasının eski paltosunu göndermişlerdi. İçinden; Gül’ünün, işinin, dostlarının, parasının olmadığı bir dünyaya çıkmak bile gelmiyordu. Hapishane müdürü Binbaşı iyi bir insandı. Ömer gibi, yoksul hükümlülere depodan yün çamaşır, eski parka ve postal verilmesini emretmişti. Mutfakda hazırlanan bir günlük kumanyayı da ellerine tutuşturup onları öperek, başarılar dileyerek yolcu etmişti soğuk rüzgarlı Ankaraya.
Önce Gül’ün halasını ziyaret etti Ömer. Bu kadın onların evlenmesini isteyen bir insandı ,mutlulukları onun da yüzün de gülücükler oluştururdu. Gül’ün hamile olduğunu ve Bahçelievler’ de ki evinin adresini öğrendi. Kızın çok mutsuz olduğu anlattıklarından belli oluyordu . Onu bir kere görüp, çok uzaklara gideceğini, rahatsızlık vermeyeceğini söylüyordu. Adresi alır almaz Gül’ün evine gidecekti. Yolda elindeki adres yazılı kağıda bir kez daha göz attığında en alt köşede yazılı telefon numarasını görmüştü .Onun sesini duymalıydı son kez .Sadece tek bir jeton satın aldı. İlk telefon kulübesinden onu aramıştı . Gül ben, kimi aramıştınız? Alo kimsiniz ? Konuşun lütfen… Alo lütfen konuşun… Tarık Bey’in evi burası, siz kimsiniz…Tok bir bayan sesi; Jeton süreniz dolmaktadır. Görüşmeyi devam ettirmek için lütfen ikinci jetonu atınız… diyordu.
Karanlık erken çökmüştü Ankara’nın isli havası üzerine. Birinci katta oturuyorlardı ve salonun ışıkları açıktı .Karşı kaldırımda ki akasya ağacının altına gizlenerek evi gözlemeye başladı bir araba iki kere korna çalmış ve bu sese bakmak için Gül pencereye gelmişti. Tanıdığı arabayı görmek için eliyle gözlerine siper yaparak aşağıya bakıyordu .Adam arabadan inince Gül de pencereyi açtı. Evde meyve var değil mi? Var canım, haydi üşüme hemen çık yukarıya. Adamın yüzünü eski bir tanıdıkla eşleştirmişti hayalinde .Bu fakültede asistanları olan Ayı Tarık’tı. İlaçların otlardan yapıldığını, en çok ilaç olacak bitkiyi ayıların bildiğini anlata anlata lakabı Ayı Tarık kalmıştı. Kendisi de biraz ayıyı andırırdı yürüyüşü ve ses tonuyla. Tarık eve doğru giderken Ömer arkasında ki evin duvarına çıkarak, yine ağacı siper edip içeriyi gözetliyordu .Bu sefer Gül’ün karnının epey şişmiş olduğunu görüp, içinde yanan harenin ruhunu ısıttığını hissetti. İskenderunlu Mürsel’in bir geceliğine onlara verdiği evde Gül ona, senin olmak istiyorum, sonu önemli değil dediği zaman ,her şeyin bir zamanı var diyerek bu gonca Gül’e dokunmamıştı. Nasıl da kaptırmıştı kızı Ayı’ya .Ah Bebeğim biraz bekleyemez miydin? Acaba kız mı, yoksa oğlan mıydı? Arada bir de yoldan geçen insanlar oluyordu. Paltolarının yakalarına kaldırıp yüzlerini şapka altından sımsıkı atkılarıyla sararak koşan bu insanların bahçe duvarını üzerinde ki simsiyah giysili ,siyah bereli adam dikkatlerini çekiyordu. Biraz sonra önünde duran bir araçtan iki kadın iki erkek inmişlerdi .Kadınlardan birinin elinde koca bir oyuncak beyaz bir ayı, öbüründe ise bir demet çiçek vardı. Ona doğum günün de aldığı oyuncak küçük ayı gelmişti aklına. Bunların kapıdan karşılamasını, teker teker öpüşmelerini, gülüşmelerini falan seyrediyordu. Ayaz iyice bastırmaya, kar tanelerini kırbaç gibi yüzüne çarpmaya başlamıştı. Ah bir de eldivenlerim olsa diye düşündü .Gül elinde çay tepsisi ile salona girdiğinde kocası kalkıp elinden alarak çay ikramını kendisi yapmıştı .Bir bardak sıcak çay olsaydı ,Gül’ün elinden hüpür hüpür içip, doğacak kara oğlandan konuşsalar, ona isim
bulsalardı. Umut ismini severdi ikisi de . Neşe için de atılan kahkahaları kıskanarak duymaya çalışıyordu,birden dengesi bozulur gibi olmuştu. İn lan aşağı, yakalandın sapık pezevenk, rongenciliği sana göstereceğizz . Ayak bileğine yapışıp onu sallayan , bir gece bekçisiydi. Yoldan geçenlerden biri karakolu aramış olmalıydı. Öbür bekçi de paltosunun yakasından yapışıp çekince ,duvardan aşağıya kaldırıma düşü vermişti. İlk fasıl ,copların o soğukta kafasına yüzüne inmesiyle başlamıştı. Ellerini arkadan kelepçeleyip iki koluna girerek karakola yürüttüler .Karanlık sokaklarda hem küfür ediyor , hem de dizlerine tekmeler atıyor, yere düştüğünde yine sille tokat döverek konuşturmuyorlardı . Çok üşümüştü elleri bari önden vurun kelepçeyi diye bildi. Ulan sapık ,kelepçe vurmayı senden mi öğreneceğiz ? Bu lafı söyleyenin tekmesi tam hayalarına gelmişti . Acıyla iki büklüm olduğunda coplar sırtına çalışmaya başlamıştı. Hayalarını içgüdüsel olarak tutmak istese de ,elleri hala arkadan bağlı olduğu için bunu yapamıyordu. Bir ılıklık hisseti oralarında , işiyordu . Karakolun önündeki nöbetçi polis; vurmayın lan ,herif korkudan donuna işedi. Gülmeye başladılar .İçeri girerken beş basamak merdiveni çıkmayıp oracığa yığılı vermişti. Kar lapa lapa yağıyordu. Yattığı yerden kalkmak gelmiyordu içinden .Kim bilir evi barkı olmaya insanlar , hele çocuklar nasılda üşüyorlardır diye düşünüyor, karakolun önündeki elektirk direğinin lambasından vuran tanecikleri ,rüzgarda dans ettiren ışık , Gül’ün salonundaki koca avizeyi ,neşeli kahkahaları hatırlatıyordu.
Sert bir adamdı komiser . Oturma lan sidikli herif . Sandalye’yi de kirleteceksin. Ne gülüyorsun lan ? Ne mi gülüyorum ? Özgür dünyanın beni karşılamasına ,niçin ve neler kaybettiğime , neye kavuşamadığıma , bir orospunun yalan ifadesiyle dört yıl içerde yattığıma ,bana sapık diyerek taşaklarıma tekme atan sapığa, çocuk gibi altıma işememe gülüyorum . Söyle bakayım, bir aydır nereleri rontladın ? Abicim , ben daha bu sabah çıktım hapisten . Nasıl bir
aydır ront yapabilirim .Bak işte tahliye belgelerim . Ne işin vardı peki duvarın üzerin de ? Sevdiğim kızı gözetliyordum abi . Haa sen mapusa düşünce vermediler öyle mi? Donmuşsun lan . Şu sobaya yaklaşta sidiğin falan kurusun . Ömer sobanın önünde kurulanırken hayalarına tekme atan bekçi elinde pis bir kupa ile ona çay ikram etmişti. Gusura bahma yiyenim .Seni sapık sandıydık . Biraz sonra karakoldaki herkesle helalleşip ,yine Gül’ün evinin önüne ,o ağacın arkasına gelmişti. Misafirler kalkıyorlardı . Öpüşme faslından sonra Gül ve kocası Ayı Tarık pencereye gelip el sallayarak onları uğurlamışlardı. Misafir salonun ışıkları sönmüş ortalık iyice karanlığa bürünmüştü . İki sigara birden aldı dudaklarına . İçine çekerken nikotini ,yine de Gül’ün son kez yüzünü görmüş olmanın mutluluğu ile artık üşümediğini hissetti . Sadece çok uykusu vardı . Küçük bir çocuk sırtına çapraz astığı bir sandıkla ona doğru koşuyordu . Önüne gelince durdu , gülümseyerek siyah boyalı ellerini gösteriyordu Ömer’e . Saçına dokunarak kimsin sen ufaklık diye sordu . Çocuk gülmeye başlamıştı . Senim ben , tanımadın mı? Hani Antalya hükümet konağının önünden zabıtalar kovmuştu bütün ayakkabı boyacılarını . Sandığı sırtına taktığın gibi kaçmıştın . Sandığı kaptırsan babandan bir araba sopa .... lan küçük Ömer , sensin tanıdım seni . Ellerini iyi yıka da bir de anandan laf işitme . Yahu oğlum sandığı kurtarmışsın ama boyaları düşürmüşsün . Bak kapak açık kalmış .Tamam üzülme dönüp ararım . Bak adamın biri siyah Lef Lef kutusunu ve fırçayı getiriyor. Hava da ne kadar sıcak. Bir dondurma yersem annem kızmaz değil mi?
Ertesi sabah okula giden öğrenciler duvar ve ağaç arasındaki gülümseyen donmuş yüzüne bakarak korkuyor ,bazıları ise ona acıyordu. Kocasını uğurlayan Gül’ü pencede gören çocuklar , polise haber vermesini söylüyorlardı .Ayı Tarık arabasının buz tutan camlarını temizlerken siyah beresini kulaklarına kadar çekmiş olan
Ömer’in yüzünü görmüş ,hala pencerede duran karısına içeri girmesini söylüyordu. Hani bir solcu it vardı ya, sana da musallat olmuştu . Donarak gebermiş. Ne işi var burada anlamadım. Sonra arabasına binip radyosuna açarak üniversiteye doğru gaza basmıştı. Ne de olsa artık Doçent olmuş , derslere giriyordu. Geç kalamazdı .
Gül , üzerine mantosunu alarak acele ile aşağıya inmişti .Savcının gelmesini bekleyen polisler gazete kağıtlarıyla örtmüşlerdi Ömer’in üzerini . Başında bekleyen genç polis ,lütfen yaklaşmayın hele bu halinizle lütfen. Gül genç polise aldırmadan cesede yaklaşıp gazete kağıdını kaldırmıştı. Polis ne yapıyorsun hanım efendi ? Diye sesini yükseltince ,arka taraftan tok bir ses duyuldu . Resul , bırak oğlum baksın . Bu, o gece onu sobasın da ısıtan komiserdi . Kime ve niçin geldiğini bilen tek adam . Yavaş adımlarla Gül’e yaklaştı başınız sağ olsun . Onun bütün gece burada olduğunu biliyor muydunuz? Gül evet dercesine başını yukarıdan aşağıya salladı , gözlerini Ömer’in gözlerinden ayırmadan. Telefondaki de oydu ama neden hİç konuşmadı ? Komiser olgun bir adamdı .Sizi sevdiği, mutluluğunuzu mutluluğu kabul ettiği için size sesini duyurmadı. Ona dokunmak istiyorum komiserim . Eldiveninin sağ tekini çıkarıp Ömer’in yanağına dokundu buzluktaki bir etten farkı yoktu. Gözleri hülyalara dalmış gibi mayhoş mayhoş bakıyordu . Komiser , gözlerini kapatamadık diyordu. Tutmaktan öpmekten zevk aldığı beyaz ojeli eli ile yukarıdan aşağı göz kapaklarını çekerken , çocuğumuzun adı Umut olsun derdin. İşte Umut geliyor .Onu, seni seviyor gibi seveceğim , seni onda yaşatacağım, ikimizin meyvesi olacak . Huzur içim de aydınlıklarda uyu sevgilim .
Gözleri kapanmıştı .Biraz önce gülen yüzünde huzura erdiğini gösteren mutluluk mimikleri vardı, utangaç…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.