- 925 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Üçüncü boyut,,
Yine bir temmuz günü.çukurova sarı sıcağında yanarken ağustosböceklerinin ölüme son şarkısı sürüyordu hala...kimi şarkısını söylerken akortu bozulmuş saz gibi,önce canhıraş bir ses sonra serçenin ağzında biten o sıkıcı musiki...zaten bu geveze şarkıcıların ömrü bir günlük değil mi dedi kürşat hoca...ha kuşun ağzında sonlanmış ha şarkıyı söylerken çatlayıp ölmüş,pek de umrunda değildi kürşat hocanın.
Kürşat hoca yıllarca uzak kaldığı köyüne yoğun duygularla dönüyordu.daha çocukken tanıştığı ölümün soğuk yüzünü artık biliyor tanıyordu.belki de ölümün o soğuk yüzü hep gözünün önündeydi.çocukken tanımıştı acıyı,ölümü...kendisini çok seven ninesi fatmalıyı kaybetmişlerdi,babası karabekir öyle diyordu.’’’’nineni kaybettik oğlum nineni...’’’’bu kaybetmek sözü küçük kürşat’’ın algılayamadığı ya da yanlış algıladığı bir sözcüktü.kaybedilmişse aranır bulunurdu.
Kürşat gülle dedikleri(bilyesini) kaybederde arardı. Bazan da parpil dedikleri(kibrit kutusunun kapaklarını) kaybeder yine arardı...bazan da köyün delisi aklını kaybeder hep yollarda arardı. Acaba ninesi nereye kaybolmuştu. Hüyükte mi ,keskinde mi, pangada mı ? Nerede ,nasıl kaybolmuştu ?
Evin önü kalabalıktı. Yoksa ninesi evde bir yerde mi kaybolmuştu. Ninesini bulursa babası çok sevinecekti. Aradı saatlerce kaybolduğuna inandığı ninesini.evin her deliğini biliyordu acaba oralarda mıydı yoksa tarlalarda bir yerde mi saklanmıştı.yok yoktu,her yeri didik didik aramış da bulamamıştı.
Yorgun bir köşeye çekilmiş kalabalığı seyrediyordu. İşte o an sanki bir oyun oynuyorlarmışcasına bir kaç kazık çakılıp etrafını bir perdeyle,çulla çulpazla kapattılar.evin koca kazanıyla da su kaynatıyorlardı.oysa bu kazan sadece bulgur kaynatırken çıkardı ocağın üstüne...bulgur da böyle gündüz kaynatılmazdı ki...kürşat bir anlam veremiyordu bu oyun muydu yoksa bu insanlar ninesini böyle mi arıyorlardı.
Sonra o perdeli yere üç tane kadın girdi...ne yapacaklardı orda niye perde çekmişlerdi hem...merakı iyice artmıştı...acaba ninesi orda saklanıyor da kadınlar onun için mi ordaydı...
Kime sorduysa’’’’ sen küçüksün’’’’ diyor başka bir şey söylemiyordu. Öğrenecekti kürşat, orada bu kadınların ne yaptığını.gizlice perdenin bir kenarını açıp baktığında şaşırmıştı...herkesin aradığı kadın babaannesi bu kadınlar tarafından çırılçıplak yapılmış yıkanıyordu. Oysa biliyordu ki annesi yıkardı babaannesini. Sessizce kimseye görünmeden olduğu yerden çıktı, koşarak babasının yanına vardı.babasını ilk kez bu kadar üzgün görüyordu. Gözünü o perdeli yere dikmiş dokunsak ağalayacak gibiydi...babasının kulağına eğilerek,
-babacığım,babacığım biliyor musun,ben ninemi buldum.
Babası hiç tepki vermemişti,oysa sevinmeli mutlu olmalıydı.tekrar etti,
-babacığım ninemi kaybetmiştik ya,ben onu buldum.bak,aha şu perdenin ardında...kadınlar onu soymuş,çırılçıplak yatırmış yıkıyorlar.koş yetiş kurtar onu...babası gözlerini diktiği perdeden gözlerini yavaş yavaş indirmiş,oğluna acı acı bakmıştı.sanki annesinin orda o kadınlar tarafından yıkandığını biliyormuş gibi...ama niye onların elinden annesini alıp kurtarmıyordu ki...kızdı öfkelendi kürşat şimdi babası gibi dokunsalar ağlayacaktı...babasının çaresizliğine...işte o an babasına kızgınlığı bir kat daha artmıştı...babası saçlarını okşamış öpmüştü de,
-biliyorum oğlum biliyorum...diyebilmişti.
Sonra kadınlar çıkmış köyün erkekleri girmişti o perdeli yere ...sırtlarına aldıkları bir merdivene benzer kapalı sandığı çıkarmışlardı anlamadığı sesler eşliğinde...anlayabildiği sadece ’’allahuekber’’’’sesleriydi.erkeklerin peşinden köyün tüm insanları yürüdü camiye kadar...o omuzlardaki tahtayı caminin avlusundaki taştan duvar üzerine koydular sonra erkekler ayakta namaz kıldı...sonra o tahta kutu yine omuzlara alınmış ,yine o sesler nidalarla yola çıkılmıştı.işte o zaman ağlamalar birbirine karışmıştı...annesi ,yengesi ablaları ve halaları birçok komşu kadın hüngür hüngür ağlıyordu...
İşte o zaman kötü bir şey olduğuna inanmaya başlamıştı kürşat...ne annesini ne babasının hiçbir şey için ağladığını görmemişti de bugün çok kötü birşey olmuş gibi annesi sesli babası sessiz ağlıyordu...yol boyunca dualar eşliğinde götürüldü o tahta kutu hem de keşik yapılarak erkekler tarafından mezarlığa kadar...
Mezarlıkta bir yandan o tahta kutunun içinden beze sarılmış birşeyi toprağa koymuşlar bir yandan da hocalar dua okuyordu...dualar okunurken hocaların şu son sözü !!Bu haneden öbür dünyaya göç eyleyen bekir annesi fatmalı’ya şefahat ’’ninesinin öldüğüne delildi.öyleyse babası neden yalan söylemişti ...neden kaybettik demişti de kürşatı kandırmıştı...kürşat mezarlıktan dönerken artık ölümün ne demek olduğunu anlayabiliyordu...demek ölüm böyle birşeymiş dedi eve girerken.
Gözlerinin önünde canlanan bu çocukluk anıları, aydınlar köyünü henüz geçmişken başlamıştı..aydınlar köyü yerel adıyla şıhmehmetli köyü olodukça eski bir yerleşim alanıydı. Adana -kadirli asfaltının alt ve üstünde kümelenmiş bir köydü. Bu köyü cazip kılan belki de asfalta yakın olması...bu nedenle göç alan ender köylerden biriydi. Köyün doğusunda özellikle güneydoğudan göç edenlerin oluşturduğu bir köy daha oluşmuş durumda...köy bire yüz veren verimli ve sulak topraklarıyla,baraj suyunun içinden geçmesiyle oldukça gelişmiş bir köy...
Henüz aydınları çıkarken sulama kanalının üstündeki köprüde durdu kürşat. Arabayısağa çekip bakındı etrafına...hava kararmak üzereydi.in cin top oynuyordu.suyun sesi ve bir de son demlerini yaşayan ağustos böceklerinin sesi vardı onu takip eden ona eşlik eden...burası demir çelikçi abisinin her köye gidişte durduğu mola yeriydi. Çoğu zaman soğuk suya ayağını uzatır sanki yılların gamını kasevetini böylece unuturdu rahmetli...abisinin arabası yoktu henüz iskenderundan yola çıkar birkaç saatte ancak altındaki mobiletle köye gelirdi...o zamandan beri bu köprüde mola verir bu su sapağında oturur ayağını suya uzatırdı...sonra yola çıkar köye giderdi...biliyordu çünkü bu yolculuktan bir ikisinde bulunmuştu kürşat.
Kürşat kalabalık bir ailenin en sonlarda kalan küçük kardeşlerdendi.veli abisiyle rasında kız erkek yedi kardeş vardı da onunla olan samimiyeti yakınlığı diğerleriyle yoktu...hiçbirine abi abla demiyor diyemiyordu.öyle yetişmişti de demirçelikçi abisi veli’’ye veli abi diyordu.
Abisi de bu sevgiye layıktı ve kürşatın ayrı bir yeri vardı yanında...onun için yapmayacağı hiçbir fedakarlık yoktu.adamım derdi kendine has samimiyetiyle.bunları düşünürken,yaşamın o unutulmuş sayfaları yeniden birbir canlanırken kürşat dalmış gitmişti. Belki de ruhu bedeninde değildi...omzuna dokunan bir elle kendine geldi
-olamaz olamaz ,dedi. Ve olduğu yere yığıldı. Bu bir rüya olmalıydı. Ya da kabus...
Gözlerini açtığında güneş batmak üzereydi arabada oturuyordu hala... İçim geçmiş herhal diyip arabadan inmişti. Ayakları onu abisinin yaklarını suya soktuğu yere götürmüştü.burası büyük su kanalının tarlalara su dağıtma şebekesinin olduğu kaneletlere su nakil yeriydi. Biraz çukurda bulunuyordu. Kürşat oraya vardığında orda birisinin oturduğunu ve ayağını suya soktuğunu gördü.
Bu karanlık içindeki adam tanıdık birine benziyordu.ama arkadan çıkaramamıştı.geri dönmek istedi adamın keyfini bozmamak için bir adımda atmıştı ,ama içindeki merak duygusu durdurdu kürşat’’ı .iyice yaklaştıktan sınra selam verdi.
-selamünaleyküm, kolay gelsin galiba serinliyorsunuz.
-öyle adamım,derken yüzünü dönmüştü o gizemli kişi,gülüyordu hem de...kürşat bir süre sessiz kalmış,inanamamış, konuşamamıştı dahası.abisi karşısındaydı canlı-kanlı konuşuyordu hem...gülerek yer göstermişti yanına oturması için.korkmuş ,ürkmüş ama iteat etmişti.
Bir süre sessizlik hakimdi ortama.ikiside gözlerini kayıp giden suya dikmişti.sanki huzur veriyordu gecenin içinde suıyun çıkardığı ses bir de kurbağaların vırakları...abisi kürşat’’a dönerek,
-eee gardaş ,daha nasılsın bile demedin, hayırdır dilini mi yuttun. Kürşat hala rüyada olduğunu sanıyordu. Kolunu çimdikledi önce, sonra tokat attı kendi kendine...dahası gözlerini yumup açtı birkaç kez de yok ne rüya ne kabustu bu...etiyle kemiğiyle ölen abisi veli’’den başkası değildi yanında oturan,konuşan...gülen.
Acaba bu gördüğü cin miydi, şeytan mıydı...çocukluğunda buna benzer çok hikaye duymuştu.’’’’çok sevdiğin insanlar ölünce cin ya da şeytan seni kandırmak için ölenin kılığına girer’’’’diye.biliyordu ki abisi 97 yılının bir kış ayında üç gün komada kaldıktan sonra genç yaşında ölmüştü. Hala o günü dün gibi hatırlıyordu.hastahane personeli babası karabekir’’e ’’’’oğlunuz öldü’’’’ derken günlük mutad bir şeymiş gibi söylemişler arkalarına bile bakmadan uzaklaşmışlardı...ölümünün ardından 14 yıl geçmişti ama hiç ölmemiş gibi şimdi yanında yanıbaşında oturuyor ,konuşuyordu...dahası gülümsüyordu...nasıl olur ,dedi.son cümleyi sesli düşünmüştü de abisi,
-gardaş nasıl olduğunu sorma, sorgulama...şu anı yaşa hisset gör sadece.bak yanındayım ve özlemlerim özlemlerin olmuş onun için yanındayım onun için burdayım.bunları söylerken gülüyordu hem de.kürşat bir süre susmuş,sessiz kalmış,inanamamış konuşamamıştı...ölümünün ardından yıllar sonra abisi karşısındaydı ve konuşuyor gülüyordu. Dahası hiç hazzetmediği halde bilmece gibi konuşuyordu. Ama sorma sorgulama derken oldukça ciddiydi...
-babam,anam görse ne kadar sevinir mutlu olurdu dedi kürşat.yüzünden eksik olmayan gülümsemesiyle,
-anamı sürekli ziyaret ediyorum, konuşuyoruz...babam ile ise daha zamanı var adamım,merak etmeyesin.
-ailenin diğer fertleri de çok severdi seni. Neden onlarında olduğu bir gün...düğün bayram gelmiyorsun eve.
-biz gelmesek de onlar,o saydığın zamanlarda dualarıyla hep yanımızdalar...
Kürşat’’ın kafasında onlarca soru vardı da soramıyordu,ürkütürüm kaçırırım diye. Sadece yanında olması bile yılların hasretine yetmişti.onun yanında olması konuşuyor olması mutlu etmeye yetmişti kürşatı.ancak abisi sanki içinden geçenleri kafasının içini okumuş gibi,
-biliyorum gardaş biliyorum.neler hissettiğini ,neler yaşadığını...günü geldiğinde hepsini konuşuruz...
-nasıl ,ne zaman
-yakındır ,yakın zamanda... Demiş ve suya bırakmıştı kendini.suyun içinde bir süre sürüklendikten sonra kaybolmuş gitmişti karanlığın içinde.
Kürşat ayağını sudan çıkarmış olanlara bir mana yüklemeye çalışıyordu.belki olanları anlarım düşüncesiyle yolu uzatmaya karar verdi.arabaya binerken hardallık üzerinden değil papak üzerinden gitmeye karar verdi köyü çaygeçit’’e. Bu yol oldukça zaman kazandıracaktı,olanları anlamaya çalışan kürşat’’a...
Hardallık’’ın sarılar mahallesini geçtikten sonra kanal üstünden papak köy yolunayöneldi. Bu yol aynı zamanda abisinin de gömülü olduğu aile mezarlığına da gidiyordu.aile konar göçer vaktinde göçer aşiretlerden avşar boyuna aitti ve yazları daha yüksek yayllalarda kışın ovada barınırken akdam köyünün evciler mahallesinde kendilerine bir yurt yeri ve mezarlık yapmış...ağaçların ormanın içinde hakim bir tepedeydi ailenin mezarlığı...mezarlığın da ilginç bir adı vardı...kenci derlerdi...türkçeses olaylarını incelediğinde bu ismin ’’’’kin’’’’isminden türediğini anlamış ve aile büyüklerine sormuştu birkaç kez de kürşat doyurucu tatmin edici bir yanıt alamamıştı...ancak özünde sülalenin kinci olması ağırlık basıyordu bu ismin verilmesinde...
Köyün kendi mezarlığı olduğu halde...ailesi bu mezara değil daha çok sülale mezarlığına koyardı ölülerini...en son koydukları da abisiydi...çoktandır ziyaret etmemişti abisini ve büyüklerini kürşat...ne bayramda ne özel günlerde...çoktandır mezarlığı ziyaret etmekten kaçınmıştı...belki de ondan çektiğim vicdan azabı bana kabus gösteriyor dedi arabası ağır ağır yol alırken.hala yaşadığı olayın şokundaydı kürşat.nasıl olurdu,olanlar gerçek miydi ? Yoksa bir anlık uyku hali ya da aklının kendine oynadığı oyunmuydu bu olanlar,gördükleri,yaşadıkları...
Kızılömerli,kabayar köylerinin yakınından geçmiş papak yoluna dönmüştü kürşat. Papak diye bilinen bu köy aslından azerbaycan karabağdan gelmiş,örf adet ve yaşayışlarıyla farklı oldukları için yerel halk biraz dışlayıcıydı bu insanlara karşı. Halkın algısı ve yaklaşımı hoş olmasa da kürşat bu köyden birçok arkadaş edinmişti. İletişimsizlik ve bilgisizlik bir de önyargılar özbe öz türk olan bu insanların ötekileştirilmesine sebep oluyordu. Kürşat bu köy ve köylüye diğerlerinin bakış açısını hiç tasvip etmez dahası onların inadına bu insanlarla da oldukça samimiyet kurardı. Hem yakın tarihte türk yurtlarında olan kırgız -özbek çatışmasını örnek gösterirdi tartıştığı diğerlerine...kimin işine yarar türkün türk’’le kavgası diye de sorardı...
Şuurlu bir türkçü ve türk milliyetçisi olan kürşat...babasının verdiği vatan sevgisi ve okuldan aldığı eğitimle hep turanı,kızıl elma ülküsünü düşünürdü...birgün bütün dünya türk olacak derdi ütopik olsa da hayalleri...
Bu düşüncelerle papak’’ı geçmişti. Acar ilçe sumbas tabelası görünüyordu şimdi. Nereye gidiyordu ,neden... Bilmiyordu. Sanki araç kendi kontrolünde değil bir başka güç tarafından kullanılıyordu.oysa sumbas yolu köyüne hayli uzak ve de tersistikametteydi.
Sumbas sınırlarına girmişti artık. Sumbas iki köyün birleştirilmesiyle 90’’lı yıllarda ilçe yapılan hiçbir ulaşımı ve yol bağlantısı bulunmayan kırsal alanda zoraki oluşturulan bir ilçeydi...ne işi vardı burda,bir bağlantısı da yoktu ki kürşat’’ın...portakal bahçelerinin içinden geçerken keskin bir portakal kokusu kendine getirdi kürşatı...çünkü bu yol akdam köyüne ya da evciler köyüne çıkardı.evciler köyü ise aile mezarlığının bulunduğu yerdi...
Araba hükmeden varlığın emrindeydi ve kürşat da ona uyuyordu.nitekim araç yavaş yavaş mezarlığa doğru yöneldi...mezarlığın yakınlarındaydı şimdi.bir yokuş tırmandıktan sonra varacaktı artık.çocukluğunda ,gençliğinde hatta orta yaş kuşağındayken bile birçok kez bulunduğu yerdi burası...o kısa zamanda gözünün önünden daha ilk kez ölümü tanıdığı fatmalı ninesi,amcaoğlu azmi,cezmi...babasının bile tanımadığı dedesi karaveli...amcası,anneannesi ve birçok akrabası orda yatıyordu.gerek rehavetten gerek korkudan (ölüm korkusu) aile ile olan soğukluk da bahanesi olmuş hayli zamandır uğramamıştı bu mekana...belki hepsini unutabilirdi de veli abisi heran aklındaydı...onu ziyaret etmemenin üzüntüsünü burukluğunu yaşıyordu bir vakit...araba durmuştu ,kaç yıl oldu uğramayalı diye kendi kendini sorgularken...karanlığın iyice çöktüğü mezarlıkta bir kalabalık görünüyordu...hummalı bir çalışma var gibiydi...hem de gecenin bu saatinde...
Mezarlığa yaklaştığında kalabalık daha netleşmişti sanki.kürşat olanları gördüklerini anlamaya çalışırken merakı da oldukça artmıştı. Kalabalık abisinin diktiği dut ağacının altında yoğunlaşmış dahası bir taraftan anlamadığı bir şeyler mırıldanıyor bir yandan mezarları kazıyorlardı...ilk anda bunları mezarlık yağmacıları sandı da korktu önce ...çekinerek yaklaştığında bunların tanıdığı kişiler olduğunu hissetti...ağır ağır kalabalığa yaklaştığında bunların hepsinin ölmüş olan tanıdıkları olduğunu gördü bir kez daha şaşırdı olanlara...
Sıra sıra dizilmişler bir yandan zikir yapıyorlar bir yandan da toprağı kazıyorlardı.her eğilip kalkmalarında sanki bir dağ oluşuyordu önlerinde ...ne kadar süre onları izlemişti bilmiyordu ama ihtiyar ,belki de bu ölüler arasında tanımadığı tek kişinin seslenmesiyle tüm ölüler ve kürşat ona bakmış bir sessizlik olmuştu içleri çiğsiten. Herkes duayı ve yaptıkları işi bırakmış kürşat’’a ve o ihtiyara bakıyordu.bu adamı tanıyamamıştı.adam kendisine yaklaştıkça korkusu kaybolmuş içinde bir sıcaklık hissetmişti kürşat.ihtiyar konuşmaya devam ediyordu.
-ey ahali,gerçek alemin sahipleri.bırakın işi gücü,bakın torunum gelmiş bize torunum derken kucağını açmıştı kürşat’’a...torunum diye sahip çıkan bu adam yoksa şu yıkık dökük mezarda yatan dedesi karaveli miydi...babasıyla her gelişte mezarının etrafını düzenler yıkık taşlarını yerlerine koyarlardı dahası duasını da edip giderlerdi. Hemen yanında tanıdık gelen bir ihtiyar kadın vardı.kim olduğunu bir türlü çıkaramıyordu. Kadın,
-oğlum,torunum diye inlemişti sanki ,bu fatmalı’’ydı...ninesi fatmalı .babasının kaybettik dediği ninesi fatmalı.
Biraz daha aileden ayrışık duran ,yaşlı bir kadın vardı bir köşede sessizce duran...o da anneannesi emine karıydı...yörük ağzıyla konuşan ,kelimeleri uzatarak konuşan...oğlanları bakmamış da kızı annem ölünceye kadar bakmıştı...ölüsünü bile alma zahmetine katlanmamıştı oğlanları...o da garip gibi kızının aile mezarlığına gömülmüştü.
Hemen yakınlarında amcası,amca çocukları amcasının karısı...gülümsüyorlardı kürşata.amcaoğlu azmi koşarken taşa takılıp düştü eli yüzü kan olmuştu...mendilini çıkardı kürşat yaraları sarmak için...çocuklukları beraber geçmişti kaç kez sırlarını paylaşmışlar kaç kez birlikte ağlamış gülmüşlerdi...onun öldüğü günde dün gibi canlandı gözlerinde kürşatın.
Azminin gözü yaşlıydı kürşatın gözlerine bakarken,
-neden amcaoğlu neden uğramazsın sormazsın bizleri...derken adeta inliyordu zavallı...bir yandan da hesap soruyor gibiydi.
Herkes ordaydı,geçmişte şöyle ya da böyle ilişkisi olan akaraba hısım ...ama biri yoktu ,belki de kürşatı mezarlığa yönlendiren sevgili abisi...bir süre gözleri onu aradı.
Dedesi karaveli anlamış ya da hissetmişti kürşat’’ın duygularını...yanına yaklaştı ve,
-görürüm ki torunum bizden mutlu olmazsın.gözlerin onu arar adistim olan abin veliyi...torunum veliyi...
-hııı...diyebildi kürşat .bunca olmaz karşısında şaşkın şaşkın bakınırken etrafına olanlara...
-veli bugün sevdiklerini ziyarete gitti,bildiğim kadarıyla sen de vardın o ziyaretçilerin arasında.ancak kuşluk vaktıne döner,demiş ve kürşat yokmuş gibi yaptıkları dua ve zikir işine dönmüş dönmüşlerdi.kürşat bir süre etrafına bakındı ,sevdiklerinin tanıdıklarının yaptıklarını izledi .oysa hem mezarlıkta hem de gece bulunmasını düşündü bir müddet.normal zaman ve durumlarda çekinirdi ,korkardı böyle bir yerde bu vakitlerde.şimdi ise sanki onlardan biriydi ya da onlar kendisi gibi ...
Korkusuzluğuna anlam veremiyordu,acaba bunlar rüya mıydı diye birkaç kez düşündü ve dahası çimdikledi orasını burasını...hayır uyanıktı ve de tüm ölü yakınları sevdikleri karşısında diriydi ya da öyle görüyor sanıyordu.bu acaba tanrının kendisine bir lütfu muydu ?neyse ne dedi ve mezarlığa gelmişken bir dua edeyim diyip fatiha suresini okuyup tek tek isimlerini söyleyip hediye ederken duayı onların ruhuna ,bir ilginçlik olmaya başlamıştı.kimin ismini zikredip armağan ettiyse duayı ,gülümseyerek yarılan topraktan içeri giriyordu...etrafı iyice sessizleşmişti.korkmaya başlamıştı artık.ancak ayakta kalan biri vardı tüm isimleri zikrettiği halde.acaba kimi anmadım diye düşünürken ayaktaki o kişinin anneannesi olduğu geldi aklına da ona da armağan edip duasını ayrıldı kürşat...o da artık mezarına girmişti.mezarlıkta ağustos böceklerinin dışında bir ses kalmamıştı.içi çiğsimiş artık bir korku hasıl olmuştu...hızla ayrıldı sevdiklerinin mezarlarından da arabaya nasıl bindiğinin farkında değildi.arabanın tüm ışıklarını da yakmıştı...geldiği yoldan ağır ağır yol alıyordu ...artık köyüne dönebilirdi.keşke veli abini de görebilseydim diye düşündü yol boyunca...artık köylerin yolundan geçerken havanın ilk ışıkları belirmeye başlamış aydınlanıyordu çevre.papak köyüne geldiğinde bir sigara almak için bakkalın önüne sürmüştü arabayı.bakkal henüz yeni açmış dükkanı düzenleme yapıyor.bu kişi azeri asıllı bir lise arkadaşıydı.sabahın bu erken vaktinde kürşatı görünce şaşırmış..hal hatır sohbetinden sonra ne aradığını bu vakitte sormuştu...kürşatın sıradışı biri olduğunu biliyordu cabir de yine de merak etmişti bu vakitte karşısında gördüğü arkadaşını...
-ne diyim ki cabir şimdi mezardan geliyorum desem inanmazsın...cabirin yüzünde bir gülümseme belirmiş ve,
-olum sen öbür dünyadan geliyorum desen inanırım...
Cabir gerçekten kürşatın ne farklı bir kimlik olduğunu biliyordu.şaka yollu azarbaycana gidelim demişti de aniden kendilerini krabağda bulmuşlardı o karanlık günlerde.öyle bir macaeracı kişilikti kürşat...kaç kez düşmanla boğaz boğaza gelmişlerse kaç kez ölümle dans etmişlerse hepsinde kürşat yanıbaşındaydı...sandalyeyi çekti kürşatın altına...
-anlat hele gardaşım ,senin başında bir hal var .bu vakitte ne rarsın buralarda...kürşat yaşadıklarını ve yaşamakta olduklarını en ince ayrıntısına kadar anlatmış da iyi mi yapmış kötü mü bilmiyordu.cabirin ağzı açık kalmıştı bu duyduklarına...kürşatı her yönüyle tanıyordu,tanıdığını sanıyordu en azından da böyle uçuk bir şeyi yaşadığını sanması tuhafına gitmişti ...
Cabirle olan muhabbeti hayli uzamış ancak kalkabilmişti kürşat...artık önünde küçükçınar köyü vardı menzile ulaşabilmek için.bu köy ağaların köyüydü.çevre köyler gibi de ağalar burda yaşar burdan çevre köylere ve topraklara sahip çıkardı.gerçi çukurovanın iskana açılması bataklığın kurutulması tarla yapılması osmanlının son dönemine denk geliyordu.bu bakir toprakların sahiplenilmesi ve ekonomiye dahil edilmesi gerekiyordu ki...türk toplumu göçer aşiretlerden oluştuğu ve daha çok hayvancılıkla meşgul olduğu için bir toprağa bağlı kalmak karekterine tersti...
Osmanlının iskan politıkası bu nedenle uzun süren karışıklıklara ve devletle aşiretler arasında uzun kavgalara sebep olmuştu. Kürşat’’ın ailesi de bu iskan politikasının ürünü olarak çukurovaya yerleşen dadal soyundandı.dedesinden ,ninesinden kaç kez bu kavgaların hikayesini dinlemiş bununla büyümüştü adeta...
Bu topraklar isteseler de istemeseler de artık geçici değil kalıcı mekanı olmuştu avşar’’ın türkmen’’in...ancak anadolunun işgali ve köylerin başsız kalması bir takım insanların bu topraklara hükmetmesine sahiplenmesine neden olmuştur.etraflı kişiler,hatırlı kişiler ve özellikle düşmanla işbirliği yapmış asker kaçkını kişiler ağa yaftasıyla taçlandırılmıştı...köye köylüye zulüm yapmaya başlamıştı...özellikle savaşlarda erkeğini yitirmiş ya da cepheden cepheye koşan anadolu insanının sahipsiz kalmış toprağı ,malı mülkü yağmalanmıştı bu ağalar tarafından...
Rivayete göre bu ağalardan birkaçı da bu bölgede özellikle bu köyde yaşarmış eskiden....gerçi şimdilerde torunları bu mirası yemiş bitirmiş maraba durumuna düşmüştü dünkü marabalarının yanında...
Küçükçınar’’ı geçerken bunları düşündü kürşat...henüz köyüne girmek üzereydi.köyünün o eski cıvıl cıvıl hali yoktu...binaların pekçoğu yıkık dökük, kuş cıvıltılarının dışında bir canlılık yoktu...bir zamanlar beş sınıflı okulu olan köyde okul kapanmış, okutulacak öğrencisi kalmamış...her zaman dopdolu olan kahvenin önünde birkaç ihtiyar oturuyor.belli ki onlar da ümitsiz geleceklerinden...çaygeçit köyü üç mahalleden oluşan bir köydü.eskiden ağanın marabaları yaşarmış bu köyde ...özellikle doğu ve güneydoğudan getirilmiş bu insanlar zamanla yerleşik hayata geçen avşar ve türkmenler geldikçe terketmişler bu köyü ...şimdilerde yılanlara ,çiyanlara bir de ihtiyarlara yurt olan bu köy adeta kaderine isyan edercesine sonunu bekliyormuş gibi geldi kürşata da o anda dökülü verdi dilinden şu dörtlükler....
Köyüm
köyüm dedim ağladı dağı taşı.
Çoğu gitti azı kaldı emmilerin.
Burda yaşamış ağalardan birçoğu
sirkati,hep çırptı çaldı emmilerin.
Yıllar geçti köyüm az daha ıradı.
Okuyan gitti bey olmaktı muradı.
O yetiştirdi şehirliye yaradı.
Şehirden villalar aldı emmilerin.
İşçisi var,memuru hakim savcısı.
Yaman olur benim köyümün avcısı.
Meşhurdur dedikoducusu,kovcusu.
Konuşurken dili baldı emmilerin.
Karatavuk,zuppan bir de turacı var.
Tandır bazlama pişer kara sacı var.
Yolun gözleyen ana baba bacı var.
Gelsin diye haber saldı emmilerin.
Şimdilerde garip kalmış yasta köyüm.
Unutulmuş hem toprağı hasta köyüm.
Cumhuriyetle doğdu aynı yaşta köyüm.
Çetin rüyalara daldı emmilerin.
Dün uğradım sessiz kalmış bir vaveyla.
Konuşacak kimse yok,konuştum ayla.
Gittim ah ile ,oh ile,döndüm vayyy’’’’la
dut dibinde aynı haldi emmilerin.
Ne diyim daha,neyi kalmış köyümün.
Çoğusunda yok,dünü balmış köyümün.
Her tarafını hüzün almış köyümün.
Yine aynı,dili laldi emmilerin.
Çaygeçit’’e henüz girmişti...köy dört mahalleden oluşuyordu.özellikle yamaç diye adlandırılan iki mahalle var ki bu iki mahalle özellikle göçer aşiretrlerin yerleşik hayatageçmesiyle oluşmuştu...kendi aralarında oldukça büyük kavgalar olmuştu çoğu zaman bir hiç uğruna...dahası bir deönem kan da girmişti bu iki mahallenin arasına da o küçümsenen gençlik kanı kanla yumadı...şimdilerde oldukça sakin barışın hakim olduğu köy olsa da köy artık zaman içinde boşalmış nerdeyse heraileden göç vermişti...
Kürşat ağır ağır ilerlerken köyünün kimsesizliğine iç geçirdi uzun uzun...karşı yamaçtan kendi yamacına geçmişti ,buradaki evlerin çoğu akrabaydı tek tük yabancı olsa da en azından çoğu aynı soyadı taşıyordu...
Okur yazar oranı yüzde yüzlerde olan köyün bürokraside hatırı sayılır mensubu vardı...özellikle bayramlar ,düğünler ,cenazeler onların köylerini hatırladığı zamandı...onun dışında köy üzerine ölü toprağı serpilmiş gibiydi,şimdi olduğu gibi...
Kürşat hoca kendi avlularına girerken köyünde geçen günlerini,çocukluğunu,aşkını hatırladı da tebessüm etti belli belirsiz...avludan içeri girmişti ama içerde herzamankinde4n farklı bir durum vardı...ihtiyarlar artezyenin başında hepsi aynı yöne bakmış vaziyette ama donmuştu sanki...arabasını durdurduğu halde hiçbiri kalkmamış dahası habersiz gibiydiler...
Dikkatlice baktığında herkes evin önündeki antik kral koltuğuna yöneltmişti nazarlarını...bahçede bulunan herkes ve her varlık adeta donmuştu ...suyun başında horoz,yanıbaşında cücükleri ve bir tavuk...emektar av köpeği tarzan bile haraeketsizdi.biliyordu ki şu anda üzerine atlar yüzünü yalar hasret giderirdi ihtiyar tarzan...
Kürşat hoca yola çıktığından beri karşılaştığı ,yaşadığı şeylere ,olaylara ...gördüğü kişilere bir anlam veremiyor dahası gittikçe korkusu artıyordu...kral koltuğuna yaklaştığında veli abisi tebessüm ederek,
-geç kaldın adamım ,geç kaldın diyordu...iyice şaşırmış adeta dili tutulmuştu kürşat hocanın...
Kürşat hoca abisiyle birkez daha hem de doğduğu büyüdüğü dahası acılarının gömülü bulunduğu avlunun içinde karşılaşınca iyice sersemlemiş,ne diyeceğini ne edeceğini bilmez haldeydi...oysa ona o kadar sormak istediği şey vardı ki...sanki karaveli aklından geçenleri okumuşçasına konuşmasına devam etmişti...
-evet gardaş biliyorum sormak istediğin o kadar çok şey var ki...ancak şu kadarını söyleyim o sorularının cevabını ne ben verebilirim ne de bir başkası...belki sen bulablirsin düşünerek...bana ,bize bu aleme geçiş izni sadece geride kalan sevdiklerimizin bir nebze mutlu olması için verilmekte...onun dışında hiçbir şekildealemin sırları verilmemekte...alemin sırlarını ancak yaratıcı bilebilir...
-anladım abi anladım da neden bugün ,neden ban görünürsün tek...
-galiba onunda cevabı sende gardaş...
-peki,şimdi resmini çeksem burda olduğunu konuştuğumuzu kanıtlasam buna izin var mı...
-resmimi çeksen de göremezsin o resimde beni...çünkü maddi olarak yokum burda...
Kürşat inanmamış da resmi çekmişti...ancak çektiği resimde sadece kral koltuğu görünüyordu...üzerinde yatan abisi yoktu...bütün bu konuşmalar geçerken uyuyan avlu ve bütün canlılar donmuştu.
-neden onlara da görünmezsin,bak onlar sen gittikten sonra hep senin acını yaşadı ,yaşıyor...
-annemle sohbet ediyoruz zaman zaman...babamın rüyalarına giriyorum arada bir...kardeşlerimin anılarındayım çoğu zaman...her zaman sizlerleyim maddi boyutta olmasa da...
-neden ben,benim ne farkım var ki onlardan...seni her zaman her durumda hatırlamam mı bu güzelşliğe ulaşmamın sebebi...
-belki onlar,belki de benzer acıları yaşayan biri olman...özelllikle yüreğinin temizliği ve samimi sevgin yaratıcının hoşuna gitmiş olacak ki bu alemin senli yönü açık bir süredir bana...
Abisiyle uzun süren sohpeti kürşat hocayı oldukça mutlu etmişti.bu anın hiç bitmesiniistemiyordu adeta...bir anda kendinden geçmiş onun omuzlarına dayanmmıştı...gözlerini açtığında kardeşi çayını uzatıyordu...abisi yoktu yok olmuştu yine...
Annesi, babası mutluydu belki onu görmekten belki de karavelinin sıcaklığını hissetmekten...ihtiyarlarla uzun uzun hasret gidermiş artık gitme vakti diye düşünmüştü ki avluya tanıdık bir araç girdi.arabayı süren kızıydı. Beş yıl önce trafik kazasında ölen eşi,oğlu ve kızı gelmişlerdi...etrafındaki hareketlilik yine yok olmuş yine donmuştu artezyenin dışındaki tüm varlıklar...sadece suyun sesi bu sessizliği bozuyordu...
-hoşgeldiniz canlarım ,sizleri özlemiştim ben de...
-öyle derindi ki feryadın ,çağrın geldik dedi eşi...
-niye çağırdın bizi diyordu kızı...
Kürşat gidip gelmelerin ardında iyice sersemlemiş,ne yapacığını bilmiyordu artık...sevdiği tüm güzellikler bugün yanındaydı .
-yoksa,çıldırıyor muyum...delirdim mi dedi...
-dur hele yaşın kaç daha diyordu babası karabekir...
Az önce konuştuğu ne eşi ne de çocukları vardı karanlığın içinde...sadece kendi yalnızlığıyla başbaşaydı şimdi...
Kürşat hoca annesinin elini öpmüş babasıyla tokalaşmıştı ayrılırken...yıllardır el öpmeyi sevmez dahası bu adeti çok sert eleştirirdi her ortamda.annesi onu gözlerinden öperdi hala çocuktu onun için ortayaş kuşagındaki kürşat...
Babası evde kalması için ısrar etmişti de kürşatı çagıran geçmişi vardı gidecegi belli olmayan bu güzergahta. Arabasına binmiş köy yolunda agır agır yol alıyordu şimdi...nedim emmisi yoldaydı ,kamil, açıkgöz ,durdumemmet,bakkalmemet,kocasülemen,avelali,ahmethoca kocateyfik...daha yüzlerini bile unuttugu köyün geçmiş taifesi sanki onu ugurlamaya gelmişlerdi,her zamanki toplandıkları bir başka rahmetlik emşerimin metruk dükkanının önüne....koca bir dut agacı vardı rivayete göre açıkgözahmetin diktigi o agacın altında sabahtan akşama kadar sohbet ederler tavla ,dama oynarlardı kimi zamn...
Kürşat iyice şaşırmıştı . Dahası geçmişte yaşamış birçogu hısm akrabası olan bu ihtiyarları görmek onlarla bir resim kadar yakın olmak tebessüm ettiklerini görmek...hem de öldüklerini bilebile...deliriyor muyum yoksa diye söylendi kendi kendine...iyisi mi düşünmemek geçmişi bu adamların hepsi toprak oldu,belki de dönesi geldi pekçogunun....noluyor ki bana dedi...
-yoksa bu meftalar bana bir şeyler mi söylemek istiyorlar...ya da ne bileyim vaktim saatim geldi de onu mu hatırlatıyorlar...önce abim veli ,sonra eşim,kızım,oglum....şimdi de bunlar....
Ögrenecekti sebebini kürşat ani bir fren yaparak farklı zamanlarda ölmüş bu insanlarla konuşmak için arabadan indi...onlara dogru yürümeye başlamıştı ki onlar uzaklaşmıştı kürşat yaklaştıkça...bu mücadele ne kadar sürdü bilinmez ama şunu biliyordu ki kürşat bu insanlar onunla temas kurmak istemiyordu...abisi,ailesi gibi onunla konuşmak istemedikleri aşikardı..
-ne haliniz varsa onu görünüz alahın belaları dedi öfkeyle yerine otururken...
Bir sarsıntıyla kendine gelmişti,arabanın camına vuruluyor,dahası araba sallanıyordu...gecenin içinde yankılanan o ses köyün dedlisi alişir ramazandı...son zamanlarda iyice dellenmiş önüne çıkana taş sopa fırlatır,korkuturdu herkesi de kürşata karşı bir zaafı vardı bu delinin...
Ne zaman görse bir sigara alır gülerek giderdi...demek delinin sigarası bitmiş dedi camı açarken...sigarayı uzatırken,
-ulan ramazan,sana bir şey soracam,söylersen paket senin...ramazan yılışarak iyice sokulmuş ellerini ovuşturuyordu...
-söyle bakalım az önce burada şu dutun altında kimler vardı...
-hi hi,onu bilmeyecek ne var sayım mı...
-say ulan köftehor ,say bakalım...
-açıkgöz emmim,kamilemmim,nadim hoca,kocasülemen,kocatevfik...
-tamam oglum tamam al,sigarayı hakettin...
-hi hi,hepsini kandırdım...söyleme demiştiler oh...bakkalmemedi,osmanmemedi,durdumemedi söylemedim ya...kandırdım,kandırdım...,diyerek uzaklaşmıştı deli de kürşat hoca hala bir anlam veremiyordu bu olanlara ügördüklerine....
Kürşat hoca etrafında olanlar ve yaşananlardan dahası yaşadıklarından sıkılmaya başlamıştı artık...acaba gerçekten yaşanıyor muydu ya da başka bir boyuttta tekrarı mıydı gçrdükleri...bunca gördüğü ve yaşadıklarının tuzu biberi de alişir ramazanın onaylamasıydı diger alemden tanıdıkların varlığına artık bu köy ,havası, doğası iyice tuhaflaşmaya başlamıştı...oysa kürşat olağanüstülüklerin varlığını kolay kabullenen biri değildi dahası bunların beynimizin bize oynadığı renkli oyunlar olduğunu düşünürgüler geçerdi başkalarının yaşadığını iddia ettiği zamanlarda...
Şimdi öyle sahici yaşıyordu ki herbir olayı,ne onlarca yıldır eğitimini aldığı bilimsellik ne de eğitimini gördüğü ve verdiği edebiyat buna bir cevap bulamıştı...kürşat hoca tüm yaşadıklarını ,çözümsüzlüğü ve gizemini geride bırakmış . Çaygeçit köyü karanlıkların gerisinde kalmıştı artık...yolda düşünceleri onu yönlendirmek istemişsede,ayakları onu geçmişin yaşayan koridorlarına çekmek istemişse de başarılı olamamışlardı bu seferlik...
Artık kadirlinin dağınık ışıkları görünüyordu...bu şehir çocukluğunun ,gençliğinin geçtiği bir süre küs olduğu ama şimdilerde son makamı mevkiii dahası herşeyi olmuştu
yetmişli yıllardan beri tanıdığı bu şehir her geçen gün biraz daha yabancılaşan ,kültürel erazyonun hızlı yaşandığı mega bir köy gibiydi...ama bir ruhu vardı elbette bu şehrinde ,her köşesinde saklanan ,gizlenen yoksulluklar ve göç olgusunun getirdiği ötekileşme ötekileştirme gayyesi,çabası...tüm ülkenin yaşadığı belki de glabalitenin emrettiği yaşamak zorunda kaldığımız bir ucube yaşam müsveddesidir kadirlide de insanlara biçilen değer...
Artık yeni belediye başkanının farkı olan ışıl ışıl gülen yüzü karşılıyordu şehre giren herkesi...özellikle şehre giriş anından itibaren bulvar ve çift yönlü yol ışıklandırmasıyla şehrin sülüeti değişmiş yaşanabilir albenisi olan bir şehir olmuştu kadirli...her ne kadar betonlaşan görünümüyle ürkütücü olsa da...
Evinin önüne gelmişti sonunda kürşat,ağır ağır arabadan inerken oldukça yorgun ve bitkindi...
Nihayet kabuslar bitiyordu,belki de kürşat hoca öyle sanıyordu...nihal atsızın dörtlüğü takıldı o arada diline...,
bitiş bildiğin baştır...ölü diriye eştir...düşün biraz derince...
Nihal atsız onun gençlik ortayaş idolu ve dahası fikir babasıydı...gerek şiirlerindeki gür ve dik sesi vatan millet sevgisi...gerekse romanlarındaki türklük vurgusu tarih sevgisi geçmişin ihtişamı okuduğu şiir ve romanlarda hissettiği yaşadığı duygulardı...nerden takıldıysa henüz yoldayken nihal atsızın bu dizeleri diline takılmıştı...
Arabayı evin önüne parkederken bir yabancılık hissetti...sanki hayatının uzunca yıllarının izleri silinmiş yok olmuştu bir gecede...sanki bu ev yıllarca yaşadığı yer değil de bir yabancının eviydi...ayakları geri geri gidiyordu...
Evi yaptırırken diktiği şeftali ağaçları yoktu...her sabah guguklarıyla uyandığı guguk kuşlarının tüneyeceği ne çınar ağacı ne portakal kokulaı kalmamıştı...kısaca ev doğasıyla da yabancılaşmıştı kürşat hocaya...gök mavisi boyası yok olmuş yerine kirli sarı gelmişti...ne zaman boyasını değiştirmişlerdi,neden hatırlamıyordu kürşat hoca.
Kapı zili bile değiştirilmiş,daha asortik bir zil takılmıştı kapıya...bunca değişikliğin hiçbirini hatırlamıyordu kürşat hoca...acaba dedi,acaba hala sabahtan başlayan uyku hali,gidip gelmeler devam mı ediyor...oysa kadirliye girdiğinde tüm bu yaşadıklarının bittiğini ya da biteceğinini sanıyordu...
Kapı ziline güçlü bir şekilde ve kızgınca bastı...uzun uzun.kapıdan tiz bir kadın sesi,
-kimsiniz,ne istiyorsunuz...
-benim ben ,babanız...
Bir süre sessizlik olmuş,bu sefer kapıdan gelen bir erkek sesi...
-kardeşim siz kimsiniz...
-ben mi kimim,dalga mı geçiyorsunuz...ben bu evin sahibi...
Uzunca bir süre sesizlik olmuş kürşat hoca eşinin ,çocuklarının bu duyarsızlığına kendini tanımamalarına kızmaya başlamıştı...dahası evden gelen yabancı erkek sesi de iyice uyuz etmişti onu...zile yüklendikçe yüklendi de tık yoktu karşıdan...ne kadar vakit geçmişti bilmiyordu ama bir tuhaflık olduğunu anlıyordu artık...
Az sonra yanında duran bir polis arabasından üç polis inmiş kendisine doğru geliyordu...işte bu tuzu biberi rezilliğimizin
demiş ve onlara doğru yönelmişti...
Polisler oldukça munis ve samimiydiler kürşat hocaya yaklaşırken...tanıyordu biri kürşat hocayı ve yaşadıklarını biliyordu...onun yaşadıkları tüm ilçenin malumuydu...bütün ailesini bir trafik kazasında kaybetmiş dahası bu acıyla yıllarca kendini kaybetmiş ,meczub bir hayat sürmüştü kürşat hoca...
Bir süre bakırköyde tedavi gördüğünü duymuştu da gerisini bilmiyordu polis...demek ki bugün öğrenecekti gerisini...polis
-beyefendi,buyurun...
-neden buyuruyorum,insan evinde de mi rahat etmeyecek...hem suçum ne...
-efendim hakkınızda şikayet var...bu evi ve insanları rahatsız etmişsiniz...
-nasıl olur bu ev benim evim ...içindekilerde ailem ,çocuklarım...sahi şaka mı bu...kürşat hoca polislerle tartışırken kapı açılmış kızgın bir adam polislerin yanında kürşat hocaya saldırmıştı...polislerin araya girmesiyle tatsızlık önlenmiş kürşat hocayı arabaya alan polisler karakola getirmişti...karakolda beklerken kafasında oluşan gelgitler bir yığın çözümsüzlük üretmişti içinden çıkamadığı...
Karakollara karşı seksenli yılların önyargısı vardı kürşat hocada. Biraz korku belkide biraz ürküntü hakimdi,ta ki o babacan komserle karşılaşana kadar...o dasına çağırdığı kürşat hocaya yer göstermiş,elindeki dosyayı masaya bırakırken olaya vakıf birinin hali edası vardı...
-hocam yaşadığınız büyük travma ve acıları atlatmanız elbette kolay değil,ama sizden ricam insanları rahatsız etmemeli...gördüğüm ve anladığım kadarıyla bugün insanları rahatsız etmiş sizin kabullenmediğiniz geçmişiniz...
-ama komserim o ev benim, o adam ve ailesi ne arıyor benim evimde...
-kürşat hocam ,malesef bu olay sizin kabullenmek istemediğiniz geçmişinizin size oynadığı oyun...şimdi isterseniz sizi hastahaneye sevk edeyim...isterseniz bir yakınınızın adını verin onu çağırayım o anlatsın size...ancak tek isteğim o insanları bir daha rahatsız etmeyin...aksi taktirde geceyi nezarette geçirmek zorunda kalırsınız... Ha o evi bir daha rahatsız etmezseniz şikayetçi aileyi ikna eder aldırırım şikayetini...
-özür dilerim komserim,tamam kimseyi rahatsız etmeyeceğim bir daha...belki bir rüyadayım belki başka bir alemde...ama bunlar yaşandı anlamadığım bir zamanda bir boyutta...oysa daha dün ne kadar mutluydum,mutluyduk ailemle...şimdi ailemin olmadığını ,yok olduklarını söylüyorsunuz...nasıl,neden ,niçin...bu soruların cevabını kim verecek...müsadenizle demiş ve karakoldan çıkmıştı da nereye gideceğini bilmiyordu kürşat hoca...bir süre kadirlinin çehresini değiştiren kabasakal parkının içinde dolanmış durmuş,mutlu insanları izlemiş izlerken de gözleri dolmuştu...cevabını bulamadığı onlarca sorularla boğulurken...
Kürşat hoca parkta gezerken kadirlinin çehresini değiştiren belediye başkanını birkez daha taktir etti...ömer başkan bir doktor hassasiyetiyle yıllardır el atılmamış köhneliği izbeliği yaşanabilir hale getirmişti...bu parkın evveliyatını bilirdi ,70 li yıllarda burası adeta bir korku parkıydı.insanlar korkarak etrafından geçerdi,ipsiz sapsız bir yığın ne idüğü belirsiz insanlar burayı mesken tuttmuştu ve yıllarca da böyle kalmıştı...şimdi çevre düzenlemesiyle işyerleriyle içindeki tiyatro,spor salnlarıyla adeta bir merkez haline getirmişti...gecenin hayli ilerlemiş saati olmasına rağmen sanki tüm kadirli burdaydı...yol boyunca kafasındaki onca sorulara rağmen bu güzellikleri görmenin huzuru vardı üzerinde...
Öğretmen evi bu parkın hemen bitişiğinde güney cephesindeydi...yıllarcaöğretmenlerden toplanan paralarla yaptırılan bu sığınak malesef günümüzde bir çok kurumda olduğu gibi birilerinin çiftliği olmuş kar getiren bir kuruluş haline dönüştürülerek adeta öğretmenin elinden alınmıştı...gerçi öğretmenlerimiz de malesef kendi değerlerine sahip çıkamayan bir kuru kalabalık olmuştu kürşat hocanın gözünde...insanlar saygınlıklarını kendileri yaptıklarıyla elde eder dedi kapıdan içeri girerken...kapıda yıllardır öğretmen evinin emektarı olan derviş karşıladı onu,
-ooo hocam yolu mu şaşırdın gecenin bir vakti ne ararsın buralarda...
-yok derviş yok ...bugün misafiriniz olmaya geldim,inşallah yerin vardır.
-kalmak için mi hocam ?
-evet, bu saatte oyun oynayacak halim yok ya...
Derviş kürşat hocanın kızdığını anlamıştı...hiç söz etmeden anahtarı çıkardı ve uzattı.
-48 numara hocam
-borcum
-30 tl hocam...
Cebinden 50 lira çıkarmış anahtarı alıp yukarıya çıkmıştı kürşat hoca.paranın üstü elinde kalmıştı dervişin...’’’’neyse sabah veririm ’’’’diyip parayı yerine koyarken bir yandan da kapıları kapatmaya başlamıştı derviş de ,kürşat hocanın bu zamansız gelişi hayli düşündürmüştü...ne işi vardı bu saatte düzenli bir aile hayatı olan bu adamın ...aman neyse ne...demek ki bir sıkıntısı var adamcağızın belki de bir gece kaçamağı ...’’’’diye düşündü.
Kürşat hoca odaya girmiş hala olanlara bir anlam veremiyordu...ne işim var benim burada diye düşündü.evim dediği o yerde o yabancı insanların işi neydi...yoksa yanlışlıkla başka bir mahalleye başka bir eve mi gitmişti...ama sarhoş değildi,yıllarcayaşadığı acıları,sevinçleri gömdüğü o binanın taş duvarları değil miydi,nasıl yanılabilirdi ki...
Gerçi bugün sabahtan bu yana dahası birkaç gündür yaşadığı hangi olay durum olağandı ki...bunları düşününce yarına bırakmalı ’’’’gecenin hayrından gündüzün şerri, derdi ninesi gözlerini yumarken hala içinde gideremediği bir yığın soru vesvese vardı..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.