Bir Müptezel Öyküsü
Dört arkadaş nihayet Konya’ya vardık. Alışveriş için kontaklar hazırdı. Daha önce hiç hap atmamıştım. 150 adet extacy hap alınacaktı. Bize Çinçin’i aratmayacak o mahalleyi arıyorduk sokak sokak. Nihayetinde direksiyon doğru adresi buldu. Mahalleye girdiğimizde dikkatler üzerimizdeydi. Raconu biliyorduk. Alışverişimizi yapıp sessiz sakin yolumuza bacaktık. Torbacıyı aradık. Yanımıza geldi. Haplar yanında değildi.
“O kadar pıtı yanımda mı taşıyacaktım?” dedi. “Tamam” dedik torbacıya. Git gel burada bekliyoruz. Bir miktar kaparo verdik ve beklemeye başladık. Bir saat oldu. Ardından bir buçuk saat… Karşıdaki kahveye girip oturalım dedik artık. İyiden iyiye umudumuz kesildi. Oturup çay söyledik. Yanımıza kara kuru bir eleman geldi. “Siz dedi Fare’den zehir mi aldınız?”
“Evet?”
“Yandı sizin para gelmez o. Siktir edin. Ben çözeyim size ne lazımsa.”
Arkadaşlar hem çok hevesli hem de durumları iyiydi ve bu teklife direk zıpladılar. Yaktılar kaparoyu. Durun, yapmayın dedim ama dinlemediler. Nihayetinde aynı siparişi kara kuru çocuğa da verdik. O da kayboldu. Yarım saat geçti geçmedi. Yolun bir ucunda Fare, öbür ucunda da kara kuru eleman gözüktü. Aynı anda düştüler yanımıza. İkisi de gelmişti. Resmen patlamıştık. Sanki anlaşmış gibi aynı anda yanımızdaydılar.
Sordular: “Ne olacak şimdi?” Biraz düşünüp taşındık. Teklifi yine onlar yaptılar. “Siz” dedi Fare, “ilk benden istediniz bu mereti. Benden alacaksınız. Elli tane de Kürdan’a bırakacaksınız. O da telafi edecek kendini.” Öyle ya da böyle anlaştık. Hiçbir çıkar yolu yoktu. Postu deldirmeden yola çıktık.
Süratle Ankara’ya dönüyorduk. Haplar bendeydi. Ne olduğunu çok bilmediğim için bir tane atıp denedim. On dakika bekledim. Hiçbir şey yok. Sonra bir tane daha. Yine bir şey yok. Ardından bir tane daha ve bir şeyler hissedene kadar on tane hap atmıştım. Kafası geldiğinde canlı mayın tarlası gibiydim. Neredeyse yarı müptezel sayılırdım ama bu bambaşka bir şeydi. Ankara’da bir pavyona gidiyorduk. Bu gece çok eğlenecektik. Bu belliydi. Çünkü pavyondaki karılar çocukların arkadaşlarıydı. Pavyona girdiğimizde krallar gibi karşılandık. İçkiler, mezeler, meyveler masamıza yağıyor, karılar bizim çocukların kucağından inmiyordu. Yirmili yaşlarının başındaki gencecik çocukların bu süksesi diğer müşterileri çileden çıkarmıştı. Herkes kilitlenmiş bizim masaya bakıyordu. Onlar için dünkü boklardık. Bense bir yandan deli gibi patlıyor, bir yanda da alkolün kafasını yaşıyordum. Beynim deli bir duman hapsinde gibi... Demir parmaklıkların sürgülerini bile hissediyordum kafamda ama aynı zamanda alabildiğine gardiyandım da.
Çıkışta karılar da bizimle gelecekti. Aynı arabada gidecektik. Pavyon sahibi geldi. “Gençler, müşteriler karıların sizin arabaya bindiğini görürse size burada siker atarlar, dokunamayız. Siz gidin ötede bekleyin. Ben karıları size göndereceğim” dedi. Bir kilometre ötede karanlığın ortasında beklemeye başladık. Biraz zaman da geçince Tuncel iyiden iyiye dellendi.
“Bu amına kodumun kobrasını gider vururum, karıları da alır siker sonra teslim olurum”. Biz Tuncel’i sakinleştirmeye çalışırken yanımızda bir araba durdu. Beş kişi indi arabadan.
“Karıları mı bekliyonuz lan amını siktiklerim”
“Geldiğinize göre beklediğime değdi” dedim.
Küfreden elemanın yüzü hayli ekşidi sonra o orospu çocuğu yüzüme koca bir tutam platin sarısı saç fırlattı. “Al sana karı”
Bir saniye içerisinde araba farları arasında dokuz kişi birbirimize girdik. Kim kime dalıyor o belli değilken iki el silah sesi beynimde çınladı. Sanki tüm beyaz güvercinler kanatlarını kaybetti o zifiri karanlıkta. “Bin Kemal bin, bin, bin.” Tek duyduğum buydu. İki kanadıma iki kol girdi arabada açtım gözlerimi. Sonrası paket servis. Buradayız hakim bey.