- 422 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAYMAKAM
Dedelerimizin, Yolağzı köyü Camisi bitişiğine yaptırdığı medrese, Cumhuriyet döneminde 1939 yılı sonlarında ilkokul haline getirilmiştir. Kısa bir aradan sonra da köyün alt tarafına bir okul inşa edilmiştir. Köyümüz evlerinin tersine, ahşap, toprak ve kireçten Çakatura-Bağdadi tarzında inşa edilmiş idi. Büyük ve küçük birer dershane dışında bir öğretmen odası, bir de uzun holü vardı. Tavanı ve tabanı tahta döşenmiş, yan duvarları beyaz kireç ile badanalı, önündeki uzun gönderinde bayrağımızın sallandığı bu bina; bizim evlerin yanında ayrıcalıklı bir konumda idi.
Eğitmenimiz merhum Gülpaşa Özkan, eğitim çağına gelmiş köy çocuklarını toplar, üç yıl okutur, mezun eder, yeniden öğrenci toplardı. Ara sınıflara ise öğrenci alınmazdı. Ablam Fehime ile gitmeme; yaşımın küçüklüğünün yanında ufak tefek, cılız ve çelimsiz biri olmam sebep olmuştu. Ablamın mezuniyetinden sonra 10 Ekim 1950 günü dokuz yaşında ilkokula başladım. Benden büyük yâda küçük, kızlı erkekli otuz kişilik bir sınıftık.
Okula başlamadan; bakarak yazmasını, mile oynadığım ve çobanlık yaptığım için de sayı saymasını da bilirdim. Bana çok kolay gelen ilk dönemlerde, bazı arkadaşların yaramazlığı ve tembelliği nedeniyle sıra dayağından ben de nasibimi alırdım.
Bir günde, eğitmenimiz acele olarak sınıf ve kendi odasındaki asılı çerçeveli resmi indirerek, yerlerine hiç görmediğimiz çerçeveli başka resim astı. Eğitmeni bu telaşından dolayı neden böyle yaptığını korkumuzdan soramadık. Ancak iki ayrı resmin altlarındaki yazıyı okumaya can atıyordum. Okumayı öğrendiğimde, ilk işim bu yazıları okumak oldu. Kaldırılan isimlerin altında “ Milli Şefimiz İsmet İnönü “ yerine asılanda ise “ Mustafa Kemal Atatürk “ yazıyordu.
Okula gidip gelmesini, sıra arkadaşımızı, temizlik nöbeti gibi işleri öğrendikten sonra eğitmen bize bayrak asmayı ve marş söylemeyi öğretti. Bayrak asılırken söylediğimiz marş, “ Çırpınaydın Karadeniz, Bakın Türk’ün Bayrağına” şarkısıydı. İstiklal Marşımızı, ancak 3. Sınıfta öğretmen Hasan TEKİN’in gelmesiyle öğrenmeye başladık.
Eğitmenimiz bu bayrak törenlerinde çok ciddileşir, en ufak taviz vermez, bu törenlerde bizi sıra dayağına çektiğini hatırlamıyorum ancak bizden önceki sınıfları sıra dayağına çektiğini çok duydum.
O zamanlarda pazar günleri akşamüzeri, bayrağı indirip yerine konulması veya kurutulması gerekiyordu. Bu işi birkaç defa eğitmenimiz kendisi yaptı, daha sonra bana nasıl yapılacağını öğreterek, beni görevlendirdi. Ben de yanıma Adnan’ı veya Casım’ı alıyor, bayrağı indiriyor, katlıyor ve eğitmenin evine giderek teslim ediyordum. Eğitmen bayrağın bakımını yaptıktan sonra okula getirip, yerine koyuyordu. Okulun anahtarı nöbetçi öğrencide olduğu için biz okulu açamıyor, yerine koyamıyorduk. Nöbetçi öğrenci sabah okulu erken açar, bir arkadaşı ile birlikte sınıfı, holü ve öğretmen odasını süpürür, temizler, sobayı yakardı. Ayrıca diğer öğrencilerin getirdikleri odun miktarını, ayaklarının temizliğini veya yaramazlıklarını sınıf mümessili (sınıf başkanı) ile birlikte eğitmene rapor ederdi. Sınıf başkanı, eğitmen gelirken öğrencileri her sabah holde üçer kişilik sıraya dizer, eğitmen ön tarafa geçerek selamlaştıktan sonra jimnastik hareketlerine başlanırdı. Sobanın olmadığı bu holde soğuk havalarda üşürdük. Daha sonra bu beden eğitimi kaldırıldı, bizde rahat ettik.
İşte bu şekilde, bazen sıra dayağı yiyerek, bazen takdir edilerek, bazen de tekdir edilerek aylar geçmeye başlamıştı. Ben okuma yazmasını ilk öğrenenlerdendim.
Olay günü, bayrağı indirmiş yine eğitmenin evine götürmüştüm. Kapıyı eğitmenin büyük kızı Naşide Abla açtı. Bayrağı iki elimle kendisine uzattım. Aldı, bayrağı rafa koyarken bana “ Ola Fevzi!... Okumayı hala öğrenemedin mi? “ diye sordu. Ben de “ Yoo!.. Ben hem okuyor, hem de yazıyorum.” dedim. “Hadi yazda görelim” dedi. İçeri odaya girdim, karanlık odayı ocakta yanan ateş aydınlatıyordu. Henüz gaz lambasını yakmamışlardı. Odada başka kimse de yoktu. Aile fertlerinin kimisi ahırda veya kimisi de diğer tarafta idiler. Ben odanın aydınlık tarafına ocak başına gittim. Oradan bir odun kömürü alarak tebeşir tutar gibi tuttum. Ocağa dik olarak döşenmiş taban tahtalarının bitiminde, yüzüm ocağa doğru diz üstüne çömelerek oturdum. Naşide Ablaya, yazacağım yeri ve kömürü göstererek “ Hadi söyle, ne yazayım?” dedim. O da hiç düşünmeden “ Kaymakam yaz da görelim” dedi. Bu kelime gerçekten uzundu, hiç de duymamış ve yazmamıştım. Ancak heceleyerek yazabilirim diye düşündüm. Birbirinden kurudukça ayrılan ve arasında iyice açıklık olan iki tahtaya genişlemesine yazmaya başladım. Dikkatli ve heceleyerek kelimenin bir kısmını birinci tahtaya, son iki harfini de arada boşluk oluşmuş ikinci tahtaya yazdım. Kontrol ettim, doğru olduğunu görünce “ Al sana kaymakam “ dediğimde; Naşide ablanın kıkır kıkır gülmesi kahkaha haline aldı. Ben tekrar kontrol ettim, bir yanlış göremeyince “ Kız ne gülüyorsun, doğru işte! “ dedim. O da beni takdir edercesine “ Doğru, doğru da, bir yanlış var “ dedi ve yine gülerek “ O yanlışı da büyüdüğün zaman anlarsın “ dedi.
Naşide ablanın kahkahaları eşliğinde, ben üzgün ve düşünceli bir şekilde oradan ayrıldım. Evde karalama defterime bu kelimeyi birkaç defa yazdım, her seferinde birkaç kez kontrol ettim. Bir hata göremedim, tekrar alay konusu olmamak için başka kimseye de soramadım. Ancak bu olay bir şüphe olarak içimde kaldı.
Aradan yıllar geçti İlkokul, ortaokul ve lise bitti. Üniversiteye gidiyordum. Bazen bu olayı hatırladıkça hüzünlenir, oradaki yanlışımı hala bulamadığıma üzülürdüm. Artık büyümüş idim. Üstelik genel hanımlar ile birlikte de oluyordum.
Üniversite yıllarında paramız olduğunda, uğradığımız bir mektep daha vardı. Beyoğlu’nda Abanoz Sokağı, bu sokak genelde temiz ve genç hanımların çalıştığı genel ev semti idi. Bazen buraya gider, seçtiğim hanım ile birlikte olurdum.
O günde; aynı yerde bir hanım ile birlikte olduğum sırada hanım sırtıma vurarak “ Buldun bir kaymak .., yumulursun! Değil mi? Seni köftehor, ödülümü isterim, ha! ” diye söyleniyordu.
Ben başka bir hanımdan yıllar sonra, “kaymak ..” sözünü duyunca o olay aklıma geldi. Yanlışımı yıllar sonra yine bir hanım vasıtası ile öğrenmiştim. Bu sefer ben kahkaha atmaya başladım. İşimiz bitince, kadın yüzüme bön, bön bakarak bana “ İş biterken kahkaha atan erkeğe ilk defa şahit oluyorum” dedi. Bu olayı, kısaca anlatınca “ Hımm! Şimdi ödülüm daha da arttı ” dedi.
ORDA BİR KÖY ANILARI-2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.