- 436 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİZ HEKİMLER VE CUMHURİYETİMİZ
BİZ HEKİMLER VE CUMHURİYETİMİZ
Dr. Sadık ÖZEN
Şunu büyük bir iftiharla söyleyebilirim ki; biz hekimler öğrencilik yıllarımızdan başlayarak, Cumhuriyetimizin temel ilkelerine büyük bir sadakatle bağlı kalmışızdır. Bunun gereği olarak; Kurtuluş Savaşımız daha başlamadan Büyük Atatürk’ün en yakınlarında yer almış bulunmaktayız. Büyüklerimiz; Ordu Sıhhiye Dairesi Başkanı “Tbp. Alb. İbrahim Tali Bey (Öngören)” ve Başkan Yardımcısı “Tbp. Bnb. Refik Bey (Saydam)” Mustafa Kemal Paşa gibi ölümü göze alarak, 19 Mayıs 1919’ da O’nunla birlikte Samsun’a çıkan yürekli vatansever hekimlerdir. Samsun’dan sonraki süreçte, Amasya’da ve Erzurum Kongresi’nde de Atamızı yalnız bırakmamışlardır. Hem sağlığı ile ilgilenmişler, hem de O’na bağlılıklarını göstererek moral desteğinde bulunmuşlar, Sivas Kongresi’ne de birlikte katılmışlardır.
Askeri Tıbbiye üçüncü sınıf öğrencisi, cesur yürekli, içi vatan sevgisi ile dolu “Tıbbiyeli Hikmet Bey” Sivas Kongresi’ne katılması için tıbbiyeliler adına İstanbul delegesi seçilmişti. Büyük bir tehlike içinde, tebdili kıyafet yaparak Sivas’a gelişi o yaştaki bir genç için bir kahramanlık örneği olmalıdır. Mustafa Kemal Paşa, dik duruşlu ve vakarlı bu genci ilk gördüğünde onun güvenilir bir genç olduğunu anlamıştı. Bu nedenle kongre delegeleri arasında ona ayrı bir yer verdi ve konutunda yaptığı özel görüşmelere bu gencin katılmasını istedi.
Mustafa Kemal Paşa Kongrede bağımsızlığı savunmaktaydı ve mandacılık fikrine karşıydı. Ne yazık ki; O’nun en yakınında bulunan bazı arkadaşları Amerikan mandacılığına sıcak bakarken, bu genç Mustafa Kemal’le aynı ilkelere sahipti ve ilkelerini büyük bir cesaretle savunmaktaydı.
Kongrede Amerikan mandacılığının görüşüleceğinden bir önceki gece Mustafa Kemal Paşa’nın konutunda toplanıldı. Ertesi gün izlenecek yol saptanacaktı. Gündüz yapılan oturumda mandacılık taraftarı bazıları talihsiz konuşmalar yapmışlardı. Geç saatlere kadar süren müzakereler, Kongre Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından; “Efendiler vakit çok geç oldu, yarın saat 14.00’de toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum” sözleriyle ertesi güne ertelenmişti. Amaç yarın neler olabileceğini gözden geçirmekti. Mustafa Kemal, bu özel ve gizli gece toplantısını “Arkadaşlar zor bir gün geçirdik. Oylama yapılsaydı istemediğimiz şeylerle karşılaşabilirdik. Gecenin bu saatinde burada olmamızın nedeni mandacılık konusunun ehemmiyetidir” sözleriyle açtı.
Toplantıya katılanlar; mandacılığa karşı olan, Mustafa Kemal Paşa tarafından özenle seçilmiş, kendilerine güvenilir kişilerdi. Paşa konuşmasına “İstanbul’dakiler ve buradaki bazıları ümitsiz ve hasta insanlar. Ecnebi işgali altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği teessürle marazi bir halet-i ruhiye içindeler. Bunun başka türlü izahı olamaz. Bir milletin istiklal hakkını aramasından ve gerekirse bu yolda son damla kanını akıtmasından daha tabii ne olabilir? Şerefsiz, istiklalsiz ve esir bir milletin çocukları olarak yaşamaktansa, efendice ve kahramanca ölmek elbette ki şayan-ı tercihtir”
Toplantıya katılanlar mandacılık hakkındaki konuşmalarını kısa cümlelerle dile getirdiler. Bırakın Amerikan mandacılığını, bu sözcüğün kullanılmasına bile karşı olan, gündüz yapılan celsede yapılan konuşmalardan büyük rahatsızlık duyan Tıbbiyeli Hikmet Bey büyük bir heyecan içindeydi. Elini kaldırarak söz istedi ve arkasından yayından çıkmış bir ok gibi ayağa fırladı. Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben “Paşam temsilcileri olduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı muhal manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak andandırır, tel’in ederiz”
Heyecandan sesi ile birlikte bütün vücudu titremekteydi. Bir anda herkes büyük bir şaşkınlık içinde kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın karşısında böyle bir konuşma yapmak büyük bir cesaretti. Duyduklarına şaşırmayan tek kişi Mustafa Kemal Paşa olmuştu. Bu genci daha ilk gördüğünde ondaki cevheri anlamıştı. Duyduklarına O da heyecanlanmıştı. Yeninden kalktı ve birkaç adım atarak Tıbbiyeli Hikmet’in yanına gitti. “Arkadaşlar gençliğe bakın. Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin” dedikten sonra, TıbbiyeliHikmet’e dönerek; “Evlat müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyor ve gençliğe güveniyorum. Biz ekalliyette kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir: Ya istiklal, ya ölüm” dedi ve elini öpmekte olan Hikmet’i O da alnından öptü.
Tıbbiyelilere ve Türk hekimlerine büyük onur kazandıran yaşanmış öyküler burada bitmiyor. Sivas Kongresi’nden sonra Ankara Gülhane Hastanesi’nde, Dr. Adnan Adıvar’la birlikte Tıbbiyeli Hikmet ve sonradan bacanağı olan Yusuf Balkan’ın tifüs aşısı üretiminde kendilerini kobay olarak kullandırmalarıyla devam eder. Onları hastanede görevleri başında ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa; “Zabit Vekili” ve “Sıhhiye Çavuşu” unvanı verilerek kadroya geçirilmelerini emreder ve şu sözleriyle onurlandırır: “Sizler, daima ileri ve devrimci fikirlere alemdarlık etmiş Tıbbiye’nin mümessili geçlersiniz. Sizinle iftihar ediyorum. 16 Mart günü İngilizler Mekteb-i Tıbbiye’yi işgal ettiler. Sizler savaşırken, bazı arkadaşlarınız da derslerine ve imtihanlarına düşman süngüsü altında girmektedir. En kısa zamanda bu duruma son vermek için düşmanları yurdumuzdan kovacağız” der.
Burada yazılanlar, Kurtuluş Savaşımız sırasında tıp öğrencileri ve hekimlerin vatanımız için gösterdikleri fedakarlık örnekleridir. Esasen Çanakkale Savaşı sırasında da aynı duyarlılık gösterilmiş, Tıbbiye son sınıf öğrencileri gönüllü olarak savaşa katılmış ve şehit olmuşlardır. Bu savaşta şehit olmuş pek çok hekim büyüklerimiz bulunmaktadır.
Cumhuriyetimizin kuruluşu; tüm ulusumuzun ayırımsız olarak, Kurtuluş Savaşımız’da ölümü göze alarak, kanını dökerek, canını vererek, şehit düşerek gerçekleştirdikleri büyük bir kahramanlık destanı ve tarihteki en büyük zaferi ile mümkün olmuştur. Tarihimiz, yaşadığımız şu günlere ne büyük fedakarlıklarla gelindiğinin kanıtlarıyla doludur. Bazı gafillerce, bu durumun idrak edilememesi ve cumhuriyetimize karşı düşmanca tavırlar sergilenmesi, Türklük’e yakışmayan bir inkarcılık, nankörlük ve ihanettir.
Bugün 29 Ekim 2016. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 93. Yıldönümü ve en büyük ulusal bayramımız. Bu günde, bize egemenlik ve bağımsızlığımızı bahşeden Ulu Atatürk, silah arkadaşları ve aziz şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, huzurlarında eğiliyoruz. Var olduğumuz sürece ulusal bayramlarımızı her koşulda kutlamaya devam edeceğiz. Cumhuriyetimizi, devrim ve ilkelerini, canımız pahasına da olsa sonsuza kadar koruma ve kollaya kararlıyız.
Bu düşüncelerimin ışığı altında:
TÜM ULUSUMUZUN CUMHURİYET BAYRAMINI EN İÇTEN DUYGULARIMLA KUTLUYOR, SAĞLIK, ESENLİK VE MUTLULUK DİLEKLERİMİ SUNUYORUM. YÜCE ALLAH; MİLLETİMİZİ DİNİ VE MİLLİ BAYRAMLARIMIZDAN MAHRUM BIRAKMASIN VE EBEDİYETE KADAR SÜRDÜRSÜN. SEVGİ, DOSTLUK, HUZUR VE BARIŞ KADERİMİZ OLSUN. VATANIMIZIN BÜTÜNLÜĞÜ KORUNSUN VE MİLLETİMİZ BİRLİĞE KAVUŞSUN. SEVİNÇLER SEVİNCİMİZ, ACILAR ACIMIZ OLSUN. KENDİLERİNİ HIRSA, KİNE, İNTİKAM DUYGULARINA, GADDARLIĞA, AYIRIMCILIĞA VE ÇIKAR DUYGULARINA KAPTIRANLARA YÜCE ALLAH AKIL VE FİKİR VERSİN. DOĞRU YOLDAN AYRILARAK KENDİLERİNİ KÖTÜ YOLLARA VE KÖTÜ EMELLERE KAPTIRANLARI DA İSLAH EYLESİN diyor, en derin saygılarımı sunuyorum.
29 Ekim 2016
“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !...”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.