- 973 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
PARKİNSON HASTASI ALİYE HANIM
Kafası ve evi karma karışıktı Aliye hanımın. Elinde bir liste akşama kadar hazırlaması gereken bir valiz İkna edilmesi gereken bir eş vardı. Elindeki uzayıp giden listeye baktı. Çamaşır, terlik, akşam yemek için elbise güzel olmalıyım diye düşündü. Her ne yaşanırsa yaşansın güzel ve bakımlı olmayı severdi. Lakin çarşı pazar dolaşacak zamanı olmamış, haber çok yeni gelmiş hemen hazırlanıp yola çıkması gerekiyordu. Her zaman güçlü olmayı güçlü görünmeyi isterdi bu nedenle kıyafetleri ile ve kişiliğiyle bu isteğini desteklemeli ve güzel şeyler hazırlamalıydı.
Aliye hanım elindeki listeye şöyle bir baktı. Saç fırçası, makyaj çantası güneş kremi “eyvah” dedi güneş kremi önceki tatillerinde bitmiş olmalıydı. Onu da hızlıca gidip en yakın parfümeri veya eczaneden temin etmeliydi. Saate baktı. “Hah tamam” dedi daha yaklaşık bir saati vardı. Bir koşu arabanın anahtarlarını aldı hızlı adımlarla apartmanın asansörüne doğru yol aldı. Asansöre binerek iniş düğmesine bastı. Beklemeye başladı. Bir, iki, üç dakika geçti. Hayır asansördeki ışık yanıp sönerek arıza sinyali veriyordu. “Hay Allah” dedi. Hemen asansörden çıktı, koşar adımlar ile merdivenlere yöneldi. Merdivenlerden beş katı yaşından beklenmeyen bir çeviklik ile kâh tek kâh çift atlayarak indi garaja yöneldi. Hızlıca kapıyı açtı ve şoför mahalline oturarak kontağı çalıştırdı. O da ne hemen önünde ters olarak park edilmiş bir araç vardı. Saatine baktı. “Tüh ya, bu insanların hiç de başkalarına saygısı yok” dedi. Tekrar saatine baktı. Koşar adımlarla caddeye çıktı önünden geçen ilk taksiye el kaldırdı. Taksi firen sesi ile önünde durdu. “En yakın eczane” dedi. Eczanenin kapısından hızlı adımlar ile çıktı. Eczacıya “elli faktörlü güneş kremi” dedi. Eczacı raftan elli faktörlü bir krem uzattı “yüz türk lirası” dedi. Bir krem için yüz türk lirası çok olmalı diye düşündü ama zamanı yoktu. Bir an önce parasını ödeyip çıkmalıydı. Tekrar beklemekte olan taksiye atlayıp evinin yolunu tuttu.
Eve geldiğinde saat epeyi ilerlemiş, Aliye hanım da beş kat merdivenleri çıkmaktan nefes nefese kalmıştı. İçinden apartman yöneticisine epeyi söylendi. Dünya kadar aidat alınıyor, lakin bir türlü bu asansör düzenli çalışmıyordu. Emek ve Bahçeli arasında yer alan ve eski bir bina olan yüksel apartmanı artık bir çok ev sahibinin gözden çıkardığı bir yer olmaya doğru yüz tutmuştu. Lakin Aliye hanım çocuklarının anısını canlı tutmak adına evini değiştirmek istemiyor, her gün eski günlerdeki gibi sürpriz bir şekilde çocuklarının geleceğini düşünüyordu.
Aliye Hanımın iki çocuğu da erkekti. Aslında üç çocuğu vardı lakin çocuğunun birisi On iki Eylülden sonra seksenli yıllarında yurt dışına çıkmış Almanya Hollanda Belçika derken imkansız zamanlarda mektuplaştığı büyük oğlunun zaman içinde haberini alamaz olmuştu. Huysuz bir adam olan eşi Vedat’ı ikna edememiş bir türlü oğlunu görmeye gidememişti. Çünkü oğlan babaya karşı gelip o dönemde Vedat beyin istemediği eylemlere katılmış, en sonunda askeri yönetim döneminde çareyi yurt dışına çıkmakta bulmuştu. O dönemin hükümeti oğlunu vatandaşlıktan çıkartmış bu durum da babayı oldukça üzmüş oğlunu bir türlü affedememişti. Baba bir öfke nöbetinde de büyük oğlanın tüm iletişim bilgilerini yok etmişti.
Diğer çocuklar büyüdüklerinde bir, bir zamanı gelince evden ayrılmış ama bir türlü daha önce yaşadıkları evde var olan huzursuz ortamdan dolayı baba ile istenilen düzeyde ilişki kuramamış, hep iletişimi anne ile sağlamışlardı.
En küçük oğlu Ahmet evlenip ayrıldıktan sonra büyük ağabeyini araştırmış adresini bulmuş, daha sonra Yiğit ile anneyi telefon aracılığı ile görüştürmeye başlamıştı. Aliye Hanım büyük oğlu Yiğit’e çok yalvarmış Türkiye’ye bir kere gelsin de görüşebilsinler diye. Lakin bir türlü gelmesi için ikna edememişti.
Hızlı bir şekilde elinde liste valiz hazırlayan Aliye hanım bir taraftan gözü saatte elindeki işlerini tamamlamaya çalışıyor, bir taraftan da heyecanlanıyordu. Küçük oğlu Ahmet ve torunu Didem yarım saate oradayız demişlerdi. Eksik bir şey kalmamalıydı. En son yanına alacağı hediyeleri kontrol etti. Bir adet hint kokusu tütsü parfüm gelinine, birer adet oğulları için önceden hazırlanmış hep hazırda bekleyen tişört, torunu için de el işi kursunda hazırlamış olduğu el işlemesi makyaj kutusu ile, özenle makinada işlediği yine özenle hazırlanmış nevresim takımını incitmeden valize yerleştirdi. İçinden “el işi kursu ne de iyi oldu” dedi. “Her şey hazır” dedi. Yazlık ceketini giyebilmek için kolunun üstüne atarak antredeki taburenin ucuna eğreti bir şekilde oturdu ve kapının çalmasını beklemeye koyuldu.
Taburede otururken kapısı açık olan salonunun ortasında çocuklarının küçüklükleri, birlikte oynarken alt alta üst üste boğuşmaları, oyun esnasında çıkarmış oldukları çığlıkları, saklambaç oynarken uzun perdenin arkasında saklanarak, dolabın arkasından çığlık çığlığa sobe diye bağırmaları, her şey gözlerinin önünde canlanmıştı. Ne güzel günlerdi o günler.
Uzun zamandan beri ailesini bir araya getirememenin üzüntüsünü yaşayan Aliye hanım ve ailesi nihayet ortanca oğlu Fikret’e ait Alanya’da bulunan yazlıkta bir araya geleceklerdi. Yaz aylarında Alanya’da bir barda, kış aylarında İstanbul’da bir restoranda müzisyenlik yapan oğlu Fikret’i yıllardır göremiyordu. Hep işlerinin yoğunluğundan bahsediyordu. Aradığında yok albüm hazırlığında, yok fotoğraf çekimlerinde veya yeni bestesinin yazılmasında oluyor, “anne ben seni ararım” diyor ancak bir türlü o aramalar gerçekleşmiyordu.
Sonra tekrar gözü saate kaydı. Vakit epeyi geçmişti. “İyi ki oğlum Ahmet’i doğurmuşum” dedi. Çünkü annesine en düşkünü oydu. Aradığında telefona çıkıyor, hiçbir zaman işim var anne seni sonra ararım demiyordu. Çok sık görüşemeseler de yılda birkaç gün torunu didem ile birlikte geliyor birlikte zaman geçiriyorlardı. İzmir’de kiralık bir evde oturan oğlu birkaç yılda bir ev değiştiriyor, bu nedenle zaman zaman Ankara’ya gelemediği seneler de oluyordu. “Olsun” dedi. “Yeter ki iyi olsunlar.”
Temmuz ayı da bu yıl oldukça sıcak geçiyordu. Elini yelpaze gibi yapıp kendisini yellemeye başladı, Biraz daha bekledi, sonra taburedeki oturuş şeklini değiştirdi. Vedat bey’in yıllar sonra yüreği yumuşamış Yiğit’i affetmişti ve şu anda Antalya’da bir arkadaşının cenazesinden Alanya’ya gelecek, oğlu Ahmet ile torunu Didem Aliye Hanımı da alıp Esenboğa Hava alanından uçakla Antalya’ya gideceklerdi. Büyük oğlu yiğit ise Belçika’dan direk gelecek, zaten Alanya’da bulunan Fikret’in evinde buluşacak ve nihayet büyük gün gerçekleşecek, bütün aile bir arada birkaç mutlu gün geçireceklerdi.
Beklemekten yorulan Aliye Hanım salona kanepenin üstüne geçmiş, hatta ayaklarını da kanepeye boylu boyunca uzatmış, lakin yazlık ceket ile kapının anahtarı hâlâ elindeydi. Kulağı kapıda bekliyordu.
Biraz sonra kapı çaldı. Hızla kapıya koştu Aliye hanım. Gelen apartman görevlisi Durmuş’tu. Sabah servisine çıkmış. “Anne bu gün sana ne alayım?” diye soruyordu. Saate baktı. Sabah yedi. Durmuş devam etti “Anne dün gece Eskişehir Polatlı kara yolunda bir otomobil akşam servis aracına arkadan vurmuş. Servis onbeş numara yağ mı kullanıyormuş ne. Otobüs ve otomobil alev almış. Otomobilden ve otobüsten kurtulan yokmuş”
İbni Sina Hastanesinin nöroloji servisi Yoğun bakımında Dr Canan Hanım bir hastanın baş ucunda vizite geziyor bilgi alıyordu. Asistan dr Mert bey hasta hakkında bilgi veriyordu. “Hasta Seyran Bağları huzur evinden geldi. Adı Aliye Güzel, yetmiş beş yaşında yaklaşık on yıl önce yakınlarını elim bir kazada kaybetmiş, yaşadığı şok nedeni ile tamamen konuşma yetisini kaybetmiş, şu anda bilinç kapalı Parkinson hastası nabız çok zayıf."