- 464 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Göçe Göçe- Göçerken Düğün Yapmışlar-42
Dedemler yarın gidecekler, bugünden otobüs biletleri alındı. Öbür gün de benim okulum başlayacak. Annem önce sobaya iki tane odun attı; sonra soba üzerinde kaynamakta olan çorbayı ağaç kaşıkla birkaç defa karıştırdı. Ninem sıcağı fazla sevmediği için sobadan uzakta, odanın en köşesinde oturuyor; ince ve küçük şişlerle çıtık(çetik) örmeye devam ediyor. Buraya geldiğinden beri, bu ördüğü kim bilir kaçıncı çıtık? Hiç durmadan, yorulmadan habire örüyor. Şimdiden hepimizin birer çıtığı oldu; hatta bazılarımızın iki tane. Minik, gene aynı yerinde; bugün nasılsa konuşmalara, tıngırtılara aldırış etmeden uyumaya devam ediyor. Abilerim ve ablam, yukarıdaki odaya içine kor doldurdukları mangalı götürdüler; öğretmenlerinin vermiş olduğu tatil ödevlerini tamamlayacaklarmış. Dedem, biraz kestiriyor sıcak soba karşısında. Ben de elimde bir kitap, çalışıyormuş gibi yapıp etrafa bakınıyorum. Aslında böyle yapmama hiç gerek yok.. Çünkü kimse beni çalışmam için zorlamıyor. Annemin sobaya attığı odunlar çıtırdamaya başladı, ses giderek arttı ve adeta bir müzik parçasına dönüştü. Bu melodiyi dinlemek çok hoşuma gidiyor. Annem durumu farkedince, hemen fazla yanmasın diye sobanın küçük kapağını kapattı. Yanma hızı hemen yavaşladı. Tabii o müzik sesi de sona erdi. Odanın içi sıcacık. Bu kış günü odadan çıkmayı canım hiç istemiyor; sıcaklık tembelleştiriyor insanı...
Annem, mutfaktan önceden yapılmış bir tencere yemek getirip, ısınması için sobanın üzerine koydu. Bu, yemek zamanının yaklaştığına bir işaret. Hayret, ben henüz hiç acıkmadım! Acıkmasam da sofraya oturup bir şeyler yemek zorundayım; yoksa annem kızar.
Tahminim doğru çıktı. Annem sofrayı hazırladı. Yukarıya seslenip abilerimi ve ablamı yemeğe çağırdı. Geldiler; dedem uyandı, kalkıp dışarı çıktı ellerini yıkamak için. Ninem de peşinden gitti. Sofraya oturup onları bekledik, geldiklerinde de yemeğe başladık.
Yemekten sonra ödev yapacakları için abilerim ve ablam tekrar yukarı çıktı; annem canı sıkılmıştır diye ninemi alıp komşuya götürdü. Ben dedemle başbaşa kaldım. Yarın onlardan ayrılacağım için canım sıkılıyor. Aklıma gelen soruları sorarak, sıkıntılarımdan biraz uzaklaşmak istiyorum:
-Dede, sen Dobromirka’ya gittin mi?
-Hayır, ama gitmek isterdim. Atalarımın öve öve bitiremedikleri o memleketi görmek, bana nasip olmadı. Ancak, anlatılanlardan oraya gitmiş ve görmüş gibi oldum sayılır. Birçok yönden bizim buraya benziyor. Çünkü Kızılpınar da balkanların dibinde. Dobramirka’daki yerleşme şekli, evler, sayalar, kullanılan ev eşyaları ve tarım araçları sanırım buradaki gibi. Adetler, giyim-kuşam, şive, hatta yiyecekler bile aynı... Söz Dobromirka’dan açılmışken anlatmayı unuttuğum bir konu var; ondan bahsetmemi ister misin? Deden artık yaşlandı oğlum; o yüzden unutkanlık da arttı.
-İsterim dede.
-Bu anlatacaklarımın da, Yörük Dede’nin göç notlarında yer almamasına şaşırdığımı önce söyleyeyim. Bunun mutlaka bir sebebi ya da açıklama şekli vardır, ama nasıl? Neyse bunun üzerinde fazla durmayıp konuya geçeyim: Bu olayı bana, bizzat yaşayan Rıza amca ile Şükran teyze anlattılar. Şükran teyze de Rıza amca da, ta çocukluğumdan beri beni çok severlerdi. Kaç kere Şükran teyze, beni “Gel kızanım, fırından demin çıktı.” deyip yoldan çevirip avlu içine davet etmiş, sıcacık yalazanın üzerine yağ sürüp bir bardak ayranla ikram etmişti. Ben bu sevgisinin küçük oğlu Ali ile akran ve arkadaş olmamızdan kaynaklandığını zannediyordum. Tabii bunun da rolü vardır, ama asıl nedeni, onlar ölmeden kısa bir süre önce öğrendim. Meğerse Rıza amca ile Şükran teyzenin evlenmesine, Yörük Dedem sebep olmuş; hem de göç sırasında. Malkoçoğulları’ndan Hasan’ın kızı Şükran ile Fellioğulları’ndan Basri’nin oğlu Rıza göçten bir ay önce sözlenmişler. Nişan ve düğün günleri de kararlaştırılmış, ama alelacele Dobromirka halkı göçe kalkmış. Hasan’ın anası sağ değilmiş, babası ile birlikte yola koyulmuş. Şükran da anası-babası ve iki kardeşi ile birlikte. Göç sırasında Fellioğulları’ndan Basri, aniden fenalaşıp ölünce Rıza tek başına göçe devam etmiş. Rıza, sözlüsü Şükran’la yan yana gelip konuşamaz, ancak ona uzaktan hayran hayran bakmakla yetinirmiş. Çünkü Şükran’ın babası, düğün olup bitene kadar böyle davranılması şartını getirmiş. Çok aksi bir adam olduğu için, sözlüler bu kurala uymamazlık edemezlermiş.
Dedem, sırtını dayadığı yastığı düzeltmek için sustu; bağdaş kurup oturmaktan da vazgeçip, ayaklarını uzattı. Sonra kaldığı yerden devam etti:
-Göçe çıkalı iki ay kadar olmuş. Bir Türk köyüne varmışlar ikindi vakti. Herkes çok yorgun olduğundan, bu köyde sabaha kadar mola verme kararı almışlar. Onun için arabaları, köy meydanına çekip hayvanları boyunduruktan kurtarmışlar. Yörük Dede, arabadan inip etrafı dolaşırken Rıza’yı sözlüsü Şükran’ı gözetlerken görmüş; aralarında onlarca metrelik mesafe varmış. Arkasından yaklaşıp omuzuna dokunmuş; Rıza onu görünce yakalandığı endişesiyle utancından yüzü kıpkırmızı kesilmiş. Dedem “Rıza, seni evlendireyim; ister misin?” diye sormuş. O da “İsterim de, olmaz...” demiş kızın babasını kastederek. Yörük Dede “Olur, olur; hem de burada bu gece olur!” Diye söylenerek Malkoçoğulları’ndan Hasan’ın arabasının yanına gitmiş ve onu çağırmış. İkisi birkaç saat hararetli hararetli bir şekilde tartışmışlar. Konuşulanları duyamıyormuş, ama bir şeyler olduğunu da uzaktan onları heyecan içinde izleyen Rıza, tahmin edebiliyormuş. İçinden “İnşallah işler sarpa sarmaz!” diye dua ediyormuş. Konuşmaları bitince Yörük Dede’nin yüzüne bakmış, memnun görünüyormuş. Zaten biraz sonra da yanına gelip, müjdeli haberi vermiş. Rıza, önce inanmamış, ancak söyleyen dedem olduğu için, umutlanmış. Dedem ileri gelenleri toplamış, ne yapılması gerektiğini anlatmış. Köyün berberini çağırtıp damadı traş ettirmeye başlayınca Rıza’nın aklındaki şüpheler tamamen dağılmış. Dedem, köylülerle de görüşmüş, onlara meseleyi anlatıp, yardım istemiş. Kabul edilmiş; hem de sevinçle. Herkes hayatlarında ilk defa böyle bir evlilik törenine şahitlik edecekmiş.
Dedem, tekrar ayaklarını altına çekip, bağdaş kurdu. Minik uyanıp kapıyı tırmalamaya başladı. Kalkıp Minik’e kapıyı açtım. Dedemi dinliyorum:
-Düğün çok güzel olmuş. Askı(takı) merasimi bile yapılmış. Rıza amca “Ninen yani Sabiha abu, düğününde ona takılan altınlarından getirip Şükran’a taktı. Bizi mahcup etti, kabul etmeyecektik, ama dedenin bakışları üzerimizdeydi; korkudan sesimizi çıkaramadık. Onların iyiliklerini nasıl unuturuz!” dedi. Köy kızları geline kına getirip yakmışlar, gelini süslemişler. Düğünde çalgı yokmuş, ama türküler söylemişler. Hoca nikahlarını kıymış. İki saatin sonunda da düğün bitmiş. Köylüler sürpriz yapmışlar; bir evi o gece boşaltıp, damat ve geline ayırmışlar. Ertesi gün de göçe devam edilmiş. Artık Rıza ve Şükran aynı arabadaymışlar.
(Devam edecek...)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.