- 530 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sıcak ve karanlık, gecenin gücü kendi kendine...
Gece
boyu devam eden gün sonu döngüleri bunlar…
Ve
sana avuçlarımla yağmuru getirdim… Gözlerimde gece ve daldaki sessiz kuşu…
En
önemlisi sana yarını getirdim, tüm bahar dalları kollarımda. Belki de rüzgârdı
beklediğin ama bu gün yok, esmiyor tek dal ve yaprak arkasından. Sadece gün
ortası güneş ve kızıl sıcaklıkla yaşamın karesi… Unutma gözlerinde uyumak
istiyordum sevgili…
Yaşıyorum
veya yaşamayı seviyorum…
Dünlerin
korku dallarını budamışken, yeniden asla filizlenemeyecek şe4kle getirmişken,
içimdeki tüm acılanma budaklarını budamışken, daha bir netlikle bakıyorum
denizin kıpırtısına…
Özünden
uzaklaşamadığım Ege Sahillerinde bir başka gün, bir başka yerde ama aynı güneş
altında uyanmanın heyecanı kıpırtılarla içimde…
Uzun
bir uğraş bu alışkanlığına ulaştığım beldeden sahilden bildik sokaklardan,
uzaklaşıp, sabah kahvaltısı için bir başka beldenin sabahının ilk güneş
ışıkları ile bir başka tanımadığım insana günaydın veya merhaba demenin
çekingenliğini yavaş yavaş alt edip, alışıyorum her gün sabahında yeni yüzlerle
gülümsemeye…
İçinin
karasıyla, acılanmaları ile, kolay değildi yeni çıkan şarkılar gibi tüm
değişimlere uyum sağlamak.
İçimizin
karası vuruyordu kolay olmuyordu içimizde kaynayan duygularla yaşamı hafife
almak…
Herkes
kendine tanıdık ve herkes bana yabancı gibi dururken, kendime olan güven
duygusu olmasa bu yalnızlık ruhsal çıkışlarını tek başıma budayamazdım.
Garip
bir özgüven ve inanış, kendi kendine verdiğin hükmü kendinde uygulamak…
Yüzüne
vuran gün karasının bakışlarından silmek veya değiştirmek…
Garip
hisler bunlar. Sanki unutmak istemediğinden kopup kaçmak…
Veya
inadına kopuşmak düşüncelerden ama çok fazla direnç kırman gerekti bedeninde…
Özlem
duygularının ruhunla dalaşması düşüncede kırıklıkları yaratıyordu. Bu da
cesaret kırılması gibi yaşamın içinde yalpalanmak getiriyordu…
Oysa,
ne kadar güzel sözlermiş sevgisine inandığınla sevgi sözleri etmek ve bu anları
yaşamak…
Gece
boyu devam eden gün sonu döngüleri, bu acılanmaların ruhsal düşünceleri içimde
huzursuzluklar yaratırken, pişmanlığı olmayan bir yaşamın geriye dönük zamanların
hesaplaşmasına dönüşüyor bu düşünce girdapları…
Sadece yaşam anlarındaki mutlulukların acıya dönüşmesi, bu günlerde dayanılmaz iç
hesapların acılanmaları sürtüyordu ruhsal yapıyı bozarak…
Sen
ve ben sevgili, pişmanlıksız zamanlar yaşarken, o anlardaki bu günlere sarkan
hesaplaşmaların koyu bir ruh karanlığı ile bedene sıvazlanması artık sabrın
zorlanması zamanlara uzuyordu…
Saygısı içinde bir sevgiyi yaşarken, ihanetle boğazlanmaların bu günlerdeki bedeliydi
bu ağır geçen yaşam…
Sevmekle
intikam duygusu içindeki ruhsal yapının sahipsizliği ile geceler boyu süren
ruhsal daralmaların yaşama bir bedeli ödeniyordu sanki.
Anladık
ki bedeli ödenmeyen bir yaşam gelecekte ruhsal yapılanmaları yangın yerine
çeviriyordu…
Gecelerden
gecelere bu bedel ödeme, dalgaları artık bedenimizde çürüyerek devam ediyor ve
aynı zamanda bedenimi de çürütüyordu…
Aslında
biz dar zamanların yetiştirdiği dirençli çocuklardık. Ve hayatı baş etmeye ve
de hak etmeye eğitilmiştik…
Biz
sevmeyi de severken yaşamayı da içimize sindirmiştik…
Sadece
hesaplanmayan beklenmeyen riyalar ve ihanetler idi…
Düşündüm
de ihanetin bedelini kim ödeyecekti, ihanete uğrayan mı, ihanet eden mi?
Şüphesiz
adalet burada da kendini gösterecekti ve benim yaptığım gibi zamanı hak ettiğim
gibi kullanmaktı…
Yıllar
geçtikçe anlaşıyor ki her haksızlık bir bedel ile karşı tarafa yapışıyordu
şüphesiz.
Sadece
azilen yıpranan ve Parçalanan sevgi oluyordu.
Oysa
biz sevginin içinde huzurla gelecek zamanlar umut ediyorduk…
Hiç kimsenin olmadığı hiçbir yerinde nefes alamazken hayatın, yarınlara bırakacağım
hiç kimseliğin varken bu günlerin dayanılmaz boşluklarında koşmaya çalışırken
kendinden başka kimsen yokken, konuşmaya düşüncelerin bilre ürkerek destek
verirken, bir çıkmaz bu ki kimsenin sahiplenmediği ve ben o boşluğa tüm
hayatımı sermişken, bu günlerin endişeleri artık bana korku salmıyordu…
Dün
bir karanlık zaman alacası
yarın
boşluk
bir
kararsızlık bakışlarda
bir
endişe düşlerde
bir
vazgeçizlik nefese
bir
umut yaşama
bir
kararsızlık düşlerde…
Ve
uçurum
düşüncelerde
ha
düştü ha düşecek
aslında
yarındı umut
oysa
artık
yarınlarda da umutsuzluk…
Bedende
bir titreyiş
bir
hayıflanma
bir
kızgınlık, kararsızlık
bir
baş sıkıntısı sen yokluğu
bir
acıma kendine…
Sonra
boşvermişlik
zamana
hakim
olan umuttu
yaşamaya…
Hani
bir sevda ki sevda
derdin
ya sevgili
bir
yaşam
artık
sevdaya
dahil
yaşama
dahil
sana
dair
bir
vazgeçiş ki
benden
sana dair…
Nem
oranı artıyor, geceden
bir
vazgeçiş ki uykudan
sana
dahil düşüncelerden
belki
bir ters telaş bu
yaşamın
içinde savaşa dahil…
Ve
yalan
ve
korkular
ve de ölen çiçekler umutlar
ve
sen
gözlerimde
kaybolan yalan…
Hiç
kimsenin kimsesizliği üzüntüler
hep
boş
hep
yalan sen dokunuşları
unutulmaya…
Sızlayan
bir yürek heyecanı
sararmış
bir çiçek
ve
hep yarınsızlık korkusu ile
sen
ve yalan…
Hüzne
damga vurulmuş bir yürek
kurumuş
düşünceler
unutulmuş
sevdalar
ve
yaşanması sevmesi zor yarınlar…
Ve
yalan olmuş sevdim seni denmesi…
Unutsana
beni ki unutayım seni, yalandan bir söz söyle, sevmemiştim seni de, deki
yaşamımın anlamı ol yalansız…
Gün geceye duruyor ve uzayan zaman karanlığı içinde saklıyor…
Uzayan düşünceler ve çözümsüz lükler, yaşamın eğrisini hep aşağıya doğru çekiyor durdurulamayasıya bir iç sıkıntı, bir kasvet geceye ağırlığını koyuyor…
Baş edilemeyen yalnızlık mırıldanmaları, ritimsiz bir müzik şekline dönüşürken
dudaklarımda, neyin nereye nasıl konması kargaşası dolanıyor beynimde…
Yalnızlığın tarifi yapılırken bu dolanmaların kuralları konmamıştı sanırım ve bir başıbozuk düşünce tarifi yapılabiliyordu sadece…
Sanki her şey yalnız, sanki her şey tek başına yaşam savaşının içindeydi ve buna
dağdaki Ahlat ağacı tariflerde eşlik ediliyordu sanki…
Neden insanın düşünceleri hep kalabalık oluyordu? Ve neden sevginin acılanmaları
beynimizde, bedenimizde bu yalnızımsı zamanlarda çoğalıyordu?
Sanki tüm hınçlar bir anda bir birliktelikle acılanma düşüncelerine dönüşüp, insanın
omuzlarını düşürürcesine çaresiz bırakıyordu?
Neden insanın çaresizlikleri yalnızlığında çoğalırdı?
İnsanın kendisinde çaresiz zamanlarıydı belki de hayatın bu beden üzerindeki üstünlüğü…
Çaresizlikler için de bunaldıkça öfkemiz biri veya birileri üstünde yoğunlaşıyordu.
Çoğu zaman hak etmediğimiz cezalandırılmalar karşısında bunalıyorduk…
Sen sevgili, ömrümü adadığım sendin belki de veya şüphesiz sendin… Tüm bu
yaşantılarımdaki çapraz kurgularınla, bu karmaşıklığı yaratan.
İnanmışlığın bedeli çok ağır ve çok kızıldı ve çaresiz zamanlarla bu alev içimizde yangınlar oluşturuyordu kaldığımız çaresizliklerle baş edememekle…
Bu kent benimle bana kargaşa halindeki zamanlar yaşatıyordu…
Ve öfken kentte değil sadece sana idi…
Oysa sen öfkenin altında ezilirken ben kendine yaptığın pırıltılı yaşamın zevkleri
ile oyalanıyordun…
Hem de bana umarsız, hem de bana acımasız ve hem de bana kurtulduğun kurgularla
hayatın parıldak veya cümbüşlü keyfini çıkarıyordun…
Ve galiba acımasızlığının en belirgin ölçüsü bu oluyordu…
Yavaş yavaş düşüncelerden kopuyorum. Onları önem sırasına göre ayrıştırarak, çoğunun artık eski öneminin kalmadığını görüyorum…
Kendimce bulduğum çözümler ile kendi kendimi derinlemesine düşünürken, artık değeri yiten çoğul olguyu önemsememeyi öğreniyorum.
Bu demek ki kendi kendimin yükünü düşüncede artık kaldırıyorum…
Oysa bana ait acılanmalardı uzun zaman altında ezildiğim…
Sen sevgili artık unutulmazların arasından çıktıkça ruhumun dinginliğini bilebilir
misin?
Sıcak ve karanlık, gecenin gücü kendi kendine, etkenliği benim yalnızlığımı
darbeliyor çoğul düşüncelerin geceye sığan kesimleri ile kendi kendini, bir
yerlere, bir girdaba ittiriyor, sadece kendime inandırmaya çalıştığım yaşamın
olumlu yerlerinin de bulunduğu kendime geceye sığınmış düşlerimi anlatırken,
garip bir güç belirtileri sarıyor benliğimi…
Ve ben bu sıcak gecenin sonundaki gün ışığına ümitlenerek kendime has bir
gülümseme düşüyor dudaklarıma ve yalnızlığın sığınağında derin bir düşüncelerle
uzatıyorum uykusuzluğumu gün doğumunun ilk ışıklarına… Evet sevgili yaz sonu
sevdalarının incecik sızısı ile yaşadığımız bu sevginin özlenen yerleri ile nefrete ulaşmış yerlerinin birbirinin içine girmiş hâliyle bu öfkeli ve acınası sevgi ve biz yaşarken biten. Oysa yaşarken de çok sevebilirdik biz birbirimizi…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.