- 1106 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
YALANI İÇİNDE TAŞIYANIN NEFESİ ZAHMETLİ OLUR.
İnsanın yalan söylemesi kötü bir şeydir. Ondan daha kötüsü bir insanın gerçeği bildiği halde söylenmiş yalana inanmasıdır. Daha da kötüsü ise, gerçek olduğunu bildiği yalanı doğru gibi savunmasıdır.
Geçen hafta yani 29 mayıs pazar günü ülkemizde çeşitli tartışmaları da beraberinde başlatan İstanbul’un fethi ile ilgili malum bir kutlama gerçekleştirildi. Kutlamaları abartılı bulanlar da oldu, abartıyı yani fetih kutlamalarının şaşalı olması gerektiğini savunanlar da toplumsal düzeyde bu görüş ayrılıkları gayet doğal bir reflekstir aynı zaman da demokrasinin de bir gereğidir. Buraya kadar her şey normal. Ancak tabiri caizse birilerinin düğmeye basmasıyla durum yani kutlamalar bir anda Osmanlı devleti ile Türkiye devleti arasında bir mukayeseye hatta altı yüz yıl boyunca varlığını sürdürmüş Osmanlı devletinin hükümdarlarıyla Cumhuriyetimizin kurucusu ve kurucu kadroları arasında anlamsızca ve siyasal düzeyde çok tehlikeli sonuçlar doğuracak şekilde birbiriyle mukayese edilmişti. Öyle ki toplum bir kısmı hariç diğerleri Osmanlıcı -Cumhuriyetçi diye ikiye ayrılmış ayrılan taraflar, kutlamalara partizanca yaklaşıp yüz yüze veya sosyal medya üzerinden işi, fetih olmasaydı Cumhuriyet kurulamazdı ya da Cumhuriyet olmasaydı fetih kutlanmazdı şeklinde tuhaf söylemlere kadar taşıyıp garip bir şekilde birbirlerine hakaret etme derecesine kadar vardırmışlardı. Bu üzücü durum aklı başında ki, her insanı doğal olarak çok şaşırttı.
Asıl rahatsız edici ve üzücü olanı ise kutlamalara siyasi bir anlayışla yaklaşan kişilerin bu anlamsız tartışmalarda tarihi şahsiyetlerimizin soyunu, dindarlığını ve dünya görüşlerini bile tartışma konusu yapmalarıydı. Peki neydi toplumun bir kısmını, iki kutpa ayrılıp kendi görüş ve iddialarının doğruluğunu savunma tezleri.
İnsanları kandırmak kandırılmış olduklarına ikna etmekten kolaydır (Mark Tawin)
a)Bir kısım insanlar: Siyasal anlamda kendilerini Osmanlıcı gören kesimlerdir. Ve onlarca yıldır sosyal medya üzerinden şöyle bir iddiayı mütemadiyen sürdürmektedirler: Mustafa Kemal ve gerçekte Türk ve Müslüman olmayan devşirme arkadaşları ile birlikte İtalyan mason localarınca örgütlenmiş ittahat ve terakki cemiyeti üzerinden siyasal anlamda hareket edip ülke içindeki mason localarının taktik ve stratejik hatta lojistik desteğini de alarak ekmeğini yeyip suyunu içtikleri şerefli üniformasını giydikleri Osmanlı devletine ihanet ederek hile ile ve cebren hanedanlığı ve hilafeti kaldırmış Cumhuriyeti kurmuşlardır. Akabinde sistemli bir şekilde Cumhuriyet tarihi boyunca toplumu siyasi,kültürel ve etnik köklerinden koparmak istemişlerdir.
Bu doğrultu da camiler kapatılmış veya ahıra çevrilmiş, ezanın on sekiz yıl boyunca orijinal dilde Arapça okunması yasaklanmış, Kur’an-ı kerimler toplatılıp yakılmış ve modernlik adına insanlar dini değerlerinden uzaklaştırılmak istenmiştir. Ve bu söylem üzerinden Cumhuriyetin kurucularının Türk ve Müslüman olmamalarına dönük tez geliştirmişlerdir. Bu paragrafta geçen iddiaların benzeri ve daha geniş kapsamlısı, akademik düzeydeki tarihçilerce günümüzde televizyon kanallarında da açıkca tartışılmaktadır.
Bu iddiaların bir kısmı doğru olsa bile o zaman adama sormazlar mı?’’
O yıllarda ve özellikle Atatürk’ün vefatından sonra Türkiye Cumhuriyetinin kurumsal kimliğini belirleyen dış destekli siyonist yapılar, Cumhuriyet öncesi yani Osmanlının içerisinde de siyasi varlıklarını zaten sürdürmüyorlar mıydı? O Yahudileri anadoluya Atatürk ve arkadaşları mı getirdi ve bu topraklara yerleşmelerine müsamaha gösterdi? Bu soruları, iddia sahiplerine ve elimizi vicdanımıza koyarak kendimize sorup cevabını arayalım.
Bakalım o siyonist yapıların palazlanmasına kim veya kimler müsamaha göstermiş. (kısa özetiyle)
Sultan 2.Beyazıt Dönemi (1492) de, İspanyadan kovulan Yahudilerin Osmanlı Donanmasıyla kurtarılması ve 150 bin Yahudi’nin Osmanlının memleketi olan Anadolu topraklarına yerleştirilmeleriyle başlayan süreç bir anlamda tarihin akışını da değiştiren bir süreç olmuştur. Çünkü ispanyadan gelen Yahudilerin içerisinde (kabalist) öğretileri benimsemiş yani ‘’batuma’’ ismindeki şeytanı kendine tanrı edinmiş ve sapık öğretilerinin gereği olarakta her türlü günahı mubah sayan faizciliği benimsemiş bozguncu Yahudilerde vardı.O Yahudilerin Anadolu topraklarına yerleştirilmesiyle birlikte mason localarını oluşturulmasının imkanları sağlanmış oldu. Üstelik birde, Kanuni Sultan Süleyman’ın çok büyük bir gafletle oğlu Selimi, Yahudi bir kızla evlendirmesi yapılan hataların en büyüğü olmuştu. Bu evlilik bozguncu Yahudilerin güçlenmesine ve Osmanlı Sarayına sızmasına da neden olmuştur.
Neticede bu durum (kabalist) öğretileri benimsemiş bozguncu Yahudilerin
Avrupa krallıklarında da yaptıkları gibi padişahın, hanedanın ve imparatorluğun prensiplerini bozma çalışmasının önünü açmış ve başarılı olmalarını da sağlamıştır.
Sarayda başta rüşvet ve faizcilik olmak üzere birçok olumsuz davranışları ve bizzat kendilerinin içerisinde olduğu sapık ilişkileri yaygınlaştırmış ve yine kendilerinin organize ettiği bu olayları hanedan mensuplarına dönük yalan ve iftira dolu söylemlerle bilinçli olarak sarayın dışına taşımış ve halka yaymışlardır. Dolayısıyla birçok entrikaların ve kaos ortamının ortaya çıkmasına neden olan bu süreç Osmanlı İmparatorluğu için sonun başlangıcı olan olayların en önemlilerinden biri olmuştur. Son bir soruyla bütün bunları Atatürk ve arkadaşları mı organize etmişlerdi? Elbette ki hayır. Kabul etmek gerekir ki, Osmanlı devletinin yıkılışı, yine Osmanlının devlet idaresini sürdürememesi ve otoritenin kaybolması nedeniyle olmuştur. Doğal olarak tarihin akışı değişmiş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bu günkü Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
b) Toplumun diğer kutbundaki insanlarda benzer söylemlerle bu defada karşı görüş olarak Osmanlı Padişahlarının Türk ve Müslüman olmadığını iddia etmişlerdir.Bunu da bazı padişahların annelerinin farklı etnik kökene mensup olmalarına bağlamışlardır. Padişahların İslamı yaşamadıklarını hatta Müslüman olmadıklarına dönük iddialarını da hiç bir Osmanlı padişahının haca gitmemiş olmasına dayandırmışlardır. Bu sebeple de akıl dışı bir anlayışla Osmanlı devletinin bir aile devleti olduğunu söyleyip Osmanlının Türk devleti olmadığı gibi padişahların Türk ve Müslüman olmamalarına dönük tuhaf bir tez geliştirmişlerdir
Kesinlikle her iki kesimin görüşte siyasal ve sosyolojik anlamda tarihi gerçeklerden uzak kültürel değerlere aykırıdır saçma sapan iddia ve tezler den oluşmaktadır.
Tarih de varolmuş tüm Türk devletlerinin dünyada eşi benzeri olmayan bir özelliği vardır ki, o da sosyolojik ve siyasal anlamda zincirleme reaksiyondur yani dağılan devletin, dağılma sebepleri üzerine kafa yorulması ve yeni kurulan devletin siyasi prensiplerini o doğrultuda geliştirmiş olmasıdır. Bu nedenledir ki tarihte kurulmuş her Türk devleti bir öncekinin devamı niteliğindedir. Buna Osmanlı devleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti de dahildir.
Büyük Selçuklu devletinin dağılma sürecinde devletin merkeziyetçi bir yapısının olmaması siyasal anlamda yok oluşunun temel nedeni sayılır. Bilindiği gibi Selçukluda bir komutan askerleri ile sefere çıktığında gittiği yere yerleşir ve kendi beyliğini kurardı.Böyle bir uygulamayla Selçuklu imparatorluğu topraklarını genişletip bir yönüyle büyürken bir yönüyle de merkezi yönetim ilkeleri oluşmadığından bu kontrolsüz büyüme zaman içerisinde çeşitli devlet zafiyetlerine neden olmuştur. Osmanlı imparatorluğunun kurucusu olan Osman bey diğer Türk beyliklerini kendi beylik bünyesinde topladıktan sonra Selçuklu devletinin aksine özelikle de Orhan gazi dönemiyle merkeziyetçi bir anlayışla siyasi şekillenmesini oluşturmuştur. Bu merkeziyetçi yapı Osman bey ve onun soyu üzerinden yürütülmüştür, ancak merkeziyetçi devlet yapısı bu gün bile dünya tarihçilerinin hayranlığını kazanacak düzeyde demokratik bir işleyişe sahip olmuştur. Osmanlıya ait tüm topraklar hanedanın malı olarak görülse de devletin siyasi yapısı belli bir hiyerarşi üzerinden ve çok katı prensiplerle yürütülmüştür. Örneğin, tüm hanedan mensuplarının belli bir maaşı vardır. O maaşın dışın da darül hazine den ödeme alamazlardı darül hazinenin yönetimi ‘’bakı kulları’’ ( günümüze göre bir tür muhasebe memurları diyebileceğimiz) mali örgütlenmenin kontrolündeydi denetimi de Osmanlı paşalarının elinde olan ve hükümdarların bile savaş durumu hariç müdahale edemediği savaş durumunda bile paşalarına açıklama yapmak zorunda kaldığı muazzam bir hiyerarşik işleyişe sahipti.
Bu yazı gibi yüz binlerce sayfa yazı yazılsa Osmanlı devletinin siyasi prensiplerini ve kurumsal işleyiş mekanizmasını anlatmak pek mümkün olmaz. Bu nedenledir ki altı yüz yıl, üç kıta, 24 milyon kilometre kareye hükmetmiş Osmanlı imparatorluğu (Yurt dışında eğitim almış insanların ifadesine göre) dünyanın seçkin üniversitelerinin tarih bölümlerinde İmparatorluğun siyasi işleyişi, bilime verdiği önem, kültürel ve ekonomik yapısı vs gibi özellikleri kapsamlı şekilde başlı başına bir ders konusu olarak işlenmektedir.
İşlenmesi de gayet doğaldır bizlere tarihimiz ve ceddimiz inkar ettirilse de Osmanlı İmparatorluğu altı yüz yıl gibi çok uzun bir süre dünya medeniyetine katkıda bulunmuş insanlığın kaderini belirlemiş müthiş bir siyasi yapıdır.
Osmanlı padişahlarının tamamı halis Müslümanlardı. Müslüman olsalardı haca giderlerdi savı sosyolojik ve siyasi gerçeklikten uzak tam bir iftiradır.
Osmanlı padişahları suikast nedeniyle tek başına ya da az sayıda askerle haca gidemezlerdi öyle ya dünyada ki tüm krallıkların gözü kulağı Osmanlının üzerindeyken o günün koşullarında güvenlik açısından bu pek mümkün değildi. Orduyla gidebilmesine de kendi öz serveti yeterli gelmiyordu yani ordunun masraflarını karşılaması için ancak darül hazineden yardım alması gerekirdi ki, buda devlet prensiplerine aykırıydı çünkü darül hazine milletin varlığıydı.
Neticede padişah da olsa öyle sınırsız imkanlara sahip değildi hiyerarşik devlet düzenine uymak zorundaydı.
Osmanlı padişahlarının annelerinin farklı etnik kökenden olması padişahların Türk olduğu gerçeğini değiştirmez.
Genetik bilimin kavramsal savına göre bitki ve hayvan popilasyonu da dahil insanlarda ki genetik soy erkeğin yükleyici kadının yüklenici olması nedeniyle xy kromozomları dan oluşan DNA özelliğinin yapısı gereği etnik kökeni, erkeğin kromozomları belirler. Bu kavram üzerinden hareketle etnik köken erkekden yürür. Erkek hangi etnik kökenden gelen kadınla evlenmiş olursa olsun doğan çocuk babanın genetik soyunu temsil eder bu bağlamda Osmanlının kurucusu Osman beyde Türktür son padişah Vahdettin de Türktür.
Neticede Osmanlı bir Türk devletidir. Türklere Osmanlıda değer verilmezdi söylemi art niyetle uydurulmuş korkunç bir iftiradır ve hiçbir tarihsel gerçekliği de yoktur. Sonuçta Cumhuriyetin kurucuları da Osmanlının şerefli üniformasını giymiş paşalarıdır. Yani iddia edildiği gibi ırgatlıktan gelip paşa olmamışlardır o dönemin en seçkin ve prestijli okullarında okumuşlardır. Üzerlerine giydikleri ve çok şık oldukları o sükseli üniformaları Osmanlı devletinin prestijini temsil eder.
Hangi siyasi görüşten olursak olalım hepimiz kardeşiz ve kardeşliğin gereği olarak ta birlik beraberlik içerisinde Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bu ülkede ceddimize saygı duyarak Cumhuriyetin ve soyumuzdan gelen zengin kültürümüzün kıymetini bilip bu toprakların keyfini sürelim.
Ne, Mustafa Kemal Atatürk’ü nede, tarih’deki devlet büyüklerimizi hiçbir gerekçeyle tartışma konusu yapmayalım onlar siyaset üstü konumdadırlar.
Şunu da iyi bilelim ki 1492 yılında büyük bir gafletle bu topraklar yerleştirilen siyonist güçler ve yurt dışında ki işbirlikçileri halen mevcutturlar. Ağızlarından salyalar akıtarak ve ellerini ovuşturarak bu ülkenin insanlarının birbirine düşeceği günü beklemektedirler, bundan kimsenin şüphesi olmasın!’’
Yapılacak tek şey aklımızı kullanarak sukunet içerisinde hareket edip siyonist güçlerin planlarını boşa çıkarmak ve atalarımıza saygılı ve layık olarak, öz kültürümüzden kopmadan ülkemizi Atatürk’ün işaret ettiği muhasır medeniyet seviyesine çıkarmaktır.
Serhat BİNGÖL 03.06 2016.
YORUMLAR
Hocam sorunun kaynağı yine bizim eleştirel bakış açımızda yatıyor bence. Yani bu ülkede, sadece şimdi değil 50 yıl önce 100 yıl önce de aynıydı, ideolojiler, fikirler körü körüne savunuldu, savunuluyor. Kimi Osmanlı'yı Selçuklu'yu hep görkemli dönemleri sürmüş gibi anarken, kimi de hep çöküş süreçlerini gözümüze soktu. Araplar bizi sırtımızdan vurdu derken, o dönem valilerinin yanlış, başına buyruk davranışları anlatılmadı. Yine Türkiye cumhuriyeti kurulurken, eskiyi kötüleyerek cumhuriyetin temellerinin sağlamlaştırılacağı düşünüldü. Ya da bu topraklara geçmişte gönülden bağlı Kürtler, durup dururken problem çıkartmış gibi gösterildi. Bir ülke yanlışlarını savunup üstünü kapatırsa orası onun yumuşak karnı olur ve en ufak bir yumrukta iki büklüm olur, kıvranır.
Sizin gibi herkesin tek tek irdelemek yerine resmin bütününe bakması gerekiyor. Türkiye cumhuriyeti, Osmanlı'dan bağımsız olmadığı gibi, Osmanlı da Selçukluydu aynı zamanda. Birileri hata yapar, düşen bayrağı başka biri kaldırır, bu ülke insanı birilerini yüceltmek için birilerinin üstüne basmayı bıraktığında, bakış açılarını değiştirdiğinde herşey daha güzel olacak diye düşünüyorum. O kadar da ütopik bir hayal değil.
Elinize sağlık, selamlar, saygılar.
Serhat BİNGÖL
Yorumunun içeriğine gönülden katılıyorum, son seksen yıllık siyasi sürecimizi çok güzel özetlemişsiniz.
Evet dostum, sorunun kaynağı bizlerin ezbere dayalı şablon bilgilerden oluşan eleştirel bakış açımızdan kaynaklanıyor tespitiniz çok doğru ve bu konu gerçekten de üzerinde kafa yorulması gereken önemli bir durumdur.
Bakıyorsunuz sosyal medya ortamında fikir beyan etmeye çalışan halk kesimlerinden, tv kanallarına çıkan gazeteciler yazarlar çizerler vs kısacası toplumun aydın kesimlerine kadar bu konularda resmi öğretinin ezberci ve sınırlı bilgilerinin dışına çıkamayıp şablon bilgiler üzerinden yakın ya da uzak tarihimizin siyasi ve sosyal boyutunu tartışıyorlar. Öyle komik şeyler iddia ediyorlar ki,bazen ciddi mi konuşuyorlar şaka mı yapıyorlar anlamak pek mümkün olmuyor. Örneğin; Cumhuriyeti övmek adına altı yüz yıl siyasi varlığını sürdürmüş Osmanlı devletini anlatırken karikatürize etmiyorum sanki Osmanlı devleti yontma taş devrini yaşıyormuş ta cilalı taş devrine geçmek üzereyken son anda bir güneş gibi doğan Mustafa Kemal Atatürk sayesinden 1923 de hop diye modern Cumhuriyete kavuştuk. Yok böyle Bir şey!’’
Osmanlı devletinden bize miras kalan eğitimden, sağlığa, ulaşımdan kültürel değerlerimize kadar günümüze ulaşmış kurum ve kuruluşların tabelasına Tc ibaresi koymakla o kurumların binalarına badana boya yapmakla ya da yanına uyduruktan ek bir bina inşa edip sonrada kuruluş tarihlerini Cumhuriyete göre değiştirmekle olmaz bu işler.
Kaldı ki Mustafa Kemal Atatürk'ü öne çıkartmak için böyle ucuz eylem ve söylemlere de gerek yok.Pekala da bu millet hem Osmanlı devletini hem de Türkiye Cumhuriyeti devletini sevebilir, aklı başında insanlar seviyor da zaten.
Yakın tarihimizin siyasetçilerinden merhum Bülent Ecevit; Vahdettin hain değildi, itirafında bulunmuş ve maalesef Türk siyasi tarihinde yanlış bir algı oluşturulmuştur demişti. Keza 9.Cumhurbaşkanı olan merhum Süleyman Demirel de; Cumhuriyeti kabul ettirmek için bilerek ve isteyerek Osmanlıyı kötüledik binainaleyh açık söylemek gerekir ki fevkalade yanlış olmuştur. Demişti
Hiç bir toplum, köklerinden koparılıp ceddini yok saydırarak modernleştirilemez kişilik sahibi hiç bir bireyde böyle bir saçmalığı kabul etmez zaten.
Konuşulacak çok şey varda şimdilik sonlandıralım....:)
Yorumunuza ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı ve sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL
Çok zor gözüküyor ama yine de umarım ve dilerim ki,insanlarımız siyasi düşüncelerinden kaynaklanan muhalif söylemlerine ya da marjinal yaşam tarzlarına atalarımızı devlet büyüklerimizi işin içine katmadan, kendilerine özgü siyasi veya sosyolojik boyuttaki dünya görüşlerine uygun söylem geliştirirler.
Gerçekten de başta Atatürk olmak üzere tüm devlet büyüklerimizin seviyesiz söylemlere alet edilmesinden çok rahatsızım ve ülkesini seven aklı başındaki, her insanın da çok rahatsız olduğuna eminim.
Yorumunuza ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı ve sevgilerimle.
AKP Hangi Yıl Ne Sattı?
TOPICS:AKPHükümetÖzelleştirme
POSTED BY: ADMİN 6 AĞUSTOS 2013
AKP hükümeti, IMF’ye olan borçların on yılda ödendiğini belirtiyor. Ancak nedense bu borçların nasıl ödendiğinden hiç bahsedilmiyor. 10 yıllık süreçte özelleştirme bahanesiyle satılan bir çok kurum, fabrika, arsa ve taşınmaz ile bu borçların ödendiği biliniyor. Özellikle bazı kurumların ve fabrikaların yok pahasına günü kurtarmak için yabancılara satıldığı da malumdur. Örneğin 1999-2005 yılları arasında 11 milyar 457 milyon dolar kar elde eden ve sadece 2005 yılı karı 3 milyar 268 milyon dolar olan Türk Telekom’un %55’i, 6 buçuk milyar dolar gibi düşük bir rakama, üstelik taksitli olarak yabancılara satılmıştı.
Görüldüğü gibi Kapitalist düzen insaf tanımıyor. Bir zamanlar vatandaşın vergileriyle yapılan fabrikaların ucuz fiyatlara satılması ve elden çıkarılması gerçekten üzücü bir durumdur. Nesiller sonra doğacak olan bir insanın bile devlet malında hakkı varken, kamu mallarının büyük para babalarının ve kodamanların denetimine geçmesinde hiçbir haklılık payı göremeyiz. Vatandaşın vergisiyle yapılan devlet mülklerini satanlara, vergisini ödeyen bir vatandaş olarak kimler hakkını helal ediyor? İşte AKP hükümetinin 2003-2013 yılları arasında sattığı kamu şirketleri, hisseleri, fabrikaları, tesisleri, daireleri, arsaları ve taşınmazlarının önemli bir kısmı:
YIL 2003
KAYSERİ’deki Taksan, Bolu Gerede’deki Gerkonsan, SEKA’nın Balıkesir, Afyon, Kastamonu, Aksu ve Çaycuma işletmeleriyle Taşucu tersane alanı, TEKEL’in kaya tuzu tesisleri, Çeşme, Kuşadası, Trabzon ve Dikili limanları, Sümer Holding’in Merinos Halı Markası ve Adıyaman İşletmesi, Türkiye Zirai Donatım Kurumu’nun Sakarya işletmesi, İş Bankası C, Arçelik, Tofaş, Meybuz, Ünye Çimento ve Türkiye Kalkınma Bankası’na ait kamunun elindeki hisselerle 277 adet taşınmaz, 103 arsa ve 90 adet lojman satıldı.
YIL 2004
– TEKEL’in alkollü içkiler bölümü, Eskişehir Doğalgaz Şirketi (Esgaz), Artvin Murgul ile Kastamonu Küre’de bakır madeni çıkarıp işleyen Eti Bakır, Sivas ve Malatya’daki Divriği Hekimhan Maden İşletmeleri, Bursa Doğalgaz Şirketi (Bursagaz), Amasya Şeker Fabrikası, Kütahya Tavşanlı’daki Eti Gümüş, Elazığ’daki Eti Krom, Antalya’daki Eti Elektrometalurji işletmeleri, Çayeli Bakır İşletmeleri, Kütahya Şeker Fabrikası, Türkiye Gübre Sanayi şirketine ait Gemlik ve İstanbul’daki fabrikaları ile Kütahya Gübre Varlıkları ve Şanlıurfa depoları arazisi, Sümer Holding’in Malatya, Bakırköy ve Diyarbakır işletmeleri, SEKA’nın Karacasu, Ardanuç ve Akkuş işletmeleriyle Ankara Alım Satım Müdürlüğü binası, EBÜAŞ’ın Samsun Soğuk Hava Deposu, Manisa Kombinası ve arsası, Sümer Holding’e ait Ortadoğu Teknopark şirketi, Çanakkale Deri, Malatya ve Tümosan işletmeleri, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri’ne ait Kalkınma Bankası hisseleri, TEKEL’in Tuzluca ve Sekili tuzlaları, Bursa İnelgöl’deki Kibrit Fabrikası, Kadadeniz Bakır İşletmeleri’nin Samsun İşletmesi, Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait Ankara ve Samsun feribotları, THY’nin 126 milyon dolarlık hissesi ile 375 adet taşınmaz ve lojman satıldı.
YIL 2005
– TÜRK Telekom, TEKEL’in sigara bölümü, İstanbul Ataköy Turizm, Ataköy Otelcilik, Ataköy Marina ve Yat İşletmeleri, Konya Seydişehir’deki Eti Alüminyum Fabrikası, Kıbrıs Türk Hava Yolları şirketi, Adapazarı Şeker Fabrikası, Türkiye Deniz İşletmeleri’nin Karadeniz ve Turan Emeksiz gemileri ile şehir hatları hizmetleri ve gemileri, TEKEL’in Kristal Tuz Rafinerisi ile Kağızman Tuzlası, Sümer Holding’in İstanbul İmar Şirketi, Beykoz İşletmesi, makina ve teçhizatları, Türkiye Gübre Sanayi’nin Samsun Gübre Fabrikası ve Ordu Fatsa ile Tekirdağ depoları, DSİ, Bayındırlık Bakanlığı ve Karayolları’nın Kayseri Erciyes’teki sosyal tesisleri, Sümer Holding’in Aselsan’daki hissesi, Sarıkamış ve Tercan işletmeleri, Yeşilova Halı ve Battaniye Fabrikası, Emekli Sandığı’nın Kuşadası Tatil Köyü ile İstanbul Hilton Oteli, Sümer’in Manisa Pam. Men. hissesi, THY’nin USAŞ’taki hissesi, TOPRAŞ ve PETKİM’deki kamu hisselerinin bir bölümüyle 120 taşınmaz ile 41 adet arsa satıldı.
YIL 2006
– TÜPRAŞ, Erdemir, Başak Sigorta ve Başak Emeklilik, TEKEL’in Kayacık, Yavşan ve Kaldırım tuzlaları, TEKEL’in ikiz kuleler olarak bilinen Ankara Başmüdürlük Binası ve Bodrum tesisleri, Emekli Sandığı’nın başkentteki Büyük Ankara Oteli ve Kızılay Emek İşhanı, İz- mir’deki Büyük Efes Oteli, İstanbul’daki Büyük Tarabya Oteli, Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin Yakıt-2 gemisi, Çanakkale Şehir Hatları Hizmetleriyle 9 gemisi, THY’ye ait kamu hisselerinin bir bölümüyle 350 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2007
– TCDİ- Deveci Maden Sahası İşletme Hakkı, TCDD Mersin Limanı, KGM İstanbul Levent Arsası, Sümer Holding- BUMAS, Araç Muayene İstasyonunun 1.-2. bölgesi, Emekli Sandığı Mülkiyeti Bursa Çelik Palas Otel, Türkiye Halk Bankası, 245 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2008
– Petkim Petrokimya Holding A.Ş., Sümer Holding NİTRO-MAK Makine Kimya Nitro Nobel Kimya Sanayi A.Ş.’nin yüzde 33.5 hissesi, Tekel ve Sigara Sanayii İşletmeleri ve Ticareti A.Ş., Ankara Doğal Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.’nin 9 santrali, Tekel ve Sigara Sanayi İşletmeleri’ne ait Pipo ve Nargile Markaları, Türk Telekomünikasyon ve 196 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2009
– TEDAŞ Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş., TEDAŞ Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş., TEKEL Kastamonu Jüt İpliği Fab. Makine ve techizatı, TEDAŞ Konya Meram Elektrik Dağıtım A.Ş. ve 140 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2010
– TCDD’nin Samsun ve Bandırma limanları, TEKEL’in Çamaltı ve Ayvalık tuzlaları, Eskişehir Osmangazi, Çamlıbel, Uludağ, Çoruh, Yeşilırmak ve Fırat elektrik dağıtım şirketleri, Sümer Holding’in Antalya Barit ve Mersin Taşucu işletmeleriyle 205 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2011
– Bayburt, Çemişgezek, Girlevik, Bünyan, Çamardı, Pınarbaşı, Sızır, İznik, Dereköy, İnegöl, Cerrah, Mustafakemalpaşa, Suuçtu, Çağ Çağ, Otluca, Uludere, Adilcevaz, Ahlat, Malazgirt, Varto, Değirmendere, Karaçay, Kuzuculu, Turunçova, Finike, Kayadibi, Besni, Derne, Erkenek, Kernek ve Kovada 1-2 akarsu santralleri, İskenderun Limanı, Trakya Elektrik Dağıtım şirketiyle 195 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2012
– ACISELSAN’ın yüzde 77 hissesi, PETKİM’in yüzde 10 hissesi, Kayseri Elektrik’in yüzde 20 hissesi, Beykoz’daki iskele ve rıhtım, Halk Bankası’nın yüzde 24 hissesiyle 192 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2013
Akdeniz Elektrik Dağıtım A.Ş., Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş., Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş., ARAS Elektrik Dağıtım A.Ş., Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş., Vangölü Elektrik Dağıtım A.Ş., İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım A.Ş. ve çok sayıda arsa ve taşınmaz satıldı.
YORUM: AKP hükümeti döneminde satılan devlet taşınmazlarının ve fabrikaların hangi amaçla ve misyonla satıldığı merak konusudur. AKP hükümetinin aksine, Mustafa Kemal Atatürk, 15 yıl gibi kısa sürede yüzlerce kurum, kuruluş ve fabrikanın kurulmasını sağlayıp, üstelik bunları en ufak bir borç ve dış kredi kullanmadan yapması, üstelik Osmanlı Devletinden kalan dış borçları ödemek için devletin hiçbir kurumunu satmaması, aksine birçok ecnebi işletmeyi ve şirketi yabancılardan satın alarak kamuya kazandırması, Osmanlı Devletinin enkazından ekonomide, sanayide, ulaşımda, eğitimde, sağlıkta, kültürde, savunma sanayinde ve daha birçok alanda atılım yapan Türkiye Cumhuriyetini kurması ve devleti bu şekilde başarıyla yönetmesi onun ne kadar başarılı, şerefli ve büyük bir devlet adamı olduğunu göstermektedir.
Serhat BİNGÖL
Resmi öğretinin dışına çıkamamış ve çıkamayan sözcü gazetesinin yazarı Yılmaz Özdil gazetesindeki köşesinde sıklıkla bu tür değerlendirme yazıları kaleme alır.
Bu değerlendirme yazılarının çoğu eksik bilgi içerir dolayısıyla, hem 2002 2013 yıllarında özelleştirilen kurum ve kuruluşlara dönük hem de Cumhuriyet sonrasında ki 15 yılda yapıldığını söylediğiniz kurum ve kuruluşlarla ilgili ve sizin yorumunuza ilave ettiğiniz bilgilerin çoğunu madde madde çürütmek mümkün yani gerçeği ifade etmediğini anlatabilirim ama kendi yazımın ruhuna ders düşer neticede bu yazıyı partizanca bir düşünceyle kaleme almadım yazımda da belirtiğim gibi gerek Osmanlı devletinin kurucularına gerekse Cumhuriyetimizin kurucularına dönük karşılıklı tarafların hakaretlerine olan tepkimden dolayı kaleme aldığım bir yazıydı.
Neticede size siyasetten cevap verebilirim ancak dediğim gibi yazım anlamı değişir.Kaldı ki ben akp’nin de savunucusu değilim. Yıllarca insanlara sanki Osmanlı devleti Fatihin veya Kanuninin döneminden bir anda Cumhuriyetin uygarlık düzeyine geçilmiş gibi anlatılmasına üstelikte yalan ve iftira dolu şablon bilgiler üzerinden Osmanlı düşmanlığı yapılmasına karşıyım sonuç olarak Osmanlı ve değerleri de Cumhuriyet ve değerleri de bizim ve onun haklı gururunu yaşayalım.
Zaten bu nedenle mevcut yazıyı yayınladım.
Yorumunuza ilginize sağlık.
Saygı ve sevgilerimle.
POSTED BY: ADMİN 7 AĞUSTOS 2013
"Her fabrika bir kaledir." Atatürk
“Her fabrika bir kaledir.” Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında 15 yıl gibi kısa bir sürede kurduğu çok sayıda fabrika, kurum ve kuruluşlarla ülkemizin hızla büyümesini ve sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamıştır. Nitekim tarımda, sanayide, ekonomide, sağlıkta, eğitimde, ulaşımda ve savunma sanayinde muasır ülkelerin gerisinde kalmış olan, neredeyse %96’sı okuma yazma bilmeyen ve işgal altında kalan Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı sonrası enkazından Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını ve 15 yıl gibi kısa bir sürede birçok alanda yaptığı yeniliklerle ülkemizin büyük bir atılım yapmasını sağlamıştır.
“Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin liderliğini yaptığı dönemde kurulan kurum, kuruluş ve fabrikalarla dışa bağımlı bir politikadan uzak durmuş ve ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde gelişmesini planlamıştır. Hatta bu dönemde yabancılardan satın alınan işletmeler de devlet eliyle güçlendirilmiştir.
6 Nisan 1920’de ilk olarak Anadolu Ajansı, Milli Mücadelenin haklı davasını tüm dünyaya duyurmak amacıyla kurulmuştur.
19 Nisan 1923’te Türkiye Şeker Fabrikaları kurulmuştur.
26 Ağustos 1924 tarihinde ülkenin sanayi ve ticarette kalkınmasına katkıda bulunması amacıyla Türkiye İş Bankası Atatürk tarafından kurulmuştur.
1924’te Ankara Fişek Fabrikası ve Gölcük Tersanesi kuruldu.
19 Nisan 1925’te Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulmuş olan Feshane Yünlü Dokuma, Beykoz Deri ve Kundura ile Hereke ipekli ve Yünlü Dokuma Fabrikalarını devralarak işletilmesini sağlamak amacıyla Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur.
5 Mayıs 1925’te Atatürk’ün çaba ve gayretleriyle Ankara Orman Çiftliği kurulmuştur. Çiftliğin tüm masrafları Atatürk tarafından karşılanmış, yine 1937’de Atatürk, çiftlikleri ve içerisindeki köşkleri Türk milletine armağan etmiştir.
5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Fakültesi (Ankara Adliye Hukuk Mektebi), ülkenin hukukçu ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuştur.
1925 yılında Atatürk’ün onayıyla silah, bomba ve cephane üretecek olan Şakir Zümre Fabrikası ve Adana Mensucat (Dokuma) Fabrikası özel sektör eliyle kurulmuştur. Aynı yıl Eskişehir Hava Tamirhanesi de kurulmuştur.
1926’da çıkarılan bir yasa ile petrol arama ve işletme hakkı devlete verilmiştir.
1926 yılında Alpullu Şeker Fabrikası, Uşak Şeker Fabrikası, Kayseri Uçak Fabrikası kurulmuştur. İnşaat demiri üreten ilk haddehane İstanbul’da kurulmuştur. Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri, Bakırköy Çimento Fabrikası 1926’da faaliyete geçmiştir.
1927 yılında Kırıkale Mühimmat Fabrikası, Bünyan Dokuma Fabrikası ve Eskişehir Kiremit Fabrikası, Bursa Dokumacılık Fabrikası kuruldu. Aynı yıl Köy Öğretmen Okulları kurulmaya başladı; İş Bankası ve Anadolu Ajansının %70’ine sahip olduğu Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi kuruldu.
1927‘de Ankara-Kayseri, Samsun-Havza-Amasya tren hatları yapımına başlanmış; sonraki beş yılda Amasya-Zile, Ankara-Sivas, Kayseri-Şarkışla, Kütahya-Emirler, Fevzipaşa-Gölbaşı, Gölbaşı-Malatya, Ulukışla-Niğde, Zile-Sivas, Kütahya-Balıkesir gibi tren hatları yapılmıştır.
27 Haziran 1928’de koruyucu hekimliğin tahlil, kontrol, üretim ve araştırma görevlerini yürütmek amacıyla Merkez Hıfzısıhha Müessesesi kuruldu.
1928 yılında Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası, Malatya Elektrik Santralı, Ankara Çimento Fabrikası, Gaziantep Mensucat Fabrikası kuruldu.
1928‘de Anadolu Demiryolu Şirketi yabancılardan satın alındı.
1929 yılında Ankara Havagazı Fabrikası, Ayancık Kereste Fabrikası, Trabzon Hidroelektrik Santralı ve İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası kuruldu.
1929‘da Mersin-Adana, Anadolu-Bağdat, Mersin- Tarsus Demiryolları yabancılardan satın alındı.
1929‘da Haydarpaşa Limanı yabancılardan satın alındı.
1930 yılında Kayaş Kapsül Fabrikası ve Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Üretim Tesisleri kuruldu.
15 Nisan 1931’de Atatürk’ün direktifleriyle Türk tarihinin araştırılması amacıyla Türk Tarih Kurumu kurulmuştur.
12 Temmuz 1932’de Atatürk himayesinde Türk dilinin araştırılması ve Türkçenin güncel sorunlarıyla ilgilenilmesi için Türk Dil Kurumu’nun kurulması sağlandı.
1933 yılında sanayi kuruluşlarına kredi vermek ve tüm bankacılık işlerini yapmak ve sanayinin gelişmesine ilişkin tedbirler almak üzere Sümerbank kuruldu.
20 Mayıs 1933’te Devlet Hava Yolları, Petrol Arama ve İşletme İdaresi ile Altın Arama ve İşletme İdaresi kurulmuştur.
1934 yılında Eskişehir Şeker Fabrikası, Turhal Şeker Fabrikası, Konya Ereğli Bez Fabrikası, Bakırköy Bez Fabrikası, Bursa Süt Fabrikası, İzmit Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası, Zonguldak Antrasit Fabrikası, Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası, Keçiborlu Kükürt Fabrikası, Isparta Gülyağı Fabrikası, Ankara, Konya, Eskişehir, Sivas Buğday Siloları, Kayseri Bez Fabrikası kuruldu.
2 Haziran 1935’te devletin maden ve enerji ihtiyacını sağlamak amacıyla Etibank kurulmuştur. Yine aynı yıl içerisinde Maden Tetkik Arama Enstitüsü kurulmuştur. İstanbul Rıhtım Şirketi yabancılardan satın alınmıştır.
1935 yılında Nazilli Basma Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası, Gemlik Suni İpek Fabrikası kuruldu.
1936 yılından itibaren madenlerin millileştirilmesi politikasına gidildi.
1936’da Ankara Çubuk Barajı, Zonguldak Taş Kömürü Fabrikası, Nuri Demirağ Uçak Fabrikası, Malatya Sigara Fabrikası, Malatya İplik Fabrikası, Bitlis Sigara Fabrikası, Elazığ Şark Kromları İşletmesi kuruldu.
1936’da İzmir Havagazı Şirketi ve İstanbul Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı.
1937 yılında Malatya Bez Fabrikası, İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası, Karabük Demir Çelik Fabrikası kuruldu. Kozlu Kömür İşletmeleri yabancılardan satın alındı. Diyarbakır-Cizre demiryolu yapıldı. Trakya-İstanbul Demiryolları yabancılardan satın alındı. Urfa Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği kuruldu.
1938’de Divriği Demir Ocakları, Sivas Çimento Fabrikası kuruldu.
Bunlara ilave olarak ülkenin tarım alanındaki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Ziraat Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü, havacılık sporlarının yürütülmesi ve havacılığın geliştirilmesi amacıyla Türk Kuşu, ticareti canlandırmak amacıyla Uluslararası İzmir Fuarı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Merkez Bankası, Halkevleri, Devlet İstatistik Enstitüsü, Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürlüğü, Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Eftal Cemiyeti) gibi çok sayıda kurum ve kuruluş Atatürk’ün öncülüğünde kurulmuştur. Bu dönemde yapılan veya kurulan çok sayıda üniversite, enstitü, araştırma hastaneleri, müzeler, yollar, elektrik santralleri, demiryolları, limanlar ve fabrikalar vardır. Listemiz tamamını kapsamasa da önemli bir kısmını sizlerle paylaştık.
Tüm bunlar Türkiye Cumhuriyetinin ilk 15 yılında gerçekleştirilmiş ve devletimiz için sağlam bir temel kurulmuştur. Tüm bu gelişmelere paralel olarak Osmanlı Devletinin borçlarının bir kısmı da tüm zorluklara rağmen bu dönemde ödenmiştir. 1928 yılında Paris’te düzenlenen konferansta Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan ve Osmanlı Devletinden ayrılan veya toprak elde eden diğer ülkeler (İtalya, Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Suriye- Lübnan, Filistin, Ürdün, Irak, Necit, Hicaz, Asir, Yemen, Maan) arasında Osmanlı Devleti dış borçlarının paylaştırılması Atatürk’ün çabalarıyla sağlanmıştır. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin dış borçlarından payına düşeni, taksitlerini aksatmadan ödeyerek, 1954 yılına kadar tavsiye etmiştir.
1924’te Lozan antlaşması ile kapitülasyonlar, yabancılara verilmiş bütün hak ve imtiyazlar Atatürk döneminde kaldırılmıştır. Atatürk döneminde, devletin kendi gelirleri ve maliyesi, ülkenin ticari ve sanayi etkinlikleri üzerinde kayıtsız ve koşulsuz egemenliğini sağlamış, bağımsız ve milli bir ekonomi benimsenmiştir.
YORUM: AKP hükümetinin 2002-2013 döneminde birçok devlet kurumunu özelleştirip, çok sayıda fabrikayı, devlet hisselerini, taşınmazları ve arsayı sattığını biliyoruz. Devlet taşınmazlarının ve fabrikaların hangi amaçla ve misyonla satıldığı merak konusudur. AKP hükümetinin aksine, Mustafa Kemal Atatürk, 15 yıl gibi kısa sürede yüzlerce kurum, kuruluş ve fabrikanın kurulmasını sağlayıp, üstelik bunları en ufak bir borç ve dış kredi kullanmadan yapması, üstelik Osmanlı Devletinden kalan dış borçları ödemek için devletin hiçbir kurumunu satmaması, aksine birçok ecnebi işletmeyi ve şirketi yabancılardan satın alarak kamuya kazandırması, Osmanlı Devletinin enkazından ekonomide, sanayide, ulaşımda, eğitimde, sağlıkta, kültürde, savunma sanayinde ve daha birçok alanda atılım yapan Türkiye Cumhuriyetini kurması ve devleti bu şekilde başarıyla yönetmesi onun ne kadar başarılı, şerefli ve büyük bir devlet adamı olduğunu göstermektedir. Kıyaslama yapabilmeniz için AKP Hangi Yıl Ne Sattı? yazımızı okumanızı tavsiye ederiz.
Emeğiniz için teşekkürler Serhat bey,
Değerlendirmelerinizi okudum. Tarihsel süreç içerisinde, kurulan Türk devletlerinin ,Osmanlı imparatorluğunun yükselme ve çöküş nedenleri üstüne olan değerlendirmelerinizde bakışınızda sosyo ekonomik temelleri esas almanız gerekirdi.
Osmanlıda özellikle iktisat gövdedesinin kol gücüne dayandığı bir dönemde yükseliş, kol gücünün yerini makina ve ateşli silahların icadı ile çöküş olduğu gözlemlenecektir.
Yani olayların akışına bilim ve tekniğin faktör alınmayışı bir eksiklik olarak göze çarpıyor. Avrupalı matbaayı keşfetti, Osmanlı İstanbulu fethetti. Fakat Osmanlı uzun yıllar boyu şeyhülislam fetvası ile matbaayı sokmadı ülkesine.?! Bilgi toplumu olmak yerine inanç toplumu olmayı öne çıkaran teokratik yapı çöküşün esas nedenlerinden birisidir.
Sanayileşme ve makina alanındaki geri kalmışlığın acısını bugün de çekmekteyiz hâlâ...
Saygıyla...
Serhat BİNGÖL
öncelikle hemen şunu belirteyim naçizane ben siyasal anlamda Osmanlıcı değilim ama kültürel, ekonomik ve etnik anlamda Osmanlı devleti bizlerin siyasi sosyolojik kökleridir. Ben bu gerçeğin inkarına karşıyım.
Bu yazıyı kaleme almama neden olan şey geçtiğimiz pazar gün kutlanan fetih törenleri ve ardından yaşanan ahlak ve akıl dışı tartışmalardır yazımda da belirtiğim gibi kutlamalar üzerinden hem Osmanlı devletinin hemde Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadrolarına dönük küfür ve hakaretlerdi.
Sizin sözünü ettiğiniz (‘’Tarihsel süreç içerisinde, kurulan Türk devletlerinin ,Osmanlı imparatorluğunun yükselme ve çöküş nedenleri üstüne olan değerlendirmelerinizde bakışınızda sosyo ekonomik temelleri esas almanız gerekirdi.
Osmanlıda özellikle iktisat gövdedesinin kol gücüne dayandığı bir dönemde yükseliş, kol gücünün yerini makina ve ateşli silahların icadı ile çöküş olduğu gözlemlenecektir.
Yani olayların akışına bilim ve tekniğin faktör alınmayışı bir eksiklik olarak göze çarpıyor. Avrupalı matbaayı keşfetti, Osmanlı İstanbulu fethetti. Fakat Osmanlı uzun yıllar boyu şeyhülislam fetvası ile matbaayı sokmadı ülkesine.?! Bilgi toplumu olmak yerine inanç toplumu olmayı öne çıkaran teokratik yapı çöküşün esas nedenlerinden birisidir.
Sanayileşme ve makina alanındaki geri kalmışlığın acısını bugün de çekmekteyiz hâlâ...’’ ) Sözlerinizden oluşan yorumunuza 17.yy ın ilk yarısı hariç hoşgörünüze sığınarak katılmıyorum yani açıkçası acizane ben sizin gibi düşünmüyorum. Yorumunuzda geçen konu başlıkları resmi öğretinin bizlere ezberlettiği şeylerdir. Yazım da geçen siyasi oluşumları içeren konular doğal olarak zaman içerisinde ekonomik gelişimi de etkilemiştir elbet ama Osmanlının çöküşü bizlere anlatıldığı gibi ekonomik koşullar üzerinden gelişmemiştir bundan emin olabilir siniz.Kaldı ki,Cumhuriyet’in kuruluşundan altmışlı yılların başına kadar Osmanlıdan kalma askeri ve sivil eğitim kurumlarından, yağ, süt,dokuma, iplik,pamuk vesaire gibi birçok fabrikalara kadar Anadoluyu kuşatan tren yollarını trenleri, istasyonları gemileri limanları da dahil sosyal yadım kuruluşlarına varıncaya kadar kullandık ve bir kısmın da halen kullanmaktayız.o kurum ve kuruluşların tabelasına TC ibaresi koyuldu diye Cumhuriyetin kazanımları mı sanıyorsunuz?!’’
Anlayacağınız konu çok derin ve kapsamlı Osmanlı İmparatorluğu öyle iki kelimeyle tanımlanacak bir siyasi yapı değildir ha! Yıllarca bize iki kelimeyle tanımladılar o da işin başka bir boyutu...
Yorumunuza ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı ve sevgilerimle.
Şaban Aktaş (Homerotik)
TOPICS:AKPHükümetÖzelleştirme
POSTED BY: ADMİN 6 AĞUSTOS 2013
AKP hükümeti, IMF’ye olan borçların on yılda ödendiğini belirtiyor. Ancak nedense bu borçların nasıl ödendiğinden hiç bahsedilmiyor. 10 yıllık süreçte özelleştirme bahanesiyle satılan bir çok kurum, fabrika, arsa ve taşınmaz ile bu borçların ödendiği biliniyor. Özellikle bazı kurumların ve fabrikaların yok pahasına günü kurtarmak için yabancılara satıldığı da malumdur. Örneğin 1999-2005 yılları arasında 11 milyar 457 milyon dolar kar elde eden ve sadece 2005 yılı karı 3 milyar 268 milyon dolar olan Türk Telekom’un %55’i, 6 buçuk milyar dolar gibi düşük bir rakama, üstelik taksitli olarak yabancılara satılmıştı.
Görüldüğü gibi Kapitalist düzen insaf tanımıyor. Bir zamanlar vatandaşın vergileriyle yapılan fabrikaların ucuz fiyatlara satılması ve elden çıkarılması gerçekten üzücü bir durumdur. Nesiller sonra doğacak olan bir insanın bile devlet malında hakkı varken, kamu mallarının büyük para babalarının ve kodamanların denetimine geçmesinde hiçbir haklılık payı göremeyiz. Vatandaşın vergisiyle yapılan devlet mülklerini satanlara, vergisini ödeyen bir vatandaş olarak kimler hakkını helal ediyor? İşte AKP hükümetinin 2003-2013 yılları arasında sattığı kamu şirketleri, hisseleri, fabrikaları, tesisleri, daireleri, arsaları ve taşınmazlarının önemli bir kısmı:
YIL 2003
KAYSERİ’deki Taksan, Bolu Gerede’deki Gerkonsan, SEKA’nın Balıkesir, Afyon, Kastamonu, Aksu ve Çaycuma işletmeleriyle Taşucu tersane alanı, TEKEL’in kaya tuzu tesisleri, Çeşme, Kuşadası, Trabzon ve Dikili limanları, Sümer Holding’in Merinos Halı Markası ve Adıyaman İşletmesi, Türkiye Zirai Donatım Kurumu’nun Sakarya işletmesi, İş Bankası C, Arçelik, Tofaş, Meybuz, Ünye Çimento ve Türkiye Kalkınma Bankası’na ait kamunun elindeki hisselerle 277 adet taşınmaz, 103 arsa ve 90 adet lojman satıldı.
YIL 2004
– TEKEL’in alkollü içkiler bölümü, Eskişehir Doğalgaz Şirketi (Esgaz), Artvin Murgul ile Kastamonu Küre’de bakır madeni çıkarıp işleyen Eti Bakır, Sivas ve Malatya’daki Divriği Hekimhan Maden İşletmeleri, Bursa Doğalgaz Şirketi (Bursagaz), Amasya Şeker Fabrikası, Kütahya Tavşanlı’daki Eti Gümüş, Elazığ’daki Eti Krom, Antalya’daki Eti Elektrometalurji işletmeleri, Çayeli Bakır İşletmeleri, Kütahya Şeker Fabrikası, Türkiye Gübre Sanayi şirketine ait Gemlik ve İstanbul’daki fabrikaları ile Kütahya Gübre Varlıkları ve Şanlıurfa depoları arazisi, Sümer Holding’in Malatya, Bakırköy ve Diyarbakır işletmeleri, SEKA’nın Karacasu, Ardanuç ve Akkuş işletmeleriyle Ankara Alım Satım Müdürlüğü binası, EBÜAŞ’ın Samsun Soğuk Hava Deposu, Manisa Kombinası ve arsası, Sümer Holding’e ait Ortadoğu Teknopark şirketi, Çanakkale Deri, Malatya ve Tümosan işletmeleri, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri’ne ait Kalkınma Bankası hisseleri, TEKEL’in Tuzluca ve Sekili tuzlaları, Bursa İnelgöl’deki Kibrit Fabrikası, Kadadeniz Bakır İşletmeleri’nin Samsun İşletmesi, Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait Ankara ve Samsun feribotları, THY’nin 126 milyon dolarlık hissesi ile 375 adet taşınmaz ve lojman satıldı.
YIL 2005
– TÜRK Telekom, TEKEL’in sigara bölümü, İstanbul Ataköy Turizm, Ataköy Otelcilik, Ataköy Marina ve Yat İşletmeleri, Konya Seydişehir’deki Eti Alüminyum Fabrikası, Kıbrıs Türk Hava Yolları şirketi, Adapazarı Şeker Fabrikası, Türkiye Deniz İşletmeleri’nin Karadeniz ve Turan Emeksiz gemileri ile şehir hatları hizmetleri ve gemileri, TEKEL’in Kristal Tuz Rafinerisi ile Kağızman Tuzlası, Sümer Holding’in İstanbul İmar Şirketi, Beykoz İşletmesi, makina ve teçhizatları, Türkiye Gübre Sanayi’nin Samsun Gübre Fabrikası ve Ordu Fatsa ile Tekirdağ depoları, DSİ, Bayındırlık Bakanlığı ve Karayolları’nın Kayseri Erciyes’teki sosyal tesisleri, Sümer Holding’in Aselsan’daki hissesi, Sarıkamış ve Tercan işletmeleri, Yeşilova Halı ve Battaniye Fabrikası, Emekli Sandığı’nın Kuşadası Tatil Köyü ile İstanbul Hilton Oteli, Sümer’in Manisa Pam. Men. hissesi, THY’nin USAŞ’taki hissesi, TOPRAŞ ve PETKİM’deki kamu hisselerinin bir bölümüyle 120 taşınmaz ile 41 adet arsa satıldı.
YIL 2006
– TÜPRAŞ, Erdemir, Başak Sigorta ve Başak Emeklilik, TEKEL’in Kayacık, Yavşan ve Kaldırım tuzlaları, TEKEL’in ikiz kuleler olarak bilinen Ankara Başmüdürlük Binası ve Bodrum tesisleri, Emekli Sandığı’nın başkentteki Büyük Ankara Oteli ve Kızılay Emek İşhanı, İz- mir’deki Büyük Efes Oteli, İstanbul’daki Büyük Tarabya Oteli, Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin Yakıt-2 gemisi, Çanakkale Şehir Hatları Hizmetleriyle 9 gemisi, THY’ye ait kamu hisselerinin bir bölümüyle 350 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2007
– TCDİ- Deveci Maden Sahası İşletme Hakkı, TCDD Mersin Limanı, KGM İstanbul Levent Arsası, Sümer Holding- BUMAS, Araç Muayene İstasyonunun 1.-2. bölgesi, Emekli Sandığı Mülkiyeti Bursa Çelik Palas Otel, Türkiye Halk Bankası, 245 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2008
– Petkim Petrokimya Holding A.Ş., Sümer Holding NİTRO-MAK Makine Kimya Nitro Nobel Kimya Sanayi A.Ş.’nin yüzde 33.5 hissesi, Tekel ve Sigara Sanayii İşletmeleri ve Ticareti A.Ş., Ankara Doğal Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.’nin 9 santrali, Tekel ve Sigara Sanayi İşletmeleri’ne ait Pipo ve Nargile Markaları, Türk Telekomünikasyon ve 196 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2009
– TEDAŞ Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş., TEDAŞ Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş., TEKEL Kastamonu Jüt İpliği Fab. Makine ve techizatı, TEDAŞ Konya Meram Elektrik Dağıtım A.Ş. ve 140 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2010
– TCDD’nin Samsun ve Bandırma limanları, TEKEL’in Çamaltı ve Ayvalık tuzlaları, Eskişehir Osmangazi, Çamlıbel, Uludağ, Çoruh, Yeşilırmak ve Fırat elektrik dağıtım şirketleri, Sümer Holding’in Antalya Barit ve Mersin Taşucu işletmeleriyle 205 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2011
– Bayburt, Çemişgezek, Girlevik, Bünyan, Çamardı, Pınarbaşı, Sızır, İznik, Dereköy, İnegöl, Cerrah, Mustafakemalpaşa, Suuçtu, Çağ Çağ, Otluca, Uludere, Adilcevaz, Ahlat, Malazgirt, Varto, Değirmendere, Karaçay, Kuzuculu, Turunçova, Finike, Kayadibi, Besni, Derne, Erkenek, Kernek ve Kovada 1-2 akarsu santralleri, İskenderun Limanı, Trakya Elektrik Dağıtım şirketiyle 195 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2012
– ACISELSAN’ın yüzde 77 hissesi, PETKİM’in yüzde 10 hissesi, Kayseri Elektrik’in yüzde 20 hissesi, Beykoz’daki iskele ve rıhtım, Halk Bankası’nın yüzde 24 hissesiyle 192 adet daire, arsa ve taşınmaz satıldı.
YIL 2013
Akdeniz Elektrik Dağıtım A.Ş., Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş., Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş., ARAS Elektrik Dağıtım A.Ş., Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş., Vangölü Elektrik Dağıtım A.Ş., İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım A.Ş. ve çok sayıda arsa ve taşınmaz satıldı.
YORUM: AKP hükümeti döneminde satılan devlet taşınmazlarının ve fabrikaların hangi amaçla ve misyonla satıldığı merak konusudur. AKP hükümetinin aksine, Mustafa Kemal Atatürk, 15 yıl gibi kısa sürede yüzlerce kurum, kuruluş ve fabrikanın kurulmasını sağlayıp, üstelik bunları en ufak bir borç ve dış kredi kullanmadan yapması, üstelik Osmanlı Devletinden kalan dış borçları ödemek için devletin hiçbir kurumunu satmaması, aksine birçok ecnebi işletmeyi ve şirketi yabancılardan satın alarak kamuya kazandırması, Osmanlı Devletinin enkazından ekonomide, sanayide, ulaşımda, eğitimde, sağlıkta, kültürde, savunma sanayinde ve daha birçok alanda atılım yapan Türkiye Cumhuriyetini kurması ve devleti bu şekilde başarıyla yönetmesi onun ne kadar başarılı, şerefli ve büyük bir devlet adamı olduğunu göstermektedir.
Şaban Aktaş (Homerotik)
POSTED BY: ADMİN 7 AĞUSTOS 2013
"Her fabrika bir kaledir." Atatürk
“Her fabrika bir kaledir.” Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında 15 yıl gibi kısa bir sürede kurduğu çok sayıda fabrika, kurum ve kuruluşlarla ülkemizin hızla büyümesini ve sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamıştır. Nitekim tarımda, sanayide, ekonomide, sağlıkta, eğitimde, ulaşımda ve savunma sanayinde muasır ülkelerin gerisinde kalmış olan, neredeyse %96’sı okuma yazma bilmeyen ve işgal altında kalan Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı sonrası enkazından Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını ve 15 yıl gibi kısa bir sürede birçok alanda yaptığı yeniliklerle ülkemizin büyük bir atılım yapmasını sağlamıştır.
“Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin liderliğini yaptığı dönemde kurulan kurum, kuruluş ve fabrikalarla dışa bağımlı bir politikadan uzak durmuş ve ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde gelişmesini planlamıştır. Hatta bu dönemde yabancılardan satın alınan işletmeler de devlet eliyle güçlendirilmiştir.
6 Nisan 1920’de ilk olarak Anadolu Ajansı, Milli Mücadelenin haklı davasını tüm dünyaya duyurmak amacıyla kurulmuştur.
19 Nisan 1923’te Türkiye Şeker Fabrikaları kurulmuştur.
26 Ağustos 1924 tarihinde ülkenin sanayi ve ticarette kalkınmasına katkıda bulunması amacıyla Türkiye İş Bankası Atatürk tarafından kurulmuştur.
1924’te Ankara Fişek Fabrikası ve Gölcük Tersanesi kuruldu.
19 Nisan 1925’te Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulmuş olan Feshane Yünlü Dokuma, Beykoz Deri ve Kundura ile Hereke ipekli ve Yünlü Dokuma Fabrikalarını devralarak işletilmesini sağlamak amacıyla Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur.
5 Mayıs 1925’te Atatürk’ün çaba ve gayretleriyle Ankara Orman Çiftliği kurulmuştur. Çiftliğin tüm masrafları Atatürk tarafından karşılanmış, yine 1937’de Atatürk, çiftlikleri ve içerisindeki köşkleri Türk milletine armağan etmiştir.
5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Fakültesi (Ankara Adliye Hukuk Mektebi), ülkenin hukukçu ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuştur.
1925 yılında Atatürk’ün onayıyla silah, bomba ve cephane üretecek olan Şakir Zümre Fabrikası ve Adana Mensucat (Dokuma) Fabrikası özel sektör eliyle kurulmuştur. Aynı yıl Eskişehir Hava Tamirhanesi de kurulmuştur.
1926’da çıkarılan bir yasa ile petrol arama ve işletme hakkı devlete verilmiştir.
1926 yılında Alpullu Şeker Fabrikası, Uşak Şeker Fabrikası, Kayseri Uçak Fabrikası kurulmuştur. İnşaat demiri üreten ilk haddehane İstanbul’da kurulmuştur. Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri, Bakırköy Çimento Fabrikası 1926’da faaliyete geçmiştir.
1927 yılında Kırıkale Mühimmat Fabrikası, Bünyan Dokuma Fabrikası ve Eskişehir Kiremit Fabrikası, Bursa Dokumacılık Fabrikası kuruldu. Aynı yıl Köy Öğretmen Okulları kurulmaya başladı; İş Bankası ve Anadolu Ajansının %70’ine sahip olduğu Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi kuruldu.
1927‘de Ankara-Kayseri, Samsun-Havza-Amasya tren hatları yapımına başlanmış; sonraki beş yılda Amasya-Zile, Ankara-Sivas, Kayseri-Şarkışla, Kütahya-Emirler, Fevzipaşa-Gölbaşı, Gölbaşı-Malatya, Ulukışla-Niğde, Zile-Sivas, Kütahya-Balıkesir gibi tren hatları yapılmıştır.
27 Haziran 1928’de koruyucu hekimliğin tahlil, kontrol, üretim ve araştırma görevlerini yürütmek amacıyla Merkez Hıfzısıhha Müessesesi kuruldu.
1928 yılında Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası, Malatya Elektrik Santralı, Ankara Çimento Fabrikası, Gaziantep Mensucat Fabrikası kuruldu.
1928‘de Anadolu Demiryolu Şirketi yabancılardan satın alındı.
1929 yılında Ankara Havagazı Fabrikası, Ayancık Kereste Fabrikası, Trabzon Hidroelektrik Santralı ve İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası kuruldu.
1929‘da Mersin-Adana, Anadolu-Bağdat, Mersin- Tarsus Demiryolları yabancılardan satın alındı.
1929‘da Haydarpaşa Limanı yabancılardan satın alındı.
1930 yılında Kayaş Kapsül Fabrikası ve Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Üretim Tesisleri kuruldu.
15 Nisan 1931’de Atatürk’ün direktifleriyle Türk tarihinin araştırılması amacıyla Türk Tarih Kurumu kurulmuştur.
12 Temmuz 1932’de Atatürk himayesinde Türk dilinin araştırılması ve Türkçenin güncel sorunlarıyla ilgilenilmesi için Türk Dil Kurumu’nun kurulması sağlandı.
1933 yılında sanayi kuruluşlarına kredi vermek ve tüm bankacılık işlerini yapmak ve sanayinin gelişmesine ilişkin tedbirler almak üzere Sümerbank kuruldu.
20 Mayıs 1933’te Devlet Hava Yolları, Petrol Arama ve İşletme İdaresi ile Altın Arama ve İşletme İdaresi kurulmuştur.
1934 yılında Eskişehir Şeker Fabrikası, Turhal Şeker Fabrikası, Konya Ereğli Bez Fabrikası, Bakırköy Bez Fabrikası, Bursa Süt Fabrikası, İzmit Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası, Zonguldak Antrasit Fabrikası, Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası, Keçiborlu Kükürt Fabrikası, Isparta Gülyağı Fabrikası, Ankara, Konya, Eskişehir, Sivas Buğday Siloları, Kayseri Bez Fabrikası kuruldu.
2 Haziran 1935’te devletin maden ve enerji ihtiyacını sağlamak amacıyla Etibank kurulmuştur. Yine aynı yıl içerisinde Maden Tetkik Arama Enstitüsü kurulmuştur. İstanbul Rıhtım Şirketi yabancılardan satın alınmıştır.
1935 yılında Nazilli Basma Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası, Gemlik Suni İpek Fabrikası kuruldu.
1936 yılından itibaren madenlerin millileştirilmesi politikasına gidildi.
1936’da Ankara Çubuk Barajı, Zonguldak Taş Kömürü Fabrikası, Nuri Demirağ Uçak Fabrikası, Malatya Sigara Fabrikası, Malatya İplik Fabrikası, Bitlis Sigara Fabrikası, Elazığ Şark Kromları İşletmesi kuruldu.
1936’da İzmir Havagazı Şirketi ve İstanbul Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı.
1937 yılında Malatya Bez Fabrikası, İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası, Karabük Demir Çelik Fabrikası kuruldu. Kozlu Kömür İşletmeleri yabancılardan satın alındı. Diyarbakır-Cizre demiryolu yapıldı. Trakya-İstanbul Demiryolları yabancılardan satın alındı. Urfa Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği kuruldu.
1938’de Divriği Demir Ocakları, Sivas Çimento Fabrikası kuruldu.
Bunlara ilave olarak ülkenin tarım alanındaki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Ziraat Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü, havacılık sporlarının yürütülmesi ve havacılığın geliştirilmesi amacıyla Türk Kuşu, ticareti canlandırmak amacıyla Uluslararası İzmir Fuarı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Merkez Bankası, Halkevleri, Devlet İstatistik Enstitüsü, Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürlüğü, Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Eftal Cemiyeti) gibi çok sayıda kurum ve kuruluş Atatürk’ün öncülüğünde kurulmuştur. Bu dönemde yapılan veya kurulan çok sayıda üniversite, enstitü, araştırma hastaneleri, müzeler, yollar, elektrik santralleri, demiryolları, limanlar ve fabrikalar vardır. Listemiz tamamını kapsamasa da önemli bir kısmını sizlerle paylaştık.
Tüm bunlar Türkiye Cumhuriyetinin ilk 15 yılında gerçekleştirilmiş ve devletimiz için sağlam bir temel kurulmuştur. Tüm bu gelişmelere paralel olarak Osmanlı Devletinin borçlarının bir kısmı da tüm zorluklara rağmen bu dönemde ödenmiştir. 1928 yılında Paris’te düzenlenen konferansta Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan ve Osmanlı Devletinden ayrılan veya toprak elde eden diğer ülkeler (İtalya, Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Suriye- Lübnan, Filistin, Ürdün, Irak, Necit, Hicaz, Asir, Yemen, Maan) arasında Osmanlı Devleti dış borçlarının paylaştırılması Atatürk’ün çabalarıyla sağlanmıştır. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin dış borçlarından payına düşeni, taksitlerini aksatmadan ödeyerek, 1954 yılına kadar tavsiye etmiştir.
1924’te Lozan antlaşması ile kapitülasyonlar, yabancılara verilmiş bütün hak ve imtiyazlar Atatürk döneminde kaldırılmıştır. Atatürk döneminde, devletin kendi gelirleri ve maliyesi, ülkenin ticari ve sanayi etkinlikleri üzerinde kayıtsız ve koşulsuz egemenliğini sağlamış, bağımsız ve milli bir ekonomi benimsenmiştir.
YORUM: AKP hükümetinin 2002-2013 döneminde birçok devlet kurumunu özelleştirip, çok sayıda fabrikayı, devlet hisselerini, taşınmazları ve arsayı sattığını biliyoruz. Devlet taşınmazlarının ve fabrikaların hangi amaçla ve misyonla satıldığı merak konusudur. AKP hükümetinin aksine, Mustafa Kemal Atatürk, 15 yıl gibi kısa sürede yüzlerce kurum, kuruluş ve fabrikanın kurulmasını sağlayıp, üstelik bunları en ufak bir borç ve dış kredi kullanmadan yapması, üstelik Osmanlı Devletinden kalan dış borçları ödemek için devletin hiçbir kurumunu satmaması, aksine birçok ecnebi işletmeyi ve şirketi yabancılardan satın alarak kamuya kazandırması, Osmanlı Devletinin enkazından ekonomide, sanayide, ulaşımda, eğitimde, sağlıkta, kültürde, savunma sanayinde ve daha birçok alanda atılım yapan Türkiye Cumhuriyetini kurması ve devleti bu şekilde başarıyla yönetmesi onun ne kadar başarılı, şerefli ve büyük bir devlet adamı olduğunu göstermektedir. Kıyaslama yapabilmeniz için AKP Hangi Yıl Ne Sattı? yazımızı okumanızı tavsiye ederiz.
Sevgili Serhat !
Yazını okudum. Bilgilendim.
Dünyada ne kadar parti varsa,
hatta ne kadar insan varsa o kadar da görüş vardır.
Böyle yazıları okurum. Bilgilenirim.
Benim de kendime has bir görüşüm var tabii.
Ama burada tartışmam. Benim buradaki işim EDEBİYAT.
Okumak yazmak.
Görüşüm mü?
YUNUS un dediği gibi;
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz.
Öperim gözlerinden
Serhat BİNGÖL
Naçizane bu yazıyı kaleme almama neden olan şey özellikle de geçtiğimiz pazar gününden beri yoğunlaşan sosyal hayatımda ve sosyal medyada tanık olduğum şeylerdi. Öyle şeyler duyuyor okuyor ve tanık oluyorum ki akıl alır gibi değil insanlar siyasi görüşlerini ve eleştirilerini siyasi sınırlar içerisinde tutsalar hiç mesele değil ama işin içine karşılıklı olarak hem Osmanlı devletinin hemde Türkiye Cumhuriyetini kurucu kadrolarına dönük yalan ve iftira dolu sözler ağza alınmayacak ölçüde küfre varan hakaretler ediyorlar ki, sabırlı olmak susup sessiz kalmak pek mümkün olmuyor.
Sonuçta ölünün de bir şerefi vardır. Kaldı ki, o hakaretlerin edildiği insanların sayesinde bizler bu gün vatandaşı olduğumuz güzel bir ülkeye sahibiz.
Neyse umarım herkesin aklı başına gelirde ülkemizin ve milletimizin düşmanlarının yüzünü güldürecek şey olmaz.
Yorumunuza ilginize çok teşekkür eder ellerinizden öperim.
Saygı ve sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL
İlginize çok teşekkür ederim.
Saygı ve selamlarımla
Hocam,
fazlasiyla bilgilendigim bir yazi sagolun. Hacca gidemeyen padisahlara Musluman degil diyen cahillere cevap bile vermeye gerek yok, cevap israfi olur cunku her hacca gidemeyen Musluman ol-ma-say-di Muslumanlarin sayisi cok ama cok az olacakti :-) Yani insan hacca gidipte mi Musluman oluyor, hayret bir sacmalik!
Ancak, camileri ahira cevirmis olan, ezani Muhammediyi Turkce olarak okutmus olan ve benzeri baskilar yapmis olan mesela Ismet Inonu, hangi uniformayi giymisse giysin, hangi okullarda okumussa okusun, onu kimler yetistirmisse yetistirsin, hic bir sey degismez...Osmanli Pasasi olsa da yaptigi zulumdur, Allah cc hepimizi hesaba cekecektir, Osmanli Pasasida olsa, Sultani da olsa farketmeyecektir. Ancak, bu tur mevzulari habire tartisip durmak yanlistir, gun birlik ve beraberlik gunudur.
selam ve saygilarimla,
abdullah
hotamisli tarafından 6/3/2016 2:01:48 PM zamanında düzenlenmiştir.
hotamisli tarafından 6/3/2016 2:02:17 PM zamanında düzenlenmiştir.
Serhat BİNGÖL
Maalesef bir kesim var ki on yıllarca siyasal, sosyal vs her alanda atalarımızı işin içine katarak siyaset yapmaya alışmışlar üstelikte bunu yalan,yanlış bilgiler üzerinden yapıyorlar. Elbette ki bir insanın Müslüman olmasının ön koşulu haca gitmek değil hac ibadeti ekonomik durumu müsait olanlara farz kılınmış bir ibadettir ama ne yazık ki dini ve tarihi bilgilerden uzak insanlar bu işleri de birbirine karıştırıp en hassas konuları bile siyasete alet edebiliyorlar.
Uzak ya da yakın tarihimizde yaşanmış olaylar ve alınmış siyasi kararlar demokratik zeminde tartışılsın (yanlışlarımızdan ders çıkarmak adına) buna kimsenin itirazı yok. Ama buna da yanaşmıyorlar çünkü fena halde yalana alışmışlar gerçekle yüzleşmekten dolayısıyla ezberlerinin bozulmasından korkuyorlar.
Yorumunuza katılıyorum siyasi görüşlerimiz ne olursa olsun bize bu toprakları bırakmış gelmiş geçmiş tüm atalarımıza karşı saygılı olup Demokrasimizi geliştirip birliğimizi ve bütünlüğümüzü korumalıyız.
Yorumunuza ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı ve selamlarımla.
Sevgili Serhat.
Bir Tarih öğretmeni olduğum için söz konusu ettiğin şeyleri biliyordum zaten ancak Osmanlı Padişahların niçin hacca gitmedikleri konusunda bu yazıdan yepyeni bir bilgi daha edindim. Yani pek çok anlı şanlı profesörün bile iddia ettiği gibi payitahtı bırakırsa isyan çıkar korkusu değil. Bu bana hep saçma gelirdi çünkü III. Mehmet'e kadar ( O da dahil) Padişahlar ordularının başında sefere çıkmışlardır. Bu sefer sırasında payitahtı boş bırakmıyorlar mıydı?
Ama yine de tam tatmin oldum dersem yalan olur. Avrupa'nın pek çok ülkesine gezi yapmaya, hatta o ülkelerin kral ve kraliçelerine oldukça pahalı hediyeler sunmaya kendi öz hazinesi yeten Addülaziz hiç olmazsa Hacca gitmek için de para bulabilirdi diye düşünüyorum. Yaban illerinde suikasta uğrama tehlikesi daha fazlaydı bence ama bundan çekinmedi.
Yani Hacca gitmemeleri yine de sıkıntılı bir konu. Bunun dışında oldukça objektif bakmışsın
Selam ve sevgilerimle
Serhat BİNGÖL
Kıymetli hocam Osmanlı padişahlarının haca gidemeyişlerinde bir çok siyasi ve sosyolojik neden vardır hepsinin de kendi içinde bir mantığı var ve doğrudur da yazımda geçen neden de bunlardan biridir. Ben bu bilgiyi tam senesini hatırlamıyorum ama tahminen altı yedi yıl önce aile dostumuz öğretmen emeklisi Mehmet hocamızın Avusturya da yaşayan ve viyana da okuyan kızı Pelinden öğrenmiştim.
Üniversite de Osmanlıyı ekonomik, siyasal, kültürel vs her boyutuyla incelediklerini bu konuları da kapsamlı bir şekilde işlediklerinden bahsetmişti yani elin adamı Osmanlı padişahlarının haca gidemeyişlerini yazımda özet haliyle bahsettiğim gibi (dini öğretilerden kaynaklanan) ekonomik nedenlere bağlarken bizdeki tarihçi diye geçinen kompleksli insanlarda padişahlarımıza Müslüman değildi yakıştırmasını yapabiliyorlar. Gerçi resmi öğretinin sınırlı bilgileri üzerinden ki çoğunun da doğruluğu tartışılır milli eğitimin verdiği tarih öğretisinden beslenmiş tarihçilerden daha fazlasını beklemek de haksızlık olur.
Osmanlıyla ilgili beni şaşırtan bir enstantanede Moskovada yaşamıştım. Culya ve Vilademir ismindeki karı koca arkadaşlarımın evlerine gittiğimde kütüphanelerinde Osmanlıyı anlatan bir çok kitaba denk gelmiştim. Sevgili Pelin kardeşim gibi Culya da üniversite de Osmanlıyı kapsamlı ders olarak okuduklarından bahsetmişti. Hatta Vilademir'in emekli bir general olan babası Aleksandır da tam bir Osmanlı hayranıydı.
Özetle millet bizim ceddimize derin bir saygı duyarken on yıllarca birileride bize söv dürtüp aşağılattı ne diyelim burası Türkiye...:)
Yorumunuza ve ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı ve sevgilerimle.