- 1159 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sevgili Sanat-2
01.06.2016 Çarşamba Saat:23.59
Sevgili Sanat,
Dün oyuncularının tümü de gençlerden oluşan bir tiyatro oyunu izledim. Gençler adeta profesyonel tiyatro oyuncularına taş çıkarıyorlardı. Hatta kimi sahnelerde Hamlet’in sevgilisi Ophelia’dan pasajlar bile sundular. O an yanımda oturan kim varsa, ona bu durumu söyleme ihtiyacı hissettim. Sol yanıma bakınca, o an senin yanımda oturduğunu gördüm. İşte tam da o an her şey birden değişti. O an ışık saçan yüzün, karanlık bir dünya içindeki kalbimi ay gibi aydınlattı. Artık ben bu andan itibaren hem oyun izliyordum hem de seni.
Eğer gençler başarılı oynuyorlarsa içten keyifli gülüyordun, Gençlerin hüzünlü ama anlamlı mesajları karşısında duygulanıp ağlamaklı oluyordun. Tüm bunlar gençlerin sanat yapmalarına ne kadar önem verdiğini gösteriyordu. Oyun sonunda yüzüne baktım, keyifliydin. O da ne! Kirpiklerinin arasına gizlemeye çalıştığın göz yaşın ışıl ışıl parlıyordu. Ağlamış mıydın ne?
Tam da bu sırada yüzüne dikkatli baktım; yüzünde bir “ben” yoktu. Ya yüzünde bir ben görseydim, ya da sende bir hata bulsaydım, sana ulaşmak için, yine de bu aşılması imkansız coşkun akan ırmağı geçmeye kalkar mıydım. Bilmiyorum! Ya da geçmeli miydim? Onu da tam olarak bilmiyorum. Duygusallığım ağır basarsa düşünmem geçerim, o başka. Duygusallığım ağır basarsa, bu duygum diğer duygularımı, o da öteki duygularımı harekete geçirir. Mantıklı düşünemem.
Sevgili Sanat, bir ara yanımda oturan sen miydin değil miydin, kuşkulandım. Belki sen değildin sevgilimdi; bilmiyorum. Belki de sendin; bilmiyorum. Belki hep seni/sevgilimi düşündüğüm, her yerde seni/sevgilimi aradığım için, duygularım beni yanıltmış olabilir. İşin içinden çıkamaz oldum. Bu nedenle emin olmam gerek. Bunu en iyisi sana sormalı! (Dikkat edersen senli benli konuşuyoruz.) Sormalı da… O sen misin, değil misin? Eğer sensen havalara uçarım. Ama değilsen mahzunlaşır, üzülürüm. Bir şey söylemiyorsun. Yanımdaki sensin değil mi? “Değilim!” Öyleyse sen değilsin, değil mi? “O benim!” Kafam iyice karıştı; sen değilsen ben de ben değilim! Eğer sensen, ben de benim. Bu ne kadar karışık bir durum. Ya bir dakka! Az önce verdiğin yanıtlar sana ait miydi?.. "Değildi!" Aman Tanrım! Ben hep kendi kendime mi konuşuyorum. Bu korkunç bir şey. Bunu geçeceğim.
Ya da, en iyisi bunu her yeri ışıl ışıl olan Nöbetçi Kütüphane’ye gidip sormalı. Neden? Neden olsun, onlar bu muammayı çözer de. Ya lûgaz ne olacak? Aynı şey değil mi? Eğer aynı şey olsaydı, niye ikisini ayrı ayrı söyleyeyim. (Lûgat-ı Naci’nin 1891 yılındaki baskısına bakınız. Zaten sözlük küçük ebatlı). Dur, aklıma bir şey geldi: Nöbetçi Kütüphane’nin karşısında olan içi baştan başa siyah renklerle kaplı Dean Martin’e gidelim. Orada Jazz, swing dinleriz. Daha da olmazsa Kafka’nın Milenasını ararız. Olur mu? Anlamadım! Olmaz mı? Yine anlamadım. Boş ver! Biz konuşarak anlaşamasak da bakışarak anlaşırız. Kimseye söylemeyeceğine söz veriyorsan, Dean Martin’e gidelim. Söz mü? Bilirsin en gizemli aşk, itiraf edilmeyen aşktır. Hatta söylenmeyen aşklar, söylenenlerden daha güçlüdür.
Dur bi dakka, galiba ben bir aptalım. Yeni mi fark ettin, diyeceksin. Doğru söze ne denir… Nasıl anlayamamışım. Benim yanıma gelip oturduğuna göre, demek ki benim sana karşı olan ilgimi biliyorsun. Demek ki benim sanata karşı yeteneğimin olduğunu ima ediyorsun. Çok teşekkür ederim. Hemen en kısa sürede sanat çalışmalarına başlamalıyım.(Benden ne çıkarsa.) Yetenek doğuştan mı geliyor? Eğer yetenek doğuştan geliyorsa benim hiç şansım yok demektir. Eğer sonradan kazanılabiliyorsa, bir ihtimal var demektir. İlgi ve istek sonradan yetenek kazandırır mı? Bu, “aynen” (Gerçi bu kelimeyi sen çok sık kullanıyorsun) zekanın sonradan kazanılması gibi bir şeye benziyor. Ben şimdi senden ne isteyeyim? Şimdi ben bu yaştan sonra tiyatro ya da sinema sanatçısı mı olacağım? (Bu işin yaşı yok! Olsun!) Şarkı ya da türkü mü söyleyeceğim, bir müzik aleti mi çalacağım? (daha neler!) Benden müzisyen olmaz. Ya ressam? Çocukken resim dersinden bir iki şey çiziktirmiştik. Ama yazı yazma, o başka.Bak, onda bir şey yapabilirim.
Sevgili Sanat, sen benden bu kadar umutluyken, eğer ben sanat adına bir şey yapamazsam, o zaman kendimi cezalandırırım (Ne cezası). Kendime üç gün süre veriyorum. Bu sürenin sonunda bir yazı çıkaramazsam üç gün süreyle seninle görüşmeyeceğim. Üç günlük süre çok uzun değil mi? Biliyorum uzun! Sanatsız üç gün kalmak çok ağır değil mi. Ağır! Bırak üç günü, üç saat bile uzak durmak zor. Hatta bırak üç saati (dikkat edersen hep üç deyip duruyorum), üç dakika bile zor. (Biraz abarttım galiba. Belki de öyle. Bilmiyorum.) Üç gün görüşmeyeceğim dedimse, üç gün konuşmayacağım anlamınaydı bu. Yoksa her yerde her şeyde sen varsın; her yerde her şeyde senin güzelliğin var. Özellikle bu üç günlük konuşmama cezam süresince bunun daha çok farkına vardım. İyi ki de kendime böyle bir ceza vermişim. Demek ki neymiş; sanat her yerde varmış. Bir de tüm insanlar senin farkında olsalar. Keşke herkes birbirini sevse, “kötülük”ler yok denecek kadar azalsa. Kötülükler tamamıyla yok olursa sevmenin de değeri kalmaz. (fark ettiysen kötülük sözcüğünü tırnak içinde yazdım)
Sevgili Sanat, bu son günlerde ya da, emin değilim, belki de son yıllarda neden hep siyah giyiyorsun? Neden hep siyah, bilmem ki, sorsam ne dersin. (Zaten sordum) Depresyonda mısın yoksa? Siyah renk asil renk diye mi bu rengi tercih ediyorsun? Gerçi yakışmıyor da sayılmaz hani; ama sanat tek renkten olmayacağına göre, farklı renklerle bunu renklendirmelisin Bazıları kırmızı, siyah gibi net renkleri seçiyor, bir de bunların parlak görüntülerini seviyor. Sen öyle mi istiyorsun? Saçların bile siyah parlak renk. Ama ne olursa olsun, senin ten rengine uymuş. Ten rengini daha öne çıkarmış. (Sanki birden benim içimde konuşmaya başladın ya da bana öyle geldi): “Dünyada hep savaş var. Oysa her şey her yer sanat dolu, insanlar savaşmak yerine dünyayı daha güzelleştirmek için sanat yapsalar kötü mü olur. Müzik yapsalar, drama yapsalar, resim yapsalar, fotoğraf çekseler, insanların öykülerini yazsalar, sonra bunları filme çekseler, heykel yapsalar, daha güzel bir dünya yaratsalar olmaz mı? Bu savaşlara, bu kötülüklere dikkat çekmek için böyle giyiniyorum."
Sevgili Sanat, hafızamda senden başka hiçbir şey yok! Belki aşk, belki ölüm… Paradoks desem… Sen/ben gibi…belki… Sonra tekrar sana bakıyorum; siyah bir şapka, nasıl olur acaba, diyorum, kenarında kan damlası gibi kırmızı bir gül. Neden siyah üzerinde kan rengi? Siyah dünyanın üzerine baştan başa kırmızı şarap dökmeli… Kırmızı şarapla dünyayı sarhoş etmeli... Dünya aşk sarhoşu olmalı... Siyah bir şapka nasıl olur diye düşünüyorum tekrar.
Sevgili Sanat, şimdi ben sana "güzel" olduğunu söylesem, bu seni güzel bulduğum, sana aşık olduğum anlamına mı gelir. Birçokları, birçoklarına “güzelsin” diyor da. Aşk, su yüzeyinde bir an bir etkiyle oluşan, ama çok geçmeden sönüp giden kabarcıklar gibi olmamalıdır.
Sevgiyle kal.
Yaşar Yıltan
YORUMLAR
“Dünyada hep savaş var. Oysa her şey her yer sanat dolu, insanlar savaşmak yerine dünyayı daha güzelleştirmek için sanat yapsalar kötü mü olur. Müzik yapsalar, drama yapsalar, resim yapsalar, fotoğraf çekseler, insanların öykülerini yazsalar, sonra bunları filme çekseler, heykel yapsalar, daha güzel bir dünya yaratsalar olmaz mı? Bu savaşlara, bu kötülüklere dikkat çekmek için böyle giyiniyorum.
*** Dünya aşk sarhoşu olmalı...***
Sanat ve aşk ,aşk ve (Savaş) ,
Sayın yazarımız, 3 bölümde kalmasın diyorum ben, öyle güzel bir anlatım bitmesini istemedim...
Emeğe Saygımla Yaşar Yıltan bey...