Günün yirmibeşinci saati..
Ağır bir günah gibi oturmuş gece. Pencerelerim karanlık gözleri oluyor. Yalnızlığımı taciz eder gibi dikizliyor odamı. Sabahın sancısı henüz inmemiş gecenin beline. Günün yirmibeşinci saatindeyim. İçimdeki beşinci mevsim tomurcuklanıyor, ağaçlar şehrin müezzinleri, bütün yapraklar rüzgara dua dua yüz sürüyor. Uğutluları mutluluğun sessiz senfonisi, boş sokakların kaldırımlarında dansa kalkıyor. Güneşin kanatları ne de cömert. Bu iklim bütün doğurganlığıyla cümbüşler çalkalıyor içimde. Bu uçuşlar göç mevsiminde nasıl da ben. Sıkı sıkı kapatsam gözlerimi dökülüyor yapraklar âniden, ölü yağmuru boşalıyor başımdan aşağıya.
Biri tutsak, biri hür iki ruh ayrılıp iniyor yerdeki gölgeme. Çarmıha gerilmiş bir ruhun üzerinde namaz kılıyor diğeri. Bütün hüzünlü şiirlerin kıblesi oluyor gözbebeklerim. Ağlasam, dudaklarımdaki en güzel besmele kanayacak. Geceler ayrılan ruhlarımın cinayet mahalli olacak. Ağlasam, içim içimi bıçaklayıp bütün gelinlik giymiş mısralarımı kanatacak.. Bir kaç soluksuz gözyaşı cennetin cinnet yollarında durmadan kan çıkaracak.
Gecenin miskin kara çarşaflarını çekiştiriyor doğuma hazırlanan sabah. Üşüyen çıplak ayaklarıma düşüyor ilk gölge. Yine düşüyorum sonsuz ve sessiz bir çığlığa. Bir gün herkes gürültülerden değil, suskunluklardan uyanacak. Ne çıkar bütün sis perdelerini kaldırsa bu lânet şehir? İçimi acıtacak bir sabah ezanı bile yok..
✒T.Y.