- 984 Okunma
- 10 Yorum
- 4 Beğeni
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM.
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Siz Türk Tarihinde "Ağla oğlum ağla; erkekler gibi savaşmayanlar kadınlar gibi ağlamak zorundadır.’’ Diye bir söz duydunuz mu?
Sanırım duyan yoktur. Ben de duymadım.
Böyle bir söz yoktur ama Türk tarihinde gerçek ya da efsane şöyle bir şey vardır:
Mete Han karşısındaki çok büyük Çin ordusunu görünce başlar düşünmeye. Sorar kumandanları: ‘’Ne düşünüyorsun ?’’ Diye. Cevap verir Mete Han: ‘’ Bu kadar çok cesedi nereye gömeceğim. Onu düşünüyorum.’’
Türk tarihinde yoktur ama maalesef İslam tarihinde vardır böyle bir söz: "Ağla oğlum ağla; erkekler gibi savaşmayanlar kadınlar gibi ağlamak zorundadır.’’
Yukarıdaki sözün muhatabı 1492 Yılında İspanya’daki son Müslüman devlet olan Beni Ahmer Devleti’ni İspanya Kralı Ferdinand’a teslim eden Son Beni Ahmer hükümdarı Ebu Abdullah Muhammed’dir. Küçük Abdullah anlamına gelen Abdullah-üs Sagir olarak da bilinen bu hükümdara -Gırnata’yı teslim ettikten sonra dönüp bakarak ağladığı için- annesinin söylediği sözlerdir bunlar.
Şimdi durduk yere nereden aklıma geldi bu sözler?
Birinci resme bakarsanız anlarsınız.
Ne var o resimde?
O resimde ülkelerindeki iç savaştan kaçarak Hollanda’ya sığınan Suriyeli mülteciler ile yine ülkelerinden kaçarak Hollanda’ya giden diğer mültecilerin aşağılanması var. Hollandalılar yerlere madeni para atıyorlar, mülteciler o paraları eğilip toplarken de zevkten dört köşe gülüp eğleniyorlar.
Öncelikle Allah, hiçbir kulunu bu durumlara düşürmesin diye dua ediyorum. Hele hele bu durumlara düşmüş olanlar maalesef bizim din kardeşlerimiz olunca insan daha da üzülüyor. Ama öte taraftan bu insanların sadece ve sadece yaşamak için böyle bir zilleti göze almaları daha da üzücü.
İşte böyle bir durum Türk’ün tarihinde mevcut değildir. Yani Türk, tarihi boyunca hiç bir zaman bu şekilde mülteci durumuna düşmemiştir
Suriyeli bu kardeşlerimize ben de oldukça üzülürüm. Vicdanım da sızlar bu Muhacirlere karşı Ensarlık görevimi yapamadığım için. Lakin öte taraftan Bayırbucak Türkmenleri aslanlar gibi çarpışırken bunların ülkelerini terk etmelerini de kabullenemem.
Belki çok fazla hamasi ya da bilgisayar başında klavye kahramanlığı gibi gelecek; veyahut da ‘’ Bekara karı boşamak kolay’’ Diye yorumlayan da olacak ama gerçekten de merak ederim: Öyle ya da böyle yaşamak o kadar önemli midir? Yani dünya üzerinde nefes alıyor olmak ama bunun karşılığında her türlü mihnete, hatta zillete boyun eğmek…Kavanoz dipli dünyada bir kaç gün daha soluk alıp verebilmek, o kadar önemli midir?
Ya da soruyu şöyle sorayım: ‘’ Ey Yezit, sen zalimsin’’ Demek ve bunu söylediğin için ölmek mi tercih edilmelidir yoksa ‘’ Yezit’in kulu ve kölesi olarak biat ettim.’’Diyerek yaşamak mı? Bir Yezit’e biat etmemek için hicret etmek ama bir başka Yezit’in, Yezitlerin attığı bir kaç kuruş için yerlere eğilmek, onların eğlencesi olarak yaşamak mı? Çocuğunun kendi vatanının topraklarında kahpe bir kurşunla ölmesi mi yoksa hiç bilmediğin bir coğrafyada cesedini bir deniz sahilinden toplamak veyahut o cesedi bile görememek mi?
Şimdi denilebilir ki ‘’ Adamlar neyle savaşsın kardeşim. Ellerinde silah mı var. Para mı var? Yiyecek ekmekleri mi var?’’
O zaman gelin bizim Kurtuluş Savaşımıza bakalım. Kurtuluş Savaşına bakmadan önce de böyle bir savaşa girerken nemize güvenmiş olduğumuza bakalım. Nereden bakalım? Mustafa Kemal Atatürk’ün nutkundan bakalım.
Mustafa Kemal Nutukta der ki:
‘’…..Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi:
Esas, Türk millîyetinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak istiklâli tamme malikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun istiklâlden mahrum bir millet, beşeriyeti mütemeddine, muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesb-i liyakat edemez.
Ecnebî bir devletin himaye ve sahabetini kabul etmek insanlık evsafından mahrumiyeti, acz-ü meskeneti itiraftan başka bir şey değildir. Filhakika bu derekeye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir ecnebî efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki Türkün haysiyet ve izzeti nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.
Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evlâdır!
Binaenaleyh, ya istiklâl ya ölüm!
İşte halâsı hakikî isteyenlerin parolası bu olacaktı.
Bir an için, bu kararın tatbikatında ademi muvaffakıyete duçar olunacağını farz edelim! Ne olacaktı? Esaret!
Peki Efendim. Diğer kararlara mutavaat halinde netice bunun aynı değil midi!
Şu fark ile ki, istiklâli için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla müteselli olur ve bittabi esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran yâr ve ağyar nazarındaki mevkii farklı olur.’’
Anlaşılmayan bir taraf var mı? Sanırım yok.
O halde resimlere geçelim.
2. Resimde Kurtuluş Savaşı yıllarında memleketin halini görüyorsunuz. Yakılmış, yıkılmış… Yani bu günkü Suriye’den farkımız yok ve yoksuluz.
Peki silahımız var mıydı?
I. Dünya Savaşından sonra yapılan Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla düşmana teslim etmiştik silahları, sonra da düşman cephanelerinden çalıp takalarla İnebolu’ya oradan da da cepheye taşımıştık.
Peki bu cephaneyi taşıyacak vasıtalarımız var mıydı?
Ne gezer.
Resimlere bakmaya devam o halde: 3. Resimde sırtında cepheye top mermisi taşıyan kadınlarımızı görmektesiniz. Ama 4. Resim daha da ilginç. Çünkü onda -tahminen- ayağı sakat bir dede görmektesiniz. Bastonla yürüyebiliyor ancak. Ama sırtında gülle taşıyor.
Sonra?
Sonra kendi mermilerimizi kendimiz yapmaya başladık çeşitli atölyelerde. Hatta öyle ki kadınlar bile mermi yaptı.
5. Resme bakın. Orada minicik kınalı parmakların nasıl mermi yaptığını göreceksiniz yetişkin kadınlarla birlikte.
Devam edelim.
Savaşmak için yeteri kadar yetişkin erkek var mıydı?
O da yoktu maalesef. Bu sebepten kadınlarımız silaha sarıldı: 6. Ve 7. Resimde onları görmektesiniz.
Dahası çocuklar… Henüz ağzı süt kokan çocuklar silaha sarıldı:
8. Resimde işte o aslan parçalarından birini görüyorsunuz
9. Resimde bir baba ve üç erkek evladı. Evlatların en büyüğü on iki- on üç yaşlarında…
10. Resimde bir başka aslan parçası çakı gibi asker selamı veriyor.
Ne annenin, ne babanın ne de bu kendileri minicik ama yürekleri kocaman aslan parçalarının hiç birinin aklından hicret geçmiyordu. Yani bir başka ülkeye sığınmak…Ya bu toprakları istiklaline kavuşturacak ya da yine bu topraklarda öleceklerdi.
Oysa hicret, mensubu oldukları İslam dininde var olan bir şeydi.Yüce Peygamber Muhammed( S.A.S) Mekke döneminde kafirlerin zulmü karşısında ilk Müslümanlardan yetmiş iki kişiyi bir Hrıstiyan bir ülke olan Habeşistan’a hicret ettirmemiş miydi? Daha sonra kendisi ve diğer ashab da Mekke’den Medine’ye hicret etmemiş miydi?
Evet…Hicret İslamiyette var olan bir şeydi ama Türk milletinin genlerinde olan bir şey değildi. İslamın her kuralına sonuna kadar bağlı olan Türkler, hicret söz konusu olunca uymuyorlar mıydı yani?
Yok. Hicret kuralına da uymaktaydı Türkler ama Türk’e özgü bir şekilde.
Aynen şöyle:
Erzurum: 3 Temmuz 1919...
Ilıca’da Mustafa Kemal’in ilk karşılanması sırasında:
…….Konukların önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üzerine koyarak selamladı. Mustafa Kemal Paşa, ta yanıbaşına kadar geldiği halde heykel gibi duran bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu. Mustafa Kemal’in sohbete başladığı ihtiyar, Ruslar gelince göçmek zorunda kalıp Çukurova’ya indiklerini, şimdi köyüne döndüğünü kısaca anlattı. Mustafa Kemal, o günlerin bu dönüşe pek uygun olmadığını işaretle:
- Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi, diye sordu.
İhtiyar hemen karşılık verdi.
- Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer, bir eken yüz biçiyor. Bize tarla verdiler, çayır da... Geçimimiz padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki İstanbul’daki “ırzı kırık”lar bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu “namertler” kimin malını kime veriyorlar?
Tunç çehreli, ak sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses yine O’nun gibi tunç çehreli kahraman askerin gözlerini yaşarttı. Bu eski Türk kalesine, ulus işi için, ulusla birlikte çalışmağa gelen bu büyük devlet adamı yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü:
- Bu ulusla neler yapılmaz!
N.A. BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.116-117
Yani Türk de hicret eder. Taa Adana’dan , Erzurum’a hicret eder ama ‘’ Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime verirler’’ Diye hicret eder yerinden yurdundan. Bir başka devlete, millete sığınmak için değil.
Peki, silahı, ordusu, cephanesi, parası-pulu, giyeceği ayakkabısı, çarığı hatta yiyeceği ekmeği bile olmayan Türk’ün nesi vardır? Nesine güvenip de kendini bir savaşa, bir ateşin içine atar?
Bu sorunun cevabı aslında 11, 12 ve 13. Resimdedir.
11. Resimde işte o yokluk içindeki insanları namaz kılarken görüyorsunuz. Evet…Onların maddi olarak hiç bir şeyleri yoktu belki ama tüm maddiyattan çok daha önemli iman denilen bir manevi silahları vardı.
12. Resme bakalım: Allah’a kavuşmayı ‘’Şeb-i Aruz’’ ( Düğün Gecesi) olarak gören Mevlana’nın torunları Mevleviler, düğüne gider gibi savaşa gidiyorlar. ( Savaşa giderken hiç birisi o güne kadar ellerine silah almamışlardır.)
Sadece Mevleviler için değil. Bütün Türkler için vatan uğruna ölmek şeb-i aruzdu. Bu yüzden değil midir bu gün de evlatlarımızı askere gönderirken adeta düğüne gönderir gibi göndermemiz?
13. Resim ise tüm soruların cevabıdır aslında.
Türkler nelerine güveniyorlardı da bir başka ülkeye iltica edeceklerine ‘’Vatanım’’ Diyerek imkansız bir savaşa giriyorlar, kendilerini ölümün kucağına atıyorlardı?
İşte 13. Resim bu sorunun tam cevabıdır.
Türkler, başta Atatürk olmak üzere başlarındaki komutanlara güveniyorlardı. ( Mustafa Kemal bir tüfeği inceliyor ve atış yapıyor cephede )
Son iki resme geldik değil mi?
14. Resim: Düşman İstanbul’a böyle gelmişti.
15. Resim: O gün onları alkışlayarak bağrına basan hainler, onlar bayrağımızı selamlayıp giderken işte aynen böyle gittiler. ( Adeta birbirlerini eze eze doldular motorlara, kayıklara )
Eğer Suriyeli din kardeşlerimiz, anne ve babalar da ‘’Ya İstiklal ya Ölüm’’ Diyebilselerdi belki yine öleceklerdi ama en azından ‘’ Düşmanımla savaştım, ona boyun eğmedim ‘’ Demenin gururuyla öleceklerdi. Mertebelerin en yücesi olan şehadete ulaşmış olarak öleceklerdi. Çocukları da ölecekti belki ama hiç olmazsa yabancı bir ülkenin kıyılarından toplanmayacaktı o çocuk cesetleri. Kendi vatanlarında ölmüş olacaklardı.
Mehmet Akif ne güzel demiş değil mi:
‘’Sahipsiz kalan vatanın batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.’’
İşte bu yüzdendir bizim ‘’ Ne Mutlu Türk’üm Diyene’’ Dememiz. Ne mutlu ki bizim tarihimizde ‘’Ağla oğlum ağla, senin gibi vatanı için çarpışmayan korkaklara şimdi karılar gibi ağlamak yaraşır’’ Diyen bir annemiz olmamıştır.
YORUMLAR
Oldum olası Tarih ' dersiyle hiç aram iyi olmadı okul hayatım boyunca :) .. ama bu ve bundan önceki yazılarınızın sonrası ne çok hata ve eksiklik olduğunu anladım kendi duygularım da ..
teşekkür ve sevgilerim ile Sami Hocam ..
tebrikler.. saygılar..
sami biberoğulları
Laf aramızda ben de Edebiyat Fakültesinin Tarih Bölümünü kazanıncaya kadar tarihle aram pek iyi de değildi çok kötü değildi. Tarih öğretmenim Rahmetli Nimet Hanım bana '' Beşten şaşma, altıyı aşma Sami'' derdi)))))))))
Hasbelkader Tarih Öğretmeni olunca sevmeye başladım tarihi )))))))))) Hep Edebiyat öğretmeni olmayı hayal etmiştim ama oraya puanım tutmamıştı.
Selam ve sevgilerimle
beren yılmaz
sevgiler ..
Finalde kullandığın dizeleri bu aralar o kadar çok kullanıyorum ki...
Ve dahası o şiiri ezberledim dilimde tesbih..
Facede her kez vatansever her kes bir şey yapıyor daaa
Ancak dırdır vırvır...
Sevgilerimle babacığım...
sami biberoğulları
Ben dikkat edersen artık facede bu tür paylaşımlara yorum yapmıyorum. Orası adeta Cehalet kaynıyor çünkü. Millet laf olsun torba dolsun diye konuşup duruyor.
Böyle edebi platformlarda ise aleyhinde de olsam oldukça ciddi yazılar var.
Selam ve sevgilerimle.
Hocam konuyu çok güzel özetlemişsiniz Bizim farkımızı diğer milletlerden ayıran özelliklerimizi anlaşılır bir dilde anlatmanız kaleminizin de ustalığını gözler önüne seriyor emeğinize sağlık saygılarımla
sami biberoğulları
Çok sağ olasın var olasın.
Selam ve sevgilerimle.
Güzel anlatım ve güzel tarihi yorumlama.Sadece şu bile yeter;Biz de hicret yoktur ama yeni vatanlar kazanmak için FETİHLER vardır.Biz de yeni fetihler yapmak için hicret ederiz.Hainler kadar da mı yoktu be Suriyeliler?Kürtlerin ardına bakmadan Kobaniden kaçtıkları gibi vatanlarını terk ettiler.Elbette cezalarını çekecekler.Ama biz dinimizin emri gereği bu Muhacirlere sahip çıkacağız.Allah Bayır-Bucaklı Türkmen Kardeşlerimizin de yardımcısı olsun.Teşekkürler Sami Hocam...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Merhaba Hocam, bu yazıya söyleyecek sözüm yok. Duygularımı, söylemek isteyipte söyleyemediklerimi çok güzel ifade etmişsin.
Günümün yazısıdır.
Günün yazısı olması gerekir ki, içinde bulunduğumuz durumları azmimizle, cesaretimizle, akılcı sabrımızla yenebileceğimizin kanıtı olsun O Erzurumlu İhtiyarın Tarihe geçmiş sözleri...
- Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer, bir eken yüz biçiyor. Bize tarla verdiler, çayır da... Geçimimiz padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki İstanbul’daki “ırzı kırık”lar bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu “namertler” kimin malını kime veriyorlar?'
Yürekten tebrik ederim.
Sevgi ve selamlarımla...
sami biberoğulları
Bu sefer seçki kurulu da senin gibi düşünmüş anlaşılan.))))
Selam ve sevgilerimle.
Ya istiklal ya ölüm!!!
Bu söz dünyada birtek Türklere yakışıyor Sami ağabey.
Ancak titreyip kendimize dönmemiz gerekir.
Karılar gibi ağlama sözünü daha önce okumuştum.Yine Y.Selimin şu sözüde sanki buna biraz yakın gibi geldi.İran seferinde yorgun ve bitap düşen asker başkaldırmış ve geri dönmek istiyorlardı.Yavuz da şu mealde bir söz etmişti.''Geri dönmek isteyen gidip karısının dizinin dibinde otursun'' bu söz ağır gelmiş olmalı ki bu sözden sonra taa mısıra kadar gidilmiş, Sina çölü aşılmış ve geri dönülmüştü.Yanlış hatırlamıyorsam.
Yazılarınla bizleri aydınlatıyor tarih bilgileri sunuyorsun.
Çok teşekkür ederim Ağabey.
Selam ve dualarımla.
sami biberoğulları
Gerçekten de '' Ya istiklal ya ölüm'' Sözü Türk'ün ağzına yakıştığı kadar başka hiç bir milletin ağzına yakışmaz. Çok doğru ve güzel bir tespit.
Selam ve sevgilerimle
Sayın hocam Sami Biberoğulları düşman ne kadar kuvvetli olsada bizimde göğsümüzde iman dolu serhatımız vardır.
Yazınız beni esir etti (ah pardon esaret bize yakışmaz) mest etti yazacaktım.)))))))
selam ve dua ile saygılar sunarım.
sami biberoğulları
Bu yazının ilhamı senden geldi biliyorsun. Senin bir paylaşımından daha doğrusu.
Asıl ben teşekkür ederim.
Selam ve sevgilerimle.
Sami beg hocam yine çok güzel bir paylasim ve bilgiler yumagi.
Çesitli konulara deginmissiniz ben 2 tanesine yorum yapmak istiyorum.
Ben Suriye'nin mübarek oldugu kadar, bir o kadar da lanetli topraklar olduguna inaniyorum.
Kerbela'da yasanan olaylari her müslüman bilir, fakat o olayda bazi detaylar vardir ki, Kerbela'da yapilan toplam katliamdan daha vahimdir içlerinden 1 tanesinin sehadeti.
Hz Zeynep Kerbela'dan tá Suriye'deki Yezid'in tahtina kadar bir atin arkasina baglanan ip ile sürüklenmis, bu sekilde can vermistir denilir. Ben Allah'in Kerbela'da yasananlar ve en azindan Hz zeynep'e yapilanlari asla affedecegini düsünmüyorum. Suriye topraklari binlerce mübarek olaya ev sahipligi yaptigi gibi, islama en büyük ihanetlerin yine Suriye ve Sam merkezli yapildigini düsünüyorum.
Beni Ahmer Devleti'nin son islam devleti oldugunu söylemissiniz, ben ilk etapta yanlis okumus ispanya'daki son islam devleti ifadesini görmemisim. Ben de diyecektim nasil olur hocam oraya daha donanma yolladik Kemal Reis, Turahanogullari akincilarini yolladik ki bizzat elleriyle pis hristiyan komutanlarin canini almistir Turahanoglu beg, sonra Fas'taki prenslik Osmanli'ya biat etti 150 veya 200 sene kadar Atlantik okyanusu kiyilarina hudut olmustu Osmanli, sonrasinda Fas (arap ve berberiler, moriskolar) tekrar ihanetlere giristiler. Arada da Vadi'üs Seyl savasi yapilip, Portekiz'ler fetret devrine girmislerdi yikilip. Fakat siz haklisiniz, ben ispanya ibaresini górmemisim ve Cebel'i Tarik'in Afrika tarafini da dahil bahsediyorsun sanmistim.
Saygilarimla,
sami biberoğulları
Tarihe ilgine ve tarih bilgine hayranım.
Hz. Hüseyin, Hz. Zeynep ve diğer Kerbela şehitleri asla unutulmaz.
İspanya konusu ise aynen yazdığın gibi zaten. Onda da sıkıntı yok ))))))
Selam ve sevgilerimle.