- 544 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SÖZÜN BAŞLADIĞI YER
Daha çok mecazi anlamda kullanılan “sözün bittiği yer” ifadesi aslında söylenmemişlerin noktasız cümlelerin tükenmemiş birikimlerin kapısına gelir dayanır hiç durmaksızın. Aksi olsaydı eğer kalemler susar sesin yerini sukut alırdı çoktan.
Ben kendi adıma yazdıklarımın ve söylediklerimin sonuna geldim diye düşünsem de çok zaman. Olan bitenler buna pek fırsat vermiyor her zaman. Onca yazıp çizdiklerimin içinde ne kendimi tekrarlamışlığım ne de birbiriyle çelişkili bir tek cümle dahi var.
Her ne kadar ve özellikle bu toplumda hiçbir şeye şaşırmamayı öğrendim desem de her an şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyorum yine de.
“Omuzlarım düşüveriyor önüme. İnsan yüklü gökler yürüyor üstüme.
Gurbet dünyası, sılayı arıyor gözümde. Her şey ne kadar da fani, her şey ne kadar da boş. Tadı tuzu yok elemlere batmış bir balın.
Şimdi arılar sonsuzluğa petek dokuyor.
Goncaya durmuş çiçekler bir türlü açmak bilmiyor. Dünya sürgünümü uzattıkça uzatıyor saniyeler.
Suskun sevdalar düşüyor gönlüme.
“Aşk nedir?” diye sorulan Mevlana’ya “Ben ol da gör.”cevabı kelamın azının içinde nice deryalar sakladığına delil değil mi?
Sözün bittiği yer susmak denizinin dehlizlerine savuruyor beni. Yağmur, fırtına ve dalga var.
Konuşmak kifayetsiz kalınca,
Susuyorum.
Şair Erdem Beyazıt’ta susuyor
“Susmanın kalesine sığınıyorum.
Önümde karanlık duvarlar,
Sırtımda insan yüklü bir gök var.”
Bakıyorsunuz oldukça sıradan bir duruma hayatın bir sahnesine ah vah edip gözyaşlarına boğulan aklı başında insanlar sözün bittiği yerde pür neşe bir hale bürünebiliyorlar.
Sormak isterim ben. Acaba kaç baba adayı çocuğunun ilk çığlığını duymuştur özellikle eski yıllarda. ANNE çocuğu tarlada kendi başına doğurur göbeğini taşla keser başındaki yemenisine sarar ve işine koyulurdu. Baba bu haberi kahvede alır ve kız mı erkek mi diye sorardı yalnızca. Bu durum uçlarda bir örnek gibi gelse de hiç de öyle değil bence. Büyük ölçüde bu böyleydi çünkü. Şimdilerde ise ancak şık özel hastanelerde anneyle birlikte doğum odasına giren baba adayları buna tanık olabiliyor.
Doğum esnasında ya da başka nedenlerle bebeğiyle birlikte yitip giden gencecik annelerin gelinlerin çetelesini tutanınız oldu mu hiç. Bırakın ilk çığlığını duymamanın her doğum gününde yanında olmamanın acısını haykıran bir babayı çocuğunun doğduğu gün düşman ateşi altında kalbinden vurulan gencecik şehitlerimize ne demeliyiz.
İşte bu nedenledir ki derin düşünen gerçekten anlayabilen samimi duyarlı cesur ve asla bencil olmayan insanları sevmişimdir hep. İç sesim de beni hiç yanıltmamıştır bu güne değin.
Yaradan’a inandığım kadar şuna da inanıyorum ki nerede olursa olsun yer zaman mekan ve hatta yaş ne olursa olsun o güzel insanların Tanrı vergisi o çok özel ruh soyluluğu görgüsü kalitesi bakışlarındaki derinlik ve anlam duruyor her daim yerli yerinde değişen yığınla görüntüye ve dünya düzenine karşın..
Bir zamanın harika mesire yeri olan DÜMBÜLLÜ ’lerin Hamiyet Yüceses’ ve daha nice güzelliklerin çevresini kuşattığı tarihi Kurbağalı deresi şimdilerde sırf rant uğruna bitirmek istemedikleri kazılarla içler acısı durumda.
Çok değerli ve o denli önemli araştırmacı/yazar ve şairimiz Kurbağalı Deresi ve Kadıköy hakkında bakın neler yazmış. Ellerine sağlık.
"Kadıköy’ü Amasya’lı Strabon’un GEOGRAPHIKA isimli kitabında okumuştum. Khalkedon olarak bahsediyordu günümüz Kadıköy’ünden. Üsküdar ile arasında bulunan derede timsah yetiştirildiğini anlatıyordu. Timsah yetiştirilen bu dere muhtemelen Kurbağalı Dere olmalı. O zamanki Khalkedon ile ilgili bilgileri çok beğenmiştim ve özel merakımla Khalkedon’un yerini araştırdım. Haydarpaşa tren garına giden yolun uzerinde bir cami var. Protokol Camii olmalı adı. Khalkedon bu caminin bulunduğu bölgede yapılaşmamış alanda imiş. Belki de İstanbul’un en önemli yerlerinden birisi. Çünkü bir kazma ucu derinliğinde belki de tarihin en değerli hazinesi yatıyor ve bizler de bu hazineyi çiğnemeye devam ediyoruz."
(Fotoğraf 1945 Moda )
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.