- 574 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KURTLARLA SAVAŞ
Ağustos sonu, yayla bozum zamanına az bir süre kalmış. Yalnız Çam Dağları’nın yaylalarındayız.Sonbahar yaklaşıyor. Dağlarda, yücelerde yağmurlu havalarda sıcaklık iyice düşer.Dağların doruklarında kurulan yaylalarda bozuk havalarda evlerden çıkmak akla zarar. Kara Deniz’den yükselen pus görüş alanınızı sıfırlar. Pusun içinde kalınca kısa sürede kaşlarınız, saçlarınız su damlacıklarıyla kaplanır. Hele birde rüzgar çıkmışsa; diş dişe vurursunuz aniden yaşanan ısı düşmesiyle. Yayla evinde, tüten ocağınızın yanına ya da yanan bir sobanız varsa, sobanın başına koşarsınız hemen. Yaylada bulunan kadınların çilesinin dozajı daha da artar, göz gözü görmeyen puslar içinde, özellikle bozuk havalarda. İnekleri bir araya getirmek, sağım işini bitirmek. Sütleri krema makinesinden geçirmek. Köpeklerin yalları, çobanların yemekleri derken kısa gün zaten,bir bakarsın akşam olmuş. Eller üşümüş,soba iyi yanmıyor. Alt yaylaya göç hazırlığı derken; çileler bitmez bir türlü. Güneşi görmek, yayla düzlerine çıkıp serin yayla havasını teneffüs etmek için gelecek yılın temmuz ayının ve ağustosun ilk haftalarını beklemek gerek.
Biz çobanlar yağmurlu, puslu havalarda sürülerimizi yaylalardan başlayıp köylerimize doğru uzanan ulu vadimizin derinliklerine sürerdik. Ne de olsa daha ılıktır güzel vadimiz yüksek düzlüklere göre. Otlar daha uzamıştır. Vadinin derinliklerine ilerlenince yayvan yapraklı ağaçlar, makiliklerle kaplı yamaçlar beklerdi biz çobanları. Etrafı saran puslar arasından yürütmüşüm sürümü vadilerin yamaçlarına doğru; soğuk, sisli bir gün . Zamanın bir türlü geçmemiş, gün uzamış yüz yıl olmuş sanki. Günün ilerleyen saatleri, akşam yaklaşıyor. Sürümün yönünü yaylalara taraf çevirmişim. Koyunlar yayıla yayıla ilerliyorlar. Vadinin ağaçlarının hayli sık ve gür olan yüzünü seyrediyorum . Daha on yaşında bir küçük çobanım. O tarafta kalabalık sürüsüyle bir çoban ağabeyde ilerliyor yayla yönünde. Keçileri haylı kalabalık. Ve dağınık yayılmışlar ağaçlar arasında. Gözüm birden köpeklerin havlama sesleri ile karşıda bir köpek dalaşınaa takılıyor. Biliyorum, keçi sürüsünün çobanının iki köpeği var. Oysa köpek dalaşında köpekler daha kalabalık. Az sonra iki köpek koşuya başladılar, arkasında diğer köpekler. Aaa bu öndekiler kurtlar. Bu hengamede çobanda yaklaşıyor olay yerine. Islıkla, bağırrıp çağırmakla köpeklerini daha şevke getirmek istiyor. Acaba kurtları yakalayabilir mi köpekler? Onlara zarar verebilsinler diye bağırmalar, ıslıklamalar. Az sonra kurtlar kayıplara karıştı ormanı derinliklerinde...
Yaylalara görünümünde, konuşabilecek kadar yaklaşıyorum keçi çobanı ağabeye.
-Kurtlar bir keçiyi parçalamışlar. Köpekler fark ettiğinde zavallı keçiyi yiyip bitirmişlerdi nerdeyse. Diye hayıflanıyordu öfkeli bir halde...
Aynı yıl daha elim bir olay yaşaşadım ben de, puslu bir günün yirmi dört saatı içinde. Acısı ve hayal kırıklığını yıllarca unutamadığım kurtlara karşı bir yenilgi. Hayli büyük bir kayıp. Koyun cinsi hayvanları ben otlatıyorum. İçlerinde kuzular, toklular, koçlar ve kısır koyunların olduğu sürüm hayli kalabalık. Amca oğlu keçilerirden oluşan sürüyü güdüyor. Sadece dağların başı değil her taraf sis pus içinde. Güneşli havalarda yayla düzlüklerinde ayrı ayrı otlatıyoruz sürülerimizi. Bu kez iki sürüyü birbirine katarsak kontrolu daha kolay sağlarız düşüncesiyle iki sürüyü birleştirdik. İki yüzü aşkın bir kalabalığa çobandık bu kez. Yağmurla beraber yönümüz vadimizin ormanlık yüzüne doğru. Fundalıklar, makilikler, dağ gürgenleri, huşu ağaçları aralarında akşamın olmasını bekleyerek zamanı öldürdük sayılır. Hayli üşüdük. Belimize kadar ıslandı pantolonlarımız uzun ve yapraklı otlar arasında. Yavaş yavaş yaylalara yaklaşıyoruz. Çıktık ormanlık alandan. Sis birazcık yükseldi, görüş alanımız genişledi. Bir de ne görelim, koyun cinsi hayvanlarımız hayli eksik. Hayvanlar bir yerde sürüden bölünüp kaldılar tek başlarına diye tahmin yürütüyoruz. Başımızı ateşler sardı adeta. Hava da kararacak az sonra...
Sürünün başında kaldım. Amca oğlu gerisin geri yürüdü, aramaya koyuldu kuzuları. Boynu bükük yaylaya vardım. Kulaklarım bir ses bekliyor sırtlardan, acaba kaybolan kuzuları getiriliyor mu? Heyhat yatsıya doğru eli boş döndü amca oğlu. Hemen diğer çobanlarla bir arama ekibi oluşturuldu. Pus kalkmıştı fakat elini gözüne sok fark edemezsin. Öyle karanlık bir gecenin içine dalmıştık. Aramalar sonuç vermedi. Hayırlısı Allah’tan deyip ertesi günü bekleyerek sabahladım, kötü kötü rüyalar görerek...
Sabahleyin güneş yine bulutların arkasındaydı. Kayıpların aranması işi amca oğluna kaldı. Sürüyü önceki günün yayladığımız tarafa doğru yönlendirdim. Yayla evlerinden hayli uzaklaşıp vadimizin sırtlarında yavaş yavaş ilerliyordum kalabalık sürümle. İleride, sırtın arka yüzünde bir dere akar dupduru suyuyla. Derenin aşağılarında bizim yitik hayvanlar bazıları bir grup olmuş şaşkın şaşkın sağa sola bakıyorlardı. Havada kuzgunlar uçuşuyordu. Kuzgunların alçaktan uçmaları hayra alamet sayılmaz. Az ileride amca oğlu taşların üstünde oturmuş ah tüh ederek kara kara bana bakıyordu. Geceleyin kurtlar sürüden ayrılan hayvanlarımız telef etmiş. Bazılarını boğmuş bırakmış. Bazılarını yarısını yemişler, leşleri yayılmış zavallı hayvanların. Yirmiye yakın kuzu, toklu telef olmuştu. Kurtları hiç bir çoban sevmez. Ayı milleti geceleyin sürüyü ziyaret eder. Bir koç ya da iri bir tekeyi alır. Ormanın derinliklerinde kaybolur. Bir avla yetinir ayılar. Kurtlar gibi toplu kıyım yapmazlar.
Büyüklerimiz anlatırlar: "Sahipsiz bir sürüye dalmaya görsün kurtlar. Ayakta canlı bırakmamacasına hayvanlarrın boğazlarını sıkar, kanlarını emer hepsini öldürür." Derlerdi. Bizim yaşadığımız acı kayıpları örneği olayları her çoban yaşar geçen yıllar içinde. Bazan gece karanlığında bir sürü yayla düzlüklerrine açılır sessizce. Çoban yayla evinde uyuyordur. Köpeklerin havlaması derken bir bakılır sürü yok ortalıkta. İşte bu gibi durumlarda eğer kurt çobansız, köpeksiz bir sürüye denk gelirse...vay gelir koyun sahiplerinin başına. Ertesi günü zarar- ziyan tespiti yapılır. Yüzler asık, kaşlar gergin... Ne gelir elden olan olmuştur bir kere.
Yıllar geçti aradan. İki bin on yılı Dünya Futbol Şampiyonası’nı izliyoruz oğlumla memleketteki köy evimizde. Maçlar bitince sıra maç yorumlarına geliyor . Eski şampiyonalardan anlatıyoruz. Oğlum bir ara soruyor.
-Baba bin dokuz yüz yetmiş sekiz futbol şampiyona nasıldı?
-Aman oğlum sorma gitsin o maçları bana. Diyorum. O kupa maçları oynanırken köylerimizde henüz elektirk yoktu. Okullar tatil olmuş, yine memleketteyim, şimdiki gibi. Alt yayladayız. Öğretmenliğimin ilk yılları; hayli kalabalık koyunlarımız var. Çoban tutulana kadar babamla dönüşümlü otlatıyoruz sürümüzü. İşler iyice kızışana kadar bu durum devam edecek. Akşam olmuş yaylaya dönmüşüm koyunlarımızla.
-Yarın ilçeye gideceğim, bir işim var deyip, köy evine yollanıyorum. Sürü babama teslim. Ertesi gün ilçedeyim. Benim gibi köylüm öğretmen arkadaşlarla buluşuyoruz. Cebimizde para var, lokantalarda yemek yiyor, akşamlarıda maçları izliyoruz. İlçe lisesinde çalışan bir öğretmen ağabeyin evi bize teslim. Bir arkadaşımız onun kardeşi. Lise öğretmeni ağabeyimiz köyümüzde eşi ve çocuklarıyla. Üç gece kaldık ilçede. Gündüzleri gezdik dolaştık.
- Efkar Tepesi adlı ünlü bir tepemiz var. Bilirsin diyorum oğluma. O tepeye çıkıldığında ilçenin bir çok köyü görünür yemyeşil çayırlar, öbek öbek meyve bahçeleri arasında. Ahşaptan köy evleri gözlemlenir. Meşeli Köyü’nün ve cümle köylerin ulu iğne yapraklı ağaçlarla kaplı orman denizini görür gözler ılık ılık esen serin yellerle serinlenerek. Geceleri maçları izledik Arjantin’den naklen yayınla ilçemizdeki öğretmen evinde. Gündüzleri turladık çoğu kez Efkar tepesinde. Eğitim-öğretim yılının yorgunluğunu attık üzerimizden birazcık...
İlçede dördüncü günün sabahı tedirgin uyandım erkenden. İçimde garip bir kuşku var. Bir an önce köye dönmeliyim. Acleyle giyinip kendimi sokağa atıyorum. Köylüm bir traktörcü yakıt almak için ilçeye gelmiş. Onunla dönüyorum köye. Evde kimse yok. Belli herkes yayla evinde. Tabana kuvvet yollanıyorum yaylaya. Kadınlar rastlıyorlar hızlı hızlı yürüyen, bir an köye gidip mısırları çapalama kaygısı taşayan hamarat yengeler, bacılar. Alt yayladan kadınlarımız gündüz köye yürürler. Köyde çalışırlar uzun gün. İkindi vakti tekrar yaylaya yürürler yorgun argın,mal melel sağmak için.
- Annen de köye geliyordu. Yalnızdı. Yüzünden düşen bin parça. O uysal kadın adeta ateş püskürüyordu.
-Nerde kaldın kaç gündür? Senin ihmalkarlığın yüzünden çekmediğim tafra kalmadı yaylada...
-Hayırdır, ne oldu diyorum?
-İki gün önce sen yaylaya dönersin diye babam koyunları annem gütsün deyip kendisi çayıra gitti. Annem, zavallı kadın ne yapsın kalabalık sürünün başında, dere tepe, ormanların içinde. Kuzular bölünmüş sekiz-on kuzu kurtlara iyi bir ziyafet olmuş. Bir kez daha zarar ziyan dizimi aşmıştı...
Kendimi fazla suçlu hissetmedim. Uzun yaz tatilinde üst üste konsa on gün tatil yaptığım olmamıştır. İş iş iş...Buğdaylar,arpalar, mısır kesmeler derken yaz biter okullarımıza dönerdik. Benim gibi memur, amir herkes çalışırdı bin dokuz yüz altmışlı, yetmişli, seksenli yıllarda köylerde. Sürüyü babama teslim ettiğimde, hemen ertesi gün geri geleceğim dememiştim. Babam benim dönmemi bekleyebilirdi. Olan olmuştu. Evet yetmiş sekiz dünya kupasını Arjantin kazanırken kurtlar da yeni bir zafer kazanmışlarda bana karşı...
Hep kurtlar kazanacak değil ya yapılan savaşları. Köylülerimizin intikamı da çok acımasız olurdu kurtlara karşı. Karlar adam boyu yağardı geçen yıllar içinde . Avcılara düğün bayramdır karların tüm yolları kapadığı uzun kış günleri. Ormanlarda kurtların geçiş yollarına kapan kurulur. Sabahleyin avcının ilk işi kapanları kontrol etmek olur. Kapanın kurulduğu yere varılınca bir de ne görsün avcı. Karlar eşelenmiş, ak karlar al kanlara boyanmış. Belli ki gece bir kurt düşmüş kapana. Avcı köye döner hemen. Kısa sürede gençler ayaklanır. Tazıyla, köpekle, dizine güvenen millet dalıverir ormanın derinliklerine. Kurt aç çaresiz bir ağacın altında sinmiş başına gelecekleri beklemektedir. Kapanın zincirindeki kanca bir ağaca takılıp hayvanın esir olmasını sağlamıştır. Usta avcılar önce kurdun ağzını bağlarlar ilginç bir teknikle. Kurt köy meydanına taşınır. Adeta bir panayır kurulur. Çocuklar okula gitmez. Köyde köpeğini yedeğine alan gösteri alanına yürür hızlı adımlarla. Kapan sahibi gösterinin patronudur. Yorgun kurda karşı salıverilir köpekler. Köpek sahipleri hayvanlarının ne derece cesur olduklarının sınavını verirler. Kurtçul köpekler kurdu yatırırlar sırt üstü. Bu hengame hemen sonlandırılır. Kurdun hemen ölmesine müsade edilmez. Avcı para kazanacaktır, köpeklerini kurda salmak için sıra bekleyen köylülerinden. Bazan kurdun son bir hamle ile kendisine saldıran köpeği alt ettiğide olur. Kurda saldıran köpeğin sahininin göğsü kabarır. Benim kahraman acar bir köpeğim var diye. Otlaklarda yayıldığında, koyunlarım güven içinde olur duyguları içinde kapan sahibine köpeğinin deneme parasını verir. Bazı köpekler kurda yaklaştıkları an kuyruklarını arka bacakları altına saklayıp gerisin geri evlerinin yolunu tutarlar. Çok onur kırıcı bir olgudur bu durum korkak köpek sahipleri için. Günlerce konuşulur Ahmet’in, Hasan’ın... köpeği nasıl korkarak evlerinin yolunu tuttu diye. Zafer kazanan köpeklerin sahipleri bıyıklarını burar kendi köpeğinin acarlığının anlatılarını duyunca.
Kurtların kapana yakalanma olgusu çok hazin bir gösteriyle son bulur. Zavallı aç-suzuz ve yorgun hayvan Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar kuşatmasında top sesleri hengamesi içinde ölmesi gibi kapana düşen kurt köpek havlamaları, bağırtı çağırtı arasında hareketsiz kalır. Çevresine korku salan çakıl gözler ışığını kaybeder. Sessizc yere serilir boynu kalın, kendi işini kendisinin yaptığı azılı canavar bir daha kıpırdamamak üzere.
Yıllar yılları kovaladı. Yirminci yüz yılın ilk çeyreğini yarıladık. Özellikle bizim bölgemizde hızlı bir göç olgusu yaşandı. Köyler boşandı, okul bahçeleri çocuk seslerine hasret kaldık. Koyun sürüleri yok artık her yayla evinin önünde. Çok az kişi koyunculuk yapıyor şimdilerde. Şöyle bir söz söylenirdi yıllar içinde. " Uyanık çoban kurdun rızkını elinden alır." İnsanlar ve aç kurtlar yaşadıkça kurtlarla savaşlar sürüp gidecektir yine de...
ben isterim ki, çobanlar daha dikkatli olsunlar işlerinin başlarında. "Kuzuyu kurda kaptırmak" cümlesi söylenmesin. Bu söz bir tekerlemedir köylerimizde. Bir işte başarı sağlayamayan, iş kazasına uğrayanlar için de kullanılır. Kısa sürede gelişen şanssız başarısızlıklara uğrayanlara; felan kişi kurdu kuzuyu kurda kaptırdı sözü yakıştırılır. Evet çobanlar daha dikkatli gütsünler sürülerini... Kurtlar ancak bir tane ya da iki tane hayvanı kapıp parçalamakla yetinsinler. Kapanla kurt avı yapılmasın. Gerçi kapanla kurt avlama uygulaması artık tarihe karıştı. Köylerde kalan az sayıdaki av meraklısı gençler, yazları patates tarlalarına zarar veren domuzları kovalıyorlar ormanlarımızın derinliklerinde...
YORUMLAR
Çok güzeldi. Yazmaya devam. Nice güzel paylaşımlarda buluşmak üzere. Selamlar.
İBRAHİM YILMAZ
selam ve saygı bizden.
Merhaba Edebiyat Defteri'nde yazan saygın şair-yazar arkadaşlarım. Aranızda yeniyim. bir yazar değil yazar aday adayıyım dersem durumumu net tanımlamış olurum.
Yazdıklarımda yazım hataları...benzeri eksiklerim var farkındayım. Bu yola baş koydum. Kervan yolda düzülür hesabı sizlerleyim. Mutluyum.
Anadolumuzda kurtlarla mücadele sürüp gitti yıllarca,gidecek de doğanın dengesi bozulmadıkça. Bu yazımda böyle bir olguyu anlatmaya çalıştım.
saygılarımla...