- 303 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ölçülemeyen bir yaşam kesiti bu…
Daha ne kadar zaman ve daha neler kaybedecektim yaşamımda önemsediğim?
Daha kaç acı üst üste gelecek ve ben daha ne kadar yaslanacağım bu sabır duvarına ve ne kadar dayanabileceğim kendimi kimsesiz gibi yalnız hissetmelere?
Nerelerden nerelere geldi bu yolculukla dayanma gücü ile seyahat ettiğim ömrün neresinde niçin ve de hangi güven duygusunda yanılarak başıma üşüştü bu acılanma sebepleri…
Güneşin doğuşu ile batışı arasında geçen zamanda bu kadar yaşamak şartları nasıl değişti ve de tek sebebe bağlanan bu acılanmalara çıkan hasret neden bu kadar uzun zamana düştü?
Huzurun ve de güvenin yanından çıkıp neden düştük bu çıkmaz sorularla dolu yaşamın içine? Ve kaç yanılgı bu kadar büyüttü bu acılanmaları hangi sebeple?
Ölçülemeyen bir yaşam kesiti bu her şeyin darmadağın olduğu ve kimsenin umursamadığı sebeplerin kurbanı neden bendim?
Yaşam boyu kaç öfkeli zamanın içinden çıkamadım ki sarmalandım hep açılamalara?
Sevdanın çıkmazlarında dolaşmak kaç ömre bedel zamanıydı bu çaresizliklerle?
Nerede doğdu bu düşler ve nereye sürüklendi takatten kesilmiş bedenimle?
Ben seçilmiş bir kurban mıydım ve sürüklenip durdum kurguların ardından?
Nefessiz, ruhsal yapı bozukluğu ve de çaresizlikle…
Peki, neden, bu kurgucu aktörlerin keyfi sürmeleri, acıya gülümsemek bu
belki de bunların tümünün kökünde sahipsizlik ve de kendini kendinle kovalamaktı…
Belki de yalnızlığa susamışlığının kör düğümünü çözüyordum…
Bir düşünce anı bu, verdiklerimizle aldıklarımızın farkı neydi bu hayattan?
Uzaktan bir şarkının kelimeleri duyuluyordu, “hep aldılar bir kez dahi olsun iade etseler ya.” Diyordu tok sesli adam…
Sensizliğin acınılası sesi le, bensizliğimin yalnızlaşmış görüntüsü yıllara uzanan bir umutla salınım halindeydi zaman…
Ve her hayat kendi kaderini yaşadıkça yazdırıyor…
Açmışken kollarını geleceğe doğru zaman, içimden sevdaya dair kopan fırtınaydı baş etmeye çalıştığım. Tüm hatalara dair yaşam nefesleriydi bu fırtına ile salınım halinde yaşama uyan…
Unutulamayan sevgili dokunuşuydu aslında yüreğimdeki ritimsiz atışlar…
Sadece gelecek düşleri olan bir yaşamın başlangıcıydı aslında, tüm bu yüreğe dokunuşlar bir umuttu gelecekteki nefeslere…
Endişesiz yarınlar, umulmaz sevinçler, garipsenecek telaşlarla bekleyişler tüm ömrün kesitlerine dahil olmuş sevgili sesinin huzur ve mutluluğuydu aslında tüm bu hikayenin başlangıcından erken gelen sonuna kadar bir yaşam bekleyişine dahil olmaktı umutla beraber…
Geç gelen huzurun erkenden yarı yolda düşmesiydi yardan aşağıya…
Kimdik ve nasıl başlangıcına düşmüştük bu sevginin hâlâ çözülemeyen cevaplarının içinde harmanlanmış düşüncelerle uğraşta iken ömrün en öncül yaşam istekleriydi belki de apansız ardımızda kalan…
Biz kendi hikâyelerimizi yazarken sonu belli olmayan cümlelerle uzun yıllar yaşadık ve hâlâ kim kime en son nerede el tutacak hâlâ belli olmayan bu belirsiz nefeslerle hangimiz bu ömrü yarıda kesip ulaşacak sonsuz sevginin göz kapamalarına…
Ve bir birimizi anlatan kitapların sonunda son cümleyi kim yazacak hâlâ belirsizliğini korurken, iddialı cümlelerin peşinden kopup yaşamın gerçekleri ile baş etmeye çalışır olduk sanırım…
Sadece acıları göğüslemek aslında pek de kolay olmasa da şartlar gereği yaşamak şikâyetsiz olmak gerekiyordu…
Hâlâ her ikimiz de bu sevgiye saygı duyarken araya düşen oyunların riya çemberinde yaşamaktı esas zor olan…
Ortada gerçekliğinde şüphe edilemeyen sevgi zamanları olmasa bu kısımda karar vermek çok kolay olacak aslında. Ama yaşarken sevgi adına davrandığımız zamanları inkâr etmemek adına dürüst olmak gerekirse insana neden o zaman,
veya neden gittin ha diye sormazlar mı?
Aslında sana yazdığım en doğru cümle belki de buydu, “bir gün beni anladığında çok özleyeceksin…” Galiba bu cümlenin imkânsız ayrılıklara açık olan bir yaşam kesitini tarif ediyordu… Anlamak ve de özlemek kelimelerinin bu kadar uyum içinde yazılmış olmasıydı belki de bugünkü acılanmaların içinde saklı olduğu zaman başlangıcı…
Ve asla unutamadığım cümle ise senle olan her şeyin aktarılması idi…
“Son sözleri dudaklarına yapışmıştı” derken geleceğin muammasını ortaya atıyordu ve de belki de yaşam şifresini veriyordu…
Evet sevgili, yaşamımızın içinde şifrelenmiş cümleleri hatırladıkça, var olan sevgiden şüphe etmek veya yaşanılmasından şikayet etmekti belki de o sevgiyi hak etmemek…
Ve biz hak edilmiş zamanların hak ettiğimiz kadarıyla sevgide bu günlere gelebildik artık bu anlardan sonra ikimizin de yazılarımızı sindire sindire yaşamak mecburiyetimiz vardı artık…
Evet sevgili, bu sevginin acılanmaları ile de yaşamak çok daha güzeldi belki de pişmanlık cümlesi olan “yaşarken sevebilirdik” cümlesini söyleme şansımızla yaşanan sevgiyi inkârcılık olurdu…
Sevmekle yaşamak arasında düşlediğim zaman ise belki de bizce yaşanmamış olacaktı ve o sevgiyi de yaşanmamış saymaktı asıl riya olacak olan…
İşte bu yüzdendir hâlâ nefes almalara mecburuz çünkü sevgiye inkârcı olup severek son nefesi beklememek
En büyük özlem, tüm öfkelerimizi sakladığımız ana göre sustuğumuz zamandır...
Belki de bu özlem, sustukça bir başkasına benzediğimiz zamanın beklentisidir...
Düşlediğim en güzel ve de en sessiz bir yer olmalıydı yaşamımı devşireceğim en ıssız yer olmalıydı artık nefes almak istediğim, rüzgârı ılıman, soğuktan bihaber, yağmurlu ve de ıslak bir yer olmasıydı içinde barınacağım, içimde oluşan yangınları körükleyen bir yer yani saklanacağım bir yangın yeri…
Kaybedeceğim en son neyim kalmıştı yıllarımı ardımda bırakırken?
Kaç çağla zamanı geçti ve kaç kestane zamanı geride kaldı o günden bu güne nefesleri alırken zorlandığım zamanlarda…
Issızlık yalnızlığın tarlasıdır demiştim bir zamanlarda sana sen benim ıssızlaşmamı istemezken…
Ağacından dökülen yapraklar gibi dökülüyordu o zamanlar içimdeki çocuğun saçları…
Şehrin nefesine karışırdı seslerimiz. Çoğu zaman içimize düşen acılanma hisleri darmadağın etmişti yaşama ait zamanlarımızı…
Önceleri şüphelere dayanan öfkeler, sonraları bu öfkelerle oluşan ayrılıklar ardına düşen vedasız gidişlerin hasretleri ve geçmişe uzayacak vedalarla parçalanan duygularımızdı bize hayatın bu sevgiye dair sürpriz zamanları…
Bak sevgili, omuzlarımda eski kıştan kalma kar donukları daha belirgin şekilde, kendi sızısı ile dağılıyor bedenimde…
Omuzlarımda donduruculuğu hâlâ geçmedi, sanki içimdeki eskiden kalma korkuların ürpertileri, içimi hırpalıyor ve senin yokluğunun ardına sığınmış kış donukluğu avuç içlerimde donuklaşıyor…
Yüreğim kırgın kış yorgunu ve ben o eskiden kalma yalnızlığımla hâlâ baş
Edemiyorum….
Erguvanların yeniden çiçek açma zamanı yaklaşıyor…
Ve ben eskiden kalma özlemlerimle yine burnumu yaslayacağım o mor erguvan kokusuna…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.