- 1685 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
ÇÜŞŞ, YAVAŞ OL AYI..!
Birileri ayağımıza basıp “pardon” demeden geçerse, “Çüş yavaş ol Ayı!” deriz değil mi?
“Ayı” sözcüğü usumuzdan dilimize yuvarlanınca nedense düşüncemizden apar topar Kastamonu ilimize doğru yol alırız. “Kastamonu Ayısı” diye halk arasında konuşulan bir söylence vardır. Bende o ilimizde yaşayan insanlar için hep önyargılı olmuştum:
“Acaba Kastamonulular ayılar gibi çok kaba ve görgüsüz insanlar mıdır?” diye…
Bir türlü kafam almazdı. Nihayetinde Kastamonulu bir komşum oldu da öğrendim asıl gerçeği.
Efendim gerçek şöyleymiş: Kastamonu’nun girişi taşlık ve kayalıkmış. Her an insanın başına iri kayalar yuvarlanıp düşebilirmiş. Şimdileri bilmem ama önceleri, geniş ormanlık alanlarına sahipmiş. Eh tabi orman olunca malum Ayı’sı eksik olur mu? Olmaz tabi ki… Ayılar zaman zaman yola çıkarlarmış. Bu durum uzun yol sürücüleri için tehlike, yayalar için korkulu dakikalara sebep olurmuş. Eh tabi, vatandaşın biri kazaları önlemek adına pratik bir yol bulmuş. Eline aldığı bir teneke ve yağlı boya fırçasıyla çözmüş sorunu. Tabi tenekeye yerel şivesini karalamış:
“Dikkat! Taş düşebülür, ayı çıkabülür.”
Duyarlı vatandaş yazdığı tabelayı şehrin girişine asmış. Böylece hem sürücüleri hem de yayaları uyarmış. O gün bugün akıllarda iz yapmış bu söylem. Tabi o bölgede geyikler yaşasaydı, “geyik çıkabülür.” Diye yazardı adamcağız değil mi?
Söz ayılardan açılmışken doğanın içinde olmazsa olmaz bu hayvanlarından azıcık söz-etmek istiyorum:
“Ayı’nın” Rusların sembolü olduğunu daha yeni öğrendim. Hatta Rus halkı ayı sembolleriyle de övünç duyarlarmış.
Bizim de İstanbul ilimizde nam salmış, “Anadolu Ayıları” adıyla işletilen iki barı varmış. Biri Aksaray’da, diğeri Beyoğlu’ndaymış… O barlara kimler girebilirlermiş? Daha çok Anadolu’dan gelen, etek giyip fantezi yaşamak isteyen sakallı, olgun, erkeksi takılan, ayı ve ayı-sever, hoöojen eşcinsellere hitap etmekteymiş. Varın artık siz düşünün!
Ayılara resmen hakaret, aşağılama değil de nedir bu. Onur kırıcı. Eğer ki, hayvanlar mahkemesi kurulsaydı, barları açanlara ağır cezalar verilir, işletmeleri kapatılırdı.
Hepimiz duymuşuzdur: “Armudun iyisini ayılar yer,” diye değil mi? O söylemin aslı "Ahlatın iyisini ayılar yer." Şeklindedir. Dağda bayırda, susuz toprakta bile yetişen, odun olarak yakılan bir ağaç olarak biliriz ahlatı. Hatta kimsenin pek yüzüne bakmadığı bir tür meyvedir. Öyle ki, kaba laf anlamaz insanlar için “ahlat” denirmiş.
Ayılar ahlat yemeyecek de kim yiyecek, dağ bayır onların yuvasıdır zaten. "Armudun iyisini ayılar yer." Atalarımızın o meşhur söylemi işte bu nedenle söylemişlerdir...
Onların bir başka özellikleriyse yaralandıklarında kendilerini iyileştirme becerileridir. Yani alternatif tıbbı uyguladıkları "tedavi” teknikleridir. Şimdi nasıl? Diyeceksiniz...
Ayılar, zaman zaman tatlı besinler yemek isterler. Ormanda arıların arı kovanlarına korkusuzca yaklaşırlar. Arıların kendilerini sokma gibi korkularını "s" geçerler. Nasıl mı? Kovandaki arıların hücumuyla balı bir güzel yerken, yüzlerce arının iğneleri o tüylü bedenlerinden tenlerine geçer. Bal yeme işi biter bitmez, ilk eylemi toprağa bolca mesanelerini boşaltmak olacaktır. Sonra yere yatarlar ve çişleriyle ıslanan toprakta yuvarlanırlar. Arıların şişirdikleri yer geçene kadar çişli çamur üzerinde kalır. Daha sonra küçük gölet veya nehirde yıkanırlar... Bundan da şunu mantık eleğinden geçiriyoruz: İdrarda bolca amonyak ve oleoropin vardır. Her iki kimyasal madde yanık, böcek sokmalarında tıpta tedavi amaçlı kullanılır.
Tabi ayıların hünerlerini saymakla bitiremeyiz; hani bir söylem vardır: " Yemek yenilen kaba sıçılmaz." diye... İşte ayılar da o misal; avlandıkları ırmak, çay, nehir, göletlere asla işemezler... Eğer ki birileri "es kaza" işesinler, yakınlardaki bir ayı kokuyu alırsa vay o işeyenin haline... Parça parça ederler...
Yıllar önce Cumhuriyet gazetesinde şöyle bir haber okumuştum:
" Ayının biri devriye gezen bekçiyi paralayıp Sakarya nehrine attı. Aynı ayı ertesi günde görülmüş. Gece evine giden N.A adlı adamı tırmalayıp, yüzüne bolca tükürdükten sonra Sakarya nehrine atmıştır. Ağır yaralı olarak hastaneye getirilen her iki insanın tedavileri halen devam etmektedir. Edinilen bilgilere göre; yaralılar polise benzer ifadeler vermiştir. İfade tutanaklarında aynen şu yazılıdır:
‘Çok sıkışmıştım, nehre işedim. O anda aniden karanlıkta bir ayı çıkıp yüzüme tükürdü, sonra tırmalayıp beni kayalıklardan yuvarlayıp nehre attı. ‘"
Meğerse ayı o nehirde avlanıyormuş. İnsan hiç yediği kaba işer mi? İşemez tabi ki... Eh ayı bu... O da nehre işeyenlere gereken dersini vermiş...
Annem ne zaman evli bir çift kavga edip boşanmaya kalksa, üstüne üstlük bir de erkeğe söylenen “Ayı” sözcüğünü duysa şu tekerlemeyi söylerdi:
“Ayıydı mayıydı, ama kocam idi/ Çalıydı çırpıydı, ama evim idi…”
Sonra şu hikâyeyi anlatırdı:
“…Vaktiyle köyün birinde çok güzel bir kız yaşarmış. Kızı beğenen köyün erkekleri kızın evine analarını gönderip istetirlermiş. Lakin ay parçası kızını kimselere vermeye kıyamazmış babası ve dört abisi.
Bir gün genç kız sabahın erken saatlerinde testisini alıp evinden çıkmış. Köyün dışındaki çeşmeden su taşıyacakmış. Akşam olmuş hala genç kız görünmeyince baba evinde bir telaş başlamış. Genç kızı aramaya çıkmışlar. Yer yarılmış içine girmiş sanki. Her yer aranıp taranmış. Ay parçası güzel kızını bulamayan babaya inme gelmiş, yataklara düşmüş. Kızın abileri köydeki her evi aramış. Öyle ya belki de bacılarına aşık olan birileri kaçırmıştır diye…
Yıllar yılları kovalamış. Umutları sönen evin kapısı bir gün çalınmış. Kapıda bir avcı durmaktaymış. Kollarındaysa yıllar önce kaybolan kızları varmış. Avcının anlatısına göre: Ormanda avlanırken yumak bulduğunu, yumağı sardıkça bir mağaraya ulaştığını, mağara büyük bir kayayla kaplı olduğunu, ama aralık yerden “beni kurtarın” diye bağıran bir kadın sesi duyar duymaz, uzun çabalar sonucunda kayayı yerinden oynatmış. Ve biricik kızlarını kurtarmış. Ama bir de kucağında bebeği ile… Bebek tüylerle kaplı bir insana benziyormuş. Ailesine kavuşan kadın gün geçtikçe mutsuzluğu artmış. Baba ocağında hem bebeği ile aşağılanıyor hem de hakaret ediliyormuş. Taş yerinden oynamaya görsün hele değil mi?
Gel zaman git zaman, kızlarını kaçıran ayı iz yol sürmüş ve aldığı kokuyla eve kadar gelmiş. Ayının kükremesiyle kızın abileri tüfeklerine sarılmışlar. Tam ayıyı öldürecekler, kız kardeşi kucağında tüylü yavrusuyla ayının önüne geçmiş. Abilerine şöyle seslenmiş:
“Onu vurmayın beni vurun.” Demiş.
Abileri şaşırmışlar:
“Neden, bu vahşi ayı seni kaçırıp yıllarca bir çalı çırpıyla kaplı bir mağaraya kapatmadı mı?”
“Evet, kapattı: ama her gün beni armutla, balla, taze balıklarla besledi. Ya siz ne yaptınız? Her gün hakaret edip bana ve şu masum bebeme yemek artıklarınızı verdiniz. Üstelik beni en ağır işlerde çalıştırdınız. Yavrumla bana da eza ettiniz.”
Abileri öylece dona kalmışlar:
“Ama o sadece bir ayı, o mu biz mi? Tercihin nedir söyle?” demişler.
Genç kadın kükreyen ayıya sarılmış:
“Tabi ki o. Ayıydı mayıydı, ama kocam idi/ Çalıydı çırpıydı, ama evim idi…”
Ayıların bağışlayıcı ve merhamet duygularının olduğunu biliyor muydunuz? Doğada bunun birçok örneklerine tanık oluruz. Bir hayvanat bahçesindeki gölete düşen, ciyak ciyak “gaklayan” bir kargayı sudan, boğulmaktan kurtaran ayıyı görmüştüm... Karga kendisini dişleriyle yakalayan ayının burnuna gaga atar. Tabi korkuyla yaptığı bu eylemine ayının tepkisi kargayı kurtardıktan sonra onu usulca toprağa bırakıp uzaklaşmak olur. Toparlanan karga da şaşkındır… Videoyu izlerken nasıl etkilendim, nasıl duygulandım bilemezsiniz...
Az önce bir video daha izledim: Nişan eden artık avcı mıdır, yoksa yaban hayvan düşmanı mıdır bilemem, ama boz bir ayıyı uzaktan vuran zalimi içim kıyılarak izledim. Ayı o yaralı haliyle karlara doğru koşuyordu. Merak ettim: Neden ormana değil de karlara koşturmaktaydı?
Karnını karlara değdirir değdirmez anladım gerçeği. Ak karlar kana bulandı. Karnından yaralıydı; yediği kurşuna bağlı kanaması başlamıştı. Kanamayı, yine içgüdüsel edinimiyle başaracaktı. Yaralı bölgesine buz veya kar değdirmek istemesinin nedeni de buydu demek…
Ne diyelim? Biz gerçekten çok zalimiz ya..!
Ayrıca ayılara çok haksızlık ediyoruz. Şimdi şu soruyu sormak yeridir, değil mi?
İnsan mı hayvandır, yoksa hayvan mı insandır?
Emine Pişiren-Gölcük
10 Şubat 2016
YORUMLAR
"İdrarda bolca amonyak ve oleoropin vardır. Her iki kimyasal madde yanık, böcek sokmalarında tıpta tedavi amaçlı kullanılır."
Evet, ben de çocukken İzmir'in Gümüldür ilçesinde böylesi bir olayla karşılaştım. Bir akrabamızı kırkayak ısırdı da zehirli olabilir endişesiyle idrarımı afedersiniz bacağının ısırılan kısmına yaptıydım.
Yine vaktiyle, merhum gazeteci Ufuk Güldemir'de Sibirya'da katıldığı ayı avını anlatmıştı. Bir yerinde şöyle diyordu; "Penisinin içinde kemik olan bir canlı, ayı. Kemiğin topuzu gümüş kaplanarak içki karıştırıcısı yapılıyor. Ellerimle penisini açıp kemiğini çıkarıyorum. Bir karış uzunluğunda kalem gibi bir kemik."
Bunu niye paylaştım, üstelikte bir hanımefendiyle: Ufuk Güldemir ile bir röportaj yapan Nuriye Akman Güldemir'i, avcılık ve özellikle de ayıyı neden avladıkları üzerinden sorgulamıştı. Hani, üstte yer verdiğim pasajda Güldemir'in başka bir ortamda anlattıkları babında. Tabi Güldemir ilginç biçimde Akman'ın avcılık hakkında sorularına önemli ölçüde cevap vermekten sakınmaktadır. Nuriye Akman'a devamlı surette saldırgan davrandığı şeklinde baraj koymaktadır. Görünüşe göre Ufuk Güldemir, Nuriye Akman'ın soruları karşısında hobisi olan avcılığı veya av sırasında neler yaptıkları hususunu savunamamaktadır.
Tabi Ufuk Güldemir, Pankreas kanserinden vefat ettiğinde bir hafta boyunca öldür Allah "My Way" dinlediğimiz hususuyla da hatırlanabilir. Rahmetli, benim yolum anlamındaki bu parçayı çok severmiş ve sahibi olduğu kanala ölümüyle beraber bu parçanın çalınmasını vasiyet etmiş meğer.
Birde hocam, ayıların dünyası üzerine bir belgeselde izlemiştim; Ayı ailesinde bir lider ayı bulunmakta. Kuvvetli olduğu ve konumunu koruduğu sürece tüm ayılar ona tâbi. Şüphesiz gün de geliyor yaşlanıyor. Ayılar somon avlarken şelalenin çevresinde hiyerarşi içerisinde bulundukları yere göre sıralanıyorlar. Tabi yaşlı ayı salına salına ama geç geliyor bu sefer. Ve maalesef şelale üzerinde genç bir ayıyla yaptığı kavgayı kaybediyor. Kim bilir vaktiyle bir başka ayıya karşı elde ettiği konumu bu kez kaybediyor. Şelaleden aşağı kayıp düşüyor ve diğer ayılarda onu pençe vurarak daha gerilere atıyorlar.
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza selam ve saygılarımla.
Gayet teferruatli "AYI" incelemesinin yapildigi makaleye bir örnek ile katki sunmaya çalisayim.
Kismen aslinda kaçirdigi kizi besleyen ayi hikayesinde bunu görüyoruz fakat sonuçta o bir masal, benim anlatacagim bir romanda anlatiliyor olsa da, gerçekte olan ve olmus bir sey.
Hüseyin Nihal Atsiz'in "Bozkurtlarin Ölümü" romaninda, ya da son baskilarin bir tanesinde "Bozkurtlar" ismiyle 2 kitabin birlestirilmis hali de satiliyormus, o romanin içindeki birçok karakter basroldedir.
Zaten türünün de ilk örnegidir galiba bizim edebiyatimizda, onlarca farkli karakterin ayni anda basrolde oldugu. O roman içerisinde anlatilan roman kahramanlarindan Bögü Alp ve onun ziyaret gerçeklestirdigi Kiraç Ata'nin ilk bulusmasinda ayilarin da içinde bulundugu bir sahne vardir.
Bögü Alp kehanetlerini dinlemek için, merakini gidermek için Kiraç Ata'nin yasadigi kayaliklara magaralarin çok oldugu daga vardiginda, ybanci ziyaretçiyi ilk etapta ayilar karsilar, istemeden de olsa, Kiraç Ata'yi koruyan ayiyi dövmek zorunda kalan Bögü Alp, sonradan Kiraç Ata sesleri duyunca gelir ve ayiya sesini kesip magarasina girmesini söyler.
Ayi Kiraç Ata'nin korumasidir, ayni zamanda av yaptirilarak kullanilir diye anlatir Kiraç Ata.
Türk Tarih anlatimlarinda çok farkli zamanlara dair aktarilir ki, ayilar ile talim yapma, bogusma, güresme gibi çesitli anlatimlar vardir.
Bu yazidan anladigim kadari ile Emine hanim ayilardan anliyor :) diye de espiriyi patlatarak bitireyim...
Saygilarimla,
Alp Aldatmaz tarafından 2/11/2016 1:27:35 PM zamanında düzenlenmiştir.
emine pisiren
Yorum yazınızla yazıma katkı sağladığınızı görüyorum.
Bilmediğim bilgiyle ışıdı belleğim.
Harikaydı kaleminiz.
Ayılardan değil de hayvanların duygusal dünyasını hissedebiliyorum gönül dostu.(espriniz başım gözüm üstüne)
Az sonra evimde hazırladığım leziz yiyeceklerden arta kalanları; çöp kutusunu değil de sokak köpeklerinin midesini doyuracağım...
Kaleminiz var olsun.
Selam ve sevgiyle
Alp Aldatmaz
Hollanda'lilarin bir sözü vardir, insanlar kedisever veya köpeksever aslinda bu sevgiden de fazla, kedilere daha yakin olan, köpeklere daha yakin olan seklinde iki tipleme olarak ifade ederler. Ben bu tiplemelerden kedisever karakterindeyim. O derece ki, anlatayim siz de sasirin.
Amsterdam'a yakin bir kasaba'nin çiftliklerle iskan olunan bir köyünde benim bir arkadasim var. Tarlalari arazileri ve hayvanlari olan bu ailenin bir ilginçligi de, 17-18 tane kedileri var. Ben de kedileri çok sevdigim için, kedileri tanimadan da hemen sevebildigim ve kedilerin beni sevmesini saglayabildigim için, hangisi denk gelse onu oksar severim.
Bu kedilerin içinde bir tanesi çok vahsi, vahsi derken, asla kendini sevdirmez aninda tirmalar bir yapisi var. Arkadasimin annesi iste o olayin oldugu gün, yok hepsini sev ama o gri olana yaklasma dedi, o bize de kendini sevdirmez, mamasini yer gider, asla yaklasmaz.
Ben dedim sansimi deneyecegim, kediye yaklasirken, kedi tirmalamaya hazir vaziyette hafif yan döndü, yani ister kaçmaya ister tirmalamaya, fakat sonra kacmadi, tirmalamadi da... resmen sahibinin dahi sevemedigi kediyi, ben sag salim sevebildim.
Ki bunu her cinste basarabiliyorum, "maine coon" en iri cins dahi olsa.
Main coon diyip geçmeyin, ben nice bull mastiff'lerin, bordeaux dog'larin bu kedi cinsinden kaçtiklarina sahit oldum, asaletli bir kedi bu, kocamaaaan olabiliyor, normal kediden 4 kat búyük olanlari bile var.
Yemekleri tabiki çöpe atmayin, biz de burada bilumum hayvanlari besliyoruz, hatta sevmedigim bir hayvan var onu dahi besliyorum.
Marti'lar koruma altinda burada, fakat en olmadik yere yuva yapiyor, yuva yapinca mesele evlerin damina çatisina ve o yuvalari degistirmek ellemek te yasak, koruma altinda sonuçta. Fakat bu martilar herseyi yedikleri için, afedersiniz üstünüze pislediklerinde resmen zehir, ki çok zararli imis sagliga... yavrulari dogdugunda saldirma huylari da var, çocuklari korkutuyorlar yavruladiklari dönemler...
Ki ben vahsi bir sahin'i dahi çiplak elle tutmayi basardim, bazi martilara yaklasmiyorum, kartal gibi gagasi ne tuhaflar. :)
Iste ben bóyle çene yaparim bazen...
Saygilarimla,
Günün seçkisi olmayı hak eden, ibretlik ve de anlatımı çok etkili, güzel bir yazı.
emine pisiren
Yorumunuzla onurlandım.
Teşekkür ederim.
Selam ve sevgiyle
Güzel bir yazı olmuş.
İçindeki hikaye de, seçilen ayı resmi de güzeldi.
Tebrik ediyorum.
emine pisiren
Beğeninizle mutlandım.
Yazan kaleminiz daim olsun.
Sağ olun
Çoğumuzun hor gördüğü "Ayı"yı ne güzel anlatmışsınız böyle...
Bir solukta okudum. Sohbet tadında bir yazıydı.
Tebrikler.
emine pisiren
Haklısınız.
"İnsan olabilmek bir erdemdir. " demiş büyüklerimiz.
Biz hep hayatı ve kaderi suçlarız değil mi?
Hor görmek insanın genetiğinde var olunca ortaya olumsuz kareler yansıyor...
Yorumunuza teşekkürler.
Saygıyla