- 480 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
İLENMİŞ MİYDİM?
Yamaçlarını, yıllar önce, gelecek kuşakları uygarca düşünen büyüklerimiz tarafından dikilen çam ormanları kaplar vadimizin. Bu vadiden rüzgar yaz mevsimin de bile serin eser; sıcaktan bunalan vücutlarımızı ferahlandırır. Kışın ise Kara Deniz’in nemli, soğuk havası akar vadimizden. Elle tutarsınız nemi, havada ki su kabarcıklarını, kış aylarında. Kış mevsiminde kuzeye, Kara Deniz yönüne doğru yürüyorsanız ve de azıcık terli iseniz şifayı kaparsınız. Başlar ağır ağır soğuk algınlığının belirtileri.
Sitemiz serin rüzgarlı bu vadinin bitimine yakın, kentin hemen kenarında kurulu. Vadimiz şimdilik, “o kadar yeşil”, umarız birkaç yıl içinde beton bloklarının işgaline uğramaz.
Çamlarımız hayli büyük, adeta Bolu Dağları’nın, Kara Deniz Bölgemizin doğusunda ki çamlarla boy ölçüşebilecek düzeydeler. Gerçi kendiliğinden büyüyen, ülkemizin tabii zenginlik kaynaklarını oluşturan doruklarında akbabaların yuva yaptığı çamlar nerede, insan eliyle dikilen çamlar nerede. Hava kirliliğinin elle tutulduğu Sakarya, Bursa, Kocaeli hele de İstanbul gibi illerimizde. Yeşili öp de başına koy. Ne demiş Bu ülkeyi kuran Atatürk’ümüz: ” Yeşili görmeyen gözler, renk zevkinden yoksundur.” Çamlarımız bize renk zevkini tattırıyor.
Önceki yıllarda, çamlığımızda bir hastalık belirdi. Dallarda topak topak, sanki örümcek ağlarıyla örülmüş küçücük yapma toplar. Çocukken, eski bezlerden top oynamak için yaptığımız toplar asılmış çam dallarına. İşte bu oluşumlar çamlarımızı kurutmaya başladı. İlgililer duruma müdahele ettiler. İlaçlama yapıldı. Bu kez sabah yürüyüşlerimizde şarkılarıyla ruhumuzu dinlendiren kuşların sesi kesildi. Çamları kurtulsun diye düşünürken, kuşlarımızı kaybettik. Yıllarca güzelim kuşları aradı gözlerimiz engin gökyüzünde, senfonilerine hasret kaldı kulaklarımız.
Kış aylarının müsaade ettiği günlerinde vadimize yaptığım ziyaretlerde karga sesleri duyarım. Kuşlar içinde kulağa hoş gelmeyen kuş seslerini sıralasalar karga sesleri açık ara birinci gelir. Oysa karga sesleri bende güzel duygular uyandırır. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda, özgürce doya doya koştuğum memleketimin çayırlarını, bu çayırlardaki orman korularında duyduğum karga seslerini yeniden duyar gibi olurum. Memleket özlemini yüreğimin en küçük hücrelerinde hissederim. Yıllarını yurt içi yurt dışı gurbetlerde yaşayanlar daha iyi anlar beni.
Köyümün çayırlarında Mart ayı sonunda karların önce lapa lapa oluşu ve birden erimesi hala gözlerimin önünde canlanır. Karlar eriyince meralar, kırlar birkaç gün içinde yeşile boyanır. Bu yeşilliklerde koyunlar yayılır, kuzular meleşirdi. Güneş artık ısısını biraz daha fazla hissettirirdi Nisan ayının ortalarında. Yetim gömleği diye adlandırırdı büyüklerimiz. Güneş’i. Yoksulluk yıllarında güneşle ısıtırmış halk, meralarda, bağda-bahçede çalışırken, terleyen yamalı gömlekli vücutlarını.
Bahçe ve ormanlarımızda ötüşen kuşların cıvıltıları en başarılı klasik müzik korolarından daha fazla bedii duygular oluştururdu benliğimizde. Kargalarda yuvalarını kurardı ilkbaharda, cırtlak sesleriyle ötüşerek. Bunun için hoş duygular uyandırır, karga seslerini, Derince ilçemizin yürüyüş vadisinde duymak. Kendimi bir an memleketimde hissederim.
Evimizin hemen karşısında alabildiğine geniş, alabildiğine sık iğne yapraklarla kaplı yeşilin yedi renklerini bünyesinde aksettiren yemyeşil ormanlar var. Bu ormanlarda guguk sesleri ilkbaharın artık yerini kar yağışlarına bırakmayacağı günlerin müjdecisidir. Aynı zamanda guguk kuşu ötmesi ağaçlara su yürümesini de müjdeler.
Baba evi yok artık, ahşap ev, içinde nice güzel gençlik anılarımızın saklı olduğu ev. Anımsayınca burun kemiklerimizin sızladığı güzelim anılarımız gitti bu ahşap evle birlikte. Şimdi yeni bir ev yaptık, beton arma, oldukça geniş, balkonlarından karşıki dağları ve ormanları seyrettiğimiz ferah bir ev yeni evimiz.
Eski evimizin hemen önünde, Şavşat –Ardahan şose yolu tarafında iki elma ağacı vardı. Karanfil ve Şeker elması diye bölgemize has adlandırma ile adlandırılan meyve ağaçları. İlkbaharın güzelliğini bu iki meyve ağacında oluşan çiçek cümbüşünün güzelliğinde gözlemlerdim. Çoğu kez bembeyaz taç ve çanak yapraklar, bu yaprakların bazen rüzgarın sertçe esmesi sonucu havada uçuşması beni bambaşka masallar diyarına götürürdü.
Yürümeye henüz başladığım yıllarda bir kargayı yakalama serüvenimi anlatırdı annem, sonraki yıllarda. Hemen evimizin yakınına bir karga konar. Pati pati yürüyüşümle o kargayı yakalamak istermişim. Tam yakalayacağım zaman karga, yarı uçarak, yarı zıplayarak benden uzaklaşırmış. Annem beni gözlemlermiş. Serüvenim epeyce sürmüş. Olaya müdahele etmiş annem. Beni mi kargadan, kargayı mı benden kurtarmış belli değil. Neyse ki olay tatlıya bağlanmış. Ben ise yeni bir durumu yaşayarak öğreniyormuşum.
Her insan annesini sever. Annemle sevgimiz karşılıklıydı ve en üst düzeydeydi. Anlatılır: Bir sahabe peygamberimize sorar: “ En çok kimi seveyim?” Peygamberimiz yanıtlar: “Anneni sev.” Bu soru üç kez sorulur arka arkaya. Peygamberimizin yanıtı hep aynıdır…”Anneni sev.” Aynı soru dördüncü kez sorulunca, bu kez babanı sev cevabı gelir peygamberimizden. Evet, anneler bizlerin anavatanıdır.
Bir ağabeyim varmış anne-babamın ikinci çocukları. Annem akşama yakın bir zaman diliminde, pınardan su almaya gitmiş, yayla evinden. Geri döndüğünde birde ne görsün; çocuğun kaftan biçimindeki elbisesi tutuşmuş, yanıyor. Yatsı vakti, yüzünü bu yer karasında görmem mümkün olmayacak ağabeyim can teslim etmiş. O elim olayı annem anımsadığında hüngür hüngür ağlardı. Ben de kendisini hiç göremediğim ağabeyimin yanımda olamamasına ve hazin ölümüne hala üzülürüm. Hele köylerde ağabeysiz olmak, öksüz büyümeye eşdeğer bir durumdur. Dayanılmaz bir yalnızlık ve gariplik duygusu verir insana. Erkek çocuk olarak, yıllar sonra doğurmuş annem beni, arada iki kız çocuğu doğurduktan sonra. Evlat evlattır. Köylerde erkek çocuklar üretime fiziksel güçleriyle daha fazla katkı sağlarlar diye mi fazla ilgi görürdüm. Bilemem.
Kaç yaşındaydım, anımsayamıyorum. İlkokula başlamamıştım. Evimizin önündeki karanfil elmasının alt dallarında bir kuş tünemişti. Bir karga kadardı cüssesi. Karlar erimeye yüz tutmuştu. Çayırlarda yeşillikler ada ada ortaya çıkıyordu. Hemen yakınımızdaki derenin sularının şırıl şırıl akışının sesleri evin içinden duyuluyordu. Eriyen karlar suları deremizi coşturmaya başlamıştı. Gözlerim elma dalına tüneyen bu kuşa takıldı.
Kuşun gövdesi kahverenginin değişik tonlarıyla kaplıydı. Nazik bir gaga, yeşil renge boyanmış. Kuyruğunun uç kısmını kömür karası telekler süslüyor. Siyah teleklerle gövde arası beyaz renkli tüyler gövdenin renk çeşitliliğini tamamlıyor. Kuşa yaklaşayım, yakından seyredeyim derken yaşamımda ilk karşılaştığım bu garip kuş aniden havalanıverdi. Uçarken en güzel renklerle süslü kanatlarını gördüm. Kanatların gövdeye yakın kısmı Allah yapısı en mavi gözlerden daha mavi renkte tüylerle kaplıydı. Kanat uçlarının telekleri ise gri renkliydi. Aman Allah’ım, ne kadar harika şeyler yaratıyorsun gerçeğine yavaş yavaş yaklaşıyordum çocuk dimağımın algılama gücüyle.
Hele bir baygın bakışı vardı. O bakışları hiç unutamam. Bu cennet kuşunun aniden uçuşu büyük bir hayal kırıklığı yarattı bende. Uçmamalıydı. Biraz daha seyretmeliydim o harika görüntüsünü. Tüylerine dokunmalıydım. Ben yaklaştıkça avcıya bir görünüp bir kaçıp kaybolan ala geyik gibi, kuşum daldan dala konuyordu. Ben yaklaştıkça o ha bire uçup benden uzaklaşıyordu. Sonunda ormanın içlerinde kayboldu.
Kazanacağından emin, girdiği bir savaştan yenik çıkıp savaş alanını terk eden komutanlar gibi hüzünlüydüm. İçimi bir öfke kapladı. Kötü bir amacım yoktu. Niçin başaramamıştım. Kuş kendini niçin sevdirmemişti. Bana yar olmadın gibi… arabesk duygular içinde eve döndüm. Belime kadar tüm giysilerim su içinde kalmıştı. Annem anlattı. Güldü annem, kuş bu, uçar gider dedi. Üzülmene gerek yok. Evcil kanatlılar bile insanlara pek yaklaşmaz türünden sözlerle beni avuttu canım annem her zamanki gibi
Ertesi günü, kuşu kaybettiğim ağaçların arasına yine daldım. Acaba o tılsımlı kuşu görebilecek miyim kaygısıyla. İçimde, tedirginlik veren bir duygu vardı. Birde ne göreyim, tılsımlı kuş az ilerimde ayakları yukarda yerde yatıyor. Yaklaştım. Elime aldım cansız gövdeyi. Kafasının arka tarafında çocuk işaret parmağımın sığacağı genişlikte bir çukur oluşmuştu. Orman kanunu, belki bir atmaca kuşumu öldürüp, kafasını oyup, beynini yemişti. Bir kuşun ölüsünü ilk kez görüyordum. Üzüntümün derecesini anlatamam. O güzelim hayvana dokunamamak bir yana elimde bir önceki gün yaşayan ölü bir kuş kalmıştı. Tüylerine de çamur bulaşmıştı.
Acaba kendisine azıcık dokunmama izni olmayan sevgili kuşa, git kurda kuşa yem olasın diye ilenmiş miydim? Hayır, değil çocuk başımla hiçbir canlı için aklımdan bir zaman olumsuz düşünce geçirmedim. Geçiremem…
DERİNCE 21.01.16 SAAT:21.16
YORUMLAR
Garrulus glandarius, kargagillerden bir kus turu. Derinceye gittim geldim sayenizde. Teşekkürler gezinti için...
İBRAHİM YILMAZ
çok kitap okudum-okurum. emekliliğe henüz ayak attım. yazmak güzel bir uğraş. yazan, emek harcayanlara , sizlere saygım sonsuz. fakat yazımın önemli kısmı köyümde,Şavşat-Artvin'de geçiyor.
iyi akşamlar.