- 1101 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
MAHMUT’UN YARIM KALAN ÖYKÜSÜ
Teneffüs zili çaldığında çay ocağından çayımı alarak okulun arkasındaki köşeye çekildim, sigaramı yaktım kafamı kaldırdığımda Mahmut’un da sessizce köşede dikildiğini fark ettim.
Mahmut da sigara içer gibi iki parmağını ağzına götürdü. Gözlerimin içine gözleriyle gülümseyerek mahcupça sigara işareti yaptı. Hemen ona da sigara ikram ettim. Teşekkür etmeyi pek bilmezdi ama ilk nefesi çektikten sonra öyle bir tebessüm ederdi ki teşekkür eder gibi gülümserdi.
Yeni müdür geldikten sonra o da diğer hizmetliler gibi mavi önlük giymeye başlamıştı.
Orta yaşta olmasına rağmen hafifçe kamburu çıkmıştı, kısa boyluydu, hayatın tüm kederini üstlenmiş gibi saçları bembeyazdı. Gözleri pörtlek pörtlek bakardı, ne düşündüğünü asla anlayamazdık.
Saçlarını iki haftada bir boyardı, saçlarını boyadığı hafta ayrı bir güveni olurdu. Bana sorardı nasıl olmuş, diye. Ben de Türk sinemasının jönleri gibi olmuşsun, derdim. Mutlu olurdu.
Kendisine dair pek bir şey anlatmazdı zaten, sadece yetiştirme yurdunda büyüdüğünü söylerdi ara sıra. Suskunluğundan insanlara güvenmediğini ya da küstüğünü düşünürdüm.
Okulun servis şoförü, mert ve özü sözü bir olduğunu, tek kusurunun pek banyo etmeyi sevmediğinden bahsederdi.
Yıkık dökük bir evde kaldığını ve tüm parasını içkiye verdiğini duyuyorduk.
Benim de içki kullandığımı bildiği için kimse olmadığında hayatına dair kesitler anlatırdı, o zaman ben de sessiz kalıp onun konuşmasına olanak sağlardım.
Eskiden okul çıkışlarında birahaneye gittiğinden bahsederdi tuzlu fıstıkla bira içip evine yatmaya gittiğini anlatırdı.
Artık birahaneye gidemediğini çünkü yeni hükümetin içkiye inanılmaz zam yaptığını bundan dolayı evde içmeye mecbur olduğundan bahsederdi.
Benim dışımda biri sorduğunda alkol kullanmayı bıraktığını söylerdi ama kimse ona inanmazdı, belli ki evinde alkol aldığını söylemekten bile çekiniyordu.
Ona sigara ikram ettiklerinde “Mahmut az iç öleceksin” derlerdi. Ben de Mahmut bizi öldürür, o ölmez, eski topraktır, derdim.
Bir film ya da roman karakteri kadar farklıydı. Dürüst ve gururluydu.
Uzun zamandır Mahmut’u anlatan bir öykü kaleme almak istiyordum.
Mahmut beni bir gün evinde misafir eder misin? İkişer bira içer sohbet ederiz, dedim. İstediğin zaman hocam, dedi.
Şu karneleri dağıtalım Cuma günü. Ondan sonra rahatım, akşamı biraları alıp geleceğim tuzlu fıstıkla.
Birkaç hafta önce bir arkadaşım Siverek’teki fakir halk için kullanılmış ayakkabı kampanyasından bahsetmişti. Mahmut hiç kullanmadığı ayakkabısını getirerek hocam bu ayakkabı ayağımı sıkıyor bunu gönderelim, dedi. Mahmut helal olsun ilk bağışı yapan sensin dediğimde, bir kahraman edasıyla kamburunu geriye iterek gururlandı.
Belli ki beni çok seviyordu. Ona var olduğunu hissettiren tek insan benmişim gibi bulunduğumuz ortamlarda sadece bana bakardı. Benimle sessiz bir iletişim kurmayı öğrenmişti.
Salı günü okula gittiğimde Öğrencilerim Mahmut öldü, dediler. Bırakın şakayı, dedim. Kendim de şakacı birisi olduğum için inanmadım.
Teneffüste okulun arkasına gittiğimde Mahmut’un sessizce saklandığı köşe daha bir sessiz geldi. Mahmut nerde, dedim arkadaşlara. Hastahanede, dediler. Neyi var, dedim. Kalp krizi geçirmiş, stent takmışlar, yoğun bakımda Avcılar Hastanesi’nde uyutuluyor, dediler.
Cuma günü karneleri dağıtıp ziyaretine gidelim, dedim. Birçok arkadaşım sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra kafa sallayarak onayladı.
Çarşamba akşamı erkenden uyudum.
Perşembe sabahı yataktan çıkmak için mücadele ederken öğrencim Serdar aradı.
Hayırdır Serdar sabah sabah, dedim. Mahmut ölmüş hocam, dedi.
Tamam Serdar başımız sağ olsun, dedim ve telefonu kapattım, bir anda gözyaşlarım içime birikti, ağlayamadım, içime bir ağırlık çöktü, yutkundum.
Yarın gece Mahmut’un evine gitmeyi planlıyordum ve bira içip Mahmut’un hayat hikâyesini, yetiştirme yurdu maceralarını ve bu sessizliğin ardındaki yaşanmışlıkları ya da yaşanmamışlıkları tuzlu fıstık ve bira eşliğinde dinleyecektim.
Okul müdürü akşamüstü mesaj attı, Mahmut’un cenazesi yarın cuma namazından sonra Ümraniye’deymiş, karneleri erkenden dağıtıp Mahmut’u, kimseye anlatmadığı öykülerini toprağa verip geleceğiz.
Biliyorum birkaç gün sonra yine kimse Mahmut’un varlığını hatırlamayacak, ama o teneffüslerde okulun arka bahçesinde yine aynı köşesinde benim gelmemi sessizce bekleyecek. Kimse görmeden ellerini dudaklarına götürerek işaret edecek ve ben de gülümseyerek ona bir sigara ikram edeceğim.
Mahmut’un öyküsü de yaşamı gibi yarım kaldı. Yarın karne günü bütün öğrenciler heyecanlı. Ben de gözyaşları içinde Mahmut’un yarım kalmış öyküsünü anlatıyorum.
Yarın Cuma, hoca içli içli sala verecek. Cenaze namazını kılacağız ve ardından imam, cemaate dönerek:
Merhumu nasıl bilirdiniz, diyecek.
Mahmut’a ve yaşadıklarını dinlemeye zaman ayıramayan biz: İyi biliriz, deyip olmayan hakkımızı helal edip geleceğiz.
Ve ardından paspal ve yıkanmamasından şikayet edilen Mahmut’u tertemiz edip hiç giyemediği damatlığını giydirerek toprağa vereceğiz.
Aç gözlü olmadığı halde mezarına adet olduğu üzere birkaç avuç toprak atıp sessizce dağılacağız.
21.01.2016-23.30-İstanbul
YORUMLAR
Ne yalan soyleyeyim ben uzulmedim.
Yani en azindan kendini anlatti diye arkasindan eglenilmesini yada donecek dolaplari uzerinden yapilacak primleri engellemis anlatmayarak. Evet bu dunyada iyi seylerde oluyo tabi ki ama artik kotulerin dunyasi oldugu gercegini gormezden gelemiyorum
ALLAH RAHMET EYLESIN
Çok üzüldüm Mahmut için başımız sagolsun hocam. Ben hikayenin yarim kaldığını düşünmüyorum, aslında Mahmut gibi çok insan var hayatımızda, daha duyarli olmayı, bir insani dinlemenin önemini vurgulamissiniz, üzülerek ama beğeni ile okudum. Tekrar başımız sağolsun.