- 1053 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
KAHROLASICA KÖY ENSTİTÜLERİ(!) - KAHROLASICA İMAM HATİPLER(!) -4-
Yıl 1979…Henüz ihtilal yapılmamış. TÖB-DER li olan İmam-Hatip Lisemizin Müdürü ( Yanlış okumuyorsunuz Manavgat İHL Müdürü TÖB-DER liydi.) Ülkücü öğretmenler tarafından şikayet edilmiş ve okula bakanlık müfettişleri gelmişti.
Bakanlık müfettişleri her öğretmen gibi benim de ifademi alıyorlar… Sordu içlerinden biri bana ‘’ Okul müdürü ayağın sakat olduğu halde sana beden eğitimi dersi vermiş. Şikayetçi misin?’’ Cevap verdim: ‘’Adam nereden bilsin benim sakat olduğumu? Ben okula gelmeden programı hazırlamış ve bir kaç saat ek dersi olsun diye beden eğitimi vermiş. Zaten en fazla iki ay sürdü. Sonra aldı bu dersleri benden. Şikayetçi değilim.’’
İkinci soruya geçti müfettiş bey:
-Okul kitaplığında zararlı yayın bulunduruyormuş. Mesela ‘’Ay Işığı Hoşça Kal’’ diye bir kitap var. Gördün mü?
-Gördüm o kitabı. Hatta okudum da merak ettiğim için.
-Sence zararlı bir kitap mı?
-Sayın müfettişim. Ona karar verecek olan siz değil misiniz? Buyurun okuyun, bakın zararlı mı değil mi?
Okul müdürü o soruşturmadan yırttı ama daha sonra Kahramanmaraş Katliamını protesto etmek için -kendisi gibi diğer on bir öğretmenle birlikte- kaymakamlığa dilekçe verip ‘’ Bu gün Kahramanmaraş katliamını protesto etmek için okula gitmiyoruz’’ dedikleri ve gerçekten de gelmedikleri için Konya’nın bir ilçesine sürgün edilmekten yırtamadı 12 Eylül ihtilalinden sonraki dönemde. ( Oysa diğer okullardakiler o gün hep hastalanmış(!) rapor almışlardı. Bizimkiler bayağı cesurdular. Diğer okullardaki protestocular Manavgat’ta kalırken bizimkilerin alayı sürüldü, neredeyse tamamı daha sonra dönseler de.. )
İşin ilginci nedir biliyor musunuz?
1979 yılının sonlarında bir kitap yüzünden soruşturma yiyen bu vatandaş ve onunla aynı zihniyette olanlar 1981 yılında okulumuzun 5. Sınıfından bir öğrencinin yazdığı ve bastırdığı ( Yanlış okumuyorsunuz. Bir Lise2. Sınıf öğrencisinin yazdığı ve bastırdığı) ‘’Ay Öldürüldü’’ adlı kitabın ön sözünü yazdığım için benim hakkımda savcılığa suç duyurusunda bulundukları gibi içlerinden biri o öğrencinin ( Şu anda edebiyat öğretmeni olan Ali Mustafa Yılmaz’ın) Boğazına sarıldı ‘’Ulan sen nasıl kitap yazarsın?’’ Diye…Dikkatinizi çekerim: ‘’ Nasıl böyle bir kitap yazarsın?’’ Diye değil, ‘’Nasıl kitap yazarsın’’ Diye öğrencisinin boğazını sıktı bir öğretmen.
Tabii ki ben de öğrencim Ali Mustafa da yırttık o davadan. Hatta Ali Mustafa çocuk olduğundan ona dava açılamamış, bana ise savcılık takipsizlik kararı verirken hemşerimiz olan savcı, daha sonra babama ‘’ Oğluna söyle o faşistlerle öyle fazla takılmasın.’’ Demişti.
Neyse…1983 de o okuldan tayinim Batman Lisesine çıktığında arkamdan ‘’ Manavgat’tan bir faşist eksildi’’ diyenlerin sayısının hiç de az olmadığını biliyorum.
***
Yıl 1985 filandı yanlış hatırlamıyorsam.
Batman Lisesinin kitaplığında bulduğum Gogol’un ‘’ Evlenme’’ adlı piyesini okudum ve ‘’ İşte bunu oynayabiliriz Temsil ve Müsamere Kolu olarak.’’ Dedim. Ancak biliyordum ki İl Milli Eğitim Müdürlüğü bu esere asla izin vermezdi. Eserdeki tüm isimleri Türk ismi yaptım. Olayı Türkiye’de geçen bir olay haline soktum. İsmi de ‘’ Acayip Bir Evlilik’’ oldu. Yazarı: Sami Buber ( O zaman soyadım Buber’di 1989 da Biberoğulları olarak değiştirdim.[ Gogol’un Evlenme adlı eserinden esinlenerek tarafımdan yazılmıştır.] )
Bir ay sonra cevap: ‘’ Müdürlüğümüze gönderdiğiniz ‘’Evlenme’’ adlı piyes tarafımızdan incelenmiş olup milli ve manevi değerlerimiz ile Türk aile yapısına uygun görülmediğinden, oynanmasına izin verilmemiştir’’ ( ‘’Oynanmasına izin verilmemiştir olaylarımın başlangıcıydı bu. Daha sonra Necip Fazıl’ın ‘’İbrahim Ethem’’ adlı piyesini oynamak istediğimizde de, kendi yazdığım ‘’Pembekol’’ adlı piyesi oynamak istediğimizde de başka gerekçelerle izin verilmedi. Başka yerlerde ve zamanlarda tabii ki.)
Benim gibi bir adamın elinde tamamen milli ve manevi değerlerimize nokta kadar saldırısı olmayan hale getirilmiş hatta artık Gogol’un olmaktan tamamen çıkmış olan piyes reddedilmişti.( Ya durun ama adamlar acaba ‘’Ulan şimdi Gogol telif hakkı diye tutturur, bu Sami denen deli yüzünden biz de okka altına gireriz’’ filan diye mi düşünmüşlerdi yoksa? Bak bunu düşünmemiştim hiç. Şimdi aklıma geldi. Gogol’un kim olduğunu, çoktan ölmüş olduğunu bilecek kapasitede olmayan bu herifler öyle düşünmüş bile olabilirlerdi gerçekten de.)
Ama sadece bu kadar olsa iyi.
Aynı yıl hemşerim olan okul müdürümüzün beni müdür yardımcısı yapmak için verdiği dilekçe de yine hemşerime ‘’ Ya o Sami Hoca Komünist. Nereden buldun onu müdür yardımcısı olarak?’’ Denilmek suretiyle geri çevrilmişti.(Özel olarak tabii ki, resmi değil.) Arkadaşım hemşerim okul müdürü ‘’ Yahu hani bana komünist deseniz eyvallah, çünkü solcuyum ama arkadaşın komünizmin K harfiyle bile ilgisi yok’’ dese de müdür muavini olamadık. Çok daha ilginci bizim eseri Türk aile yapısına ve milli değerlere uygun bulmayanlar hiç bir özel günde toplumun karşısına çıkıp ‘’Aziz Türk Milleti’’ diye bir ifade kullanmadıkları gibi aslında ‘’Türk’’ kelimesi bile onlarda alerjiye sebep oluyordu.
Uzun lafın kıssası: Köy enstitüsü yıllarında da bu gün de bir insanın komünist ya da faşist, gerici ya da aydın diye nitelendirilmesi o kadar ucuz kriterlere bağlıydı ki.
Ben bile Manavgat’ta faşist, Batman’da komünisttim (!)
Köy Enstitülerinin aslında kimler tarafından kapatıldığını, hangi siyasi endişeler nedeniyle kapatıldığını anlatacağım ileriki bölümlerde. Hasan Âli Yücel’in 1946 da Bakanlıktan alınması. Daha doğrusu kurulacak yeni kabinede ona görev verilmemesi, bu arada tam üç yıl komünistlikle ilgili hakkında açılan davalarla uğraşması…Evet bunları hep ele alacağım ama madem ki hep komünistlik, komünistlik dedik o halde koy enstitüleri deyince akla gelen ilk isim olan Hasan Âli Yücel’in bizzat kendi kaleminden okuyalım komünist olup olmadığını.
Hasan Âli Yücel Diyor ki:
“Beni yıllardan beri zorla komünist yapmaya uğraşanlar iyice bilsinler ki, ben ne komünist oldum ne de olacağım”
DİNLE BENDEN
….“Dedikodu denilen bulaşıcı hastalık,
Öyle nüksetmişti ki, vermiyordu aralık.
Türkiye’de benmişim komünizmin banisi, ---( bani=kurucu)
Biraz daha hafifi, komünistler hamisi!...--------(hami=koruyucu)
Bu söz yargıç önünde söylendi çekinmeden;
Allah’ın huzurunda şimdi neyler söyleyen?
Kafalar işlemeden bol bol dırdır edildi;
Bu ne biçim ağızdı, bu ne zehirli dildi?
Kaç kişi bilir bizde, komünist kime derler?
Komünizmi bilmeden boşuna laf ederler.
Komünist ne düşünür anladın mı şimdi sen?
Her önüne geleni suçlar mısın bilmeden?
Sürülürse ezberden vatandaşa bu leke,
Komünistlik o zaman olur büyük tehlike.”
HASAN ÂLİ YÜCEL.
*********
Köy Enstitülerine karşı olanların en fazla karşı çıktığı konulardan birisi de bu okulların karma okullar olmasıydı. Yani kız ve erkek öğrenciler bir arada öğrenim görüyorlardı. Şimdi denilebilir ki ‘’Ne yani memlekette erkekler ayrı, kızlar ayrı okullarda mı okuyorlardı?’’ Elbette ki hayır ama köy enstitüleri bilindiği gibi yatılı okullardı. Bir yatılı okulda kız ve erkek nasıl olurdu da birlikte öğrenim görürdü?
İşte bu konuda da bazı söylentiler dolaştı ortalıkta. Yani kız öğrenciler ile erkek öğrenciler arasında gayrı meşru ilişkiler olduğuna dair söylentiler…
Burada hemen bir hususu belirteyim: Bizzat kendi yaşadığım dönemlerde bile karma eğitim yapılan okullarla ilgili olarak öne atılan iddialar içinde en sık dillendirilen oldukça iğrenç bir iddia vardır. Şimdi yazdığım zaman mutlaka okuyucu ‘’Aaa bunu ben de duymuştum.’’ Diyecek.
Karma eğitim veren okullarda ve özellikle kız öğrencilerin kaldıkları yurtlarda ( Üniversite öğrencilerinden bahsediyorum ) okulların tuvaletleri sık sık tıkanır. Okul idaresi tıkanan tuvaletleri açtırmak üzere usta-işçi filan getirirler. Bu usta ve işçiler tıkalı boruları açtıklarında o boruları tıkayan şeyin cenin olduğunu görürüler hep. Yani kızlar erkeklerle cinsel ilişkiye giriyor, bu ilişki sonunda hamile kalıyor, sonra kendi kendini kürtaj yapıyor ve cenini tuvalet deliğine atıyor. Bu gayrı meşru ilişki ceninleri o kadar çok oluyor ki tuvaletlerin boru ve kanalizasyonunu tıkıyor.
Kafasında bir gram bile olsa beyin taşıyan bir insanın kabul edebileceği saçmalıklar değildir bunlar ama gelin görün ki bunlara inanan o kadar çoktur ki. Kimse sorgulamaz’’ Yahu neden tuvalette kürtaj?’’ Diye. Kimse sormaz ‘’Kendi kendini kürtaj etmek o kadar kolay bir şey mi?’’ Diye.
Benim Rahmetli kayınpeder koyu bir Tansu Çillerciydi bir dönem. Sonra bırakıp Mesut Yılmazcı oldu. Sebep: Tansu Çiller nasıl olur da Bill Clinton ile baş başa görüşme yapar. Ya Bill Clinton ona bir şeyler yaptıysa?
Düşünün ki 1982-1983 yılında bile hâla bu kafayı taşıyoruz. 1940 lı yılları tahayyül bile edemiyorum.
21 Köy enstitüsünden 10 yılda hepi topu 1308 bayan öğretmen mezun olmuş ve tüm kıyamet bu 1308 bayan öğretmenin -kirlendiği iddia edilen- namusu üzerine kopuyor. Evet bu 1308 bayan öğretmen ya da o dönemlerde henüz öğretmen adayı olan bu kızlar sorun. Çünkü bu kızlar köylerinde başları örtülü, şalvarlı, bildiğin elleri kınalı köylü kızlarıyken köy enstitülerinde beden eğitimi derslerine - okullarda bu gün bile asla görmediğimiz- kısa etekler, şortlar ve kısa kollu bluzlarla çıkıyorlardı. Bu gün bile kabullenmekte zorlandığımız bu kıyafetlerin o günlerde kabullenilmesi hayli zordu. Dolayısıyla da köy enstitüleri ile ilgili olarak da tuvaletlerde cenin iddiaları vardı, hatta tuvaletlerden cenin çıkması iddiaları ilk olarak -büyük ihtimal- köy enstitüleri ile başlamıştı. Ama işin doğrusu halk arasında böyle söylentiler dolaşıyor olmakla birlikte resmi şikayetlerde bu gibi hususlar yoktu. Ya ne vardı resmi şikayetlerde?
Köy enstitüleri ile ilgili olarak yapılan resmi bir kaç şikayette dile getirilen hususlar şunlardı: Bir erkek öğrencinin bir kız öğrenciye, onu evlenmeye zorlayan mektup yazdığı, bir kız öğrencinin hamile kaldığı vs…
Araya yine bir anı sıkıştırayım da konu yumuşasın az.
1991 yılıydı sanırım. Kocaeli Akmeşe Y.İ.B.O Müdürü, arkadaşım Necati Yeşilyurt’un odasına kızı Esra girdi ve babasına bir kağıt uzattı. ( Unutmadan ..Esra henüz 12 yaşında filan) Müdür Necati Bey kağıdı alıp okuyunca gördü ki Esra’nın sınıf arkadaşı bir velet ( Tabii ki o da aynı yaşlarda) Esra’ya aşkını ilan etmiş ))))))))
Müdür Necati. Kağıdı bana uzattı. Baktım bu bir aşk mektubu. Yazanın adını unuttum ama ona da Mustafa diyelim.
Kendi kendime ‘’ Oğlum Mustafa, şıçtın ki tam sıçtın. Ha bu müdür seni ayağından bahçedeki ağaçlara asmazsa ben de bir şey bilmiyorum’’ Diye düşünüyorum. Müdür, gerektiğinde son derece sert bir adam… Böyle düşünüyorum çünkü müdür Necati, hem imam-hatip çıkışlı bir öğretmen hem de bizim okula İstanbul- Kartal İmam Hatip Lisesi Müdür yardımcılığından atanmış.
Daha önce beş sene imam-hatip lisesinde çalışmış olduğum halde hâla bende de var o ön yargı: ‘’ İmam-Hatipli müdür bu meseleyi namus meselesi yapacak, Mustafa’nın bilumum kemiğini kıracak.’’
Nitekim Müdür Necati nöbetçi öğrenciyi çağırdı ve ‘’ Git bana filanca sınıftan Mustafa’yı çağır’’ dedi.
Az sonra Mustafa geldi ve Esra’yı babasının odasında , mektubunu da masanın üzerinde görünce titremeye başladı.
Müdür Necati, Esra’ya ‘’Sen çık kızım’’ dedi ve Esra çıkarken ayağa kalktı. Ben pozisyon alıyorum. Mustafa’ya fazla girerse müdahale edeceğim. Hafiften okşarsa karışmayacağım.
Necati Bey Mustafa’ya yanaştı ve elleriyle kafasından tutup alnından öptü.
Resmen şok oldum.
Devam etti müdür : ‘’ Bir okul müdürünün kızına aşk mektubu yollayacak kadar cesaretlisin. İşte bu cesaretinden dolayı seni takdir ettim. Şimdi git güzel güzel oku. Adam ol. Ondan sonra gel iste kızımı. O vakit düşünürüz ve gereği neyse yaparız. Haydi şimdi doğru sınıfına…Haa bir daha da böyle mektuplara kafa yorma. Derslerine çalış.’’
Yani efendim karma eğitim veren okullarda olur böyle aşk olayları. ‘’Kesinlikle yoktu, yalaaann..İftiraaa…’’ diye yırtınmanın anlamı olmadığı gibi bunu alıp ‘’ Atılan ceninler yüzünden tuvaletlerin kanalizasyon boruları tıkanıyordu.’’ Demenin de mantığı yok. Benim orta I. Sınıfı okuduğum ve tamamen erkek öğrencileri olan Erzurum- Gazi Ahmet Muhtar Paşa Orta Okulunda erkek öğrencilerin yine kendileri gibi erkek olan öğrencilere yaptıkları sapıklıklar yanında öğrencim Mustafa’nın, öğrencim Esra’ya yazdığı mektup son derece masum bir şeydi.
Köy enstitülerinde kız erkek ilişkileri nasıldı peki?
Köy Enstitülerinin yetiştirdiği en tanınmış kişilerden biri olan Talip Apaydın diyor ki:
‘’Kızlar çok sıkı denetim altındaydı. Kadın öğretmenler alıcı kuş gibi, hep etraflarındaydılar. Şunu söyleyeyim, ‘köy enstitülerinde erkek- kız ilişkileri başıbozuk imiş, kontrol altında değilmiş.’ Hayır tam tersiydi. Son derece dikkat edildi buna. Çünkü kız öğrenci bulmakta çok zorlandılar.”
İşin doğrusu gerçekten de kız öğrenci bulmakta bu kadar zorlanan ve on senede sadece 1308 mezun veren…
Gelin bir hesap yapalım ( Tam doğru bir hesap olmayacak ama…) Köy enstitüleri ilk mezunlarını 1942 de verdiğine ve 1954 yılında kapandığına göre demek ki 12 seneden bahsedeceğiz O halde 1308: 12 = 109 Yani her sene verilen mezun sayısı 109.
Toplamda 21 Köy Enstitüsü olduğuna göre:
109:21= Yaklaşık 5…Yani her köy enstitüsünden bir senede 5 bayan öğretmen mezun oluyor.
Hesap gerçi tam değil, zira bazı köy enstitüleri bu arada kız köy enstitüsü olmuş ve yine bu arada bazıları 1954 den önce kapatılmıştı ama yine de üç aşağı beş yukarı pek de yanlış bir hesap değildir her köy enstitüsünden her yıl sadece beş bayan öğretmenin mezun olduğu.
Şimdi size bir soru. Amacınız her ne olursa olsun, kız öğrenci bulmakta bu kadar zorlandığınız bir dönemde ve insanların gözü bu kadar üzerinizdeyken bu okulların tuvaletlerinin ceninle dolu olmasına izin verir miydiniz? İkinci bir soru da. Her yıl sadece beş tane mezun verebilen bu okullardaki tüm bayan öğrenciler, birilerinden hamile kalıp sonra da karınlarındaki bebekleri tuvaletlerde düşürseler bile o tuvaletlerin delikleri tıkanır mıydı?
Ama…
Öte taraftan özellikle 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramlarında görünen manzara şuydu: Kızlar önceleri pantolonla katıldıkları bayramlara giderek kısa eteklerle katılmaya başlamışlardı ve etek boyları devamlı kısalıyordu. Bu durum gelecekte bu kızların daha da açılacak olmalarının ayak sesleri miydi?
Maalesef öyleydi. Ne kadar çok açılırsak o kadar medeni oluyorduk çünkü: Medeniyetimizin ölçüsü kızlarımızın etek ölçüleriyle ters orantılıydı(!) Etekler kısaldıkça daha çağdaşlaşıyor, daha medeni oluyorduk. Öyle ki yakın zamanlarda şu en son resimde gördüğünüz manzara bile yetmemeye başlamıştı. Daha da çağdaş, daha da medeni olmalıydık.(!)
Evet…Aslında köy enstitülerinden bu güne 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramları resimlerine bakarsanız 1940 lı yıllarda insanların köy enstitüleri ile ilgili bu kadar çok dedikodu üretmelerinde onların da kendilerince haklılık payına sahip olduklarını görürsünüz.
Bu gün hâla o eski fotoları yayınlayıp’’ Geçmişte ne kadar medeniydik. Bir de şimdiki halimize bakın. Çağdaşlık da, medeniyet de gittiği gibi laiklik temelli tehlikede ‘’ Diyenler nasıl laikliğin gittiğinden korkuyorlarsa o günlerde de insanlar her 19 Mayıs Bayramında kısalan etek boyları sebebiyle ‘’Eyvah…Ar, namus, haya gitti. Ar, namus, haya gidince de iman gitti, din gitti’’ diye endişe ediyorlardı.
Evet…bu günlük de bu kadar. Devamı bir dahaki bölüme…
RESİMLER
1- Köy Enstitüsü fikrinin babası ve Köy Enstitülerinin kurcusu İsmail Hakkı Tonguç
2- 1940-1946 Yılları arasında MEB Bakanı olan ve Köy Enstitüleri denince akla ilk gelen kişi: HasanÂli Yücel
3-Köy Enstitülerinin yetiştirdiği en ünlü kişilerden olan yazar Talip Apaydın.
4-Gogol’un ’’ Evlenme’’ adlı pyesi de dahil üç eserinin olduğu bir kitap
5-Ön sözü tafafımdan yazılmış Öğrencim Ali Mustafa Yılmaz’ın İHL Lise kısmı 2. Sınf öğrencisiyken yazdığı ’’Ay Öldürüldü’’ Adlı Romanı.
YORUMLAR
Hocam önceki yorumun benzeri olacak belki ama Atatürk ilkeleriyle bağdaşmayan bir aydınlanmayı bize ATATÜRKÇÜLÜK diye yuturmaya çalışanların uğraşları diye düşünüyorum bu olanları ATATÜRK hayatta olsa idi Vatanına Bayrağına düşman bir nesil yetişmesine müsaade etmezdi diye düşünüyorum Heleki şu çağdaşlığı kızların giyimiyle ölçen çağdaş aydınlarımıza tepkisi ne olurdu diye emeğinize sağlık saygılarımla
Kıymetli Hocam
Yazınızı okurken aklıma geldi yıllar önce televizyonda on dokuz mayıs törenleri yayınlandığında hacı annem bizlere kızardı kapatın şu televizyonu nedir bu kızların hali yazıktır günahtır derdi. Bende dahil ağabeylerim yav anne bunda ne var gayet normal derdik hatta belki de bilinç altımızda annemizi küçümserdik.
Buna paralel gelen bir anımı izninizle paylaşmak istiyorum sanırım on beş yıl kadar Önceydi Kadıköy sahrayı cedit’te bir aile dostumuz da misafirdim. yeğenim Onurda akşama gelip beni arabayla alacaktı. Derken yeğenim telefon edip işinin uzadığını geç geleceğini söyleyince bende gelmene gerek yok sen doğrudan geç ben bir taksiye atlar giderim dedim. Misafir olduğum evin sahipleri de taksiye binmene gerek yok buradan karşıya gece tarifesi çok yazar biz seni Kadıköy iskeleye bırakırız oradan taksime sabaha kadar çalışan minibüs dolmuşlar var onlara biner taksime gider oradan da k,m paşaya giden dolmuşlara binersin dediler. Öyle olunca da geç saate kadar oturduk beni Kadıköy'e bıraktıklarında saat ikiye geliyordu dolmuşa bindiğimde şoför dahil üç erkektik diğerleri sanırım on beş yirmi beş yaş aralığında genç kızlardı belli ki, taksimdeki barlara eğlenmeye gidiyorlardı. Taksime vardık uzun zamandır taksime inmemiştim hadi bir istiklalde yürüyeyim dedim nara atanlar bağıranlar çağıranlar falan derken birde bıçaklı kavganın ortasında kalınca vaz geçtim dönüp dolmuş durağına gittim. Kısa sürede minibüs doldu, dolduğunda bu kez içerde erkek olarak yalnızca şoför ve ben vardım diğerlerinin hepsi aynı yaş aralığında genç kızlardı. Ve hemen hepsi çakır keyif ya da ileri derecede sarhoştu. İçeride keskin bir alkol kokusu vardı. Hemen arkamda ki koltukta oturan kız da oldukça sarhoş bir şekilde yanındaki arkadaşına o akşam bardan sonra gittikleri erkek arkadaşlarının evinde yaşadıkları heyecanlı anları anlatıyordu ve net bir şekilde de duyuluyordu. Emin olun konuştuklarını burada anlatamam sadece şunu söyleyeyim sanırım bunlara banyo düşmüş ve çamaşır makinesinin üzerinde heyecanlı anları yaşamışlar.
Hocam orada mısınız???''
Ha tamam, nerede kalmıştık her halde partneri bencil davranmış erkek arkadaşın ana avrat sövüyordu. K,M paşaya geldiğimizde şoförle ikimiz kalmıştık son durağa yaklaşırken şoföre sordum. Her gece böyle şeylerle karşılaşıyor musunuz? diye, adamda bana abi bu ne ki nelerle karşılaşıyoruz dedi.
O kızların hiç birini tanımam ama ne fark eder onlar bu ülkenin evlatları bizim kızlarımız kardeşlerimiz yarının anne adayları vah ki ne vah.
Yıllar sonra anladım ki asıl cahil ve küçümsenmesi gereken bizlermişiz. Tamam, kızma uzatım biliyorum susayım da yobazlığım ortaya çıkmasın.))))
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL tarafından 1/20/2016 12:31:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Yorumun aklıma bir anı getirdi.
Bir iki yıl önce görev yaptığım özel bir okulda okulun müdiresi hanım oldukça öfkeli bir şekilde söyleniyordu.
Efendim Mehmet Şevki Eygi var ya...Hani bu günlerde hükümete karşı yaptığı bazı söylemler sebebiyle Atatürkçülerin (!) ( Buraya bir ünlem koyalım hemen ) göz bebeği haline gelen dinci yazar. İşte o...O sene demiş ki '' Ne bu kız öğrencilerin kıyafetleri böyle, baldır, bacak her şey ortada'' Bizim müdire hanım küplere biniyor '' Ulan pezevenk sen o kızların baldırına bacağına bakacağına gözlerindeki ışığa bak. Sapık herif '' diye. ( Bu günlerde unuttular bu olayı nedense ama yine de ona buna balık hafızalı demeye devam ediyorlar''
Aradan zaman geçti. Bir kız öğrenci başında türbanla sınavlara geldi. O zaman o kızın kafasındaki örtüye değil de gözlerindeki ışığa bakmak aklına gelmedi nedense. Çocuğu dışarı çıkarttı ve başını açtırdı.
Şimdi denilebilir ki ''Hocam, o dönemlerde yönetmelik '' Başı kapalı okula giremezsin'' diyordu'' Doğru. Yönetmelik öyle diyordu. Ama aynı yönetmelik göbeği açık okula gelemezsin de diyordu. Pechingli burnunu sınıf kapısından içeri sokamazsın da diyordu. Okula eşofmanla gelemezsin de diyordu ama bu dediklerimin hepsi okula gelebiliyordu. Tek, başı kapalı gelemiyordu. Pardon, kayıt olurken parası alındığında geliyordu. Sonra gelemiyordu:
Ve bu anlattıklarım 2002 yılından çooook çok sonraları oluyordu. Birde daha öncesini düşün artık.
Ben de uzattım.
Selam ve sevgilerimle.