- 959 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
MİHRİMAH, RÜSTEM’İ NİÇİN BOŞADI? -1-
Herkes içine ediyor tarihin. Azıcık da biz edelim bakalım.
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Devlet-i Âl-i Osmanının en kudretli dönemleriydi. İşte bu dönemde Padişah Kanuni bir taraftan kanunu ile muhteşem besteler yaparken diğer taraftan da Harem-i Hümâyunda atlama sporları ile meşgul oluyor, önüne gelen cariyenin üzerinden ‘’Hoop’’ diye atlıyordu. Annesi Kırım Hanının kızı Gavur Hafsa, biricik evladının bu hallarine üzüm üzüm üzülüp ‘’Evladım, yapma etme, bir tarafını kıracaksın.’’ Diye uyarsa da anasına aldırış etmiyor atlamaya devam edip duruyordu.
Hafsa Sultan baktı bu bu öyle olmayacak. ‘’ Bari şuna bir avrat alayım da onunla oturup evcilik oynasın. Yoksa maazallah bir yerini kırarsa ne olur koskoca Devlet-i Âl-i Osmanın hali?’’ diyerekten onu yine kendisi gibi bir gavur olan Roksalan adlı Ukraynalı bir afetle dünya evine soktu. Maksat başı bağlansındı. Eğer başı bağlanırsa artık öyle atlayıp duramazdı.
Kanuni aslında her ne kadar on üç seferde ordusunun başında olup ülkesine nice nice ülkeler katarak ülke topraklarını yirmi milyon kilometre kareye çıkarmış idiyse de aslında dam budalası bir adamdı. Roksalanı görünce ağzı açık ayran budalası gibi baktı, baktı, baktı…Roksalan da onu gördüğü anda ‘’Sülmannn’’ Dedi ondan sonra da bir kez olsun adam gibi ‘’Süleyman dediğini duyan eden olmadı.
Kanuni’nin hareminde onca fıstık gibi cariye olmasına rağmen işte bu Hürrem’e karşı olan dam budalalığı yüzünden herkes onun Abaza asıllı olduğunu düşünürdü.
Derken efendim Roksalan’a Hürrem dediler ve Kanuni olacak dam budalası, Roksalan’la yani Hürrem’le evlendikten sonra artık cariyelerin üzerinden atlamaz, hatta uzun eşek bile oynamaz oldu. O artık günlerini yine Harem-i Hümâyunda ama bu sefer sürekli olarak Hürremle evcilik oynayarak geçirmeye başladı.
Bu arada Hürrem seri üretime başlamış ve önce Mehmet, hemen ardından Mihrimah, akabinde Selim, Bayezıd, Cihangir, bir sürü veled dünyaya getirmişti. Arada ölenler de olmuştu.
Tabii ki bu evlatlardan Mihrimah evin tek kızı olduğu için birazcık şımarık büyütüldü. Hatta öyle ki erkek kardeşleri yamalı patolonla gezerken Mihrimah’a Paristen esvap alıyorlar, Hatta Victoria’s Secreet denilen bir hatunun ilk ürünleri Osmanlı sarayına getiriliyor ve Mihrimah ‘’ Beğendim’’ derse satın alınıyordu.
Eeeee kız kısmını bu kadar şımartır ve başı boş bırakırsan ne yapar? Elbette ya davulcuya, ya zurnacıya varır.
Mihrimah önce Mehterhane davulcusu Köse Asım Efendiye aşık oldu fakat adam köse diye uzun sürmedi bu aşk. Akabinde yine mehterandan Zurnacı Şopar Üseyin’e aşık oldu lakin onu da H harflerini söyleyemediği için terk etti. Herf ‘’Mihrimah’ım’’ diyeceği yerde ‘’ Mirima’ım’’ diye hitap ediyordu. ‘’ Mirima ne ulan dümbük? ‘’ diyerek onu saraydan kovdurdu.
Hemen kendisine yeni bir sevgili bulması gerekiyordu lakin etrafındaki erkek kılıklıların neredeyse alayı hadımdı.
İşte yine böyle ‘’Acaba bir erkek bulur muyum?’’ Diye Has Bahçede dolaşırken bir köşedeki ahırdaki atlar gözüne ilişti. Daha doğrusu -atlar ilgi alanına girmediği için- atları tımar eden otuz beş- kırk yaşlarında bir adam… Adam atları tımar ettikten sonra arkası Mihrimah’a dönük vaziyette işemeye başladı. O anda da Mihrimah bağrdı.
-Heeey seyis. Ne yapıyorsun sen öyle?
Seyis aniden döndü.
-Atlara bakıyorum sultanım.
Mihrimah ‘’ İşte aradığım erkek. Hadım filan değilmiş’’ Dedi içinden. Sonra tekrar konuştu adamla.
-Adın ne senin?
Adam boynunu büktü.
-Rüstem kulunuz.
Mihrimah:
-İyi…Yarın ananı babanı yolla saraya. Beni istet babamdan.
Rüstem neredeyse şaşkınlıktan olduğu yere yığılıp kalacaktı.
-Sultanım. Kanuni seni bana vermez. Haydi o verse bile anan olacak gavur hiç vermez.
Mihrimah müstehzi bir edayla ( Yani alaycı bir tavırla) güldü.
-Sen işin o kısmını bana bırak.
Daha sonra sırtını döndü ve hızlı adımlarla yürüyerek saraya girdi.
İşin ilginç tarafı anası olacak gavuru ikna etmesi çok kolay oldu. Hatta anası ‘’ Yazıktır. O da insan neticede. Ne olmuş seyisse? Seyis de Allah’ın kulu değil mi?’’ dedi. Lakin Kanuni ‘’ Kızım..El alem ne der? Koskoca Kanuni kızını bir seyis parçasına verdi.’’ diye bizi tefe koymazlar mı?’’ Diye itiraz etti.
Mihrimah’da akıl çoktu. ‘’Yav baba düşündüğün şeye bak. Adamı vezir-i âzam yaptın mı kim ne karışır ki?’’ Deyiverdi.
Kanuni ‘’ Ey de kızım, vezir-i âzamlık için Deli Hüsrev Paşa’ya söz verdiydim. Ayıp olmaz mı şimdi?’’ Dediyse de Mihrimah ‘’ Boşver Allah’ın delisini. Olmadı bir bahane bul, vurdur kellesini.’’ Deyince Kanuni son bir atak daha yaptı ve Seyis Rüstem’in cüzzamlı olduğu hakkında duyumları olduğunu söyledi. Mihrimah ‘’ Hımmm dedi’ ve hemen koştu tekrar ahıra. Rüstem atlara saman veriyordu.
Hemen emretti:
-Soyun
Rüstem mahcubiyetle boynunu büktü.
-Evlenmeden olmaz sultanım.
Mihrimah.
-Salak, cim’a yapmayacağız. O sonra. Şimdi bakacağım sende cüzam ve dahi hüzzam var mı?
Rüstemi ahırın bir kuytusuna çekip anadan üryan soydu ama ne cüzzam vardı ne de hüzzam. İlle velakin - ne kadar şımarık bir kız olsa da- ‘’ Baba ben adamı soydum baktım hiç bir şey yok.’’ Diyemezdi. Lakin o dönemlerde ‘’ Üzerinde bit olan insanda cüzzam olmaz.’’ Diye bir inanış vardı. Eh hayatı ahırda geçen bir adamda bit olmayacaktı da her Allah’ın günü hamamda Hacı Şakir sabunlarıyla misler gibi yıkanan kendisinde mi olacaktı? Yine de işi şansa bırakamazdı. ‘’ Birkaç bit bul, üzerine kondur.’’ Dedikten sonra koşa koşa babasının huzuruna çıktı.
O anda kanunu ile Yorgo Bacanos Efendinin bir hane hicaz- hümayun saz peşrevini geçmekte olan Kanuni kafasını kaldırıp Mihrimaha baktı.
-Yine ne var?
Mihrimah kalbi küt küt atarak:
-Baba baba. Rüstemde cüzam var mı yok mu öğrenmek çok kolay Bakın adama. Üzerinde bit varsa cüzzam yoktur.
Kanuni sakalları sıvazladı ‘’ Şimdi sıçtık işte. Adamda bit çıkarsa kızı verdik gitti Allah’ın bir çulsuz seyisine’’ Dedi.
Bir tabip ve bir de Şair Fuzulî yi yanına alarak ahıra gittiler.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘’Tabip tamam da Şair Fuzulî ne alaka?’’ Efendim, onu da daha sonra duruma uygun bir beyit yazsın diye yanlarında götürüyorlar.
Derken Rüstem’i anadan üryan soyundurdular yine. Rüstem içinden ‘’ Bunlar ailece sapık. Kızı ayrı soyunduruyor, babası ayrı.’’ Dedi. Bu arada Kanuni, Mihrimah’a ‘’Arkanı dön’’ Demişti.
Evet…Rüstemde bit vardı. Kanuni ‘’ Pis oğlu pis. İnsan bir yıkanmaz mı? Ne bu halin?’’ Diye gürlese de artık kızı vermekten başka çaresi kalmamıştı. ‘’ Saraya gel de sadaret mührünü sana vereyim. Şanslı ibne..’’ Dedi.
Sonra Fuzuli’ye döndü.
-Sen de kukumav kuşu gibi sustun. Yazsana bir şeyler.
Fuzulî hemen yazdı kağıda:
Olucak bir kişinin bahtı kavi talihi yar.
Kehlesi dahi mahallinde anın işe yarar.[*]
[*]Kehle: Bit.
Az sonra Kanuni, Divan-ı Hümâyunu topladı ve sadaret mührünü Rüstem’e verdi. Tabii ki Deli Hüsrev Paşa Küplere bindi ve Kanuninin önüne dikilip ‘’ Ulan yalancı. Hani Ben olacaktım sadrazam?’’ diye gürledi. Kanuni de kaşlarını çattı:
-Ne olmuş kızımızın kocası olacak bir adamı sadrazam yapmışsak. Senin gözün kesiyorsa kızının kocasını önce millet vekili, sonra bakan yapana laf et de görelim cesaretini. Haydi şimdi ittir git.’’
Deli Hüsrev Paşa iyice dellendi tabii ki. Ne demek istemişti şimdi bu padişah? Millet vekili, bakan, ne demekti bunlar? ‘’ Ulan bana deli diyorlar ama bunlar benden bin beter fıttırık’’ Diye içinden geçirdi ve tekrar bağırdı:
-Millet vekili de ne demek ulan. Bakan ne?O karşısında konuşamayacağım kişi kimmiş? Resmen kıvırıyorsun. Resmen yedin sözünü.
Hemen Bakırköy’den bir fayton çağırıp Deli Hüsrev Paşayı o semte naklettiler..
Kanuni daha sonra bağırdı.
-Tiz bana Bayezıd ve Cihangir’i çağırın.
Herkes şaşırmıştı. Bayezıd ve Cihangir’i niçin çağırıyordu ki?
Hürrem Sultan koşa koşa gedi ve Kanuni’nin ayaklarına kapandı.
-Kurbanın olam padişahım, hünkarım ve dahi kocacığım. Kıyma evlatlarıma. Zavallılar sana ne yaptılar ki? Has Bahçede masum bir şekilde misket oynayan yavrularına niçin kıyacaksın?
Kanuni öfkeyle kaşlarını çattı.
- Ne kıyması, ne kuşbaşısı bre salak. Hazır Mihrimah’ın düğününü yaparken onları da aradan çıkarıp sünnet ettireyim. Böylece çifte masraftan kurtuluruz.
Hürrem o anda hatırladı Cihangir neyse de Bayezıd’ın koca kazık kadar herif olduğu, hatta arada cariyelerle kaçamak yaptığı halde henüz daha sünnet olmadığını.
Artık Seyis Rüstem değil de Vezir-i Âzam olan Rüstem Paşa 26 Kasım 1539 da kendisi otuz dokuz, Mihrimah ise on yedi yaşındayken onunla evleniyor; aynı anda da on dört yaşındaki Şehzade Bayezıd ile sekiz yaşındaki Şehzade Cihangir’in sünnet düğünü yapılıyordu.
Devam edecek…
RESİMLER: Üzerlerinde yazıyor ne oldukları.
Böyle absürt bir yazıda ne işleri var peki? Anlayan anlamıştır. Anlamayana ise ne anlatsan boş.
YORUMLAR
Hocam böylesi güzel anlamlı ve ince göndermeler le dolu bir yazı okuyacağımı başlarda hiç tahmin etmemiştim Hem mizahın kendisi vardı hemde anlayana tarihin kendisi kutlarım bu değerli yazınızı emeğinize sağlık saygılarımla
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Bu hikaye de sanki Heredot Cevdetten olmuş.
Oldukça akıcı anlatıyorsun.Tarihçiler elbette tarihi yazmalı.
Selamlarımla Sami Hocam.Yazmaya devam.
sami biberoğulları
Ben arasıra böyle Heredot Cevdet oluveririm.
Ciddi ciddi tarih yazdığım da olur.
Bu sefer biraz ciddi, biraz Heredotvari karışımı yaptım.
Selam ve sevgilerimle.
Merhaba Hocam, yazıyı heyecanla okudum ama Mihrimah Sultan kocasını neden boşadı öğrenemedim.
Eh, biraz sabırla öğreneceğiz sanırım :)
Tam bir mizahtı, Muhteşem Yüzyıl'dan daha güzel.
Tebrik ederim, selamlar.
sami biberoğulları
Bunun ikinci bölümü az gecikecek sanırım. Zira araya başka konular giriyor. Ama yine de Hürremi evlendirmeden boşamak olmazdı değil mi? Bu bölümde hele bir evlendirelim dediydim.
İkinci bölümde öyle boşanma sebepleri çıkaracağım ki sen de okuyan diğer tüm dostlar da çok şaşıracaksınız.
Selam ve sevgilerle.