- 2993 Okunma
- 18 Yorum
- 1 Beğeni
BİR TÜRLÜ ÖLEMEDİN BE BABA ! ( BİR VİAGRA HİKAYESİ )
Bu anımı kendi kardeşlerim, çocuklarım ve akrabalarım da ilk kez buradan okuyacaklar.
Yazmakla yazmamak arasında çok gidip geldiğim bir anıydı çünkü.
----------------------------------------------------------------------------------------
Çocuklar hızla büyüyor, onlar büyüdükçe masrafları da büyüyordu. İki büyüklerin lise yılları sona ermek üzereydi. Onların üniversiteye gidecek olmaları, sonra evlenmeleri, kızın okulu, özürlü çocuğumun masraflarıydı derken çok paraya ihtiyacımız vardı çookkk. İlle velakin altı nüfus sadece ve sadece benim öğretmen maaşına bakıyordu. Her ne kadar o günlerde bir ekmek 15 Kuruş (!) ve bir asgari ücretlinin maaşıyla çuval dolusu altın alınabiliyor idiyse de(!) ben ve ailem benim katır yükü maaşla (!) bir türlü iki yakamızı bir araya getiremiyorduk. Bir şeyler yapmalıydık ki biz ve evlatlarımız servet-i sâman içinde yüzelim.
Karı- koca kolları sıvadık. İşe bir örgü makinesi alarak başladık. Kazak, süveter örüyorduk. Lakin baktık biz on liraya bir kazak örerken işportada üç kazak on liraya satılıyordu. O işten battık.
Sonrasında pazarda kaneviçe satmaktan, serada domates, kabak yetiştirmeye kadar, eşimin halde kasalara domates istiflemesinden ‘’ üye yap- ürün al- ürün sat ‘’ sistemiyle iş gören pazarlama olayına kadar girip çıkmadığımız iş kalmadı. Lakin üzerimizde bir uğursuzluk, bir lanet vardı sanki. Bir sene önce kilosu 5 Tl olan domates, biz yetiştirdiğimiz sene 50 kuruşa düşüyordu. Kavunun kilosunun 150 kuruşa satıldığını görünce biz de kavun yetiştirelim diyorduk, dolu canına okuyordu canım kavunların. ‘’Üye yap- ürün al-pazarla’’ sistemine girdik; Bir tane bile üye yapamadık ama biz altı nüfus üç yağda yumurtaya ekmek banarken evimiz en zengin ailelerin bile evlerinde olmayan en kaliteli deterjan, temizlik ürünleri, kozmetik ve bilhassa sağlıklı yaşam için vitamin destek haplarıyla doldu. Cemii cümlesi elimizde kalmıştı. Vatandaş ‘’ Ne alırsan bir lira ‘’cılardan 1 liraya bulaşık deterjanı almaya almaya alışmış. Kim bakar senin 15 Tl ye sattığın en kaliteli ve tamamen organik deterjanına?
Artık elimizi kredi kartlarına uzatmaya başladık. Borç giderek gırtlağa doğru çıkmaya başladı. Borçların gırtlağa çıkmasıyla birlikte de daha önce içinden şen kahkahaların yükseldiği evimiz bir kabushaneye dönüştü. Artık neredeyse her gün eşimle ‘’ Senin yüzünden ‘’ kavgaları başladı. Fiziksel şiddet olmamakla beraber hırımız gürümüz eksik olmuyordu. Lakin bunca hıra güre rağmen kim önümüze yeni bir iş koyarsa balıklama atlamaya devam ediyorduk yine de.
Aile yuvası temellerinden çatır çatır çatlarken babamın İstanbul’dan kalkıp Fethiye’ye bizim yanımıza taşınması da işin tuzu biberi oldu. Rahmetli yetmiş sekiz yaşında ve otuz üç senelik bir evlilikten sonra üvey annemle yaşayamayacağını anlamış (!) bavulunu, valizini alıp bizim yanımıza gelmişti.
Evet…Babam bizim yanımıza gelmişti ama içinde huzur denen mefhumun H harfi bile kalmamış olan bu ev ona da dar gelmeye başladı. Tekrar İstanbul’a dönme fikri ise aklının ucundan bile geçmiyordu. Kendi evine döneceğine Fethiye Çarşı içinde tavuk kümesi gibi tek göz odası olan bir pansiyona taşındı.
Yetmiş sekiz yaşında olmasına ve yetmiş yaşına kadar her gün sofrasından bir yetmişlik rakıyı eksik etmemesine rağmen o zamanlar kırk sekiz yaşında olan benden çok daha dinçti. Kendi işini kendi görüyor, ben ve torunları ara sıra, gelini ise bayram ve kandillerde ancak yanına uğruyorduk. O da bize geliyordu ara sıra ama asla kalmıyordu. Tam dört sene böyle geçti.
Bu arada bizim saçma sapan işler dolayısıyla borç gırtlağı da geçmiş, tepemize çıkmıştı. Bu borçları ödemenin ise tek bir yolu vardı: Benim emekli olmam ve emekli ikramiyesi ile kapatmam. Nitekim de öyle oldu. Henüz elli iki yaşımda, enerjimin, bilgi ve tecrübemin zirvesinde olduğum bir dönemde emekli oldum. İkramiye ile borçları kapattık. Gel gör ki o saçma işlerden yakamızı kurtaramıyor yine önümüze çıkan her teklife atlıyorduk. Daha doğrusu eşim atlıyor, ben de onu takip ediyordum.
Ne zaman Fethiye merkeze insem oradaki okulların önünden geçerken, özellikle de zil sesi duyduğumda burnumun direği sızlıyor ama kendi kendime ‘’ Boş ver Sami. İyi ettin. El alemin sümüklü veletleriyle uğraşmaktan daha iyi olmadı mı emeklilik?’’ diye kendi kendimi teselli ediyordum.
Aslında boktan bir şeydi emeklilik. Üstüne bir de babamın hastalıkları eklenince daha da çekilmez oldu.
Evet seksen iki yaşına kadar bir kez olsun ‘’ Başım ağrıyor ‘’ dediğini duymadığım babam artık sık sık ‘’ Nefesim kesiliyor oğlum’’ ‘’ Kollarım, bacaklarım uyuşuyor oğlum. ‘’ Demeye başlamıştı. O yüzden bazı günler onun o tek göz pansiyon odasında birlikte, eşime sarılıp yatacağıma babamın minik tavşanına sarılıp yatıyordum. Kendisine çok bakabiliyormuş gibi bir de minicik bir tavşan almıştı yanına.
Bir gün kendi evimde yatarken gecenin ilerlemiş bir saatinde cep telefonum çaldı. Baktım babamın pansiyonunun altındaki ayakkabıcı Mustafa idi arayan.
-Hocam acele hastaneye koş. Kamil Amca mide kanaması geçirdi, acile kaldırdık.
Bu ilk haberle birlikte Sami’nin koşu dönemi başladı.
Acil servise girdiğimde baktım yılların dağ gibi Kamil Ağası bir kuru dal gibi ipince bir vaziyette uzanıyordu yatakta. Doktorlar serumdu iğneydi, ilaçtı derken hayata döndürmüşlerdi.
Bir kaç gün başında refakatçı olarak bekledikten sonra taburcu oldu. Taburcu olur olmaz ‘’ Baba böyle olmuyor. Ya gel bizde kal, ya da İstanbul’a kendi evine dön’’ dediysem de şiddetle reddetti. Tekrar pansiyonuna ve tavşanına döndü. ‘’ Baba haydi bize gidelim’’ dedikçe ‘’ Hele dur. Aklımda bir fikir var ‘’ diyordu.
Aklındaki fikri ikinci kez mide kanaması geçirip de sonrasında iyileşince söyledi: ‘’ Oğlum ben Huzur Eviyle görüştüm. Beni kabul ediyorlar. Oraya gideceğim.’’
Fethiye’de bir Huzur Evi olduğunu bile bilmiyordum. Nitekim yokmuş ama o sene yani 2006 yılında tamamlanmış ve bir kaç gün sonra açılıyormuş.
Şok oldum. Tam sekiz evladı olan bir babanın huzur evinde ne işi vardı?
Evet sekiz evladı vardı ama ne evlatları ne de eşi arayıp sormuyorlardı ‘’ Ne yapıyorsun, halin keyfin ne?’’ diye. Yine de olsun. El alem ne derdi. ‘’Sami Hoca babasını Huzur Evine atmış’’ demezler miydi?
Ah o el alem ahhhh. Yaralı parmağa işemeye gelince bir teki bile pantolonun fermuarını aşağı indirmez de eleştirmeye gelince herkes bir şeyler konuşur.
Bir iki hafta sonra babamın eşyalarını bizzat kendi ellerim ve iki büyük oğlumun elleriyle kayın biraderin ‘’ hameş’’ denilen araba arkasına takılan kasasına yüklerken düşündüğüm şey ‘’ Ey Sami. Bir gün senin sonun da böyle mi olacak? Bir gün gelecek bu gün dedelerinin eşyalarını hameşe yükleyen evlatların senin eşyalarını da mı hameşe yükleyecek?’’ Oldu.
Vicdanım kanıyordu ama yapabileceğim bir şey yoktu. ‘’ Amaaan ya daha iyi oldu. Huzur evinde yemeği önüne gelecek, bir telefonla anında hastaneye kaldırılacak. Valla daha iyi oldu’’ Diye kendi kendimi teselli etmeye başladım daha sonra. Babam da aynı kanatteydi ‘’Daha iyi oldu.’’ Eee. O zaman sorun neydi? Niçin içimde bir yumruk vardı? Neden boğazım düğümlenmişti? Bilmiyorum…
Evet artık babam emin ellerdeydi. Bir telefon, hooop hastane.
Bir telefon ha? O telefon belki yüz kez çaldı ‘’ Sami Bey…Babanız çok kötü. Acele buraya gelin’’ diye.
Artık Sami Bey’in Huzur Evi- Fethiye Devlet Hastanesi seferleri başlamıştı.
Sonrasında bu seferlere İzmir Bozyaka Devlet Hastanesi, İzmir Tepecik SSK Hastanesi, İzmir Tepecik Göğüs Hastalıkları Hastanesi seferleri ve Antalya Tıp Fakültesi Hastanesi seferleri de eklendi.
Şimdi İzmirli arkadaşlar sorar zaman zaman ‘’Hocam hiç İzmir’i gördünüz mü?’’ Evet gördüm. Tepecik ve Bozyaka’sını gördüm de başka da bir şeyini göremedim. Haa bir de Basmanede bir gece kerhane gibi kullanılan bir otelinde geceledik parasızlık yüzünden... Onu gördüm. Hayatımda ilk defa bir orospu ‘’ Yukarı çıkalım mı delikanlı. ‘’ Dedi bana. Nereden bilisin benim dam derdinde değil de can derdinde olduğumu.
Tepecik Göğüs Hastalıkları Hastanesinde burnunda solunum cihazının hortumu olduğu halde bahçede benden ve başka hasta ziyaretçi ya da refakatçılarından ‘’Abi Allah rızası için bir sigara’’ diye sigara dilenenleri gördüm. Böyle bir dehşeti gördüğüm halde sigaramı daha derin çektim. ‘’ Ben bu sigarayı içmezsem deliririm. Damarlarıma morfin enjekte etmek zorunda kalırım’’ Diye bahaneler ürettim kendi kendime.
Gerçekten de delirir miydim acaba? Diye sordum; ‘’ Ulan sanki akıllı bir bok musun ?‘’ diye cevap verdim.
Bütün mide, akciğer ve kalp ilaçlarını yakından tanıdım. Hatta zaman zaman indiğim hastane bahçelerinde ‘’ Aaaa o ilacı kullanmayın. Yan etkisi var onun. Babama da verdiler adam neredeyse öleyazdı’’ Ya da ‘’ Hımmm bakın o ilaç çok faydalıdır. Babama da verdiler çok iyi geldi.’’ Diye ukalalık yapmaya başladım.
Ağzımda sigara, akciğer hastalarına sigaranın zararları üzerine brifingler verdim.
Sıcak bir döşek bana artık hayal gibi geliyordu. Çok nadir kendi evimde yattığım zaman da…Yattığım zaman mı? Ne yatması? İçinde huzurun H harfi bile olmayan bir evde nasıl yatılırdı ki?
İşte o içinde huzurun H harfi bile olmayan evde bir gün yatarken telefon acı çaldı.
Ah babam ahhh… Bu sefer ambulansla gittik Tepecik SSK ya…Bir iki gün sonra da Tepecik Göğüs Hastalıkları Hastanesine. Tam bir ay kaldık hastanede. Seksen iki yaşında bir baba ve elli iki yaşında topal bir evlat olarak. Sekiz evladı, bir eşi olan bir adamın hayatta tutunacağı tek dal doktorların bile ‘’Amca daha genç ve daha sağlam biri yok mu’’ dediği topal bir orta yaşlı ( hatta baya baya yaşlı) idi.
Yoktu maalesef daha sağlam birileri.
Babamı hastaneden çıkardığımızda artık bir oksijen tüpümüz vardı. İzmir - Fethiye arasında babam oksijen tüpünü koklayarak nefes alacaktı. O haliyle taburcu edilmişti.
Ah baba ahhh. Daha fazla nefes alayım ve şu lanet maskeden kurtulayım diye oksijen tüpünü sonuna kadar açıp borç harç aldığımız ve kayın biraderin kullandığı arabanın içini saf oksijenle doldurduğunu biz anlayıncaya kadar tüp daha yolun başında bitmişti.
Babamın adeta cenazesini tekrar huzur evine getirdiğimizde Huzur evi çalışanları ‘’ Bunu niye buraya getirdiniz ki’’ deseler de aldırmadık. Babamı yatağına yatırdım ve benim huzur evi nöbetlerim başladı.
Viagrayı merak ediyorsunuz değil mi? Az kaldı sabır…
Bir gün yine evdeyken telefon çaldı. Artık alışmıştım. Mutlaka babama bir şey olmuştu. Hemen koştum. Bu sefer Antalya Tıp Fakültesine sevk ettiler. Babam derhal yoğun bakıma alındı. Ben de aşağıdaki kanepelerde uzanıyorum. Hiç kimse durumu hakkında bir şey söylemiyor.
Dört gün sonra babam tekerlekli sandalye ile aşağı indirildi. Yanında bir doktor vardı.
-Beyefendi. Siz hastanın oğlu oluyorsunuz değil mi?
-Evet.
-Babanız için burada yapabileceğimiz hiç bir şey kalmadı. Onu alın götürün.
-Götürün mü? Bu halde nereye götüreyim?
-Kardeşim…Anlatamadım galiba.Onun için yapabileceğimiz hiç bir şey yok. Onu götürün ki sırada bekleyen hastalarımızı yataklara alabilelim.
Baba gidecekti. Çaresi yok. Doktor bir poşet uzattı bana.
-Bunun içinde ilaçları ve nasıl kullanacağı var. Bunları kullanın.
‘’ Bilmediğim bir ilaç var mı diye poşeti açtım ki aman Allah’ım
-Doktor bey bir dakika…Ama bu…Bu Viagra. Seksen iki yaşındaki babamın cinsel problemleri mi varmış?
Doktor ters ters baktı yüzüme.
-Kardeşim senin babanın rahatsızlığı kalp ve solunum yolları rahatsızlığı değil mi?
-Evet de Viagra ne alaka?
-Viagrayı sadece tik kaldırmaya yarayan bir ilaç olarak bilenler için tabii ki ne alaka. Ama Viagra sadece o işe yaramıyor. Kalp rahatsızlıkları için de kullanılıyor.
Sinirlerim boşalmıştı artık. Doktor arkasını dönüp giderken babamın kulağına eğildim.
-Vay zampik Kamo vay. Viagra ha?
Babam zorlukla gözlerini açtı.
-Çişim geldi.
Hemen poşetlerden birinden ördeği çıkardım ve babamın pijamasını aşağı indirdim. Fakat altı bezliydi.
-Altın bezli. Sal gitsin baba. Ben seni bir yerlere yatırayım o zaman değiştiririz.
Daha da sinirlerim boşaldı. Artık kahkahalarla gülüyordum. Belki de deliriyordum.
-Vay zampara vay. Kıçının bezli olduğuna bakmadan Hemşireleri ve bayan doktorları hayal edip mastürbasyon yapıyorsun ha?
Normal bir zamanda olsa bu dalga geçmenin onda birini yapsam ağzıma sıçardı ama şimdi kurt kocamış ve benim gibi bir köpeğin maskarası olmuştu. Ağzını açacak mecali bile yoktu.
O haliyle kayın biraderin taksisi ile yine Huzur evine attık.
Artık üvey anneme telefon etme zamanı gelmişti. Ettim de…
-Alo anne…Kocan gidici. Gelip gör istersen. Bir daha hiç göremeyebilirsin.
Üvey annem hemen geldi. Gelmekle de kalmadı o da huzur evi sakini oldu.
Üvey annemi de huzur evi sakini yapar yapmaz ona Viagra da dahil babamın ilaçlarını tanıtıp nasıl kullanılacağını tarif ettikten sonra ‘’ Haydi size hayırlı işler. Ama bakın yeni bir kardeş daha istemiyorum. Bu yaştan sonra size de bana da ayıp olur’’ deyip üvey annemin ‘’ Bu salak ne demek istedi şimdi? ‘’ Bakışları arasında huzur evini terk ettim.
Oh beee. Rahatlamıştım. Biraz da karısı baskındı.
Lakin öyle olmadı ‘’ Baban çok rahatsız ‘’ Koş Sami. ‘’ Babanın kakası simsiyah geldi.’’ Koş Sami. ‘’ Sami yetiş. Baban bol sarımsaklı işkembe diye tutturdu ‘’ Koş Sami. ‘’ Sami koş…Baban tavanda kuşlar var diyip duruyor. Korkuyorum’’ Koş Sami.
Ve bir gün. ‘’ Sami oğlum benim çok acil İstanbul’a gitmem gerekiyor. Sen gel babanın yanında kal bir kaç gün’’ Koş Sami Koşşşş…
Üvey annemi otobüs terminaline bırakıp dönmüştüm ki baktım huzur evi kapısına bir ambulans dayanmış. Aslında vak’a-i adiyedendi bu ama yine de ‘’ Babam’’ dedim. Evet babamdı sedye ile ambulansa taşınan. Huzur evi müdürü Adem Bey bir türlü bana ulaşamamıştı. Lanet cep telefonun şarjının biteceği tutmuştu çünkü.
Yüreğim yana yana içimden çıkan ‘’ Bir türlü ölemedin be baba’’sözü tüm bedenimi ve ruhumu kavurduktan sonra dudaklarımdan öylece çıkıvermişti.
Hayret… Elli iki senedir babam olan bu adam ilk defa ağlıyordu.
Fethiye Devlet Hastanesi Acil Servisine geldik. Acil doktoru bizi hemen Antalya Tıbba sevk etme kararı aldı ama babam artık son nefeslerini kullanarak ona engel oldu.
-Doktor bey. Ölürsem de burada, kalırsam da burada.
Doktor şaşkın…Bana döndü:
-Babanızın bu hastanede bir doktoru var mıydı?
-Evet var. Mahmut Celal Karakoç.
-Tamam. Mahmut Bey’e telefon edelim. Eğer o kabul eder, sorumluluğu alırsa burada yatıralım.
On beş dakika sonra Fethiye Devlet Hastanesinin en sevilen doktoru Dahiliye Uzmanı Mahmut Celal Karakoç tüm sevimliliği ve o tonton gülüşü ile babamın başındaydı. Hemen muayenesini yaptı ve bana ‘’ Yolun sonu ‘’ der gibi bir bakış attıktan sonra.
-Kamil Amca…Kaç yıldır benim hastamsın. Ben seni kabul ederim ama burada sana faydalı olamayız. Antalya Tıbba gidin olmazsa.
Babam son bir gayretle doktorun elini tuttu.
-Mahmut Bey. Ölürsem de senin ellerinde, kalırsam da senin ellerinde. Ne olur beni artık gönderme başka yere.
Mahmut Bey ‘’ Tamam’’ dedi ve babamı servise çıkardık. Serviste bir iğne yaptıktan sonra bana ‘’ İyi merak etme’’ İşareti yapıp çıktı.
Aylardan Ramazan ayıyıdı. Akşam olmuş ve benim iftar yemeğim ile birlikte babamın içeceği yağsız çorba gelmişti. Önce babamı yedireyim dedim ama ı ıh ağzını açmadı. Öylece yatıyordu. Ben iftar ettim. Mescide gidip akşam namazımı kıldıktan sonra babamın başında Kur’an okumaya başladım.
Sahur vakti bir kez daha bir şeyler yedirmeye çalıştım ama yine kıpırtısız yatıyordu. İki damla su damlatayım dedim ağzına, şiddetle kustu. Simsiyah kustu.
Hasta bakıcı hemen gelip çarşafları değiştirdi. Peşinden hemşire geldi. Babamın çarşafını kaldırıp ayaklarına baktı ve bir şey demeden dışarı çıktı.
On beş dakika sonra Doktor Mahmut Beyle birlikte yeniden odaya geldiler. Hemşire yine çarşafı kaldırıp babamın ayaklarını Mahmut Bey’e gösterdi ve ‘’ Değil mi Hocam?’’ dedi. Mahmut Bey ‘’Susss’’ der gibi bir işaret yaptıktan sonra:
- Sami Hocam. Kamil Amcayı yoğun bakıma alıyoruz.
Kamil Amca belki onuncu kez yoğun bakıma gidiyordu.
Bir saat kadar daha geçti. Koridordan Hemşirenin sesini duydum ‘’Sami Beeyyyy’’
Hemen koridora çıktım. Daha kapı önünde görünür görünmez hemşire çok olağan bir şey söylüyormuş gibi:
-Sami bey. BABANIZ ÖLDÜ.
Ne bir duygu var, ne bir insani sıcaklık, ne his. Robottan gelir gibi bir ses ‘’BABANIZ ÖLDÜ’’ Bir ‘’Başınız sağ olsun’’ bile yok.
Ne ağlama, ne sızlama, ne bayılma, ne kafamı duvara vurma, ne saç baş yolma… Ben de robotlaşmıştım adeta. Odaya geri döndüm ve hem kendimin hem de babamın eşyalarını toplamaya başladım. İlaçları ve hiç kullanmadığı iki serum şişesini - belki fakir birilerine lazım olur- diye bıraktım. Bir ilaç hariç: Viagra
Ben ‘’ Vay zampik Kamo’’ diye dalga geçebilirdim ama bir başkasının babamın ardından ‘’ Vay namussuz. Hastane odasında seks ha?’’ demesine asla tahammül edemezdim.
Salaklık işte…Hastane personeli babamın ne halde olduğunu bilmiyor muydu? Hastane personelinden başka kimsenin eline de geçemezdi o haplar ama o anda bunu düşünecek durumda değildim. Beyin ve düşünme kavramlarını çoktan yitirmiştim zaten.
Mekanik bir şekilde hareket ediyordum. Beş dakika sonra cebimde bir kutu Viagra ile - babamın naaşını almak üzere- hastane morgu önünde beklemeye başladım. Hatta bu arada babamın cenaze defin ruhsatını filan bile almışım. Hiç farkında değilim.
Son noktayı Mahmut Bey koydu. Telefon etti bana.
-Hocam çok üzgünüm. Kendi babamı kaybetmiş gibi üzgünüm. Ben elimden geleni yaptım. Başınız sağ olsun. Allah rahmet eylesin. Hakkınız helal edin.
-Estağfurullah Mahmut Bey. Asıl siz hakkınızı helal edin.
Tarih 26 Kasım 2006 idi ve ben ‘’ Bir türlü ölemedin be baba’’ dediğim bir insanın ardından göz yaşı döküyordum, cebimde bir kutu Viagra ile.
YORUMLAR
İzninizle bu yazıyı paylaşıyorum.
Üzerine yorum yapamayacağım kadar doğal bir yazıydı.
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
sami biberoğulları
Yazımı paylaşabilirsiniz ve bundan gurur duyarım.
Özürlü kelimesine gelince. Be onu hem kendim hem evladım için herhangi birilerinden özür dilemek anlamında kullanmıyorum. Bana da itici gelen bir kelime ancak onun yerine kullandığımız engelli kelimesi bana daha da itici geliyor. Bir başka kelime var: Sakat...Aslında doğrusu da bu ama onu da maalesef çok amiyane bir ifade olarak kullanıyorlar günümüzde.
Bir başka kelime de bilmiyorum. O bakımdan özürlü kelimesini kullamıyorum maalesef.
İlginiz için çok teşekkürler.
Selam vesevgilerimle.
hüzünlü
Sonunda herkes ölüyor. İnşallah evlatlarımız bunu demeden hskkın rahmetine kavuşuruz. Ölüm acısı çekmeyiz. Allah iman selameti versin. Şefaat edilen kullardan oldun inşallah amib
sami biberoğulları
Duaların için çok teşekkürler. Rabbim cümlemize hayırlı bir yaşam ve hayırlı bir ölüm nasip etsin.
Selam ve sevgilerimle.
öncelikle Rabbim mekanını cennet eylesin babanızın
inanın okurken hem bazı yerlerde tebessüm ettim
hemde ağladım .ben sizi okadar çok iyi anlıyorumki Sami bey
aynı şeyleri iki yıldır bende yaşıyorum
nefes almakta zorlanıyor.hastane yatırmıyor
ne yapacağımı şaşırdım..Allah herkese yardım etsin
şu yazdığınz yazıdan o kadar çok ders alınacak şeyler varki
siz babaya bakmakla kendi güzel yerinizi hazırladınız ne mutlu size
baki selamlar saygılar ...
şu an babamda çok hasta ve bir poşet ilacı attım neymiş o dokunuyor bu dokunuyor
sami biberoğulları
İnan bana ne zaman babam aklıma gelse aynı anda metin Amca da aklıma gelir.
Hiç tanımadım, görmedim, görüşmedik, telefonda bile sesini duyduğum biri değil ama sanki onu yıllardır tanıyor gibiyim. Çünkü bazı yönleriyle babama çok benziyor. Yalnız benim rahmetli ilaçlarını mutlaka alırdı. Alırdı derken ona istemediği bir şeyi yaptırmak asla mümkün değildi. İstediği için alırdı.
Yaşlı ve huysuz bir hastaya bakmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. O bakımdan sana Allah kolaylıklar versin. Allah sabır versin. İşin zor ama mükafatın büyük. Sabır, sabır, hep sabır.
Benim düştüğüm hataya düşüp de '' Bir türlü ölemedin'' gibi lafları sakın etme. Hayatın boyunca bunun vicdan azabını yaşarsın ben gibi.
Selam ve sevgilerimle.
Hocam bu gibi durumlarda ne kadar evlat olursa olsun pek arayan soran olmaz Hani derler ya böyle günlerde kimin ne olduğu öğrenilir diye yazınızı içim burkularak okudum zaman zamanda göz yaşıma engel olamadım Babanıza ALLAHTAN rahmet dilerim sizede huzur dolu günler saygılarımla
sami biberoğulları
Hayat işte...İnsan hiç bir zaman ne idim dememeli. Ne olacağım demeli.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler benden.
Merhaba Hocam,
Bazı hayatlar film gibidir ya, sizinki de filmleri aratmayacak gibi olmuş. Allah, bundan sonrasında bari
sağlik, sıhhat, huzur versin size.
Yazı, Sami hocamin samimiyetiyle yazılmıs on numara bir yazı.
Bir de şu Viagra olayi var tabii... Gecenlerde facebook'ta sizin değindiğiniz bir paylaşimi hatırlarsiniz. Kutsal topraklardaki otel odasinda... Diye devam ediyordu.
Doğruluk payini ve ilacin ne amaçla kullanıldıgıni bilmedigim için o paylaşima sıcak bakmamıstim ki yazinızı okuyunca iyi ki bakmamışim dedim.
Tebrik ederim hocam, selamlar.
sami biberoğulları
Hayatta maalesef hiç bir şey göründüğü kadar basit değildir. Bazı olaylar ve durumlar hakkında hüküm vermeden önce iyi düşünmek, iyi bilmek gerekir.
Selam ve sevgilerimle.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Kıskanilmak, insana kendisinin değerli bir insan olduğu hissini uyandıriyor...
Ve bu da güzel bir avuntu yaratiyor :-)
sami biberoğulları
Ben ele alınca da o olay ne hale gelir biliyorsun )))))))))))
Bu kadar basit değil.
Canım ciğerim de olsa bazıları almaları gereken dersi almalı.
Tekrar selam ve sevgilerimle.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Acı günleri de yaşar insan,yaşanacak günler nelere gebe acaba..
Tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Maalesef acı olmadan tatlının kıymetini anlayamıyoruz.
Selam ve sevgilerimle.
Babamı kaybettiğim gün ve anlar geldi gözümün önüne
Her hastane odası bu kadar vicdansız mıdır?
Her ölüm haberi bu kadar soğuk mudur?
Allahtan rahmet diliyorum cümle geçmişlerimize
saygılarımla
sami biberoğulları
Hastane odaları maalesef bu kadar acımasız. Ama daha acımasızı var: Hastane Morgları.
Babamın, annemin ve ilk evladımın cenazesini kendi ellerimle hastane morgundan aldığım için bunu çok iyi biliyorum. Kaskatı, taşlaşmış, buz gibi bir naaşa sarılmak...Allah kimseye yaşatmasın.
Allahtan babana rahmet diliyorum. Rabbim cennetinde kavuşmayı nasip eylesin.
Selam ve sevgilerimle.
Çamurla oynamayı çocukluktan öğrenen insanların atması masumluktan olmuyor ki.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Ağlanası-gülünesi birliğini yine doğallıkla sergilemişsiniz, değerli hocam...
Gerçek kahramanların hayat sahnesinde oynadıkları gerçekçi rollerini de somutlarken...
Kıymeti kendinden menkul, edebiyata özenen cümleler kurma gayretkeşliğine düşmeden...
Benim günümün yazısıdır, değerli hocam...
Babanıza Allah'tan rahmet dilerim...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Allah razı olsun.
İyi ki varsınız. İyi ki hep yanımdasınız.
Selam ve sevgilerimle.
Allah rahmet eylesin. demek ilaca bakıp günah almamak lazımmış.. bunu da öğrendim iyi oldu abim.
sami biberoğulları
Çok sağ olasın. Allah razı olsun.
Ben de çok yakın bir zamanda hayata gözlerini yuman senin baban için Rabbimden Rahmet niyaz ediyorum.
Selam ve sevgilerimle.
Sami hocam içim burkularak okudum... Allah sabır versin... yaşımız kaç olursa olsun eksiklilerini herşeyine ragmen hissedeceğimiz bir acı bu... ben de babamı aynı dönem içinde kaybettim... nurlar içinde uyusunlar.. :(
sami biberoğulları
Rabbim senin babana da rahmet eylesin.
Bu acı öykü senin için sanırım daha da anlamlı olmuştur çünkü öykünün geçtiği yerde yaşıyorsun bu anlattığım yerleri, hatta belki Doktor Mahmut Bey'i, Adem bey'i bile tanıyorsundur.
Tekrar teşekkürlerimle.
Selam ve sevgiler.
Allah niceleriyle birlikte sizin babanıza da gani gani rahmet eylesin, azaplar çektirmesin Sami bey kardeşim. Malesef kolayıyla da zoruyla da olsa da, ölümler hep acı ve bir yerlerimizi hep kanatır durur işte.
Hüzünlüydü ve yaşanmışlıklar idi ki hikayeyi aslı çok çok değerli kılan da buydu zaten.Gerçek hayat, gerçek insanlar ve gerçek yaşanmışlıklar önem taşıyor aslında. Bunca sanallaşmış, sahtekarlaşmış insan kitleleri arasında, hala yüreği insanca çarpan insanları arıyoruz duruyoruz işte.
Cümlesiyle birlikte mekanı cennet olsun rahmetli babanızın da annenizin de, Hüzünlüydü ama çok değerli bir yazıydı yüreğinize kaleminize sağlık.
sami biberoğulları
Böyle hüzünler olmasa yaşadığımız güzelliklerin farkına varamıyoruz maalesef.
Dünyada öleceğini bilen tek varlığız ama başımıza gelinceye kadar kendimize hiç yakıştıramıyoruz nedense. Oysa gelecek. Mutlaka gelecek hayat denen sahnenin perdesi kapanacak.
Bu kısacık yolda bunca hay huy, bunca hırs niyedir?
Buna ne Habil cevap verebildi ne de Kabil. Öyledir işte. Belki de öyle olması gerektiği için öyledir. Ya da öyle olmaması gerektiği halde öyledir.
İlgin için tekrar teşekkür ediyorum.
Selam ve sevgilerimle.
Ne yaptın be sevgili hocam gecenin bu saatinde allak bulak ettin bizi.
Rahmetli babanız nur içinde yatsın.
Biz tebessüm edeceğimiz yazı dizisinin devamını beklerken, bu hüzünlü yazı hiç olmadı. Ama inadına bu hüzünlü havayı değiştirmek adına, o kalan bir kutu viagrayı ne yaptınız.? Yazı hüzünlü diye bunu sormayacağımız mı sandınız? Serumları vesaire kalan ilaçları başkası kullansın diye hastane odasında bıraktınız da sevabına viağrayı niye orada bırakmadınız? Sonra da konuşunca vay şöyle de vay böylede oluyor. Siz bizi iyice saf zannettiniz galiba!
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı sevgilerimle.
sami biberoğulları
Öncelikle babam için güzel dileklerinden dolayı teşekkür edeyim.
Viagraya gelince: Ama aramızda kalsın ha...
Yazıda niçin ikide bir 52 yaşındaydım diyorum sanıyorsun? Ben kullandım tabii ki ama ritmi bozuk bir kalp için değildi tabii ki. Ritmi bozuk bir başka şey için.
Selam ve sevgilerimle.
Çok duygulandım hocam, hem de çoook. Yaşadığınız o günlerin ve yılların acısını sizden başka kimse hiss edemez ama buna rağmen yazı bunun bir kısmını okuyucuya aktarıyor. Allah babanıza rahmet eylesin. Ne güzel ki bunları bizimle paylaştınız. Yüreğinize ve kaleminize sağlık.
sami biberoğulları
Çok çok teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.
Çok güzel bir anlatım.Allah u Teala Günahlarını affedip Mekanını cennet etsin inşallah.
Baba!!!
Evlat.
Yüreğinize sağlık.
sami biberoğulları
Allah razı olsun.
Selam ve sevgilerimle.